Aziz ve sevgili Akra dinleyenleri,
Mübarek Ramazan geldi geçti. Allah sıhhat afiyetle nicelerine eriştirsin. Ve mutlu Ramazan bayramını yaşadınız. O bayram günlerinin mutuluğu, tatlılığı ömrünüz boyu devam etsin.
Cuma gününüz mübarek olsun. Çünkü Cuma günü de mü'minlerin haftada bir karşısına gelen bir bayramdır. Allah cumanın içinde öyle bir saat yaratmıştır ki, öyle bir anı vardır ki, o an da yapılan dualar da makbuldür, gecesi de, gündüzü de çok değerli ve kıymetlidir.
Bu cuma günü size, iki hadîs-i şerîften bahsetmek istiyorum. Birisi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in sevgili amcası Abbas'ın oğlu, alim ve müfessir sahabî olarak tanınan Abdullah'tan, Abdullah b. Abbas'tan rivayet edilmiş.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bu hadîs-i şerîfinde buyurmuşlar ki:
Erbaun men u'tiyehünne fe-kad u'tiye hayre'd-dünyâ ve'l-ahireti. "Dört şey vardır ki; kime bu dört şey Allah tarafından ihsan olunmuşsa, verilmişse, ona dünyanın, âhiretin hayırları verilmiş demektir."
Bu dört şeye sahip olan kimse; hem dünyanın hem âhiretin hayırlarına mazhar olmuş demektir.
Lisânün zâkirun. "Kişinin zikredici bir dili olması." Ve kalbün şâkirun. "Şükredici bir gönlü, kalbi olması." Ve bedenün ale'l-belâi sâbirun. "Çeşitli belâlara, musibetlere karşı sabırlı, dayanıklı bir vücut."
Ve evliler için de dördüncüsü:
Ve zevcetün lâ tebğîhi havfen fî nefsihâ ve lâ mâlihî. "Kendisi ve erkeğin malı konusunda kocasına itaatli ve sadık, herhangi bir haksızlık, onun gıyabında yanlış iş yapmayan bir zevce." Sâlihaten. "Saliha bir hatun. Tuînu ehadeküm alâ dînihî. "Kocasının dindarlığını yaşamasında ona yardımcı bir saliha zevce."
Bunlar eğer bir kimseye verilmişse hem dünyanın hem âhiretin hayırlarını Allah ona vermiş demektir." buyuruyor Peygamber Efendimiz.
Bu hadîs-i şerîften biraz bahsetmek istiyorum. Özet olarak verdiğim bu konuyu [açıklamak istiyorum]:
"Kişinin zikredici bir dili olması."
Bu büyük bir mazhariyet, hayırdır. Dili zikredici olacak bir insanın. Allahu Teâlâ Hazretleri'nin en güzel olan sıfatlarına başkalarıyla kıyas edilemeyecek kadar çok güzel olduğu için el-Esmâü'l-hüsnâ denmiş. Yani en güzel olan sıfatlar, isimler. Allah'ın bu güzel isimlerinden bir tanesini zikretmek, mesela "Yâ Latîf", "Yâ Allah", "Yâ Hayyü, Yâ Kayyum" demek, -veyahut 99 tane Esmâ-i Hüsnâ'sı bir hadîs-i şerîfte zikredilmiş- onlardan biriyle zikretmek. Veyahut:
Ve'l-bâkıyâtü's-sâlihâtü hayrun inde rabbike. diye âyet-i kerîmede bildirildiği gibi, birtakım güzel cümleler var ki mü'minin imanını ifade ediyor. "Lâ ilâhe illallah, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh, Sübhânallâh, Elhamdülillah, Allahu Ekber" gibi.
Bunların mânaları çok derin, ayrı ayrı açıklamak lazım. Mü'minin Allah hakkındaki inancının ne kadar sağlam olduğunu gösteren kelimeler. Bunları insanın dilinin tekrar etmesi, "Allah, Allah..." demesi veyahut bu söylediğim güzel kelimeleri tekrar etmesi lazım.
Neden?
Çünkü bunların tekrarında da, Allah'ın verdiği sevap tekerrür ediyor. Tekrar ettikçe Allah sevabını çok çok veriyor. Çok kolay ve çok yüksek bir sevap kazanma yolu.
İnsan, düşünelim ki çalışan bir insandır. Mesela, şofördür, tezgâhın başında bir ustabaşıdır, bir sanatkârdır veyahut bir tezgâhtardır, kumaş ölçecek biçecek. Yani, çeşitli işlerde bir insan olabilir. Eli meşgul, ayağı meşgul, yolda yürüyor olabilir bir insan ama dili serbest. İşte, diliyle Allah'ı zikretmek; bu çok büyük bir nimettir. Hem de çok şereflidir. Çünkü kul Allah'ı zikredince, Allah da kulunu zikrediyor ve Allah'ın da kulunu zikretmesinde sayısız büyük şerefler, hayırlar, sevaplar hasıl oluyor.
Onun için, dilimizi zikirden gafil ve uzak tutmamak, boş şeylerle meşgul etmemek lazım.
Susmak da ibadettir. Boş şeyleri konuşmaktansa, tefekkür etmek için susmak çok kıymetlidir. Ama boş durmayıp da, zikretmeye devam ederse, çok büyük sevaplar alır.
Hepimiz İslâm edebiyatı tarihimizden biliyoruz. Mevlîd-i Şerîf'in yazarı Süleyman Çelebi ne güzel söylemiş:
Bir kez Allah dese aşk ile lîsan,
Dökülür cümle günah misl-i hazan.
Bir defa bile insan severek, aşk ile âşıkâne, sâdıkâne bir şekilde Allah dese, günahları dökülüyor. Çünkü bakıyor ki, kulu kendisini seviyor; kendisine bağlılığından, hasretinden, şevkinden, aşkından Allah diyor. Allah onu mükâfatlandırıyor. Bu tekerrür ettikçe, sevabı da tekerrür ediyor.
Onun için, bu hadîs-i şerîfi seçmemdeki gaye, sizin bu güzel sevap imkânlarını kaçırmamanız, bilmeniz. Ramazan geçti ama hayat devamlıdır, kulun imtihanı sürüyor, [hayatı] imtihan içinde devam etmektedir. Kulun Ramazan'daki güzel hâlini sürdürmesi lazım, Ramazan'daki melekleşmiş olan ruhunu tekrar karartmadan, o hâliyle yürütmesi, hayatını ondan sonra daha kaliteli olarak sürmesi lazım.
Bu hadîs-i şerîfteki birinci maddeyi, kardeşlerim hatırlarında tutsun diye, hatırlatmış oluyorum. Sevgili dinleyiciler, Dilinizi boş vakitle harcamayın [boş şeylerle meşgul etmeyin], [vaktinizi] boşa geçirmeyin, Allah'ın zikriyle meşgul edin demiş oluyorum. Bir aracı, nasihatçı, kardeş olarak, bu mânevî sevap imkânını hatırlatmış oluyorum. Bu bir…
Kalbün şâkir. "İnsanın gönlünün şükredici olması lazım!"
Kalb kelimesi, Türkçe'de "yürek" mânasına geliyor. Arapça'da da o mânaya geldiği vardır. Ama ikinci mânası "gönül"dür. Yani elle tutulmayan, gözle görülmeyen, insanın iç varlığı, iç âlemi. "Gönlüm kırıldı." diyoruz, iç âlemini kasdediyoruz. İşte bu iç âleminin, kalbinin, insanın iç duygularının Allah'a şükredici olması lazım.
Hakîkaten, hangi halde olursak olalım, mutlaka Allah'ın üzerimizde sonsuz nimetleri var. O nimetlerle yaşıyoruz. Allah'ın sayısız nimetlerinin topluca bize teveccüh etmesinden dolayı ayaktayız, konuşuyoruz, sıhhatliyiz, aklımız başımızda... Kazanıyoruz, çalışıyoruz, yiyoruz, istirahat ediyoruz... Her faaliyetimizde Allah'ın sayısız nimetleri var. Üzerimizde, yediğimiz, giydiğimiz, içtiğimiz, çevremizde istifade ettiğimiz, sayılamayacak kadar çok nimetler var.
Güneş olmasa, gece gündüz olmasa, hep gece devam etse ne yaparız?
Işık ve hava olmasa ne yaparız? Soğuklar devam etse çatır çatır, ne yaparız?
Allah'ın hatırımızda olan, olmayan nice nice nimetleri var. Onun için bizim de Allah'ın bu nimetlerini, "Allah bize verdi." diyerek hiç unutmadan, Allah'a karşı şükredici bir kul olmamız lazım. Allah verilen nimetinin farkında olunmasını, kadrinin kıymetinin bilinmesini ve ona şükredilmesini seviyor. Bir insanın böyle olması lazım.
Onun için, nezaket kuralları olarak da, kendi aramızda birbirimize bir jest yapsak, bir güzel davranışta bulunsak, karşımızdaki şahıs hemen "Çok teşekkür ederim." diyor. Yani kendi kendimize bile, birbirimize yaptığımız küçük jestlerden, hareketlerden dolayı teşekkür ediyoruz. Allah'ın bize bahşettiği büyük büyük ihsânlar dolayısıyla, ona karşı da içimizin şükran dolu olması lazım. Tepeden tırnağa Allah'a karşı, verdiği nimetleri düşünerek, teşekkür duyguları içinde olmamız lazım. Bu duyguların gönlümüzü doldurması lazım.
Bu böyle oldu mu, çok güzel. Hem böyle bir hâlet-i rûhiye aynı zamanda insanı mutlu da ediyor.
İnsan çevresindeki olayların acı olanlarını düşünüp bunca mutluluk sebebi varken kendi hayatını zehir edebilir. Ben öyle insanlar tanıyorum ki, zengin, evi-barkı, işi, çoluğu-çocuğu var ama mutlu değil.
Neden?
Gönlü sakat, kalbi sakat; kalbi şükredici bir kalb değil. Küçücük bir meseleyi almış büyütmüş, hayatını kendi kendine zindan ediyor. Başkası değil, kendisi yanlış düşüncelerden dolayı, hayatını kendisine zindan ediyor. Müslüman öyle olmaz.
Müslüman; etrafında Allah'ın kendisini daldırdığı, garkettiği çeşitli nimetleri görür, anlar ve o nimetleri veren Rabbine karşı sonsuz şükür duygularıyla sevgi, saygı ve teşekkür dolu olur. O zaman Allah onu seviyor. Ve böyle olunca da çok büyük sevaplar kazanıyor. Allahu Teâlâ hazretleri bizden önceki ümmetlere de, bizlere de Kur'ân-ı Kerîm'de vaad etmiş:
Le in şekertüm le ezîdenneküm.
"Siz eğer şükredici, verdiğim nimetlerin şükrünü yapacak bir duyguda olursanız, şükürle hareket eden kullar olursanız; ben mutlaka ve mutlaka, o nimetlerinizi arttırırım. Eğer küfrân-ı nîmette bulunursanız, yani nimetin kıymetini bilmezseniz, değerlendirmezseniz, küçümserseniz; o zaman da azabım şiddetli olur." diye âyet-i kerîmeler var.
O hâlde, dilimiz Allah'ı zikredici olacak, gönlümüzde de şükür duyguları olacak. Bir insan hasta olabilir ama beterin beteri vardır. Hastalığın arkasından şifa gelebilir. Hastalığın içinde dahi nice nimetleri olabilir. İşinde sıkıntıları olabilir, borcu olabilir ama etrafında başka nice nice nimetler vardır. Onun için kalbini şükredici, içi Allah'a karşı şükran dolu bir kalp hâline getirmiş; Allah'ın etrafındaki nimetlerini anlayıp değerlendirip bunları kendisine veren Allah'a karşı sevgi ve teşekkür dolu bir insan hâline gelmeliyiz.
Zikredici bir dil ile şükredici bir gönül sahibi olmak; bu da çok kıymetli bir şey.
Ve bedenün ale'l-belâi sâbir. "Gelen bir musibete, belâya, sıkıntıya karşı da sabredici bir bedeni olması."
Biliyoruz ki, hayatın cilveleri [dediğimiz] çeşitli sıkıntılar olabilir. İnsana hastalık gelebilir. Bu hastalıklar, aslında insanın sevap kazanmasına da sebep oluyor. İnsan hastalandığı zaman, Allah günahlarını siliyor; meleklere yapmadığı ibadetleri yapmış gibi defterine yazsın diye emrediyor. Uykusu ibadet, iniltisi tesbih oluyor. Hastalığın da kendisine kazandırdığı çok şeyler var. Ama bazı insanlar, böyle sabra sebep olacak sıkıntılı, birtakım şeylerle karşılaşınca, hemen bozulurlar. Ağızlarını da, kafalarını da bozarlar, kendileri de bozulurlar, olmadık laflar, jestler, hareketler yaparlar. Bu doğru değil.
Müslümanın bir vasfı da sabredici olacak. Allah'ın imtihanlarını kazanmak kolay değil. Hayat her zaman tatlı olmayabiliyor. Çeşitli sıkıntılar olabiliyor. Hatta daha kötüye giderek, harp hâli olabiliyor. Harbte düşmanla mücadele oluyor, yaralanmak, esir düşmek oluyor. Hayatın cilveleri, çeşit çeşit sıkıntılar olabiliyor. Böyle sıkıntılı bir durum, hayatın bir imtihanı olduğu için, bu durumlarda da insan sabrı ele almalı, sabredici olmalı.
Bugün bayram arkasıdır, biz sizin daima her gününüzün bayram olmasını, mutlu olmasını temenni ediyoruz. Kendimiz için de elimizi açtığımız zaman, Rabbimiz'den mutluluklar diliyoruz ama hayatın içinde olayların hepsi tatlı değildir, bazen acı olaylar da olur. Mesela, insanın yakınlarına bir felaket gelebilir. Falanca akrabası vefat eder, üzülür insan.
"Arabada şöyle bir arıza oldu, kaza oldu." gibi şeyler her zaman insanın başına geliyor. İş hayatında çeşitli zorluklar oluyor. Müslüman "Bunlar da bir imtihandır." diyecek müslüman ve kendisinin bedenine gelen veya çevresinde kendisiyle ilgili oluşan menfî durumların karşısında da yine sabredici bir kul olarak sapasağlam durabilecek.
Şükür de, sabır da çok büyük sevap kazanma yoludur. Ve hatta Allahu Teâlâ Hazretleri sabredenlerin sevabını çok fazla verdiği için:
İnnemâ yüveffe's-sâbirûne ecrahüm bi-gayri hisâb buyurulmuş Kur'ân-ı Kerîm'de.
"Başkalarının yaptığı ibadetlere sevaplar ölçülü verilir ama sabredenlerin mükâfatlarını Allahu Teâlâ hazretleri hesaba sığmayacak kadar çok verir." diye müjde vardır.
O halde müslüman Allah'ın bir nimetini tattığı zaman şükredecek, hamdedecek. Ama Allah'ın bir imtihanı olarak, başına sabır gerektiren bir acı veya zor durum geldiği zaman da, kendisini tutacak, sapasağlam duracak. Metin olacak yani, yıkılmayacak, sarsılmayacak, ağzını, kafasını bozmayacak, gönlünü bozmayacak. Allah'a karşı veya çevresindeki insanlara karşı İslâmî tutumunda, ahlâkının yüksek görünümünde bir değişme olmayacak. Bu da çok önemli.
İhtar da, ikaz da ediyoruz, daha doğrusu hadîs-i şerîf ikaz etmiş oluyor bizi; başımıza çeşitli üzücü olaylar gelirse hayatımızda, ona karşı sabrı kalkan edinelim. Sabra sarılalım, uygulayalım ve buradan da büyük sevaplar alalım. Bedende olabilir daha başka konularda olabilir sabır konuları. Sabretmeye de kendinizi alıştırın!
Zaten Ramazan ayı, geçtiğimiz bu mübarek ay; bir bakıma sabır ayıydı. Ramazan'ın çok sıfatları var, bir sıfatı da sabır ayı olmasıydı. Birçok şeye sabrettik. Gündüz yemek yemedik, su içmedik. Daha başka şeylerden, helal olan haklarımızdan kendimizi tuttuk ve sabrettik, sabrı öğrendik. Yani bir ay şimdi biz sabır egzersizi yapmış, idmanlı müslümanlarız, kuvvetli müslümanlarız. Sabretmiş oluyoruz, bu da çok güzel.
Bu iyi hanımın vasıflarını şöyle sıralıyor: Bir, saliha olacak; yani namazlı, niyazlı, iyi niyetli, kocasına bağlı ve kocasına bağlılığından kendi nefsini kocasının şerefine aykırı bir tarzda günahlara arz etmeyecek. Kocası sabahleyin evden çıkıyor, işe gidiyor. Malı, evi, barkı hanımın elinde; malını boş yere harcamayacak, sarfetmeyecek, koruyacak, iyi bir bekçilik yapacak, iyi bir nezaretçilik yapacak. Bey gitti ama arkasında hanımı var. Onun malını, namusunu koruyan bir hanım olacak.
Tuînü ehadüküm alâ dînihî diyor.
"Eşin kocasına, kocanın karısına karşı, birbirlerine karşı görevi nedir?
"Dini yaşamakta birbirlerine yardımcı olacaklar."
Karı kocasına, koca da hanımına yardımcı olacak. Mesela, gece yatmışlar, gecenin teheccüd vaktinde hanım kalkmış. Kocasına diyecek ki:
"Efendi, Ramazan'da sahura kalkıyorduk, şimdi sahur değil, oruç yok ama gecenin bu güzel vaktinde Allah beni uyandırdı. Haydi, sen de kalk, iki rekat bir teheccüd namazı kılalım. Geceleyin kılınan namazın sevabı çok fazla, haydi gel bu namazı kaçırmayalım." derse ne olmuş oluyor? Teheccüd namazına hanımı onu kaldırmış oluyor.
Mesela gündüz, kocasını uğurlarken:
"Haydi selâmetle, güle güle git. Aman, biz senden çok para istemiyoruz; helâl, hayırlı para istiyoruz. Sakın harama tevessül etme; bizi düşün, çoluk çocuğu düşün, eve haram lokma getirme. Helâlinden kazan. Haydi bakalım Allah ecrini, sevabını, kazancını hayırlı tarafından versin, çok olsun." diyen, çeşitli konularda onun günaha bulaşmaması, harama sapmaması konusunda yardımcı olması. Böyle bir eş çok önemli.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
"Bir insan evlendiği zaman dininin yarısını kurtarır."
Hakikaten de öyle oluyor. Gerçekten iyi bir eşe sahip olan bir koca veya bir kadının, hayatı değişiyor ve güzel, İslâmî bir hayatın içine girebiliyor. Aksine yanlış bir evlilik yapmış ve kötü bir eşle evlenmişse, o zaman da çeşitli sıkıntılar çekebiliyor. O bakımdan evlilik ve seçilen eş çok önemli. Seçilen eşin de kocasına veya kocaysa karısına karşı dinini uygulama konusunda yardımcı olması çok önemli.
Evlenmemiş dinleyicilerime, Allah'ın böyle hayırlı eşler nasib etmesini, dua olarak temenni ediyorum. Evli olan [erkek] kardeşlerimin de -eğer beni beyler dinliyorsa şu anda- hanımlarına karşı hayırlı bir eş, koca olmalarını; -eğer bu sobheti evde, mutfakta hanımlar dinliyorsa - hanımlarında kocalarına karşı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in işaret buyurduğu bu sıfatlarla güzel zevcelik vazifesi yapmalarını temenni ediyorum. Yuvalarının mutluluk, bereket, rahmet dolmasını, çok örnek bir yuva olmasını temenni ediyorum.
Aynı sayfada, iki hadîs-i şerîf vaad etmiştim. Benim açtığım hadis kitabında o da olduğu için bu cuma sohbetimde onu da söyleyeyim. Bu ikinci hadîs-i şerîfte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki:
Erbau hısâlin min saadeti'l-mer'i en tekûne zevcetühû sâlihaten ve evlâdühû ebrâren ve huletâuhû sâlihîn ve maîşetehû fî beledihî.
"Dört vasıf vardır, bunlar kişinin mutluluğunun göstergesidir, alâmetidir." Kişi bunlara sahipse mutlu, mes'ud bir kimsedir.
En tekûne zevcetehû sâlihaten. "Hanımının saliha bir hatun olması kişinin mutluluğundandır." Çok güzel bir vasıftır. Bunu geçtiğimiz hadîs-i şerîfte de konu olarak karşımıza geldiği için, biraz açıkladığımız için hatırda tutarak geçiyoruz. Birincisi bu.
Ve evlâdühû ebrâren. "Ve yavrularının, çocuklarının -kız olsun, erkek olsun- kendilerine itaatli, iyi evlatlar olması."
Bu Kur'an-ı Kerim'de;
Berren bi-vâlideyhi. diye geçen bir sıfat.
"Anne ve babasına karşı evlatlık vazifesini güzel yapan çocuğun vasfıdır bu." İyi, dindar, müslümanca evlatlık yapıyor ve itaat ediyor, asi olmuyor, karşı gelmiyor. Karşı gelmeyen, asi olmayan, iyi, dindar evlatları olması; bu da mutluluğun ikinci sebebidir. Hanımı saliha, evlatları da dindar, itaatli ve güzel evlatlar.
Ve huletâuhû sâlihîn. "Konuşup görüştüğü, sohbet ettiği, münasebetlerini sürdürdüğü çevresi, arkadaşları salih kimseler olması."
Bunu kendimiz seçebiliriz, hazırlayabiliriz, kendi çevremizi kendimiz kurabiliriz. İyi insanları seçeriz, onların yanına yanaşır, onların dostluğunu kazanırız. Böylece çevremiz salih insanlarla dolu olur. Kötülerden uzaklaşırız. Çünkü kötü arkadaş insanı çeker, kötülüğe, günaha, kumara, zinaya, felâkete götürür. Onun için, kötü tanıdıklar varsa onlardan kesilmek, iyi dostlar edinmek lazım. Çevremizi kendi kendimizi koruyacak şekilde, destekleyecek şekilde salih insanlarla kurmak lazım.
Mesela, etrafınıza bakarsınız; beğendiğiniz, ahlâkını hoş gördüğünüz, duyduğunuz bir kimseyle tanışırsınız. Arkadaşınız birisinden bahsediyorsa;
"Beni de onunla tanıştır." dersiniz.
Her gün iyi bir salih arkadaş edinerek, kendi kendinize salih insanlarla kurulu bir çevre tesis edebilirsiniz, etmelisiniz. Böyle hareket etmemiz lazım.
Hem de, Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîflerinde müjde vardır ki:
"Bir insan yeni bir dost hayatında edinse, o gününde; o yeni dosttan dolayı, Allah ona çok büyük bir mükâfat verir, cennette derecesini yükseltir. Başka hiç bir sebeple o dereceye çıkamayacağı, yeni bir dereceye yükseltir."
O bakımdan [siz mü'minlere] her gün yeni bir dost edinmek için etraflarına dikkatle bakmalarını ve salih insanlardan oluşan çevrelerini genişletmelerini bu vesileyle tavsiye etmiş oluyoruz. Çünkü salih insanlar, insana samîmî hareket ederler, davranırlar; hakkı söyler, kusuru varsa tatlı tatlı ikaz ederler. Unuttuğu güzel şeyler varsa yapmasını hatırlatırlar. Yapmakta olduğu güzel şeylere destek, yardımcı olurlar.
"Pekiyi ben de sana yardımcı olayım!" derler, yanına gelirler. Böylece insanın toplum içinde yeri kuvvetlenmiş olur. O bakımdan salih bir çevre kurmaya, salih insanlarla arkadaşlık köprüleri tesis etmeye çalışın, bunun büyük sevabı olduğunu unutmayın.
Ve maîşetehû fî beledihî. "İşinin gücünün beldesinde, yakın yerde olması."
Bu da güzel. Çünkü bazı insanlar var; evinden bir çıkıyor, dört ay, beş ay, altı ay sonra geliyor. Çocuğu ona, kendisi çoluk çocuğuna hasret, hanımından, beyinden ayrı. Bunlar pek uygun şeyler değil. Çeşitli yönlerden uygun olmuyor. Onun için Peygamber Efendimiz, insanın işini böyle yakın yerde olmasını işaret etmiş oluyor. İşimizi kurarken buna dikkat etmemiz, mümkün olduğu kadar böyle yapmaya çalışmamız lazım. Eğer uzak bir yerde işimiz varsa hanımımızı da, çocuğumuzu da götürmenin çaresine bakmalıyız.
Ben hatırlıyorum, üniversite tarafından Almanya'ya altı aylığına gönderildiğim zaman, kendi kendime:
"Yalnız giderim, Almanya'da çalışır gelirim." diye düşünüyordum. Değerli Hocamız, rahmetli Mehmed Zâhid Efendi Hazretleri:
"Hayır, beraber gideceksiniz. Çoluk çocuğunu da yanına al." dedi.
Çok memnunum. O tavsiyesi, nasihati hadîs-i şerîfe, dinin aslına, esasına uygun olduğundan, çok da bereketli oldu, hayırlı oldu diye düşünüyorum. İnsan böyle uzak bir yere gittiği zaman da, eşini yanından ayırmamalı, onunla beraber gitmeli diyedüşünüyorum.
Cumanız mübarek olsun. Ramazan'da kazandığınız güzel hasletler devam etsin. Allahu Teâlâ Hazretleri sizi, sevdiği kulları zümresine dahil eylesin. Sevdiği, güzel işleri yapmaya muvaffak eylesin.
Ömrümüz mutlu geçsin. Çevreniz mutlu olsun. Evlatlarınız hayırlı olsun. Zevceniz, eşiniz hayırlı kimse olsun. Şu hadîs-i şerîflerde duyduğumuz güzel hususları yapmayı nasib etsin. Diliniz zikirle meşgul olsun. Gönlünüz şükür dolu olsun. Herhangi bir sabredilecek durum olursa, sabrederek sevap kazanın.
Allahu Teâlâ hazretleri dünya ve âhiretinizi mâmur eylesin. Sonunda da cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin.
Habîb-i edîbi, Muhammed-i Mustafâsı sallallahu aleyhi ve sellem'e sizleri ve bizleri komşu eylesin.
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh!