es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,
Cumanız mübarek olsun. Allah dünya ve âhiretin bildiğimiz bilmediğimiz, aklımıza gelen gelmeyen her türlü hayırlarına cümlenizi erdirsin. İki cihanda aziz, mutlu, bahtiyar olun.
Bu Cuma sohbetinde misafir olduğumuz evdeki ev sahibesinin açtığı bir sayfadan kısmetimize gelen hadîs-i şerîflerden okumak istiyorum.
Birinci hadîs-i şerîf Taberânî ve İbn Mâce’de Katâde’den; İbn Asâkir’de Ebû Saîd el-Hudrî hazretlerinden rivayet edilmiş bir hadîs-i şerîf.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bu hadîs-i şerîfte buyuruyor ki;
مَنْ صَامَ يَوْمَ عَرَفَةَ غُفِرَ لَهُ سَنَتَيْنِ : سَنَةٌ أمامه وَسَنَةٌ خلفه
Men sâme yevme arafete ğafara’llâhu lehû seneteyni: senetün emâmehû ve senetün halfehû.
Sadaka Resûlullah fîmâ kâl ev kemâ kâl.
Resûlullah’ın söyledikleri hepsi hoştur, güzeldir. Allah cümlemizi onun şefaatine erdirsin.
Oruçla ilgili bir hadîs-i şerîf. Ramazan geçti ama Ramazan’ın dışında başka oruçlar var. Bu açılan kısmet sayfasında birinci hadîs-i şerîf olduğu için, müjdeli olduğu için okumuş oldum.
Bu arefe günü orucu yani Kurban bayramından bir gün önceki, herkesin gidip de “Yarın keseceğimiz kurbanları alalım.” diye telaş içinde oldukları, bayramlık hazırlıklarının yapıldığı, evlerin temizlendiği o arefe günü varya, işte o gün kurban bayramı arefesinde oruçlu olursa... Zaten bir de Ramazan bayramı arefesi olabilir. Ramazan bayramı arefesi Ramazan’ın içi demektir, o gün de -oruca gücü yeten- herkes oruçlu olacak.
Demek ki kurban bayramının bir gün öncesinde, arefe gününde ne olacak?
Men sâme yevme arafete. “Arefe gününde kim oruç tutarsa.” Ğafara’llâhu lehû seneteyni. “Allah onun iki senesini mağfiret eder. Yani iki senesinde işlemiş olduğu günahları bağışlar, afv u mağfiret eyler.” Senetün emâmehû. “Bir, önündeki gelecek, yaşayacağı senenin günahları.” Senetün halfehû. “Bir de geçmiş senesinin günahları.”
Gelecek senenin günahlarının affolması ne demek, bir bakıma buradan çıkan mâna nedir?
Allah ömür verecek de -Allah cümlemize hayırlı uzun ömürler versin- önündeki seneyi yaşayacak demek oluyor. Ben buradan kendi kendime bir müjde daha çıkartıyorum. Demek ki arefe günü oruç tutanın bir geçen senesinin günahları affolacak, bir de gelecek senesinin günahları affolacak. İki müjde bu. Bir de bir sene daha yaşayacak demektir. Böyle bir müjde de çıkıyor bu sözün altından. Demek ki oruçlu olmayı takvimimizin kenarına işaret edelim. “Hocamızın Cuma sohbetinde böyle bir sevaplı şeyden bahis geçti.” diye not alırsak, o gün oruçlu oluruz.
Ama hacıların arefe orucu tutması doğru değil. Yani bunu duyan kardeşlerimizin bir kısmı belki hacca gidecekler, arefe günü hacda oruç tutmaya kalkmasınlar. Ben bir kere denedim. Şöyle denedim: Kitaplar “Arefe günü oruç tutmak mekruhtur.” diye yazıyor. Ben de kendi bedenim tâkatlidir, dayanabilirim, tahammül edebilirim sandım ve arefe günü bu sevabı alayım diye oruç tuttum. Zayıflar belki yapamaz ama ben, rahat imkânlar var, eski devirde hac ne kadar zor oluyormuş, şimdi çadırların içindeyiz; buzlar var, buzlu meşrubat var, her türlü kolaylık var, Arafat’a yürünerek gidilmiyor, otobüslerle gidiliyor, dinleniliyor; her türlü rahatlık var diye oruç tutmaya kalktım. Fakat o gün neredeyse hastanelik olacaktım. Buzlarla beni, sıhhatimi zor koruyabildiler. Anladım ki hadîs-i şerifte söylenen şey, arefe günü oruç tutmanın hacılar için mekruh olduğu demek ki uyulması gereken bir tavsiyeymiş.
Hacı olmayanlar yani ülkesinde kalanlar için arefe günü oruç tutmak çok iyi olduğunu bu hadîs-i şerîften öğrenmiş oluyoruz. Okumak istediğim birinci hadîs-i şerif bu.
İkinci hadîs-i şerîf aynı sayfadan;
İbn Abbas radıyallahu anhümâ ve İbn Ömer radıyallahu anhümâ’dan çeşitli kaynaklarca rivayet edilmiş. İki râvî var. Hadîs-i şerîfin mübarek sözleri şöyle:
مَنْ صَامَ يَوْمَ الأَرْبِعَاءِ وَالْخَمِيسِ وَالْجُمُعَةِ ثم تصدق يوم الجمعة بما قل من ماله أَوْ كَثُرَ غفر له كل ذنب عمله حتى يصير كيوم ولدته أمه من الخطايا
Men sâme yevme’l-erbiâi ve’l-hamîsi ve’l-cumu’ati sümme tesaddeka yevme’l-cumu’ati bimâ kalle min mâlihi ev kesura ğufira lehû küllü zenbin amilehû hattâ yesîre ke-yevmi veledethü ümmühû mine’l-hatâyâ.
Sadaka Resûlullah fîmâ kâl ev kemâ kâl.
Peygamber Efendimiz ne söylemişse doğrudur, güzeldir diye tasdik ederek hadîs-i şerîfimizi tamamlıyoruz.
Bu hadîs-i şerîf de çok büyük bir müjde taşıyor.
İnşaallah bunları yaparız. Bu da oruçla ilgili bir hadîs-i şerîf.
Peygamber Efendimiz bu hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki;
Men sâme yevme’l-erbiâi ve’l-hamîsi ve’l-cumu’ati. “Kim çarşamba günü, perşembe günü, cuma günü oruç tutarsa.”
el-Erbiâ’ “çarşamba” demek. Erbia, erbaa Arapça’da “dört” kelimesiyle ilgili. Zaten çâr da Farsça’da “dört” demek. Anlamları düşünüldüğü zaman birbirlerine benziyor. Yevm-i erbia, çarşamba günü oruç tutarsa... Hamîs de hamse, “beş” kelimesiyle ilgili. Pençembe, perşembe de yine Farsça’da “beş”le ilgili. Demek ki anlamları yine tutuyor.
Çarşamba günü perşembe günü ve cuma günü oruç tutarsa, bu peş peşe, ard arda gelen üç günü oruçlu geçirirse bir insan ne olurmuş?
Yapacağı bir şey daha var:
Sümme tesaddeka yevme’l-cumu’ati bimâ kalle min mâlihî ev kesura. “Malından az bir şeyle veya fazla bir miktar ile bir tasaddukta bulunursa.”
Cüzdanını açarsa veya aynî olarak mesela mal sahibi müstahsil malından; mesela kumaş dükkânı sahibi kumaşından, buğday üreten kimse buğday çuvalından; yani sahip olduğu malından, mülkünden, parasından az veya çok miktarı fukarâya cuma günü tasadduk ederse... Demek ki iki şey yapacak: Bir, çarşamba, perşembe, cuma oruç tutacak. İki, cuma gününde malından küçük veya büyük bir miktarda tasaddukta bulunacak. Yani fakirlere sadaka verecek.
Ne olur mükâfatı?
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Ğufira lehû küllü zenbin amilehû. “İşlemiş olduğu bütün günahları affolunur.” Hattâ yesîre ke-yevmi veledethü ümmühû. “Annesi onu dünyaya getirdiği zaman küçücük bir bebekti, günahları yoktu, o zaman mâsum bir yavruydu. İşte annesinin kendisini dünyaya getirdiği gündeki o mâsum günahsız hali gibi olur. Günahları affolunur.” Mine’l-hatâyâ. “Günahlardan o kadar temizlenmiş, afv u mağfiret olunmuş olarak sonuca ulaşır.”
Bu müjdeli hadîs-i şerîfi de unutmayalım, hatırınızda kalsın. Demek ki Ramazan’ın dışında zaman zaman tutulacak güzel oruçlar var. Onlardan iki tanesini öğrenmiş olduk. Birisi, kurban bayramının arefesinde oruç tutmak çok sevap. Bir diğeri de çarşamba, perşembe, cuma günleri oruç tutar da cuma günü malından bir miktar az veya çok tasadduk ederse hatalarından, günahlarından öyle bir şekilde sıyrılır, öyle afv u mağfiret olur ki tıpkı annesinden doğduğu gündeki o mâsum yavru halindeyken defter-i âmâlinde nasıl hiç günah yoksa, o şekilde günahlardan arınır, diye bildiriliyor.
Tabii kul hatasız olmaz. İnsan ne kadar gayret etse de bilerek bilmeyerek sû-i edepte bulunabilir. Cenâb-ı Mevlâ’ya saygısında, kulluğunda kusurlar olabilir. Peygamber Efendimiz’e ümmetliğinde hataları olabilir. Sürç-ü lisan olabilir, kızgınlığı olabilir. Allah hatalara, günahlara düşürmesin ama hatasız kul olmaz. Bu hatalardan, bunların birikmesinden dolayı da insanın kalbi kararıyor. Ondan sonra kötü insan olmaya doğru gidiyor. Sonunda şeytan kandırırsa, nefis azdırırsa cehenneme düşüp ceza bile çekebilir. Binlerce, milyonlarca sene yanabilir. Onun için günahlardan kurtulmak lazım. Bir kere, işlememeye çalışmak lazım. İkincisi, işlenmiş günahları varsa ki olabilir... Aziz Mahmud-u Hüdâyî Efendimiz kaddesallâhu sırrahü’l-azîz bir güzel ilâhisinde öyle buyuruyor;
Her dem hatadır kârımız.
Her nefeste işimiz hata bizim. Kârımız, ticaretten elde edilen kazanç mânasında bile olsa, o da yakışır, o zaman da bir başka nükte olur. “Her dem hatadır kârımız.” Yani biz kulların işleri her zaman hatadır. Hatasız kul olmaz. Onun için bu hatalardan kurtulmanın çarelerini aramamız lazım.
Bir çareyi bu kura ile çıkmış sayfada gördük. Çarşamba, perşembe, cuma günü bir insan oruç tutar da cuma günü de fukarâya az veya çok sadaka verirse günahlarından annesinden doğduğu gündeki gibi tertemiz temizlenir; hiç hatası, günahı kalmaz. Güzel bir şey, bunu da yapmaya çalışın, aziz ve sevgili kardeşlerim.
Kardeşlerimizle Arabî ayların kaçıncı günündeysek o cüzü okuyoruz. Öyle bir karar almıştık. 13. cüz Kur’ân-ı Kerîm’de. 13. cüzün birinci sayfasında Yusuf aleyhisselam’ın sözü var:
وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لَأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلَّا مَا رَحِمَ رَبِّي
Vemâ überriu nefsî inne’n-nefse le-emmâretün bi’s-sûi illâ mâ rahime rabbî. “İnsanın nefsi insana çok çok kötülükler emredicidir, insanı kötü yollara çekmeye çalışır. Kötü şeyleri tavsiye eder...” buyuruluyor
İnsanların çoğu da bu nefsin vesveselerine ve heva ü hevesâtına, iştihâsına, şehevâtına kapılır; şeytana uyar, nefsine aldanır. Dünyanın fâni lezzetlerine dalar, hatalar işleyebilir. İşlememek daha iyi. İyi, edepli, Allah’ın sevgili kulu olup da hiç [günah] işlemeden güzelce ömür geçirmek daha iyi ama bilerek bilmeyerek yapılan hataların affı için de böyle güzel tedbirleri uygulamalı.
Aynı sayfadan bir müjdeli hadîs-i şerîf daha okumak istiyorum. Tirmizî rivayet etmiş ve “sahihtir” buyurmuş. Enes radıyallahu anh’ten. Peygamber Efendimiz bu üçüncü hadîs-i şerîfinde buyurmuş ki;
من صلى أربعين يوماً في جماعة يدرك التكبيرة الأولى كتب له براءتان من النار، براءة من النار وبراءة من النفاق
Men sallâ erba’îne yevmen fî cemaatin yudriku tekbirete’l-ûlâ kütibe lehû berâetâni: berâetün mine’n-nâri ve berâetün mine’n-nifâki.
Sadaka Resûlullah fîmâ kâl ev kemâ kâl.
Bu müjdelerle dolu hadis kitabı sayfasının bir müjdeli hadîs-i şerîfi daha nasibinizle karşınızda... Bunları duymak da bir nasip meselesi çünkü herkes duymuyor. Duymayınca heves etmiyor, heves etmeyince yapmıyor, yapmayınca da o mükâfatları kazanamıyor. Ama siz duyuyorsunuz, bu bir nasip, güzel bir şey.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki bu hadîs-i şerîfinde;
Men sallâ erba’îne yevmen fî cemâatin. “Kim 40 gün cemaatle namaz kılarsa.” Yudriku tekbirete’l-ûlâ. “İmamın namaza durduğu zaman Allahu Ekber diye ilk başlangıç tekbirine yetişecek şekilde...”
Yarısında, sonunda yetişmek tarzında değil, camiye biraz erken gelip de farz namazının ilk tekbirinde imamla beraber hazır bulunmak, yetişmek şartıyla 40 gün insan cemaate devam ederse...
Kütibe lehû berâetâni. “Ona, böyle bir kimseye iki tane berat yazılır.”
Mânevî berat... Nurdan harflerle yazılmış bir sayfa düşünün. Nurdan bir sayfa düşünün, gözünüzün önüne gelsin; sizin namızına nurdan ilâhî bir berat yazılmış. Hani padişahtan bir ferman olsa, üstünde padişahın tuğrası olsa, sarayın çavuşu kocaman kıvrılmış bir kâğıdı getirse karşınızda beratı açsa okusa... Böyle sahneleri gözünüzün önüne getirin, ondan daha güzel bir şey.
Allah’tan böyle bir kula iki tane berat yazılır. Berâet yani berâetân, iki tane berat.
Berâetün mine’n-nâri. “Birisi, cehennemden uzak olacağına dair berat yazılır.”
“Bu şahıs cehenneme girmeyecektir.” diye cehennemden beraat ettiğine dair bir berat, bu bir.
Ve berâetün mine’n-nifâki. “Bir de münafık insan olma, münafıklık sıfatından berat yazılır.”
“Bu adam münafık değildir; halis muhlis, has, hakiki, som altın gibi güzel müslümandır.” mânasına bir tasdikli şehadetnâme gibi bir beraat kazanır.
Tabii cemaatle namaza gitmek erkekler içindir. Hanımın evde namaz kılması daha sevaptır. Erkeğin camide namaz kılması müekked bir sünnettir. Cemaate devam etmek çok önemlidir. Peygamber Efendimiz çok tavsiye buyurmuştur. Namazın camide kılınması lazım. Müslümanların camide olması lazım.
40 gün her namaza devam ediyor ve imama yetişiyor. Geç kalmıyor, yani evvelce hazırlanıyor, camiye vakitlice gidiyor ve imam farza duracağı zaman Allahu Ekber dediği zaman kişi camide hazır bulunuyor.
En güzeli, namaz vakti gelmeden namaz vaktini gözlemektir.
“İkindinin vakti yaklaşıyor, aman ben ikindiye hazırlanayım.”
“Akşamın vakti yaklaşıyor, aman ben akşama hazırlanayım.”
“Yatsı namazı olmak üzere, aman sofradan çabuk kalkayım, ağzımı çalkalayayım, abdestimi alayım, camiye yetişeyim.” diye namaz vaktini önceden düşünüp ezan okunmadan camiye gitmek çok sevaptır. Ezan okunmadan camiye gitmenin büyük sevabı, mükâfatı vardır. Ezan okunduktan sonra giden insana göre bu, çok daha büyük mükâfat kazanıyor. Bunu yapmaya çalışmak lazım. İnsan ezan okunmazdan önce camiye gitme kararını almaya çalışmalı. Abdestini almalı, hazırlığını yapmalı, ezan okunmadan camide bulunmalı, oraya varmış olmalı.
Tabii iş güç sahibi insan olabilir, dükkânı olabilir, bir yerden bir yere seyahat ediyor olabilir. Bunun için de en güzel şey, dervişlik şartlarından da birisi, kardeşlerimize de söylüyoruz; devamlı abdestli gezmek. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hep abdestli gezermiş. İhtiyaç oldukça abdest almak bir âdet ama her zaman abdestli gezmek Peygamber Efendimiz’in âdeti. Onun için iyi bir müslüman Peygamber Efendimiz’in âdetini yapmaya çalışmalı. Devamlı abdestli olursa minarede ezan okunduğu zaman “Nerede abdest bozacağım, nerede abdest alacağım?” diye telaşa düşmez. Onu yapacağım, bitireceğim derken de cemaati kaçırmaz. Hazır olduğu için hemen içeri girer, cemaate uyar. Bakın bu hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ilk tekbire yetişmeyi şart koşuyor. Demek ki abdestli olmak iyidir. Camiye erkenden gitmek iyidir.
Bir de tabii, [Mehmed Zahid] Hocamız rahmetullahi aleyh zamanında, ben hatırlıyorum; ezan okunurdu, Hocamız sünneti evinde kılardı. Yani caminin imamı olduğu halde camiye gidip sünneti kılmazdı, evinde kılardı. Ev de sevap kazansın, ev de ibadethâne olsun diye. Peygamber Efendimiz “Evlerinizi kabristan, mezar gibi yapmayın, ibadetle canlandırın.” buyuruyor. Onun için bazı sünnet namazlarını evde kılmak iyidir. Peygamber Efendimiz’in bu tavsiyelerine uygun olarak Hocamız sünneti evde kılardı; sonra tatlı tatlı, sevimli bir şekilde kapısından çıkardı. Müezzin onu camekândan görürdü. Hocamız camiye gelirken kamet getirmeye başlardı ama bu epeyce bir vakit alırdı. Hocamız acele etmezdi. Hocamız dört mezhebe göre abdestini koruyacak tedbirini alırdı. Mesela hanımına cübbesini tutturmazdı. Çünkü Şâfiîlerin şartına göre hanımının eli değerse eline veya ensesine, abdesti bozulacak. O şart da yerine gelsin diye ona cübbesini tutturmazdı. Böyle güzel hazırlıklı namazı kılardı, beklerdi.
Bu beklemek neden?
Ezanı duyan, işi gücü olan insan gelsin, abdestini alsın, rahatlıkla farza yetişebilsin diye.
İmamın acele etmemesi lazım. Suudi Arabistan’da, seyahatlerimizde görüyoruz, bunu bir şarta bağlamışlar; oranın diyanet teşkilatı camilere bunu asmış. Sabah namazının ezanı okunduktan sonra yarım saat geçecek, öğle okunduğu zaman 20 dakika geçecek, akşam ezanı okunduktan sonra on dakika geçecek de farza öyle durulacak, diye rakamlar konulmuş. O kadar bekliyor, yani imam hemen gelip namaza duramıyor. Gelenler de “Hemen kalksın, imam namaz kıldırsın.” diyemiyor çünkü yukarıdan öyle emir gelmiş.
Bu beklemek de iyi oluyor. İnsan kalkıyor, ezanı duyunca abdestini alıyor, camiye geliyor, sünneti kılıyor, farzı kılmaya da epeyce bir bekliyor. O arada da hemen Kur’ân-ı Kerîm alıp ezberini kuvvetlendiriyor. Bir miktar Kur’an okuyor, tesbih çekiyor. Yani sevap kazanıyor. Camide farz namazı kılınacak diye beklerken camide bekleyen insan namazdaymış gibi sevap kazanmaya başlar. Hani bir taksiye bindiğiniz zaman nasıl taksimetresi, fiyat aleti çalışmaya başlıyor da ne kadar borçlandığınızı, ne kadar ödemeniz gerektiğini saat ilerleyerek böyle yazıyorsa, onun gibi camiye giren, camide duran insan sevabı kazanıyor. Beklemek iyi.
Ben bazı yerlerde, bazı semtlerde de oturdum. Ezanı okuduktan hemen sonra hızlı bir şekilde sünnet kılınıyor, hemen farza duruluyor. Ezanı duyup camiye gelen insan son rekâta ya yetişiyor veyahut cemaati kaçırmış oluyor. Yani o kadar acele iyi olmuyor imamlar için. İmamlar ezan okunduktan sonra şöyle demeli, “Bu ezanı duyan bir insan kalktı evinden, geldi, abdest aldı; benim arkamda namaza yetişebilir mi bu arada?” diye biraz serbest tutması iyi olur ki mübarek cemaat, kardeşler sevapları kaçırmasınlar, sevap kazansınlar.
Erkeklerin camiye gitmesi iyi ama kadınların evde kılması daha iyi. Kadın evinin bir köşesini mescit edinirse, orada namaz kılarsa iyi olur. Öyle olmasa bile, işte kimisinin evi büyük olur, kimisinin küçük olur... Allah hepinize geniş evler ihsan etsin, kendinizin güzel evleri olsun diye temenni ederim bu arada...
Çok sevdiğimiz, hürmet ettiğimiz bir cici hanımefendi ablamız var; [Mehmed Zahid] Hocamız’ın bize emaneti, “Bak bunlarla ziyareti kesmeyin” diye. Evinde güzel mescidi vardı. Gittiğimizde, bizi çağırdığında gördük. Namaz odası. Yani mescit edinmiş kendisine, hanımefendi orada namaz kılıyor. Ne kadar tatlı, çok sevimli görmüştük, hoşumuza gitmişti.
Erkeğin camide namaz kılması lazım ama sünneti evinde kılsın. İlk tekbire yetişmesi lazım. Özellikle yatsı ve sabah namazlarına münafıklar gelemezlermiş. Peygamber Efendimiz öyle buyuruyor. Lâ yestatıûne hümâ. “Bu yatsı ve sabah namazlarına münafıklar gelmeye üşenirler, güç yetiremezler, gelemezler.” buyuruyor.
O zaman müslüman münafık olmaması gerektiğine göre ne yapması lazım bu hadîs-i şerîfi duyunca?
Yatsı ve sabah namazlarında mutlaka camide olmaya çalışması lazım.
Memur da gelebilir, patron da gelebilir, iş sahibi, iş adamı da gelebilir, tezgâhtar da gelebilir, öğrenci de gelebilir. Çünkü yatsı ve sabah namazlarının vakitlerinde durum müsait oluyor. Hiç olmazsa o zamanları kaçırmamalı. Tabii ötekileri de kaçırmamak iyi.
Şimdi bu hadîs-i şerîfe göre ilk Allahu Ekber demeyi kaçırmamak şartıyla bir insan 40 gün -5 kere 40: 200 vakit peş peşe namaz. 40 gün yani 1 ay 10 gün ediyor.- camide cemaatle namaz kılmaya muvaffak olursa bir insan, iki tane şahadetnâme alacak, iki tane berat kazanmış olacak. Birisi, “Sen cehennemlik değilsin, cehenneme girmeyeceksin, bu senin kurtuluş belgendir.” diye cehennemden kurtuluş belgesi. Bir tanesi de münafıklıktan kurtuluş belgesi. “‘Sen münafık bir kul değilsin, has bir müslümansın, iyi bir müslümansın, al bu senin medâr-ı iftihârındır.’ gibi, böyle bir şehadetnâme gibi bir şey verilir.” diyor Peygamber Efendimiz. Mânevî bir şey tabii bu, ne kadar güzel...
Demek ki aziz ve muhterem kardeşlerim, cemaate devam etmeye çalışmalıyız. Yani cemaati kaçırmamaya çalışmalıyız. Bir kere namazı kaçırmamaya çalışmak lazım çünkü namaz dinin direğidir.
Her müslümanın yani “Ben müslümanım elhamdülillah.” diyen, Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû diyen bir insanın ilk görevi nedir?
Namaz.
Peygamber Efendimiz bazı sevdiği kimseleri vazifeli olarak bazı ülkelere -Yemen’e, Bahreyn’e, civardaki ülkelere- gönderirken oranın ahalisine nasıl davranması gerektiğini onlara tavsiye buyururdu;
“Bakın gittiğiniz yerde ilk önce insanları Allah’ın bir olduğunu tasdik etmeye, inanmaya davet edin. Onu kabul ederlerse benim Allah’ın peygamberi olduğumu söyleyin. Onu kabul ederlerse ondan sonra onlara namaz kılmayı emredin. Onu kabul ederlerse Ramazan’da oruç tutmayı emredin, zekât vermeyi emredin...” diye Efendimiz’in tavsiyesi var.
Bir kere her müslümanın namazı kılması gerekli.
Diyorlar ki;
“Ben müslümanım elhamdülillah. Allah affetsin kusurlarımızı, namazlarımızı kılamıyoruz.”
Doğru, “müslümanım” diyen bir insan müslüman olur ama namaz kılmamak çok büyük suç. Bu çok büyük suçu bir hadîs-i şerîfle size anlatayım. “İşte alışmamışız, ne yapalım... Annemiz, babamız bize küçükten bunu böyle alıştırmamış. İstiyorum, hatamı biliyorum ama kılamıyorum.” diyen kardeşlerim gayrete gelsin diye Riyâzü’s-sâlihîn’den;
Peygamber Efendimiz, Cebrail aleyhisselam ile o mânevî âlemlerde gezerken bir adamın başına azap meleklerinin çok büyük bir kaya vurduklarını görüyor. Ve bu kaya onun başını parça parça parçalıyor, eziyor; kemikleri, etleri dağılıyor. Koca kaya vurulduğu için adamın kafası darmadağın oluyor. Tabii dağılıyor ama âhiret âlemi olduğundan Allah’ın kudretiyle o etler, o kemikler tekrar adamın başına geliyor, adamın başı eskisi gibi oluyor. Tekrar vuruyorlar, tekrar dağılıyor, tekrar bir araya geliyor.
Neden böyle olur?
Âyet-i kerîmelerde Allahu Teâlâ hazretleri şöyle buyuruyor;
كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَ
Küllemâ nadicet cülûdühüm beddelnâhüm cülûden ğayrahâ li-yezûku’l-azâbe.
Cehennemde ateşler içinde insan -kötü insanlar- azap görürken ciltleri, derileri yanacak. Derileri yandığı zaman Allah yeni bir deri halk eder, derileri yenilenir, yeniden yanar.
Neden?
Li-yezûku’l-azâbe. “Cehennemin azabını dâimî tatsınlar diye.”
Bu kafasına vurulan insanın da kafası parçalıyor, ölmüyor.
لَا يُقْضَى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ مِنْ عَذَابِهَا
Lâ yukdâ aleyhim fe-yemûtû.
Cehennemde azap görenlerin de, keşke ölseler, kurtulacaklar ama ölmek yok ki ölüp de kurtulsunlar.
Ve lâ yuhaffefü anhüm min azâbihâ. “Azabı da hafiflemez.”
Âhiret azabının şekli bu.
Dünyada bir insan öldürücü bir darbe yese ölür, kurtulur. Cellât bir ensesine balta vursa kafası kopar, kurtulur. Asılsa kurtulur. Kurşun isabet etse kurtulur. Ama âhirette öyle değil; azap tekrar tekrar çekilsin diye deri tazeleniyor, yine yanıyor. Başı parçalanıyor, yine parçalanıyor... Yani bunu Allah mâneviyat âleminde Peygamber Efendimiz’e böyle göstermiş.
“Yâ Cebrail kardeşim, bu adamın bu azabı görmesinin sebebi ne?” diye Peygamber Efendimiz sormuş.
Cebrail aleyhisselam diyor ki;
“Yâ Resûlallah, bu adam müslümandı ama namazı kılmıyordu, namazı kılmadığı için bu şekilde azaplandırılıyor.”
“Sen bu kafayla mı, hem namazın farz olduğunu bildin hem de kılmadın? Niye iradeni kullanmadın? Niye azimli müslüman olmadın? Niye tutarlı müslüman olmadın? Niye Allah’ın emirlerini yerine getirmedin?” diye azap göreceğini söylüyor.
İnsan Allah’ın emirlerini dinlemezse çeşitli şekillerde azap görür.
Mesela bir müslüman ölüyor, kabre konuluyor, gömüyorlar. Kabre konulur konulmaz azap melekleri bunun kafasına ateşten bir gürz topuz vuruyorlar; kafası parça parça yaralanıyor ve mezarın içi ateş doluyor. Feryada başlıyor, diyor ki;
“Ben müslümanım, niye bana böyle azap yapıyorsunuz? Yapmayın, etmeyin!..”
Diyorlar ki;
“Evet, sen müslümandın dünyadayken ama sen hayattayken müşrikler, kâfirler bir yerde bir müslüman kardeşine ezâ ediyorlardı, sen de onun yanından geçtin, bu gözlerinle gördün, bu kafanla anladın vaziyeti ama onun yardımına koşmadın. Kabirdeki bu sana yaptığımız azap onun cezasıdır!” diye söyleyecekler diyor Peygamber Efendimiz.
Demek ki insan çevresinde yapılan kötülükleri engellemek için çalışacak. Çalışmazsa azap kabirden başlıyor; daha âhirete gitmeden kabre konulur konulmaz kabir azabı haktır, o başlıyor.
Kabirde azap olur mu?
Olur.
Ölen insana azap olur mu?
Olur. Çünkü Peygamber Efendimiz “Siz anlamazsınız ama olur.” diyor. “Siz duymazsınız ama ben duyuyorum.” diyor, bildiriyor. Mânevî bakımdan azap olur.
Onun için kayıtsız kalmaması lazım. Allah’ın emirlerini duyunca yapması lazım. Bir kötülüğü görünce engellemesi lazım. Yani emr-i mâruf nehy-i münker yapacak. İbadet ve taat üzere olacak. Allah’ın emirlerini tutacak. İsyan etmeyecek. Günahlardan kaçınacak. Vazifesini yapmazsa, kötülüğü işlerse ceza olur. Hepsi göz önünde bulundurulmalı.
Onun için ne yapması lazım?
Herkesin önce namazı kılması lazım.
Evinde kılsa olur mu?
Olur. Tabii evinde namaz kıldı mı namaz vazifesini yapmış olur. Ama camide, eğer mahalle mescidinde, -Cuma kılınmayan bir yerde- namazgâhta kılarsa 27 kat sevap alır; Cuma namazı kılınan bir yerde kılarsa 50 kat sevap alır. Sevap fazlalaşıyor. Onun için camide kılmaya çalışması lazım.
Peygamber Efendimiz niye tavsiye buyurmuş? Niye müslümanlar topluca camide namaz kılıyorlar?
Toplum düzenini orada konuşsunlar, toplumun düzenini sağlasınlar, birbirleriyle görüşsünler, birbirlerini sevsinler, çevrelerinin, ülkelerinin meselelerini konuşsunlar, istişare yapsınlar, anlaşsınlar diye. Bizim dinimiz çok güzel usuller koymuş.
Bakıyorum, ben yurtdışında geziyorum, müslüman olmayan ülkelerde gezdiğim zaman; bizim dinimizin koyduğu güzel usulleri, usul olarak bu adamlar yani müslüman olmayanlar bizden daha güzel uyguluyor. İslâm ülkelerine geliyorum; İslâm ülkelerindeki ahâli İslâmî emirleri uygulamıyor. Hayret edilecek bir şey, üzülecek bir şey!
Şimdi gayrimüslim denilen ülkelerde Allah’ın ve Peygamber Efendimiz’in tavsiye ettiği güzel şeylerin çoğunun uygulanmakta olduğunu görüyoruz. Merhamet, yardımlaşma, çalışma, dürüstlük vesaire... Bunlar hep müslümanların vasıfları, her yerde olması lazım.
Tabii bunların da konuşula konuşula düzeltilmesi gerekiyor. Toplum canlıdır. Toplumun meseleleri her an değişir. Her an onların görüşülmesi lazım. Canlı toplumlar canlı insan grupları tarafından meydana getirilir.
Toplum faaliyetlerine katılmayan bir müslüman iyi bir müslüman değildir; vazifesini yapmayan bir insan demektir.
Bu nasıl sağlanacak?
Belli zamanlarda toplanmakla sağlanacak.
İslâm dini belli zamanlarda toplanmayı vazife olarak vermiş. Müslüman, mahallesinin ibadetgâhında, camisinde, mescidinde günde beş defa toplanıyor. Haftada bir de beldenin büyük yerinde toplanıyor, Cuma namazı oluyor. Senede bir defa da hacda dünya müslümanları toplanıyorlar. Bakın dinimiz ne kadar güzel içtimaî, toplumsal nizamlar koymuş. Bunlar işletilse İslâm ülkeleri gül gibi olacak. Merhameti, tasadduk etmeyi, sadaka vermeyi, hayır yapmayı emretmiş. Bunlar olsa ne Somali’de, ne Afrika’da, ne Irak’ta, ne Çeçenistan’da aç müslüman kalacak. Yardımlaşma olsa, müslümanlar arasında kardeşlik bağları olsa...
Demek ki hepimizin dinine dönmeye gayret etmesi lazım. İyi müslüman olmaya çalışması lazım. Bu müjdeli sayfadaki bu müjdeli hadîs-i şerîflerden kimisi oruca dair, kimisi namaza dair, ibadetlerle ilgili hadislerdi ama sonunda çok toplumsal dersler çıkıyor.
Allah bizim toplumsal kusurlarımızı düzeltmemizi nasip etsin. Topluma karşı görevlerimizi güzel yapmamızı nasip etsin. Kişisel, ferdî, şahsî kusurlarımızı düzeltmemizi nasip etsin. İnsân-ı kâmil olmamızı nasip etsin. Sevdiği huylarla huylandırsın. Sevdiği yollarda yürütsün. Sevdiği amelleri işletsin. Rızasını kazandırsın. Huzuruna sevdiği, razı olduğu kul olarak varıp cennetiyle, cemaliyle müşerref olmayı nasip eylesin.
Gönül dolusu, kucak dolusu sevgiler, selamlar, hürmetler, dualar, temenniler...
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh...