Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,
Ramazan'ın, mübarek ayın sonlarına doğru yaklaştık. Kardeşlerimiz, Kadir gecesini dün kutladı. Allah ibadetlerini makbul eylesin ve nice nice kandillere, mübarek gecelere, Kadir gecelerine, bayramlara eriştirsin.
Bu konuşmamda sizlere on hususu hatırlatma niyetim var. Şu on maddeyi zikretmek ve hatırlatmak istiyorum.
Zekâtlarını ay çıkmadan, Ramazan ayı çıkmadan vermeye gayret etsinler! Çünkü zekât, bir sene geçtikten sonra tahakkuk ediyor ama her sene zekât veren insan, artık onun belli bir zamanını tespit etmiştir.
Mesela sene sonunda, dükkânlarda sayım yapılıp bütçe çıkarıldığı gibi, kâr zarar ölçüldüğü gibi. Her sene zekât verdiği için Ramazan'da zekât vermeye niyetlendiyse ki ben onu tavsiye ederim; o zaman Ramazan'dan Ramazan'a kârlarını, alacaklarını, borçlarını hesaplar, birbirinden çıkarır, zekât terettüp eden miktarının zekâtını verir.
Niye Ramazan'da zekât vermeyi hatırlatıyorum? Ramazan'ın çıkmasına birkaç gün kaldı. Çünkü aynı zekâtı Ramazan'da verirse sevabı fazla, Ramazan'dan sonra verirse sevabı az. Bir rivayete göre, Ramazan'da vermenin sevabı, yetmiş kat fazla.
Çünkü yudâafü fîhe'l-hasenât, "Ramazan ayında yapılan iyiliklerin mükâfâtları kat kat veriliyor."
Onun için bir kere zekât verecek zenginliğe sahip kardeşlerimin Ramazan çıkmadan zekâtlarını ayarlayıp fakirlere vermelerini tavsiye ederim. Yurt içinde olabilir. Bizim vakıflarımızla irtibata geçerlerse, Hakyol vakfımız ve İlksav vakfımızla irtibata geçerlerse...
İkinci hatırlatmak istediğim nokta,
Biliyorsunuz Allahu Teâlâ hazretleri bu güzel ayın sonunda fukarayı da yoksulları da düşünmemizi bir kurala bağlamış; fakirlere sadaka-ı fıtr, "fitre" denilen bir para veriliyor. Bu, "Bayram namazından çıkmadan, camiden dağılmadan önce fakirin eline geçsin." deniliyor. Tabi o bayram gününde, o telaşla camide; "Ben fitre vereceğim." diye etrafına baktığı zaman, orada bu işin tüccarları olacak. Fitre belki asıl yerine ulaşmayacak.
Onun için alimlerimiz kitaplara yazmışlardır. Fitre, bayramdan önceki günlerde de verilebilir. Onun için fitrelerinizi de hazırlayın, fakirlere verin.
Biliyorsunuz fitreler ancak özel kişilere verilir, tüzel kişilere verilmez. Zekât, sadaka ve fitrede "temlik şartı" vardır. "Bunu al kardeşim, bunu ben sana veriyorum." denildiği zaman, alabilecek bir kişilik olması lazım. İnsana, fakire vermek lazım. Fitreyi de vermenizi hatırlatıyorum.
Hatırlatmak istediğim üçüncü nokta:
Kadir gecesini kutladık, ama önümüzdeki geceler de yine değerli. Bir rivayete göre Peygamber Efendimiz; "29. gece de Kadir gecesi olabilir." diyor. Ayrıca arafe gecesi de çok sevaplı bir gece. Sene içinde ihyâsı düşünülen, içinde ibadet etmek gereken, kaçırılmaması gereken gecelerden birisi de Ramazan bayramının arefe gecesidir. Artık oruç bitti, teravih bitti, ertesi gün bayram, ama o gece çok sevaplı, çok feyizli bir gecedir. "O geceyi de ihyâ etmeyi, hayırla geçirmeyi, ibadetle geçirmeyi ihmal etmesinler." diye, onu da hatırlatmak istiyorum.
Üzerine bastırarak söylemek istediğim dördüncü nokta; biz Ramazan'da müslümanlar olarak bir eğitim gördük, takvâ eğitimi gördük. Müslümanlar olarak bir ihlâs eğitimi gördük. Burada kazandığımız güzel huyları, güzel ibadet alışkanlıklarımızı, yatma kalkma alışkanlıklarımızı, Ramazan'dan sonra da idame ettirmeli, devam ettirmeliyiz. Çünkü Allah'ın en çok sevdiği ibadetlerdir, devamlı ibadetlerdir. Az da olsa istikrarlı ve devamlı ibadet etmek makbuldür.
Bir tarlayı bir sürmek, bir yapıp bir terk etmek makbul değildir. Onun için Ramazan'ın havasını, güzelliklerini Ramazan'dan sonra kaybetmemek lazım. Zaten Peygamber Efendimiz de bize bunu sağlayacak bazı nasihatlerde bulunmuş.
Mesela Ramazan'dan, bayramdan sonra altı gün "Şevval orucu" var.
Demek ki oruçla ilgimizi kısmen tekrar canlandıracağız. O altı gün sitte-i şevval deniliyor. Şevval orucunu tutun. Sonra Şevval'in on üç, on dört, on beşinde. Zaten her ayın on üç, on dört, on beşinde; Arabî ayların, kamerî ayların, on üç, on dört, on beşinde eyyâm-ı biyz oruçları vardır. Peygamber Efendimiz hiç bırakmamış.
Onu da duvar takviminize işaretleyin; ailecek o günleri de oruçlu geçirin.
Sonra haftanın pazartesi ve perşembe günlerini Peygamber Efendimiz ekseriyetle oruçlu geçirirlerdi; o da bir sünnettir, sevaptır. Pazartesi perşembe oruçlarına da alışın. Görüyorsunuz insan oruç tuttuğu zaman hem sevap kazanıyor hem sıhhat kazanıyor hem de sindirim cihazı teşkilatı, midesi, karaciğeri biraz dinlenmiş, rahat etmiş oluyor. Bunlar bütün sene çalışan cihazlar.
Bu oruçlardan sonra beşinci tavsiyem:
Ramazan, Kur'an'ın indiği aydır. Kur'an'ın mukâbele edildiği, çok okunduğu bir aydır. Bu bakımdan "Ramazan, Kur'an ayıdır." diyebiliriz. Kur'ân-ı Kerîm alışkanlığımızı, Kur'ân-ı Kerîm'i okuma, takip etme, hatim sürme alışkanlığımızı -hem hocalar olarak hem de cemaat olarak- Ramazan'dan sonra devam ettirelim.
Kur'ân-ı Kerîm'e çok çalışalım, ezberimizi çoğaltmaya çalışalım! Çünkü Allahu Teâlâ hazretleri yarın mahşer yerinde, müslümana; "Kur'ân-ı Kerîm'i oku." diyecek; kaç âyet okursa okuduğu âyet sayısınca cennetteki derecesi yükseltilecek. Okudukça yükselecek.
Onun için ezberinde ne kadar çok âyet olursa derecesi, makamı, ikramı o kadar çok olur. Kur'ân-ı Kerîm'i ezberlemeye, hatim sürmeye devam edelim. Tabi ahkâmını öğrenip de Kur'an müslümanı olmaya, Asr-ı Saadet müslümanı olmaya, takvâ müslümanı olmaya, dinimizin ahkâmını tam uygulayan has müslüman olmaya da çalışmak lazım.
Sonra Ramazan'da teheccüd namazı kıldık. Hani, "Geceleyin sahura kalktığınız zaman abdest alın, teheccüd kılın!" diye tavsiye etmiştim. Tabi belki bazıları ihmal etmiştir ama hiç olmazsa teheccüd vaktinde uyandık, "sahur" diye uyandık.
İşte o sahur vakti, teheccüd vakti.
Demek ki o sahur vakti gibi zamanlarda, Ramazan'dan sonra da yine kalkarak, abdest alıp namaz kılalım. Çünkü "Geceleyin kılınan iki rekât namaz, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlıdır." diye Peygamber Efendimiz'in tavsiyesi var, teşviki var ve ikazı var. Ayrıca Peygamber Efendimiz'e de;
Ve mine'l-leyli fe-tehecced bihî nâfileten lek. diye Kur'ân-ı Kerîm'de emredilmiş bir namazdır teheccüd.
Efendimiz mutlaka yapardı. Tabi biz mutlaka yapma durumunda değiliz, ama yaparsak sevap alırız. Ayrıca yine hadîs-i şerîflerde tavsiye edilmiş olan işrak namazı, güneşin doğmasından yarım saat, kırk dakika geçince kılınan; duhâ namazı, öğle ile sabah arasında, onda on birde kılınan; evvâbîn namazı, akşam namazının arkasından kılınan namazlar.
Bu namazları da kılalım; bunların sevapları çok.
Geceleyin de abdest alacağız. Tabi abdest alınca tecdîd-i vudu' denilen, abdesti yeni almaktan dolayı namaz kılmak sünnettir. Namaz kılıp abdestli yatmaya dikkat edelim. Çünkü abdestli yatanın bütün gecesi ibadet olur. Bunu da unutmayın!
Altıncı tavsiyem de bu.
Ramazan'da elimizde tesbihler, dilimizde zikirler, camilerde, işyerlerinde hep sevap kazanmaya gayret ettik. Ben hadîs-i şerîflerde Peygamber Efendimiz'in tavsiye ettiği zikirlerden bazılarını hatırlatmak istiyorum. Kardeşlerim bunları etraflarındaki tanıdıklarına da versinler, rica ediyorum. Günde;
Yüz, Estağfirullah demek; bir.
Yüz, lâ ilâhe illallah demek; iki.
Bin defa Allah lafza-i celâli zikretmek; üç.
Yüz defa salavât-ı şerîfe çekmek, Peygamber Efendimiz'e salât u selâm getirmek; dört.
Yüz tane de Kulhüvallâhu ehad suresini okumak; beş.
Bu zikirleri tavsiye ediyorum, rica ediyorum. Peygamber Efendimiz2in tavsiye ettiği zikirlerdir. Ramazan'dan sonra da kardeşlerimiz bu tesbihleri günlük olarak çekmeye devam etsin.
Sekizinci tavsiyem; kardeşlerimizin birçoğu itikâfa girdi. Telefon açtılar, izin istediler, sordular. Hanımlar evlerinde itikâfa girdi, beyler camilerde itikâfa girdi.
İtikâf; "artık tamamen ibadete yoğunlaşmak" demektir. Camide yatıp kalkıp uykusunu azaltıp çok ibadet etme ibadetidir. "Camiye sığınıp caminin ehli olmak, cami kuşu olmak" ibadetidir. Küçük halvettir.
Halvet veya çile de çok büyük ibadettir, biliyorsunuz. Kırk günlük bir ibadettir. İtikâf da on gün olduğu için biraz küçük oluyor. Onun için "küçük halvet" diyebiliriz.
Ama bu itikâf'ı bıraktık, Ramazan bitti, günler doldu, bayram oldu.
Ondan sonra ne yapacağız?
Ondan sonra büyüklerimizin bize tavsiye ettiği halvet der encümen esasına göre yaşayacağız. Halvet der encümen, Farsça bir tabirdir.
"Toplumun içinde, sanki halvetteymiş gibi güzel hâlini devam ettirmek, halk arasında Cenâb-ı Hak ile olmak."
Bir de şöyle demişler:
Eli kârda, gönlü yarda olmak.
Kâr, "iş" demek. Bir taraftan eli tornada iş yapıyor, alıyor, veriyor veyahut dikiyor, biçiyor, kesiyor; eli işte, eli kârda, gönlü yarda. Yâr, "Cenâb-ı Hak."
Asıl mahbup, asıl sevilen, sevilmesi gereken, asıl maksut Cenâb-ı Hak.
Onun için halvet der encümen, "halkın arasında iken sanki itikaftaymış gibi, halvetteymiş gibi müslümanca yaşantısını devam ettirmek, Cenâb-ı Hak'tan gafil olmamak. O'nun her yerde hâzır ve nâzır olduğunu bilerek, güzel Müslümanlığını sürdürmek. Bunu tavsiye ederim.
Dokuzuncusu; helâl kazanmaya devam...
Bu çok mühim! Çünkü haram lokma yedi mi insanın kırk gün ibadeti kabul olunmuyor. Bir haram lokma yediği zaman kırk günü yanıyor, ibadetleri bile kabul olmuyor.
Onun için lokmaların helâl olması çok önemli...
Rüşvetten, hırsızlıktan, gadirden, gasptan, aldatmacadan, yalan yere yeminden ve sâir gayrimeşru yollardan, çirkin yerlerden eğer herhangi bir para gelmişse onlar insanı mahvediyor, mâneviyatını söndürüyor, öldürüyor. Kalbini çalışmaz, kapalı, kapatılmış, cezalandırılmış, mühürlenmiş hâle getiriyor.
Onun için helâl lokma yemek, çok mühim. Helâl lokma kazanmaya dikkat edecek ve haramların her çeşidinden, özellikle haram kazanç ve haram lokmadan çok uzak duracak.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Onuncu tavsiyem de şu:
Bu ibadetleri hep kendimiz için yapıyoruz; "Sevap kazanalım, âhirette yüzümüz gülsün, mükâfâtımız çok olsun." diye.
Ama en sevaplı iş, en büyük kazanç, müslümanlara hizmetle elde edilir. İslâm'a ve müslümanlara hizmet etmeyi, yardımcı olmayı, aklımıza, gönlümüze yerleştirelim. İslâm'a yardımcı olalım. Müslümanlara yardım elini uzatalım, hizmete koşalım, yardıma koşalım.
Hizmetin çeşitlerini, yardımın nasıl olacağını kitaplarımızdan, vakıflarımızdaki kardeşlerimizden sorup öğrenebilirsiniz. "Hangi işler sevaplı, neleri yaparsak çok sevap kazanırız? Ne yapmamız lazım? Nasıl çalışmamız lazım?" diye.
Ben diyorum ki bu Ramazan'dan sonra âdeta bir seferberlik ilân edelim. "İslâm'a yardım seferberliği, müslümanları korumak ve İslâm'ın içinde bulunduğu kötü şartları izâle etmek, güzel bir duruma getirmek; müslümanların hayat seviyelerini, bilgi seviyelerini, tahsil seviyelerini düzeltmek ve onlara yönelmiş olan tehlikelerden onları korumak seferberliği" diyelim.
Güneydoğu Asya'yı, Endonezya'yı, Malezya'yı, Pakistan'ı, Hindistan'ı biliyorum. Tabi bizim bilmediğimiz yerler de var, Afrika ülkeleri var. Her gün bir haber geliyor; çatışmalardan, kabilelerin birbirlerine saldırmasından, şu kadar insanın öldüğünden haberler duyuyoruz.
Bilmiyoruz ki o ölenler kimler, öldürenler kimler, ne oyunlar dönüyor?
Ama bildiğimiz bir şey var; dünya çapında teşkilatlı, gizli bir yerlerden idare edilen, İslâm düşmanı, İslâm'a karşı çok büyük bir çarpışma ve Müslümanlığı yeryüzünden âdeta kazıyıp yok etme çalışması var.
Kazıyabilecekler mi?
Tabi kazıyamayacaklar.
Teknolojileri ne kadar ileri olursa olsun, ellerindeki âlet edevat, ordu, silah ne kadar çok olursa olsun, İslâm'ı kazıyamayacaklar. Sonunda İslâm hakim olacak, her yere hakim olacak. Doğu'ya Batı'ya hâkim olacak! İslâm gâlip olacak, Allah'ın nuru sönmeyecek.
Yürîdûne liyutfiû nûra'llahi bi-efvâhihim va'llâhu mütimmü nûrihî velev kerihe'l-kâfirûn.
Kâfirler, müşrikler istemeseler bile Allah nurunu devam ettirecek. Kıyamete kadar da bir zümre, uyanık bir zümre, akıllı, takvâlı, vefalı, sadakatli bir zümre İslâm'a hizmet edecek.
Lâ tezâlü tâifetün min ümmetî zâhirîne ale'l-hakkı hattâ tekûme's-sâah.
"Kıyamet kopuncaya kadar Cenâb-ı Hakk'ın dinini destekleyen iyi insanlar, bir iyi topluluk mevcut olacak!" mealinde pek çok rivayetleri olan bir hadîs-i şerîf var.
İşte müslümanların onlardan olmaya çalışması lazım. İslâm için, İslâm'ın yerleşmesi, tanıtılması, öğretilmesi, öğrenilmesi, korunması, yaygınlaştırılması için çalışmak lazım.
Orta Asya var, İslâm'ı bilmiyorlar. Balkanlar var, İslâm'ı bilmiyorlar. Orada mağdur müslümanlar var. Afrika var, çevremizde Kuzey Irak var.Buraları çok önemli görüyorum, çok kalabalık nüfusların barındığı yerler.
Endonezya iki yüz milyon nüfuslu, dünyanın en büyük İslâm ülkesi. Ama misyonerler harıl harıl çalışıyor. Fitne fesat kazanları harıl harıl, fokur fokur kaynatılıyor.
Çok güzel bir kalkınma gösteriyordu; %9 - %10 oranında yıllık gelişme gösteriyordu. Endonezya'yı birden bire buhranların, bunalımların içine attılar, ittiler. Bir şeyler dönüyor.
Her yerde İslâm'a hücum var; İslâm'ı sindirme, bastırma, yok etme çalışmaları var.
O halde müslümanlar da alarm çalınmış gibi, seferberlik duygusuyla seferber olacak. "İslâm'a yardım etmem lazım, müslümanlara hizmet etmem lazım. Müslümanların hayat seviyelerini geliştirmem lazım. Mağdur müslümanlara yardımcı olmam lazım. Mazlum müslümanları zulümden kurtarmaya çalışmam lazım!" diye İslâm için çalışacak.
Allahu Teâlâ hazretleri oruçlarınızı, teheccüdlerinizi, teravihlerinizi, Kur'ân-ı Kerîm mukabelelerinizi, zikirlerinizi, hatimlerinizi, tesbihlerinizi, hayır hasenâtlarınızı, ikramlarınızı, iftar sofralarınızı, sahur sofralarınızı, sadakalarınızı her türlü güzel ibadet ve taatlerinizi lütfuyla, keremiyle kabul eylesin. En yüksek mükâfâtlarla taltif eylesin, değerlendirsin.
Nice nice Ramazanlara sıhhatle, âfiyetle erişip nice nice böyle sevaplar kazanmayı; ömrünüzü Cenâb-ı Mevlâ'nın rızası yolunda geçirmeyi, Kur'ân-ı Kerîm'in gösterdiği, aydınlattığı nurlu yoldan yürümeyi nasip etsin.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in kendi hayatında bizzat yaşayarak, uygulamalı olarak gösterdiği has Müslümanlık, Asr-ı Saadet Müslümanlığı.
"Sahabe Müslümanlığı" diyorum ben.
Latife olarak Müslümanlığı ikiye ayırıyorum, belki kitaplarımda okumuşsunuzdur: Bir, zamane Müslümanlığı var; bir sahabe Müslümanlığı var.
Sahabe Müslümanlığı; tam Kur'ân-ı Kerîm'e uygun, Allah'ın rızasına uygun, takvâya dayalı, ihlâslı, hâlis, muhlis, tertemiz, pırıl pırıl bir has Müslümanlık...
Bir de zamane Müslümanları, maalesef İslâm'ı öğrenmiyorlar, İslâm'ı kendi keyiflerine göre eğip büküp; "İşte bu İslâm'dır, canım böyle de olsa olur." gibi kendi kafalarından bir İslâm ortaya atıyorlar. Çok günahlara giriyorlar, çok hatalar işliyorlar, çok yanlışlar yapıyorlar ve diyorlar ki;
"İşte bu İslâm! İslâm böyle olmalı!"
Veyahut; "Benim aklım buna ermez." diyorlar, Allah'ın emirlerini kabul etmiyorlar. Peygamber Efendimiz'in sünnetini reddediyorlar. Bir yol tutturmuşlar; dünyaya dalıp, zevk ü sefâya aldanıp kendi bilgilerine, daha doğrusu cahilliklerine dayanıp kendi akıllarıyla mağrur olup yanlış şeyler yapıyorlar. Çok yanlış!
Büyük günahları bile gülerek, keyifle, latife yollu işliyorlar ve şaka konusu yapıyorlar. Halbuki onlar hiç şakaya gelmez, günah1 Allahu Teâlâ hazretleri onların hesabını sorar. Çok yaygın bir cahillik var.
Bir de İslâm'ın güzelliklerini görmeyip göstermeyip İslâm'ı kötü göstermek için sinsi sinsi, sabah akşam, yatıp kalkıp şeytanlarıyla istişare edip; "Şu müslümanları nasıl küçük düşürebilirim? "İnsanlar şu İslâm'ı beğenmesin de İslâm'a girmesinler, diye acaba nasıl karalayabilirim, lekeleyebilirim?" diye düşünen fitneci fesatçı insanların, dalavereli propagandaları, reklamları, yazıları var. Çeşitli saptırmaları var. Maalesef birçok kimse de onlara aldanıyor.
Aldatan, aldanacak insan bulamasa aldatmayı yapamaz. Ama aldanacak bir sürü şaşkın, cahil olunca, aldatanlar da çoğalıyor. Dünya üzerinde şu sırada bir hayli aldatıcı var.
Neden?
Çünkü dünyadaki insanlar aldanmaya müsait. "Gel beni aldat!" diye âdeta çanak tutuyorlar.
Bir de müslümanlar, zamanenin keyiflerini, zevklerini, zamane insanlarının yaşantılarını görüp imrenince, kendileri de o tarafa meylediyorlar. Bu sefer İslâm'ın emirlerini te'vil ediyorlar. Yorumlayarak; "Canım, İslâm öyle demez, herhalde böyle der!" diye kendilerine göre İslâm'ı uyarlamaya çalışıyorlar. Kendilerinin gayr-i İslâmî yaşantılarını sanki İslâmiymiş gibi göstermek için İslâm emirlerini uyarlamaya çalışıyorlar.
"Canım işte Peygamber Efendimiz'in zamanında öyle olmuş da –sözünü çok duymuşsunuzdur- şimdi bu devirde artık öyle olur mu?"
Halbuki olur; olacak şey olur. Zaten zamana göre değişecek şeyin de değişmesi için dinimiz emir veriyor.
Peygamber Efendimiz'in mescidi nerede, şimdiki Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî nerede? İçinde her türlü imkân, konfor var; soğutma cihazları var, her türlü aydınlatma cihazları var.
Neden?
İhtiyaca göre bir gelişme var.
Zaten İslâm kendisi gelişmeyi teşvik ediyor. Gelişen şeyler var, değişmeyen hakikatler var. Dürüstlük, doğru sözlülük her zaman, dünyanın her yerinde, tarihin her devresinde kıymetlidir. O değişmez ki o aynen kalacak. Değişecek şey var, değişmeyecek şey var.
İşte birçok kimse bakıyorum, müslüman aile, ama yaşantısı itibariyle müslüman bir yaşantı içinde değil. Hıristiyan gibi, gayrimüslim gibi; hiçbir fark yok. Yan yana koysan, belki gayrimüslim biraz daha iyi.
Mesela ben şimdi Avustralya'da kalıyorum. Avustralya'nın Almanya'dan çok büyük farkı var. Televizyonlarına bakıyorum, çok daha müeddep. Almanya'da iş biraz kaymış, çığırından çıkmış gibi görünüyor.
Ülkeden ülkeye fark var. Bazıları daha mazbut, daha dindar, dinlerini yaşıyorlar. Burada öyle şehirler, kasabalar var ki dindar ve dindar gruplar kurmuşlar. Dinlerini güzelce uygulamaya gayret ediyorlar.
Müslümanlar ise onlar kadar bile olamamış, tamamen kaybolmuş.
"Babam müftü, dedem şeyh, akrabam meşhur alim!" diyorsun, ama sen nesin?
Filanca alimin çocuğu bakıyorsun zalim olmuş. Filanca mübarek zâtın çocuğu bakıyorsun, dinsiz olmuş, dinden imandan çıkmış, raydan çıkmış.
Bunları niçin söylüyorum?
İslâm'ın yardıma, hizmete ihtiyacı var; bizim de İslâm'a hizmet borcumuz var. Nasıl devlete askerlik borcumuz varsa İslâm'a hizmet borcumuz var.
Müslümanların dertleriyle dertlenmemiz lazım.
Müslümanların dertleriyle biz ilgilenmezsek kim ilgilenecek?
Hıristiyanların dertleriyle ilgilenen teşkilatları var, kilise teşkilatları var, büyük müesseseleri var. Kuruluşları, silsile-i merâtipleri var; başkanları, papazları, papaları var. Hıristiyanların böyle, yahudilerin öyle büyük teşkilatları var. Amerika arkalarında, Avrupa arkalarında.
Rusya'da bakın ne kadar değişiklikler oldu. Polonya'da komünist bir ülkeyi ne hâle getirdiler, kendi akıllarına, mantıklarına, görüşlerine göre nasıl kurtardılar?
Demek ki çalışıyorlar.
O halde müslümanlar için kim çalışacak?
Çalışacak hiçbir mercî yok. Hepsi baskı altında. Müslümanlar gafil. Müslümanlar sadece kişisel Müslümanlıklarını yaşıyorlar, toplumsal Müslümanlığı ihmal ediyorlar, toplum hizmetlerini ihmal ediyorlar.
Biz Türkiye'de kardeşlerimize rica ettik:
"Bulunduğunuz yerde hayır dernekleri kurun. Ağaçlandırma, orman yapma dernekleri kurun. Okul, eğitim dernekleri kurun. Hanımların eğitimine önem verin." dedik.
Şimdi de rica ediyorum:
"Çocuklar için de gençlik, idman ve izcilik dernekleri kursunlar."
Çocuklar da düzenli yetişsin. Toplum hizmetlerini bilen insanlar olarak yetişsin.
Topluma hizmet edelim ki toplumumuz çok geri kalmış, çok geride kalıyor. Durduğu yerde durduğu zaman bile ötekiler ilerleyince geride kalıyor. İleriye doğru giderken bile yavaş gidince hızlı gidenler onu geçiyorlar, o geride kalmış oluyor.
Maalesef toplumumuz çok kötü durumda ve ahlâk değerleri zedelenmiş olduğu için de zarar görüyor. Öteki toplumlarla yarışacak durumda değil, geri. Ben uzaktan bakıyorum, ölçüyorum, üzülüyorum. Çünkü kendi ülkem, benim ülkem elbette iyiliğini isterim, birinci olmasını isterim. Ülkelerin sıralanmasında en üstün olmasını, en başta olmasını isterim.
Ama bu böyle lafla olmaz. Önce bir ahlâk lazım; toplum ahlâkı, basın ahlâkı, yönetim ahlâkı lâzım! İnsanlık anlayışı lazım, vesaire…
Bunlar olmayınca da öteki şeyler olmaz. Ahlâk olmayınca ticaret bile olmuyor; her şey aldatmayla gidiyor. Hiç bir mal normlarına, standartlarına uygun imal edilmiyor. Her şeyde hile ile karşılaşıyorsunuz. Ticaret bile olmuyor, sanayi bile olmuyor.
Onun için her şeyin başı bu toplumsal kurallar, içtimâî düzeni sağlayan güzel ahlâk kuralları, âdâbı, ahlâkı.
Bunların da hep öğretilmesi lazım ve insanların bunlara göre eğitilmesi lazım.
Kitapta yazmak yetmez, öğretmek yetmez, eğitmek lazım, benimsetmek lazım. Hayatını ona göre geçirmesini öğretmek lazım.
Aziz ve sevgili dinleyiciler!
Onun için lütfen toplumsal hizmetlere koşun. Toplumsal hizmetlerdeki görevinizi sorun, öğrenin. Kendi imkânlarınıza, yetişmenize, gelişmenize, şartlarınıza göre ne seviyede, ne kadar çok hizmet yapıp ne kadar çok sevap alabileceğinizi düşünün ve onları yapmaya koşturun.
Allah'ın selamı rahmeti, bereketi üzerinize olsun. Allah iki cihanda cümlenizi aziz ve bahtiyar eylesin.