Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,
Cumanız mübarek olsun.
Size bu sohbetimde üç hadîs-i şerîfi nakletmeyi düşünüyorum.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Ebû Bekre radıyallahu anhın -Ebû Bekir değil- rivayet ettiğine göre kendisine sorulmuş.
اَيُّ النَّاسِ خَيْرٌ مَنْ طالَ عُمُرُهُ وَحَسُنَ عَمَلُهُ قِيلَ فَاَيُّ النَّاسِ شَرٌّ قَالَ مَنْ طالَ عُمُرُهُ وَساءَ عَمَلُهُ
Eyyû’n-nâsi hayrun? Men tâle umuruhû ve hasüne ameluhû. Kîyle fe-eyyü’n-nâsi şerrun? Kâle men tâle umuruhû ve sâe ameluhû.
Eyyû’n-nâsi hayrun? “İnsanların hangisi en hayırlıdır veyahut daha hayırlıdır?” diye sorulduğu zaman buyurmuş ki; Men tâle umuruhû ve hasüne ameluhû. “Yine sorulmuş...” Kîyle fe-eyyü’n-nâsi şerrun? “Pekâla... İnsanların en kötüsü kim?” Kâle men tâle umuruhû ve sâe ameluhû. buyurmuş.
Birinci hadîs-i şerîfim bu.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme ne sormuş oluyorlar?
Eyyû’n-nâsi hayr? “İnsanların hangisi daha hayırlıdır?” Hayr kelimesi Arapça’da “daha hayırlıdır” mânasına da gelebilir, “en hayırlısı” mânasına da gelebilir. “İnsanların en hayırlısı hangisidir veyahut insanların ötekilerle mukayese edildiği zaman daha hayırlısı kimdir?” diye sorulduğu zaman Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri buyurmuşlar ki;
Men tâle umuruhû ve hasüne ameluhû. “Ömrü uzun olan ve icraatı, işleri, amelleri güzel olan.” Uzun yaşlı, çok yaşayan ve bu yaşamı içinde yaptığı işler güzel, sevaplı, faydalı olan kimseler en hayırlı insanlardır buyurmuş oluyor. Aksini sormuşlar;
Fe-eyyü’n-nâsi şerrun? “O halde insanların en kötüleri kimlerdir?” Madem hayırlısı bunlar. En kötüleri hangileridir diye sormuşlar. Men tâle umuruhû. “Ömrü uzun olan.” Ve sâe ameluhû. “İcraatı, fiilleri, amelleri kötü olan.” buyurmuş.
Evet, demek ki mü'min kimse için ömrünün uzun olması iyidir. Çünkü çok yaşadıkça çok sevaplı işler yapar ve sevabı artar. O zaman da insanların en hayırlısı olur.
Bir halk sözü var, benim hoşuma gider. “Ulemânın kocası kocadıkça koç olur. Cühelânın kocası kocadıkça hiç olur.” diye. Halkın arasında böyle bir söz nakledilir; hoşuma gider. Alim olan insan, bilgin olan, İslâm’ı tanıyan, yaşayan, ârif bir kimse kocadıkça tatlılaşır, bilgeleşir, hakîmleşir, daha güzel duyguları daha güzel ifade eden, daha güzel işleri yapan bir insan hâline gelir. Cahil de ihtiyarladıkça artık kontrolünü, kendi kendisini çekip çevirmesini de kaybettiği için gittikçe hiç olur, bunar, ihtiyarlar, yok olur gider diye bir söz var. Bu hadîs-i şerîf bana onu da hatırlatmış oldu.
Demek ki esas itibariyla uzun ömürlü olup da icraatı, bu ömrü içinde yaptığı işler, yaşantısı, faaliyetleri iyi olan insan en hayırlı insan oluyor ama ömrü uzun olup da icraatı, işleri kötü olan insan da en kötü insan oluyor. Çünkü ömrü boyunca herkese zararı dokunacak, şerri büyük mikyasta, büyük miktarda olacak.
Buradan ders olarak neler çıkartabiliriz?
Demek ki insanların en hayırlısı olmak için ömrün uzun olması gerektiğine göre ömrümüzün uzun olması için üzerimize düşen tedbirleri almalıyız. Sıhhatimizi korumalıyız, sağlığımıza dikkat etmeliyiz, vücudumuzu yıpratmamalıyız. Bunu her zaman söylüyorum. Elhamdülillah bizim doktorlarımız var. Bizim kurduğumuz, şifâhaneler, hastaneler, muayenehaneler var. Tıbbî hizmeti daha iyi yapabiliriz. Ben kardeşlerime hasta olmadan önce sağlıklarını korumasını tavsiye ederim. Hasta olduğu zaman doktora gitmek değil de sağlıklıyken doktora gidip, “Benim durumum iyi mi, iyi devam ediyor mu? Yoksa bir yerde ufak tefek bozukluk başlamış mı? Önceden, kısadan, kolayken tamir edeyim.” diye sağlığını korumaya, hıfzı’s-sıhhaya, yani koruyucu hekimliğe dikkat etmesini tavsiye ediyorum.
Doktor kardeşlerime de tavsiye ediyorum. Yiyeceğinize, yaşantınıza dikkat edeceksiniz; böylece sağlığınız korunmuş olacak, dinç kalacaksınız, uzun ömürle yaşayacaksınız. Bu amaçlardan bir tanesi.
Çünkü İslâm’a göre insanın kendi vücuduna, bedenine karşı da sorumlulukları var. Beden Allah'ın emanetidir, onu koruması lazım; yıpratmaya hakkı yok. O halde sigara içip ciğerlerini kurumla, zifirle dolduramaz. O halde içki içip karaciğerini, midesini, aklını, dimağını mahvedemez. O halde kendisini yıpratacak işlerde vücudunu hor kullanamaz. Sorumlu olur... Sağlığını koruması lazım.
Sağlıklı, afiyetli bir yaşamın boş geçmemesi, havaî geçmemesi gerekir; faydalı geçmesi gerekir. İnsanın çalışması, hayırlı işler üretmesi lazım. Vatanına milletine, ümmetine, çevresine faydalı olması, uyumlu olması, güzel işler yapması lazım. Arkasından hayırla anılmasına sebep olacak güzel eserler bırakmalı.
Onun için güzel şeyler nelerdir?
Güzel şeyler Allah'ın sevdiği, aklın, fikrin uygun gördüğü şeylerdir.
İnsan iyi dindar olduğu zaman hayatını, icraatını güzelleştirmiş olacak. Her şeyi dinin emirlerine göre ayarlayacak, tanzim edecek ve kötülüklerden kendisini sıyıracak. Ahlakı, zihni, kalbi, niyeti güzel olacak, icraatı güzel olacak. Böyle bir insan en hayırlı insan olur. Aksi takdirde, icraatı kötüyse, bu ömrü boyunca, yaşadıkça kötülükleri artacak, ahiretteki sorumlulukları, cezası artacak. Mü’min olsa bile bir insan cehenneme düşebiliyor. Kötü icraatından, amellerinden, günahlarından dolayı cehennem de çok yanacak. Allah korusun, Allah etmesin. Onun için sağlığımızı koruyarak yaptığımız icraatın Allah’ın rızasına uygun olmasına dikkat ederek yaşamalıyız.
Bizim bir hafız hattat kardeşimiz var. Bize bir levha hediye etmiş; çok güzel bir hat. Karşımda bulunuyor.
إِلَهِي أَنْتَ مَقْصُودِي وَرِضَاكَ مَطْلُوبي
İlâhî ente maksûdî ve rıdâke matlûbî. “Yâ Rabbi! Benim amacım, hedefim, maksudum sensin, ben senin rızanı kazanmaya çalışıyorum.” mânasına gelen bir sözdür. Bu bizim amacımızdır, gayemizdir, ana fikrimizdir. Bütün hareketlerimizde bizi o harekete sevk eden ana sebep budur. Biz Allah'ın rızasını kazanmak istiyoruz. Böyle çalışırsak, böyle yaşarsak, insanların en hayırlısı oluruz. İnsanların en hayırlısı olmaya da gayret etmemiz lazım. Hayırsız bir insan olmamalıyız.
İstanbul’un şöyle boğazdan Marmara’ya doğru geçtiğiniz zaman, bazı adaları var. Deniliyor ki, Bunlar İstanbul’un boynuna bir gerdanlık gibi takılmış güzel kara parçaları; Heybeli, Kınalı, Büyükada, Burgaz adası gibi güzel adalar var. Bunların arasında bir de Hayırsız ada var. Hayırsız ada; ot bitmiyor, kayalık, herhangi bir işe yaramıyor, su yok, ağaç yok; ona hayırsız demişler. Öteki adalar ne kadar güzelse o da o kadar çıplak. Sadece martılar konuyor, martı yumurtaları var, belki gübreleri var; hayırsız ada. Adanın bile hayırlısı hayırsızı oluyor.
İnsanın hayırsız bir ömür sürmemesi lazım; bu ana amaçlarımızdan birisi. Biz buraya, bu dünyaya imtihan için geldiğimize, bu yaşam bir imtihan olduğuna göre sevap kazanmaya, Allah'ın rızasını kazanmaya çalışmalıyız ve harıl harıl çalışmalıyız. Hayırlı işlerde koşmalıyız, öncü, önder olmalıyız, server olmalıyız, örnek olmalıyız.
Müslümanların, herkesin parmakla gösterdiği, biz de böyle yapalım diye imrendiği işler yapması lazım. Öğünmek için değil Allah rızasını kazanmak için, hatta saklayabilir.
Evet, ikinci hadîs-i şerîfe geçiyorum.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir keresinde ashabından bir halkanın yanına uğradı, yanlarına geldi. Muâviye radıyallahu anh'ten. Muaviye, Peygamber Efendimiz'in vahiy katipliğini de yapmıştı ve ashabtandı. Hz. Ali’yi dedemizdir, büyüğümüzdür, ama ötekisi de ashabtan olduğu için onu da seveceğiz, ona da radıyallahu anh diyeceğiz. Çünkü Peygamber Efendimiz, “Ashabım konusunda beni üzmeyin, onların aleyhinde konuşmayın.” buyurmuş. Efendimiz'in o tavsiyesine uygun olarak, her zaman Hz. Ali Efendimiz'den rivayetler geliyordu, bu sefer de Muâviye radıyallahu anh'ten bir hadis geldi.
اَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خَرَجَ عَلَى حَلْقَةٍ مِنْ أَصحَابِهِ فَقَالَ: «مَا أَجْلَسَكُمْ؟» قَالُوا: جَلَسْنَا نَذْكُرُ اللَّهَ وَنَحْمَدُهُ عَلَى مَا هَدَانَا لِلْإِسْلَامِ وَمَنَّ بِهِ عَلَيْنَا ، قَالَ: «آللّهِ مَا أَجْلَسَكُمْ إِلَّا ذَلِكَ؟» قَالُوا: آللّهِ مَا أَجْلَسَنَا إِلَّا ذَلِكَ، قَالَ: «أَمَا إِنِّي لَمْ أَسْتَحْلِفْكُمْ تُهْمَةً لَكُمْ وَلَكِنَّهُ أَتاَنِي جبْرَائِيلُ فأخْبَرَنِي أنَّ اللّه عَزَّ وَجَلَّ يُبَاهِي بِكُمُ الْمَلَائِكَةَ .
Enne Resûlallahi sallallahu aleyhi ve sellem harace alâ halkatin min ashâbihi. Fe-kâle mâ ecleseküm? Kâlû celesnâ nezkürullâhe ve nahmeduhû alâ mâ hedânâ li’l-İslâmi ve menne bihî aleynâ. Kâle Âllâhi mâ ecleseküm illâ zâlike? Kâlû Âllâhi mâ eclesenâ illâ zâlike. Emâ innî lem estahlifküm tühmeten leküm. Velâkinnehû etânî cebrâîlü fe-ahberanî ennallâhe azze ve celle yübâhî bi-kümü’l-melâikete.
Enne Resûlallahi sallallahu aleyhi ve sellem harace alâ-halkatin min ashâbihi. “Peygamber Efendimiz ashâbı kiramının teşkil ettiği bir halkaya çıkıp geliverdi.”
O devirlerde galiba bir âdet, insanlar oturdukları zaman herkes birbirini iyice görsünler diye halka şeklinde oturuyorlar. Halka şeklinde oturunca da başköşe diye bir şey kalmıyor, halkada eşitlik oluyor. Herkes yusyuvarlak olduğu için bunun başı neresi? Dairenin başı belli olmaz; her taraf baş, her taraf kenar. O bakımdan güzel bir oturuş şekli; böyle otururlarmış. Anlaşmak, sohbet etmek için de daha uygun bir oturuş şekli; sohbet halkası deniliyor. Hatta bazı alimlerin talebelerine ders verdikleri zaman bu tarz oturdukları için onların konuşmalarına ilim halkası, sohbet halkası, tedris halkası diye halka; kapının üstündeki halka gibi yuvarlak olduğundan bu isim verilmiş oluyor.
Efendimiz ashâbından bir halkanın üzerine; dairevî oturmuş bir grup insana çıktı geldi. Fe-kâle mâ ecleseküm? “Onlara sormuş, sizi burada toplayan sebep ne? Sizi ne oturttu buraya?”
Muhakkak ki selam da vermiştir. Efendimiz böyle bir topluluğa gittiği zaman kendisi selam verirdi ve selâmı üç defa verirmiş. Esselâmün aleyküm, esselamü aleyküm, esselâmü aleyküm diye muhabbetini göstermek için selâmı tekrar edermiş. Herhalde selam vermiştir de ondan sonra sormuştur.
Ne sebeple oturuyorsunuz, sizi burada oturtan sebep ne? diye sormuş.
Kâlû. “Efendimiz'in sorusuna cevap vermişler.” Celesnâ nezkürullâhe ve nahmeduhû alâ mâ hedânâ li’l-İslâm ve menne bihî aleynâ. Şu sebepten oturduk yâ Resûlallah diye üç şey söylemişler:
Celesnâ nezkürullâhe. “Allah’ı zikrediyoruz.” Topluca Allah’ı zikrediyorlar. Ve nahmeduhû. “Ve Allah'a hamd ve senâ ediyoruz.”
Ne sebeple?
Alâ mâ hedânâ li’l-İslâm. “Bizi müşriklikten kurtardı, İslâm nimetiyle şerefyâb eyledi, müslüman olmamızı bize nasip eyledi, bizi İslâm’a sevk eyledi, hidayet ihsan eyledi diye Allah'a hamd ediyoruz.” Ve menne bihî aleynâ. “Ve bu İslâm ile bize bahşettiği nimetlerden dolayı Allah’a hamd ediyoruz.”
Bir kere hidayete ermekten dolayı, müslüman olmuş olmaktan, müşrik kalmamaktan, cahil gafil kalmamaktan dolayı Allah’a hamd ediyorlar bir de İslâm dolayısıyla, İslâm’ın kendilerine sağladığı çeşitli nimetleri düşünerek, Allah’a hamd ediyorlar.
Evet, İslâm insana çok çeşitli nimetler bahşediyor. O kadar çeşitli nimetler bahşediyor ki; İslâm temizlik dini, bizi temizliğe alıştırmış, saçımızdan tırnağımıza, vücudumuzdan ruhumuza varıncaya kadar her türlü temizliğin en güzeli İslâm’da var. Bu bir büyük devlet, saadet, bahşiş, ikram, Allah'ın lütfu.
Sonra yeme, içme, evlenme, mirası taksim etme, çocuklara bakma, annenin çocuklara karşı annelik hizmetleri, çocukların anne babasına hürmetleri, babanın hanımına, çocuklarına bakması, toplum içinde ticaretin aldatmacasız olması, tartının, ölçünün, doğru olması... O kadar çeşitli konular var ki bunları hep İslâm öğretiyor bize ve müslüman olmayan toplumlarda bunlar öğretilmediği için insanlar ne kadar kötü şeyler yaptığını çevremizdeki gayrimüslim topluluklara baktığımız zaman görüyoruz. İslâm olmadığı zaman insanlar ne kadar hunharlaşıyorlar...
Benim dedelerim oraları fethettiğinde nasıl bağdan üzüm koparttığı zaman bağcıyı görmediği için parasını bağa, üzüm kütüğünün üstüne bir mendille bağlamış geçmiş; parasını ödemiş. Ben senin üzümünü parasız almıyorum, gasp etmiyorum. Al işte parası burada asılı. Sen korkup gitmişsin ama ben parasını bırakıyorum demiş oluyor. Benim ecdadım bu kadar zarif hareket etmiş; yaptığı binaların köşelerine serçeler, kuşlar için, küçük kuş köşkleri yapmış. Orada cıvıl cıvıl onlar yuva kuruyorlar, yavruluyorlar; bir şenlik oluyor. Bu bir kuş sevgisi, hayvan sevgisi. Her tarafı çiçeklerle donatmışlar; hatta çinileri çiçek desenleriyle doldurmuşlar. Muhteşem bir tabiat, yeşillik, çiçek sevgisi var. Her şey görüyorsunuz, düşündüğünüz zaman anlıyorsunuz. İslâm’da sonsuz sayısız nimetler var; onları düşünüp Allah’a hamd ediyoruz, Allah’ı zikrediyoruz demişler. Bize hidayet verdiği için, İslâm dolayısıyla bize sonsuz nimetler verdiğinden hamd ediyoruz demişler.
Efendimiz buyurmuş ki;
Kâle Âllâhi mâ ecleseküm illâ zâlike? “Siz bu sebepten başka bir sebeple oturmuyorsunuz, sırf bu sebepten dolayı mı oturuyorsunuz?” diye Peygamber Efendimiz soru olarak sordu. “Allah’a and olsun ki, öyle mi?” diye sordu.
Kâlû Âllâhi mâ eclesenâ illâ zâlike. Peygamber Efendimiz'in o sorması üzerine, “Evet, Allah’a and olsun ki biz ancak bu sebeple oturduk, halka kurduk; toplantımız başka bir sebeple değil.” diye cevap verdiler. “Allah için mi, bu sebepten mi oturdunuz? Allah aşkına doğru söyleyin?” deyince, “Evet, Allah aşkına doğru söylüyoruz, bu sebepten oturduk.” dediler. Efendimiz'in ifadelerini takip edin; Peygamber Efendimiz bakın ne kadar zarif. Buyurdu ki;
Emâ innî lem estahlifküm tühmeten leküm. “Ben sizin sözünüz doğru mu, yalan mı diye size suizanda bulunduğum için sizden yemin istemiş değilim.” Bu soruyu sormamın sebebi, “Yalan mı söylüyorsunuz, doğru mu söylüyorsunuz, gerçek mi, hakikaten böyle mi?” diye size kötü bir zan beslediğimden tahkik etmek için bu soruyu sormuyorum; tekit için soruyorum. Yani o işin öyle olduğunun bir kere daha tekrarı için soruyorum.
Velâkinnehû etânî cebrâîlü. “Bana şu sırada Cebrail geldi.” Fe-ahberanî. “Bana bildirdi ki”; Ennallâhe azze ve celle yübâhî bi-kümü’l-melâikete. “Allahu Teâlâ sizleri zikrederek meleklerine sizlerle iftihar ediyor; övünüyor, mübahat eyliyor.” Bak benim kullarıma beni zikrediyorlar, müslüman oldukları için bana hamd ediyorlar. Bak İslâm’ın içindeki çeşitli nimetleri kavradıkları için bana hamd ü senâ ediyorlar, şükrediyorlar diye meleklerine övündüğünü Cebrail bana bildirdi. Ben bunu temin etmek için, bunun iyice anlaşılması için o soruyu bir daha sordum. Yani Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, “Bu sebepten oturanların mükafatının bu kadar büyük olduğu açık seçik belli olsun.” diye sordum diyor.
Evet, aziz ve muhterem kardeşlerim!
Bu hadîs-i şerîften çıkardığınız dersleri şöyle bir düşünün. Demek ki Allah’ı zikretmek için topluca oturuluyormuş, bu bir. Yezkurullah. “Allah’ı zikrediyoruz, onun için oturduk.” diyorlar. Demek ki, müslümanlar tek başlarına zikir yaptıkları gibi bir araya geldikleri zaman da Allah’ın lütfunu, nimetini, adını, güzel cümleleri, kelimeleri tekrar ederek topluca zikir yapabilirler; bu çıkıyor. Sonra hamd etmenin ne kadar güzel olduğu, İslâm’ın ne kadar büyük nimet olduğu anlaşılıyor.
Evet, aziz ve muhterem kardeşlerim!
Siz müslüman olmasaydınız çok yazık olurdu. Biz müslüman olmasaydık hem dünyada hem âhirette çok fena olurduk. Ne mutlu müslüman olanlara!
اَلْحَمْدُ للهِ عَلَي نِعْمَةِ الْإِسْلَامِ وَهِدَايَةِ الرَّحْمَنِ وَتَوْفِيقِ الْإِيمَانِ
el-Hamdülillâhi alâ ni’meti’l-İslâm ve hidâyeti’r-rahmân ve tevfikı’l-îmân.
Sonra İslâm’ın içindeki bütün emirlerin bir nimet olduğunu, bir güzellik olduğunu da buradan anlıyoruz. Bunlarla, böyle meşguliyetlerle toplanıldığı zaman, o toplantıların Allah tarafından çok sevilen toplantılar olduğu böylece anlaşılmış oluyor aziz ve muhterem kardeşlerim. Demek ki bizde, bu çeşit toplantılar yapmaya gayret etmeliyiz, dikkat etmeliyiz. Ya da toplantılarımızın bu sıfatta olmasına gayret etmeliyiz. İnsanlar toplandığı zaman çeşitli şeyler yaparlar.
Biz de toplanırız, ne yaparız?
Sohbet ederiz, havadan sudan başlarız, havalar nasıl?
Kar yağıyor, soğuk var, yağmur yok; havadan sudan konuşma, birbirleriyle ilgili konuşma.
Bu konuşmalar bazen gıybete, bazen günaha dönüşebilir. Bazen şakaya, şakadan Allah'ın sevmediği mizaha, karşı tarafı üzen şeylere dönüşebilir. Demek ki toplantılarımızın zikrullah olmasını, Allah’a hamd ü senâ olmasını, Allah'ın nimetlerini tefekkür konusunda olmasını sağlamaya çalışmalıyız, bu anlaşılıyor. Böyle yapanların Allah tarafından çok sevildiğini görmüş oluyoruz.
Şimdi üçüncü hadîs-i şerîfe geliyorum.
Belki bunu ayrı bir sohbet konusu da yapabilirdim ama üç hadis okuyacağım dediğim için sohbetim uzasa da bunu da okumak istiyorum.
Üçüncü hadîs-i şerîf Ebû Hüreyre radıyallahu anh'ten. Bu hadîs-i şerîflerin hepsi sahih hadislerdir. Büyük hadis alimlerinin sahihtir, güzeldir dediği hadislerden seçilmiş sağlam hadîs-i şerîfler. Bu en son okuduğum Ebû Hüreyre radıyallahu anh hadisi de Buhârî tarafından rivayet edilmiş ki, Buhârî hadis alimlerinin sultanıdır, en önde gelenidir. Onun için, okuduğum hadislerinin sağlam olduğunu biliniz.
Üçüncü hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz bir sûrenin önemini anlatacak ama önemini anlatırken cereyan eden olay, sanıyorum sizin ilginizi çok çekecek, hafızanızda kalacak, siz de başkalarına anlatacaksınız galiba, öyle tahmin ediyorum. Benim çok ilgimi çektiği için sizin de ilginizi çekecek diye düşünüyorum. Ebû Hüreyre radıyallahu anh diyor ki;
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، قَالَ: وَكَّلَنِي رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِحِفْظِ زَكَاةِ رَمَضَانَ، فَأَتَانِي آتٍ فَجَعَلَ يَحْثُو مِنَ الطَّعَامِ فَأَخَذْتُهُ، وَقُلْتُ: وَاللَّهِ لَأَرْفَعَنَّكَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، قَالَ: إِنِّي مُحْتَاجٌ، وَعَلَيَّ عِيَالٌ وَلِي حَاجَةٌ شَدِيدَةٌ، قَالَ: فَخَلَّيْتُ عَنْهُ، فَأَصْبَحْتُ، فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «يَا أَبَا هُرَيْرَةَ، مَا فَعَلَ أَسِيرُكَ البَارِحَةَ» ، قَالَ: قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، شَكَا حَاجَةً شَدِيدَةً، وَعِيَالًا، فَرَحِمْتُهُ، فَخَلَّيْتُ سَبِيلَهُ، قَالَ: «أَمَا إِنَّهُ قَدْ كَذَبَكَ، وَسَيَعُودُ» ، فَعَرَفْتُ أَنَّهُ سَيَعُودُ، لِقَوْلِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّهُ سَيَعُودُ، فَرَصَدْتُهُ، فَجَاءَ يَحْثُو مِنَ الطَّعَامِ، فَأَخَذْتُهُ، فَقُلْتُ: لَأَرْفَعَنَّكَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، قَالَ: دَعْنِي فَإِنِّي مُحْتَاجٌ وَعَلَيَّ عِيَالٌ، لاَ أَعُودُ، فَرَحِمْتُهُ، فَخَلَّيْتُ سَبِيلَهُ، فَأَصْبَحْتُ، فَقَالَ لِي رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «يَا أَبَا هُرَيْرَةَ، مَا فَعَلَ أَسِيرُكَ» ، قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ شَكَا حَاجَةً شَدِيدَةً، وَعِيَالًا، فَرَحِمْتُهُ، فَخَلَّيْتُ سَبِيلَهُ، قَالَ: «أَمَا إِنَّهُ قَدْ كَذَبَكَ وَسَيَعُودُ» ، فَرَصَدْتُهُ الثَّالِثَةَ، فَجَاءَ يَحْثُو مِنَ الطَّعَامِ، فَأَخَذْتُهُ، فَقُلْتُ: لَأَرْفَعَنَّكَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ، وَهَذَا آخِرُ ثَلاَثِ مَرَّاتٍ، أَنَّكَ تَزْعُمُ لاَ تَعُودُ، ثُمَّ تَعُودُ قَالَ: دَعْنِي أُعَلِّمْكَ كَلِمَاتٍ يَنْفَعُكَ اللَّهُ بِهَا، قُلْتُ: مَا هُوَ؟ قَالَ: إِذَا أَوَيْتَ إِلَى فِرَاشِكَ، فَاقْرَأْ آيَةَ الكُرْسِيِّ: {اللَّهُ لاَ إِلَهَ إِلَّا هُوَ الحَيُّ القَيُّومُ} [البقرة: 255] ، حَتَّى تَخْتِمَ الآيَةَ، فَإِنَّكَ لَنْ يَزَالَ عَلَيْكَ مِنَ اللَّهِ حَافِظٌ، وَلاَ يَقْرَبَنَّكَ شَيْطَانٌ حَتَّى تُصْبِحَ، فَخَلَّيْتُ سَبِيلَهُ ، فَأَصْبَحْتُ فَقَالَ لِي رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «مَا فَعَلَ أَسِيرُكَ البَارِحَةَ» ، قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، زَعَمَ أَنَّهُ يُعَلِّمُنِي كَلِمَاتٍ يَنْفَعُنِي اللَّهُ بِهَا، فَخَلَّيْتُ سَبِيلَهُ، قَالَ: «مَا هِيَ» ، قُلْتُ: قَالَ لِي: إِذَا أَوَيْتَ إِلَى فِرَاشِكَ فَاقْرَأْ آيَةَ الكُرْسِيِّ مِنْ أَوَّلِهَا حَتَّى تَخْتِمَ الآيَةَ: {اللَّهُ لاَ إِلَهَ إِلَّا هُوَ الحَيُّ القَيُّومُ} [البقرة: 255] ، وَقَالَ لِي: لَنْ يَزَالَ عَلَيْكَ مِنَ اللَّهِ حَافِظٌ، وَلاَ يَقْرَبَكَ شَيْطَانٌ حَتَّى تُصْبِحَ - وَكَانُوا أَحْرَصَ شَيْءٍ عَلَى الخَيْرِ - فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «أَمَا إِنَّهُ قَدْ صَدَقَكَ وَهُوَ كَذُوبٌ، تَعْلَمُ مَنْ تُخَاطِبُ مُنْذُ ثَلاَثِ لَيَالٍ يَا أَبَا هُرَيْرَةَ» ، قَالَ: لاَ، قَالَ: «ذَاكَ شَيْطَانٌ»
Vekkelenî resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bi-hıfzı zekâti Ramadân. Fe-etânî âtin fe-ce’ale yahsû mine’t-ta’âmi. Fe-ehaztühû Fe-kultü le-erfe’anneke ilâ Resûlillâhi sallallahu aleyhi ve sellem. İnnî muhtâcun ve ‘aleyye ‘ıyâlün ve lî hâcetün şedîdetün. Fe-halleytü anhü. Fe-asbahtu. Fe-kâle Resûlullahi sallallahu aleyhi ve sellem. Yâ Ebâ Hüreyre mâ fe’ale esîruke’l-bârihate? Fe-kultü. Yâ Resûlallah şekâ hâceten ve ‘ıyâlen fe-rahimtühû fe-halleytû sebîlehû. Fe-kâle emâ innehû kad kezebeke ve seyeûdü. Fe-‘araftu ennehû seye’ûdü li-kavli Resûlillâhi sallallahu aleyhi ve sellem fe-rasadtuhû. Fe-câe yahsû mine’t-ta’âmi. Fe-kultü le-erfe’anneke ilâ-Resûlillâhi sallallahu aleyhi ve sellem. Kâle da’nî fe-innî muhtâcün ve ‘aleyye ‘ıyâlün lâ e’ûdü. Fe-rahimtühû fe-halleytü sebîlehû. Fe-asbahtü fe-kâle lî Resûlullâhi sallallahu aleyhi ve sellem. Yâ Ebâ Hüreyre mâ fe’ale esîrüke’l-bâriha? Yâ Resûlallah şekâ hâceten ve ‘ıyâlen fe-rahimtühû fe-halleytü sebîlehû. Fe-kâle emâ innehû kad kezebeke ve seyeûdü. Fe-rasadtuhu’s-sâlisete. Fe-câe yahsû mine’t-ta’âmi. Fe-ehaztühû. Fe-kultü le-erfe’anneke ilâ Resûlillâhi sallallahu aleyhi ve sellem ve hâzâ âhiru selâsi merrâtin enneke tez’umu lâ te’ûdü sümme te’ûdü. Fe-kâle da’nî fe-innî u’alimke kelimâtin yenfe’ukallâhu bihâ. Kultü mâ hunne? Kâle izâ eveyte ilâ firaşike fakra’ Âyete’l-kürsiyyi fe-inneke len-yezâle ‘aleyke minallâhi hâfizun. Ve lâ yakrabenneke şeytânun. Fe-halleytü sebilehû. Fe-asbahtü fe-kâle lî Resûlullah. Yâ Resûlallah ze’ame ennehû yu’allimunî kelimâtin yenfe’uni’l-lâhu bi-hâ fe-halleytü sebîlehû. Fe-kâle mâ hiye? Kultü kâle lî izâ eveyte ilâ firâşike fakra âyete’l-kürsî. Min evvelihâ hattâ tahtime’l-âyete. Ve kâle lî len yezâle ‘aleyke minallâhi hâfızun. Ve lâ yakrabake şeytânün hattâ tüsbiha. Fe-kâle’n-nebiyyü sallallahu aleyhi ve sellem Emâ innehâ kad sadake. Ta’lemü men tuhâtıbu münzü selâsi leyâlin yâ Ebâ Hüreyre. Kultü lâ kâle zâke şeytânün.
Vekkelenî resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bi-hıfzı zekâti Ramadân. Ramazan’dan çıktık ya. Ebû Hüreyre radıyallahu anh, “Ramazan zekâtının mallarının korunmasına Resûlullah beni görevlendirdi, bekçi tayin etti.” diyor.
Demek ki Ramazan’da zekât toplanmış. Ramazan’da yapılan hayırlar öbür aylarda yapılanlar gibi değil kat kat fazla mükafatlandırılır. Onun için umumiyetle hesabı iyi olan, sevabı çok kazanmak isteyen müslümanlar Ramazan’da zekâtını verirler. Siz de inşaallah Ramazan’da zekâtlar, sadakalar vermişsinizdir, sadaka-i fıtır vermişsinizdir. Ayrıca fakirlere, yoksullara, dullara yetimlere malî yardımlar yapmışsınızdır.
Allah kabul eylesin, tekrarını nasip eylesin, büyük mükafatlar sevaplar kazanmanızı, kazanmış olmanızı diliyorum.
Ramazan’da mallar, tahmin ediyorum ki hurma gibi şeyler toplanmış. Peygamber Efendimiz Ebû Hüreyre radıyallahu anhı sen bunları bekle bakalım diye vazifelendirmiş. Gece gündüz bekleyecek. Mesela ortada bir sürü hurma yığılı.
Fe-etânî âtin fe-ce’ale yahsû mine’t-ta’âmi. Ebû Hüreyre, “Ben bekçilik yaparken birisi geldi yiyeceklerden avuçlamaya başladı.” diyor. İşte buradan hurma olduğunu anlıyoruz. Toplanan zekâtların hurma olduğu, yenecek bir şey -ta’âm diyor çünkü- olduğu anlaşılıyor. Hasâ yahsû. “Avuçlamak” demek. Herhalde birisi gelmiş, avuçlayıp torba gibi bir şeye doldurmak üzere avuçlamaya başlamış...
Fe-ehaztühû. “Ben de onu yakaladım.” diyor. Vay hırsız, zekât mallarını avuç avuç avuçluyor, torbaya doldurup kaçıracak, hırsızlık yapacak! Ebû Hüreyre radıyallahu anh onu yakalamış.
Fe-kultü le-erfe’anneke ilâ Resûlillâhi sallallahu aleyhi ve sellem. Ona, “Seni Resûlullah’ın huzuruna sürükleyip götüreceğim.” dedim. Hırsızı yakaladı, onu Resûlullah’a götürecek; “Yâ Resûlallah! Bu hırsızlık yaparken benim tarafımdan yakalandı.” diyecek.
Kâle. “Adam demiş ki...” İnnî muhtâcun ve ‘aleyye ‘ıyâlün ve lî hâcetün şedîdetün. Adam mazeret beyan etmiş. Demiş ki, İnnî muhtâcun. “Ben muhtaç bir insanım.” Ve ‘aleyye ‘ıyâlün. “Çoluk çocuğum kalabalık, çok insanlar var.” Ve lî hâcetün şedîdetün. “Şiddetli bir fakr u zarûret içindeyim, onun için yaptım bunu.” demiş; kendisini acındırmış.
Fe-halleytü anhü. “Ben de serbest bıraktım.” diyor. Ebû Hüreyre radıyallahu anh bir şey aldırtmadan elindekileri bıraktırıp hırsızı salıvermiş.
Fe-asbahtu. “Sabaha ulaştım.” Fe-kâle Resûlullahi sallallahu aleyhi ve sellem. Bakın burası önemli, dikkatinizi çekiyorum, siz de kulak kabartın. “Peygamber Efendimiz Ebû Hüreyre’ye demiş ki...”
Yâ Ebâ Hüreyre mâ fe’ale esîruke’l-bârihate? el-Bâriha. “Dün gece” demek. “Yâ Ebû Hüreyre! Dün gece senin yakaladığın esirin ne yaptı?” diye sormuş. Daha Ebû Hüreyre bir şey demedi. Peygamber Efendimiz sabahleyin Ebû Hüreyre ile karşılaşınca diyor ki, “Ey Ebû Hüreyre! Senin dün gece yakaladığın esirin ne yaptı?”
Bu neyi gösteriyor?
Allah'ın bildirmesiyle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in Ebû Hüreyre’nin o gece başından geçen macerayı bildiğini gösteriyor.
İşte bu önemli bir nokta, bunu herkes bilsin. Sonra ben asıl sonuçta da bir şeyler söyleyeceğim. Bu Buhârî’nin hadîs-i şerîfini onun için okuyorum.
Fe-kultü. “Ebû Hüreyre Peygamber Efendimiz'e diyor ki...” Yâ Resûlallah şekâ hâceten ve ‘ıyâlen fe-rahimtühû fe-halleytû sebîlehû. “Yâ Resûlallah! Çok ihtiyacı olduğundan şikayetlendi, çoluk çocuğunun kalabalık olduğunu söyledi. Ben de ona acıdım, serbest bıraktım.” Fe-kâle emâ innehû kad kezebeke ve seye’ûdü. Bakın burada da tekrar bu cümlenin altını çizmek istiyorum, iyice dinleyin. Peygamber Efendimiz dedi ki, Emâ innehû kad kezebeke. “Sana yalan söyledi o herif, o sana yalan söyledi.” Bu bir. Efendimiz sözünün doğru olmadığını biliyor.
Nereden biliyor?
Allah'ın bildirmesiyle biliyor. Yoksa o adamın hakikaten çoluğu çocuğu çok mu? Hakikaten muhtaç mı, değil mi, normal şartlarda, tabii şartlarda bir başkası bilemez bunu ama Resûlullah diyor ki, “Yalan söyledi.” Söylediklerinin doğru olmadığını biliyor.
Nereden biliyor?
Allah bildirince bilir.
Bunu niçin söylüyorum?
Bir de diyor ki, Ve seyeûdü. “Bak, yine gelecek.” Bakın bu da ileriye dönük bir olay. Dün geceki olayda yalan söylediğini söylüyor, “Yine gelecek; bu akşam da gelecek” diyor.
Bu neyi gösteriyor?
İleride olacak bir şeyi de bildiğini gösteriyor.
Bu nedir?
İşte bu gayb ile ilgili bir bilgiyi bilmektir.
Peki, gaybı Allah’tan başkası bilir mi?
Bilir. Allah'ın bildirdiği, gayıbtan bazı bilgileri verdiği kimseler bilir.
اِلَّا مَنِ ارْتَضى مِنْ رَسُولٍ
İllâ meni’r-tedâ min râsûlin. “Peygamberlerden istediği kimselere bazı bilgileri bildirir.” Söylenen sözün yalan olduğunu biliyor, adamın bir daha geleceğini biliyor.
Gördünüz mü?
Demek ki Resûlullah o iddiacının dediği gibi değil, Allah'ın bildirmesiyle olacak şeyleri de biliyor. Olmuş şeylerdeki başkalarının bilmediği taraflarını da biliyor.
Fe-‘araftu ennehû seye’ûdü li-kavli Resûlillâhi sallallahu aleyhi ve sellem fe-rasadtuhû. Ebû Hüreyre diyor ki, “Resûlullah’ın ‘yine dönecek’ demesinden o adamın yine geleceğini anladım ve gözlemeye başladım.”
Bakın sahabe-i kirâm bu yarım bilgili, yarım alim gibi düşünmüyor. Resûlullah bir şey söyledi mi onun gerçek olacağını biliyor ve bekliyor. Tekrar tarassud etmeye, gözlemeye başlamış.
Fe-câe yahsû mine’t-ta’âmi. “Yine hurmaları, yiyecekleri, -belki hurma da vardır, buğday da vardır, arpa da vardır, yani ta’âm- yemekleri, yenilecek malzemeleri avuçlamaya başladı.” Herhalde torbasına doldurup, kucağına doldurup kaçıracaktı. Ebû Hüreyre yine yakalamış.
Fe-kultü le-erfe’anneke ilâ-Resûlillâhi sallallahu aleyhi ve sellem. “Seni Resûlullah’ın huzuruna böyle yaka paça götüreceğim.” demiş. Kâle da’nî fe-innî muhtâcün ve ‘aleyye ‘ıyâlün lâ e’ûdü. “Beni bu sefer de bırak, ben çok muhtacım. Çoluk çocuğum çok var, işte ondan yine dayanamadım geldim, hırsızlık yapmaya kalkıştım. Bir daha gelmeyeceğim.” demiş. Fe-rahimtühû fe-halleytü sebîlehû. Ebû Hüreyre, “Adama yine acıdım ve yolunu yine serbest bıraktım, açıverdim, gitmesine müsaade ettim.” diyor. Fe-asbahtü fe-kâle lî Resûlullâhi sallallahu aleyhi ve sellem. “Sabahleyin Resûlullah’ın huzuruna varınca, -hani namazda buluşuyorlar ya,- yine o bir şey demeden Peygamber Efendimiz yine buyurmuş ki...”
Yâ Ebâ Hüreyre mâ fe’ale esîrüke’l-bâriha? “Dün gece senin yakaladığın esirin bu sefer yine ne yaptı?” Yine onun geldiğini biliyor. Yâ Resûlallah şekâ hâceten ve ‘ıyâlen fe-rahimtühû fe-halleytü sebîlehû. “Ya Resûlallah! Yine ihtiyacının çok olduğunu, çoluk çocuğunun, ailesinin kalabalık olduğunu söyledi. Ben de acıdım, yolunu yine serbest bıraktım.” Yani yakasını bıraktım, yine gitti.
Fe-kâle emâ innehû kad kezebeke ve seye’ûdü. “Peygamber Efendimiz tekrar buyurdu ki: O yine sana yalan söyledi, yine gelecek.” Bak bir daha geleceğini biliyor. Halbuki adam daha Ebû Hüreyre’den kurtulmak için ne demişti? Lâ e’ûdü. “Bir daha gelmeyeceğim” demişti. Peygamber Efendimiz diyor ki, “Yine gelecek.”
Fe-rasadtuhu’s-sâlisete. “Üçüncü defa yine saklandım, onu gözetledim.” Fe-câe yahsû mine’t-ta’âmi. “Yine hırsızlık yapmak için geldi yiyecek malzemeyi avuçlamaya kalkıştı.” Fe-ehaztühû. “Bu sefer yine yakaladım.” Fe-kultü le-erfe’anneke ilâ Resûlillâhi sallallahu aleyhi ve sellem ve hâzâ âhiru selâsi merrâtin enneke tez’umu lâ te’ûdü sümme te’ûdü. “Bak bu üçüncü defa oldu, seni Resûlullah’ın huzuruna mutlaka götüreceğim. Sen dönmeyeceğim diyorsun, dönmeyeceğim sanıyorsun ondan sonra da dönüyorsun, yine tekrar tekrar hırsızlık yapıyorsun, bu sefer götüreceğim.” dedi.
Fe-kâle da’nî fe-innî u’alimke kelimâtin yenfe’ukallâhu bihâ. “Beni bırak! Bak, bırakırsan sana Allah'ın fayda sağlatacağı bazı güzel dualar, güzel şeyler öğreteceğim.” dedi. Kultü mâ hunne? Ebû Hüreyre, “Bu güzel dualar nedir diye sordum.” diyor. Yakalanan kişi, “Beni serbest bırak, ben sana bazı dualar öğreteceğim.” demiş. O da, “Nedir o dualar?” diye sormuş. Kâle. “O herif, hırsızlık yapan varlık...” İzâ eveyte ilâ firaşike fakra’ Âyete’l-kürsiyyi fe-inneke len-yezâle ‘aleyke minallâhi hâfizun. “Yatağına yatmaya gittiğin zaman Âyete’l-kürsî’yi oku, çünkü Âyete’l-kürsî senin üzerinde Allah’tan bir muhafız olur.” Allah'ın nasip ettiği, takdir eylediği, tayin ettiği bir muhafız olur, seni korur. Ve lâ yakrabenneke şeytânun. “Ve o Âyete’l-kürsî’yi okuduğun gece şeytan sana yaklaşamaz.” Hattâ tusbiha. “Sabaha çıkıncaya, sabah oluncaya kadar şeytan yanına sokulamaz.” dedi.
Burada hemen hatırımıza tutalım, alalım, defterimize not edelim. Bundan sonra ben de yatağa yattığım zaman inşaallah Âyete’l-kürsî’yi okuyayım diyeceksiniz değil mi? Madem sahih hadistir, duydunuz; şeytan benim yanıma yaklaşmasın diye bugünden itibaren artık her akşam gece yatarken ne okuyacağız? Âyete’l-kürsî’yi okuyacağız.
Neden?
Çünkü Âyete’l-kürsî başında bekçi olarak duracak. Seni koruyucu bir melek vazifeli gibi bekçi olacak ve şeytan yaklaşamayacak.
Fe-halleytü sebilehû. “Böyle dedi diye Ebû Hüreyre yine hırsızı salıverdi.” Yani öğrettiği için salıverdi. Bir şey alamadan salıverdi. Fe-asbahtü fe-kâle lî Resûlullah. “Sabahleyin Resûlullah’ın yanına varınca Resûlullah bana dedi ki;” Mâ fe’ale esîruke’l-bârihate. “Ey Ebû Hüreyre! Dün gece senin yakaladığın esirin ne yaptı?” diye tekrar sordu. Fe-kultü yâ Resûlallah ze’ame ennehû yu’allimunî kelimâtin yenfe’uni’l-lâhu bi-hâ fe-halleytü sebîlehû. “O herif sandı ki, o bana bazı kelimeler, dualar öğretecek ve dualardan Allah beni istifade ettirecek diye böyle bir şey söyledi. Ben de onun için o duayı öğrendim. Onu salıverdim.” Fe-kâle mâ hiye? Efendimiz, “Ne öğretti, öğrettiği dua nedir?” diye soruyor. Biliyor ama soruyor.
Nereden biliyor?
Allah'ın bildirmesinden biliyor.
Kultü kâle lî. “Ben Resûlullah’a anlatmak için dedim ki, ‘o bana dedi ki’...” İzâ eveyte ilâ firâşike fakra âyete’l-kürsî. “Yatağına yatmaya gittiğin zaman Âyete’l-kürsî’yi oku.” Min evvelihâ hattâ tahtime’l-âyete. Bana, “Başından ta ayetin sonunu bitirinceye kadar; Allâhu lâ ilâhe illâ hüve’l-hayyu’l-kayyûmdan... ve hüve’l-‘aliyyü’l-azîm’e kadar oku.” dedi. Ve kâle lî len yezâle ‘aleyke minallâhi hâfızun. “Böyle okursan Allah’tan senin üzerinde bir muhafız olur.” Âyete’l-kürsî mi korur, bir melek mi vazifelendirir o mu korur; korunma altına alınırsın.
Ve lâ yakrabake şeytânün hattâ tüsbiha. “Yâ Resûlullah! Sabah oluncaya kadar şeytan yanına sokulamaz.” dedi. O hırsız böyle anlattı diye söylüyor.
Fe-kâle’n-nebiyyü sallallahu aleyhi ve sellem. “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki...” Emâ innehû kad sadake. “Evet, bu sözleri doğru, sana doğru söylemiş.” Ve hüve kezûbün. “Çok yalancı bir varlık olduğu halde bu sözleri doğru. Ey Ebû Hüreyre! Bu sözleri sana doğru olarak söylemiş.” dedi.
Ta’lemü men tuhâtıbu münzü selâsi leyâlin yâ Ebâ Hüreyre? “Ey Ebû Hüreyre! Sen üç gecedir kime muhatap olduğunu, kiminle konuştuğunu biliyor musun?” Kultü lâ. “Resûlullah’a hayır, bilmiyorum.” dedim. Kâle zâke şeytânün. “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz o şeytan idi.” diye buyurdu.
Görüyorsunuz Sahîh-i Buhârî’den, Buhârî’nin bir hadîs-i şerîfiyle karşılaşmış olduk. Peygamber Efendimiz'in zamanında Ebû Hüreyre’nin bekçi için başında durduğu zekât yiyeceklerini beklerken başına gelen bir olayı duymuş olduk. Ama burada bir şeyi öğrenmiş oluyoruz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Ebû Hüreyre’nin başından geçenleri onun yanında olmadığı halde biliyor ve ona söylüyor. Konuştuğu varlığın kim olduğunu, tekrar geleceğini biliyor. Söylediği sözlerin doğruluğunu söylüyor. En son öğrettiği duaların doğru olduğunu söylüyor. Bizde gece yatarken bundan sonra o duayı, Âyete’l-kürsî’yi okuruz.
Buradan şu çıkıyor ki Allah bildirince başka insanların bilmediği bazı şeyleri Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de bilir, Allah'ın sevgili mübarek evliyâ kulları da bilir. Bunun böyle olduğunu bilmeyenler bu hadîs-i şerîfi okuduktan sonra akıllarını başlarına alsınlar. Birisi diyebilir ki o peygamberdi. Peygambere Allah bildirmiş olabilir. Peygambere Allah'ın bildirmiş olduğu gayba ait başkalarının bilmediği bazı şeyleri peygambere Allah'ın bildirmiş olduğu bu hadîs-i şerîfle ispatlanıyor, bu önemli.
Gelelim peygamber bilir ama başka insanlar bilir mi bilmez mi?
Allah bildirdiği zaman başka insanlar da bilir. Nasıl Peygamberimiz'e Allah bildirdiği zaman yanında olmadığı kişilerin başından geçen olayları Peygamber Efendimiz görüyor, biliyorsa; Allah'ın evliyası da Allah bildirince bilir. Buna din alimlerimiz karar vermişler. O yarım şahıs bunu inkâr etse de din alimlerimiz karar vermişler. Keramatü’l-evliyâi hakkun. “Evliyâullahın kerametleri, olağanüstü halleri; bilmeleri vesairesi haktır, gerçektir, vâkidir.” diye bildirmişler.
Hz. Ömer Efendimiz'in ta İran’daki komutanına Medine’deki minberinde hutbe okurken birden yâ Sâriye el-cebel demesi bir olay olarak kulağınıza gelmiştir. Daha başka bin bir tane olay vardır ama bu hususta âyetler ve hadisler vardır ki peygamberlerden ayrı, evliyaullahın, mübarek kimselerin olağanüstü kerametler gösterebileceği, kerametlere mazhar olacağı hadîs-i şerîflerle bildiriliyor.
En sahih, en meşhur hadislerden birisi nedir?
Peygamber Efendimiz bir keresinde buyurdu ki;
Kul Allahu Teâlâ hazretlerine farz ibadetleri yaparak onun sevgisini kazanır, nafile ibadetler yaparak yakınlaşmaya devam eder, devam eder Allah'ın yakın kulu olur. Allah’a yakın kul olur, erenlerden olur. Allah'ın sevgili kullarından olur. Allah onu sevdi mi artık onun gören gözü, söyleyen dili, işiten kulağı, tutan eli yürüyen ayağı olur. Allah ile görür; başka insanların görmediği şeyleri Allah ona gösterir. Allah ile duyar; başka insanların duymadığı şeyleri o Allah tarafından bildirdiği için duyar. Allah ile tutar; Allah nasip eder, onun elinin uzanamayacağı çok uzak mesafelerde bazı şeyler yapmasını sağlar. Allah ile varır, yürür; başka insanların aylarca, yıllarca seyahat edip varacağı yerlere bir göz yumup açıncaya kadar tayy-i mekân suretiyle varabilir. Bu hadîs-i şerîf bunu bildiriyor.
Evet, insanlar eğri otursalar bile doğru konuşsunlar. Dinde aslı olan şeyleri inkâr etmesinler. Veyahut kendilerine mahsus çok özel münkirlikleri varsa onları kendilerine saklasınlar da başkalarını da âyetlere hadislere aykırı durumlara sevk edip de onların da imanlarıyla oynamasınlar.
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berakâtüh.