es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,
Size Avustralya'dan hitap ediyorum. Avustralya'nın güzel bir şehri Brisbane şehri; Sydney'in 1000 km kadar kuzeyinde, sahilde bir şehir.
Burası düzenli bir ülke; altyapı dediğimiz yol, iletişim ve diğer hususlar muntazam. Diğer İslâm ülkelerinin de öyle olmasını temenni ediyorum. Halkın hizmetlerinin daha güzel yapılmasını temenni ediyorum. Yakın yakın bölgeler olduğu halde, mesela Endonezya ile Avustralya arasında büyük fark var.
Bir ara kısa bir şekilde Filipinler'in Manila şehrini görmüştüm. Manila'nın içine gitmemiştim ama giden arkadaşlar çok perişan olduğunu ve fakirliğin çok yaygın olduğunu söylemişlerdi. Oraya gitmiş, zekâtlarını vermişler, gözyaşlarıyla dönmüşlerdi.
Filipinler, diktatörlerin idare ettiği bir ülkeydi. Diktatörler milyarları doldurdular Amerikan bankalarına, kendi hesaplarına yatırdılar. Öldüler gittiler ama halklarına hizmet etmediler.
Ülkeler arasında çok bariz farklar var. Endonezya başka türlü, Filipinler başka türlü, Avustralya çok değişik, birden çok büyük güzelliklerle karşılaşıyorsunuz. Singapur güzel, Malezya gelişmekte… Allah bütün âlem-i İslâm'a iyilikler, gelişmeler ihsan eylesin. Onu temenni ediyoruz.
Benim oruç konusunda en önemli gördüğüm şeylerden birisi, oruç tutup da sevabı kazanamamak. Oruç çok önemli bir ibadet ama oruç tutup sevabı kazanamamak ihtimali var. Onun için önce onunla ilgili bir hadîs-i şerîfi okuyup biraz bu konu üzerinde durmak istiyorum.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh'ın rivayet ettiğine göre, İbn Mâce'de, Neseî'de, İbn Huzeyme'de, Hâkim'de, Terğib'te ve diğer kaynaklarda var. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki;
Kâle Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem: Rubbe sâimin leyse lehû min sıyâmihî ille'l-cû'u ve rubbe kâimin leyse lehû min kıyâmihî ille's-seheru.
Bu münasebetle, bu hadîs-i şerîfi açıklarken bir şeyi vurgulamak istiyorum.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyorlar ki;
"Nice oruç tutan insan vardır ki tuttuğu oruçtan ona bir kâr, bir kazanç, bir sevap gelmez. Ancak aç kalmış olur, aç kalmaktan başka eline bir şey geçmez."
Yani boş...
"Nice kâim insan vardır ki..."
Kâim burada geceleyin kıyam edip, kalkıp namaz kılan, gecesini ibadetle ihyâ eden demek. "Nice geceleyin kalkıp sevap kazanacağım diye namaz kılan insan vardır ki, leyse lehû min kıyâmihî ille's-seheru, bu kalkıp, uykusunu terk edip, ibadet etmesinden bir sevap kazanamıyor, bir mükâfat, bir ecir elde edemiyor; sadece uykusuz kalkmış oluyor."
Yani ibadet boşa gidiyor.
Aziz ve sevgili kardeşlerim!
İbadetlerin boşa gitmesi olayı Kur'ân-ı Kerîm'in âyetleriyle sabit bir olaydır. Mesela insan zekât verir ama verdiği zekât, sadaka makbul olmaz, Allah kabul etmez; bir ecir, bir sevap alamaz. Allahu Teâlâ hazretleri;
Lâ tubtilû sadakâtiküm bi'l-menni ve'l-ezâ. "Minnet ederek, başa kakarak, verdiğiniz kimseyi üzerek, ezalandırarak sadakanızı, zekâtınızı verirseniz ondan bir kâr elde edemezsiniz, sevabı iptal olmuş olur." buyuruyor.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh'ten rivayet edilmiş olan bu hadîs-i şerîfte de Peygamber Efendimiz orucun bazı kimselere fayda vermeyeceğini, bir kâr getirmeyeceğini; geceleyin kalkıp ibadet etmesinin bir kâr getirmeyeceğini bildirmiş oluyor.
Neden acaba?
Alimler çeşitli şekillerde bunu açıklamaya çalışmışlardır.
Mesela insan gündüz oruç tutar da akşam haramla orucunu açarsa, haramdan kazanılmış gıda ile orucunu açarsa o zaman ne olur?
Orucundan bir sevap alamaz. Böyle olabilir. Yahut oruç tutarken orucun şartlarına, mânevî şartlarına riayet etmediği için orucunun sevabı kaçar. Bu hususta başka hadîs-i şerîfler var.
Bir insan oruç tutarken sadece midesine yemek yememek, su içmemek tarzında midesine oruç tutturmayacak. Gözüne de sahip olacak, gözü harama bakmayacak; kulağına da sahip olacak, kulağı haram şey dinlemeyecek, harama kulak vermeyecek; eline de sahip olacak, eli harama uzanmayacak; ayağına da sahip olacak, ayağı harama gitmeyecek. Oruç tutarken bütün âzâsına oruç tutturması lazım. Böyle yapmadığı zaman orucun sevabı kaçabilir. Bundan dolayı, oruç tutarken mesela diline sahip olmazsa; gıybet ederse, yalan söz söylerse, yalancı şahitlik yaparsa, yalan yere adaleti aldatacak bir şeyler, o zaman orucun sevabı kalmamış oluyor.
Bu bakımdan, Cuma konuşmamda kardeşlerime önce tuttukları orucun sevabı kaçmasın diye bu hususu hatırlatmak istiyorum. Oruç tutar, tutar da akşama eline bir şey geçmez, aç kalmaktan başka...
Teravih gece kıyamı sayılır, gece namazı sayılır, yatsıdan sonra kılınıyor. Teravih kılar kılar, hiçbir sevap kazanamaz. Halbuki geceleyin namaz kılmak ne kadar sevaptır. Halbuki oruç tutmak ne kadar sevaptır. Onlardan bir kâr alamıyor. Onun için bu orucun sevabını kaçıran günahlardan uzak durmaya dikkat etmesi lazım, gece ibadetinin sevabını kaçıran hatalardan uzak durması lazım.
Onlar neler olabilir, Ramazan orucu tutarken hatalarımız neler, onları şöylece sıralayalım:
Bir; oruç tutuyoruz diye tabi aç kalınıyor, aç kalınca insanın ruhsal istikrarı da biraz sarsılabiliyor. Oruçlu olan bakıyorsunuz sinirli oluyor. Sinirli olunca sağa sola çatıyor, bağırıyor. Sigara alışkını, tiryakisi sigarayı içmediği için oruçlu olunca bir asabilik bastırıyor. Etrafını haşlıyor, paylıyor, üzüyor, vuruyor, kırıyor. Halbuki oruç sabır ibadetidir. Kendisini tutacaktı, böyle şeyler yapmayacaktı. O zaman demek ki orucun iyi tutulmadığı, orucun şartlarına uyulmadığı anlaşılıyor. Bir yaygın hatamız bu.
Ondan sonra iftar ediyoruz, sahura kalkıyoruz; yediğimiz şeylerin helal olmasına dikkat etmek lazım. Haram lokma yediği zaman insanın kırk sabah namazı kabul olmaz, duası kabul olmaz. Helal lokma dindarlığın, takvânın temelidir. Onun için lokmanın helal olmasına çok dikkat etmek lazım.
Hadi diyelim kazancımız helal, lokma helal; akşamleyin sofraya oturduk, hatalarımızdan birisi nedir?
İftarda çok aşırı yemek yiyoruz. Hem sıhhate aykırı hem de orucun mantığına aykırı. Oruçlu aç duruyor ki biraz nefsi zayıflasın, kalbi nurlansın, ruhu kuvvetlensin. Halbuki Ramazan'da öyle yemek yiyor ki iftarda, sahurda, arada, Ramazan'ın sonunda kilosu artıyor. "Bu Ramazan'da on kilo almışım, beş kilo almışım." diyor. Halbuki zayıflaması lazım. Onun için büyüklerimiz, alimlerimiz kitaplarında bunu da belirtmişler. İftarda da biraz hafif yemeli ki bu aç durmanın, oruç tutmanın maddî, mânevî, sıhhî faydaları vücut üzerinde görünsün.
Ondan sonra ne yapıyoruz?
Teravihe gidiyoruz. Bizim müslüman halkımız umumiyetle teravihi severek kılar, teravihe gider.
Fakat teravihte hatamız nedir?
Hızlı kılmak. Çok rekâtlı diye, çok rekât çabuk bitsin diye süratli bir namaz kılma kötü alışkanlığı var. İmamlar çabuk kıldırıyor. Cemaat de çabuk kıldıran camiye gidip paldır küldür namaz kılıyor. Bu da yanlış. Mümkünse hatim sürülerek teravih kılınan yerlere gitmeli, tadını çıkarmalı. Değilse sakin sakin, tâdil-i erkân ile, rükûsuna, secdesine hakkını vererek namaz kıldıran imamın arkasında kılmalı. Hırsızlığın en kötüsü namazda rükûdan, secdeden çalmaktır, yani onları hızlı yapıp hakkını vermemektir. Bu da Türkiye'de yaygın bir hata; bundan da sakınmak lazım. Yani namazı güzel kılmalı.
Yatsıdan sonra kılınan bu teravih namazı gece namazından sayılır. Gece namazının sevabı da çok büyüktür ama Ramazan'da sevap daha da büyükleşiyor. Çünkü Ramazan'da yapılan ibadetlere Allahu Teâlâ hazretleri büyük mükâfatlar koymuş. Sâir zamanda insan geceleyin kalksa, iki rekât kılsa;
Rek'atâni mine'l-leyli hayrun mine'd-dünyâ vemâ fîhâ. "İki rekât namaz kılmak, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır." diye buyuruluyor.
Onun için Ramazan'da bu teravih de yatsıdan sonra kılınmış bir namaz olarak gece namazından sayıldığı için, bunu da böyle 20 rekât kıldığından epeyce bir sevap alacak. Ama güzel kılmak şartıyla... Güzel tutulmayınca orucun sevabı olmadığı gibi güzel kılınmayınca namazın da sevabı olmayacağını, boşuna bir yorgunluk olacağını bilmeli. Ebû Hüreyre hadîs-i şerîfinin namazla ilgili kısmını teravihte hatırlamalı, aceleye getirmemeli; şuurlu, huzurlu, huşulu, güzel namaz kılmalı. Bir hata bu.
Sonra, bazıları sahura kalkmayı kestirip atmak istiyorlar. "Akşamdan yatarım, ben dayanabilirim." diyorlar. Uykuyu bölmeyelim diye sahura kalkmıyorlar. Halbuki Ramazan bence biraz uykuyu yenmek, uykuyu bölmek çalışmasıdır; bu, Ramazan'da önemli bir husustur. Ramazan nefsimizi yenmek için bir idmandır. Özellikle sahura uykuyu bölüp kalkmak lazım çünkü Ramazan gece kalkmaya alışma çalışmasıdır. Sahurda yemek yiyeceğiz diye kalkıp bir ay sahur-seher vaktinde uyanmayı öğrenince, senenin öbür zamanlarında da o güzel vakitte kalkıp ibadet etmeye bir alıştırmadır, yemekli alıştırmadır diye düşünüyorum. Onun için sahura kalkmayı da hararetle tavsiye ediyorum. Sahura kalkmamak da yanlıştır. Sahur sünnettir. Eski ümmetlerle Ümmet-i Muhammed arasında, onların oruçlarıyla bizim orucumuz arasındaki fark, bizim sahura kalkmamızdır. Sahura kalkmak sünnettir. Sahur yemeği berekettir, feyizdir. Onun için sahura kalkmayı da ihmal etmemeli. "Akşamdan yiyip yatarım, sahura kalkmam." sözü doğru değil.
Sahura kalkıldığı zaman bir de abdest alınmalı, iki rekât, dört rekât neyse, hanım yemeği hazırlayıncaya kadar, çoluk çocuk sofraya toplanıncaya kadar bir teheccüd namazı kılınmalı. Sahurda kılınan namaz çok sevaptır, bunu da kardeşlerimiz kaçırmasınlar.
Yanlışlıklardan bir tanesini daha söyleyelim; evinde sahurdan sonra, imsak kesildiği zaman sabahın vakti girince herkes ne yapıyor?
Hemen sabah namazını evinde kılıp tekrar yatağa yatıyor. Bu da yanlış. Sabah namazını cemaatle kılmayı kaçırmak çok büyük bir kayıp oluyor. Onun için sabah namazında camide namaz kılmaya çok dikkat etmeli, sahurdan sonra camide namaz kılmaya gelmeli. Onu ihmal etmemeli. Evde kılmak, çoluk çocuğu toplayarak cemaatle namaz kılsa bile camide kılmaya denk olamaz. Çünkü camiye doğru giderken attığı her adımda bir derecesi yükselir, her adımda bir günahı silinir, her adımda kendisine bir hasene verilir. Oraya gittiği zaman da camideki mübarek insanların kazançlarından buna da ortaklık gelir. Camide o mübareklerin kıldığı namazlar dolayısıyla namaz kabul olur, evdeki belki kabul olmaz. Bir yanlışlık da sahurdan sonra evde namazı kılıp camiye gitmemektir, kardeşlerimiz bunu da yapmamalı.
Sonra, akşamleyin çok yaygın bir yanlışlık var, özellikle Türkiye'de: Akşam namazı camilerde kılınmıyor.
Neden?
Herkes sofranın başında olduğu için, iftar edeceğim telaşında olduğu için akşam namazını camide kılmıyorlar, evde kılıyorlar. Bu da bir yanlışlıktır. Ramazan'da ibadetler arttırılması gerekirken tam aksi yapılıyor ve Ramazan'da akşam namazını camide cemaatle namaz kılmak kalkıyor. Hatta bazı şehirlerde biz camiye gittiğimiz zaman imamı-müezzini görmüyoruz. O da iftar edeceğim diye ortada yok, cami bomboş, mahzun... Bu yanlış.
Biz Avustralya'daki kardeşlerimizle oturduk bu meseleleri konuştuk, dedik ki; "Bu yanlışlıkları biz buralarda yapmayalım. " Brisbane şehrinde de arkadaşlarımız çarşıda 110 metrekarelik bir yer tuttu, Allah razı olsun. Topluca oraya hanımlar, beyler, çocuklar -en sevindirici husus- geliyor; güzel, muhabbetli namaz kılınıyor. Dedik ki;
"Bak akşam namazını camide kılacağız, evimize öyle gideceğiz."
Hepsi büyük ölçüde riayet ediyorlar. Sabah namazını camide kılacağız, evde kılıp öyle yatmak yok.
İftardan dolayı akşamı makaslamak, sahurdan dolayı sabahı makaslamak gibi hata yapılmasın." dedik.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz Ramazan'a o kadar önem verirdi ki ta iki ay önceden, Şaban ayı, Receb ayı girdiği zaman "Allah'ım bize Receb ayını, Şaban ayını mübarek eyle, Ramazan'a bizi eriştir." diye dua ederdi. Ramazan'ın sevgisi, Ramazan'a kavuşmanın iştiyakı iki ay önceden Efendimiz'in dudaklarından dökülürdü, dualarına girerdi. Ramazan çok önemli bir ay. Onun için bu güzel ayın feyzinden, bereketinden istifade etmeye dikkat etmeliyiz. İbadetlerimizi daha aşk ile, şevk ile yapmalıyız. Eskiden yaptığımızı bile yapmamak yanlışlığına düşmemeliyiz. Orucu da güzel tutmalıyız, teravihi de güzel kılmalıyız.
Ramazan ayının daha başka özelliklerini bildiren hadîs-i şerîfler var, onları okumak istiyorum. Bir hadîs-i şerîf var, Ebû Hüreyre radıyallahu anh'ten rivayet edilmiş. Bu hadîs-i şerîfi Ahmed b. Hanbel, Bezzâz, Beyhakî, Ebû'ş-Şeyh ve İbn Hibban rivayet etmişler. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuşlar ki;
Kâle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: U'tiyet ümmetî hamse hısâlin fî Ramadâne. "Benim ümmetime Ramazan'da beş mükâfat verildi." Lem tu'tahünne ümmetün kablehüm. "Daha önceki ümmetler de oruç tutarlardı ama onlara Allah bu mükâfatları vermemişti, bizim ümmetimize veriyor." diye kendi ümmetine verildiğini Peygamber Efendimiz bildiriyor.
Ramazan orucunu farz kılan, farz olduğunu gösteren Bakara sûresinin 183. âyetinde;
Kütibe aleykümü's-siyâmü kemâ kütibe ale'llezîne min kabliküm. "Sizden önceki ümmetlere de oruç farz kılınmıştı, bunun gibi size de farz kılındı." deniliyor.
Demek ki eski ümmetlere oruç farz kılınmış ama bu mükâfatlar onlara verilmemiş de bize verilmiş.
Eski ümmetlerden bizim bazı farklarımız var. Peygamber Efendimiz'in birtakım özellikleri, hâssiyetleri, hasâisi var. Bizim ümmetimizin de hasâisi, özellikleri, özel mazhariyetleri var. Eski ümmetlerde onlar yokmuş, bizim ümmetimize bir büyük ikram oluyor. Peygamber Efendimiz bunları sıralıyor, buyuruyor ki;
Hulûfu femi's-sâimi atyabu ınde'llâhi min rîhi'l-miski.
Oruç tutanın ağzı kuruyunca, aç kalınca kokar. Ağız kokusu olur. Belki bu ağızdan geliyor, belki mideden geliyor. Açlıktan dolayı ağızda bir koku olur. Bu, Allah indinde misk kokusundan daha şerefli, daha kıymetli bir kokudur. Allah sever, oruçlunun o kokusu nâhoş bir koku gibi bile olsa Allah'ın sevdiği bir kokudur. Âhirette oruçlunun ağzından misk kokusu gibi güzel kokular çıkacak. Öyle mükâfatlanacak.
Ve testağfiru lehümü'l-melâiketü hattâ yuftirû. "Denizdeki balıklar bile, iftar edinceye kadar onun için istiğfar ederler."
Oruçlu Allah'ın sevgili kulu olduğu gibi mahlukâtın da mahbubu, sevdiği bir kimse oluyor. Mahlukât da oruçlu insana dua ediyorlar, hatta denizdeki balıklar... Bu denizdeki balıkların dua etmesi, pek çok şeyin dua ettiğinin bir göstergesi olsun diye söylenmiş olmalı, Allahu a'lem... O bakımdan bu cümle oruçlunun ne kadar kıymetli insan olduğunu gösteriyor.
Ve yüzeyyinu'llâhu külle yevmin cennetehû. "Her gün Allahu Teâlâ hazretleri cennetini süsler." Ve yekûlü: Yûşiku ibâdiye's-sâlihûne en yelkav anhümü'l-meûnete ve'l-ezâ ve yasîrû ileyki. "‘İnşaallah, muhtemel ki ey cennet, salih kullarım dünyadaki sıkıntılarının karşılığında burada rahat etsinler diye sana gelecekler, dünyadaki yorgunlukları, meşakkatleri bitecek, sana gelecekler ey cennet.' diye her gün Allahu Teâlâ hazretleri cennetini oruçlu kulları için süsler."
Biliyorsunuz oruçluların cennete girecekleri "Reyyan" denilen özel bir kapı olacak. "Nerede benim rızam için oruç tutan kullarım, kalksınlar!" denilince cennete onlar o kapıdan girecekler.
Ve tusaffedu fîhi meredetü'ş-şeyâtîni ve lâ yasılûne fîhi ilâ mâ yasılûne fî ğayrihî.
Bugünde, bu Ramazan ayında Ümmet-i Muhammed'in mazhariyetlerinden birisi de nedir?
Şeytanların azılıları, reisleri, azgınları bukağılara, zincirlere, boyunduruklara vurulur, zincirlerle bağlanır ve onlara fırsat verilmez. Başka zamanlarda hareket ettikleri gibi serbest hareket edemezler. Böylece azdırma işi, saptırma, şeytanın vesvese verme işi, kandırma işi bu ayda olmaz; az olur, ibadeti yapmak kolay olur. Müslümanlar, iyi işler yapmak isteyenler onlardan yakasını kurtarmış olurlar.
Ve yuğferu lehüm fî âhiri leyletin.
Sonuncu mazhariyet de, bu beş şeyden sonuncusu da Ramazan'ın sonuyla ilgili. Diyor ki;
"Ramazan'ın en son gününde oruçlular afv u mağfiret olunur."
Demek ki bir ay sabredecek, çalışmaya devam edecek.
Kîle: Yâ Resûlallah e hiye leyletü'l-kadri? "Yâ Resûlallah!" diye sordular sahâbe-i kiram; bu son müjdeyi, bu beş şeyin beşincisini duydukları zaman, "O son gecesi Kadir gecesi mi yâ Resûlallah?" dediler.
Kâle: Lâ. Peygamber Efendimiz "Hayır!" buyurdu. Velâkinne'l-âmile innemâ yüveffâ ecrehû inde inkıdâi amelihî. "Kadir gecesi değil ama çalışan işçiye, çalışması bittiği zaman ücreti verilir. Ramazan bittiği için de Ramazan'ın en son gecesinde mükâfat verilir, afv u mağfiret olunur."
Senenin en önemli beş gecesinden birisi Ramazan'ın sonuncu gecesi, yani ertesi gün bayram olan gecedir. Ona da Allahu Teâlâ hazretleri inşaallah oruçlarımızı tutarak, cümlemizi sıhhat ve afiyetle eriştirsin.
Kadir gecesi Ramazan'ın içinde saklı, onun ne zaman olduğunu bilmiyoruz. Onu bilmediğimiz için de Ramazan'ın bütün gecelerini ihyâ etmeye çalışalım. Ama en son gecesi de, işçinin çalışıp işini bitirdiği zaman ücretini aldığı gibi, oruçlunun da orucunu bitirip ertesi gün bayram yapacağı zaman, en son gece de afv u mağfiret olma gecesidir. Demek ki Ümmet-i Muhammed'e -Ümmet-i Muhammed'in oruçlularına- bu mükâfatlar Allahu Teâlâ hazretlerinden ihsan olunmuş.
Allahu Teâlâ hazretleri bizleri, oruçlarını Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in tarif buyurduğu şekilde, Allahu Teâlâ hazretlerinin hoşnut ve razı olacağı, kabul edeceği bir şekilde tutan kullarından eylesin. Ramazan ibadetlerimizi, teravihlerimizi tâdil-i erkân ile, ağır ağır, vakur vakur, huşû ile, edep ile, gözyaşı ile, duygular ile güzel bir şekilde yapmayı nasip eylesin.
Ramazan ayında önemli olan iki büyük ibadet; birisi gündüzleri oruç tutmak, ikincisi geceleri gece namazı mahiyetinde olan teravih namazını kılmak. Ama bütün ibadetler sadece bunlardan ibaret demek değildir. Ramazan'da yapılan bütün ibadetler, hayırlar kat kat mükâfatlandırılır. Başka zamanda yapıldığına göre en aşağı 70 kat daha fazla sevabı olur. Onun için Ramazan'da çeşitli hayırları, hayırların türlerini, çeşitlerini düşünüp taşınıp yapmaya gayret etmek lazım.
Onlardan birisi nedir?
Arkadaşlara, fakirlere, muhtaçlara, komşulara ikram; iftar yemeği vermek, sahur yemeği vermek. Bu bir ikramdır, insan buradan sevap alır. Çünkü Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîfleri var, onların metnini okumadan sadece mealini söylüyorum:
Bir insan bir oruçluya bir hurma, bir bardak su, bir zeytin verse, yani bir şeyle orucunu açtırsa bütün o oruçlunun o orucundan dolayı kazandığı sevap kadar sevabı o da aynen alır. Ama oruç tutanın sevabından değil. Allah ayrıca ona veriyor. Oruçlunun sevabı oruçlu tarafından alınıyor fakat oruçluya iftar ettirene de Allahu Teâlâ hazretleri oruçlunun sevabı kadar ikinci bir sevap veriyor.
Onun için iftar davetleri güzel bir âdettir. Yapıyoruz elhamdülillah... Müslümanlar tanıdıklarını, dostlarını çağırıyorlar, onlara iftar yemeği veriyorlar, güzel.
Fakat iftarda dikkat edeceğimiz şey neydi?
Akşam namazını makaslamamak, akşam namazını camide kılmaya dikkat etmek; işi, yemeği ona göre ayarlamak. Hafif bir şeyle orucu açtıktan sonra camide namazı kılıp eve ondan sonra gelmek.
Yemek yedirme güzel bir âdet...
Sonra, fukarâyı gözetmek. Onların evlerine 10 kilo pirinç veya şu kadar para veya şu kadar yiyecek, giyecek, ihtiyaç malzemesi; yani hayır, sadaka veya zekât olarak bir şeyler vermek uygun olur.
Ayrıca dilini ibadetle, zikirle değerlendirmeli; sabah-akşam, gece-gündüz, işte-yolda zikrullahla meşgul olmalı. Tevbe etmeli, istiğfar eylemeli, kelime-i tevhîd-Lâ ilâhe illallah çekmeli, Allah'tan cennetini istemeli, cehenneminden Allah'a sığınmalı, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e salât ü selâmı çok yapmalı. Bu, günün saatleri içinde yapacağı işler...
Ayrıca ne yapmalı?
Kur'ân-ı Kerîm'e sımsıkı sarılmalı ve Kur'ân-ı Kerîm'i çok okumalı. Okuması azsa öğrenmeye çalışmalı, kuvvetliyse hatim indirmeye çalışmalı. Mukabeleleri dinlemeli.
Mukabele ne demek?
Camide hafız okuyor, nereyi okuyacağı belli, cemaat de ellerine Kur'ân-ı Kerîmlerini alıyorlar, hafızın okuduğu sayfayı açıyorlar. Hafız ezberinden okuyor, ezberini kuvvetlendiriyor, kendisini denemiş oluyor; cemaat de onu dinlemiş oluyor. Bilgili insanlar da hafızın hataları var mı yok mu diye önde takip ediyorlar. Buna "mukabele" deniliyor.
Bunun da aslı esası nedir, nereden kaynaklanıyor?
Cebrail aleyhisselam Ramazan oldu mu Peygamber Efendimiz'e her gün gelirdi, her gün Peygamber Efendimiz'le Kur'ân-ı Kerîm'i okurlardı. Rivayete göre Peygamber Efendimiz okur, Cebrail aleyhisselam dinlerdi; başka bir rivayete göre de Cebrail aleyhisselam okur, Peygamber Efendimiz dinlerdi. Ezberindeki Kur'ân-ı Kerîm'i Cebrail aleyhisselam'la müzakere ve mukabele etmiş oluyor. İşte ondan dolayı camilerimizde Kur'ân-ı Kerîm mukabelesi vardır, o güzel âdetin devamıdır.
Onun için Kur'ân-ı Kerîm okumaya evde dikkat etmeli. Camilerdeki mukabelelere gitmeli, onları güzel dinlemeli. O usta, üstat hafızlar, o Kur'ân-ı Kerîm'i tecvid ile, harflere hakkını vererek, mahâric-i hurûfa dikkat ederek nasıl okuyorlarsa oradan güzel okumayı öğrenmeye çalışmalı. Kur'an okumak, öğrenmek de çok önemli.
İlim öğrenmek, vaazlara devam etmek, vaizleri dinlemek, camilerdeki vaazları takip etmek de önemli. Dinî bilgisini arttırma [gayreti] olmalı.
Bir de, aziz ve sevgili kardeşlerim, son olarak hepinizden kuvvetle bir şey rica etmek istiyorum:
Bu Ramazan'da her kardeşimiz azmetsin, bir insanı İslâm'a çekmeye, kazanmaya çalışsın.
Bu Ramazan'da adedimiz yüzde 100 artsın.
Yüzde 100 artmak ne demek?
Herkes bir kişiyi İslâm'a çekerse o zaman sayı birden bir misli katlanacak. Yüzde 100 artmak oluyor. Herkes bir Ramazan boyu uğraşıp bir kişiyi İslâm'a kazansa, iyi müslüman haline getirse o zaman müslümanların sayısı iki misli olacak. Türkiye'nin zaten yüzde 99'u müslüman. Birer kişiyi de İslâm'a çekerlerse o zaman 120-130 milyon, 125 milyon insan demek ki müslüman olacak. Pek çok kimse İslâm'ı yanlış biliyor. İslâm hakkında kafasında birtakım vehimler var. Birtakım yalan yanlış sözler kafasına, kulağına girmiş, o da onu doğru kabul etmiş ama İslâm'dan uzak bir yaşantısı var. Bunları anlayabilirsiniz.
Nereden anlarsınız?
Bakarsınız namaz kılmıyor, bakarsınız oruç tutmuyor, bakarsınız "Ben müslümanım elhamdülillah, babam, dedem müslümandı..." diyor ama hâli İslâm'a uygun değil. İşte onlara İslâm'ı öğretip Allah'ın sevdiği çizgiye getirmeye çalışalım. Hepimiz bir insanı cehennemden kurtarıp cennete girecek iyi insan haline getirmeye çalışalım.
Allah gayret kuvvet versin. Bir insanı doğru yola çekerseniz o insanın ömür boyu yaptığı bütün sevaplı işlerin, amellerin, ibadetlerin bir misli de size yazılır, aynısı size de verilir. Adam sizin çalışmanızla namaza başladı, kıldığı bütün namazların sevaplarının bir misli size verilir; oruç tutmaya başladı, tuttuğu bütün oruçların sevaplarının bir misli size verilir; zekât vermeye başladı, zekâtlarının sevaplarının bir misli size verilir; hacca, umreye gitmeye karar verdi, onun sevabı verilir; Kur'an okumayı öğrettiniz, onun sevabı size verilir. Yani çok sevap kazanırsınız.
Onun için lütfen, biraz sırf kendiniz için müslüman olmaktan daha ileri bir adım atın, başkalarını da müslüman etmeye çalışın. Allahu Teâlâ hazretleri hayırlara muvaffak etsin. Sahabe gibi müslüman olun. İslâm'ı yayıcı, irşat edici, dini cihana duyurucu, tanıtıcı insanlar olun. Allah sevdiği kul eylesin. Cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin.
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh.