Bismillâhirrahmânirrahîm
Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh, alâ külli hâlin ve fî külli hîn.
Ves-salevâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedini'l Mustafa ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'd din.
emmâ ba'dü
Fa'lamû eyyühe'l-ihvân fe-inne efdale'l hadîsi kitâbullahi ve efdale'l-hedyi hedyü seyyidinâ Muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem. Ve şerre'l-umûri muhdesâtühâ. Ve külle muhtesetin bid'atün. Ve külle bid'atin delâletün. Ve külle delâletin ve sâhibehâ fi'n-nâr ve bis-senadi'l muttasılü ilen-nebiyyü sallalahü aleyhi ve selleme ennehû kâl
Kâne yukallesu lehû yevme'l-fıtri.
"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e Ramazan Bayramı gününde def çalındığı, tempo tutulduğu olurdu; ses çıkartmazdı."
Çünkü Ramazan Bayramı biz Müslümanların sevinç hâli, onun masum bir şekilde yapılmasına ses çıkarmazdı. O derecede, ölçüde, o çizgide kalmak şartıyla müsaade buyurmuş.
Bir keresinde Ebû Bekir es-Sıddîk Efendimiz geldiği zaman, Ömer el-Fâruk Efendimiz geldiği zaman kadınlar kendi aralarında def çalarlarken onlar geldi diye hepsi bir kenara kaçıştılar. Peygamber Efendimiz; "Onlara dokunmayın, onların keyfilerini bozmayın." dedi. Gayrimeşru bir şey yapmıyorlar, Ramazan Bayramı'nda normal, masum bir sevinç. Bir sevinç izharı; masum ölçüler içinde, sevincin izharı için müsaade eylemiş.
Kâne yukallimu ezfârehû ve yekussu şâribehü yevme'l-cumuati kable en yerûha ile's-salâti.
Hadîs-i şerîf Ebû Hüreyre radıyallahu anh'ten rivayet:
"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, cuma günü tırnaklarını keserdi, bıyığını kısaltırdı, uzayan kısımlarını kısaltırdı. Peygamber Efendimiz cuma günü Cuma namazına gitmeden önce bu işleri yapar öyle giderdi."
Bu niçin bu tarzda ifade edilmiş?
Cuma, müslümanların bayramı, haftanın günlerinin en şereflisidir, kıymetlidir, güzeldir, nurludur, sevaplıdır. Cuma günü çok sevaplı bir gündür. Cuma günü müslümanların bayram günüdür, cuma günü bazı rivayetlerde bayram günlerinden daha sevaplıdır. Haftada bir geliyor elhamdülillah, Ramazan Bayramı senede bir gün geliyor, Kurban Bayramı senede bir geliyor. Allah bizi haftada bir cumaya kavuşturuyor, kıymetini bilene ne mutlu!
Cuma namazı çok kıymetli, cuma günü, cuma gecesi çok kıymetli, çok sevaplı, salât u selâm getirmek çok değerli!
Bazıları; "Cuma gününde Müslümanın bayram günü diye acaba yapılmaz mı?.." gibi şeyler düşündükleri için Peygamber Efendimiz öyle bir yasak koymamış. Tırnaklarını keserdi, bıyıklarını kısaltmak gerekiyorsa kısaltırdı; camiye öyle giderdi.
Bazıları diyorlar ki; "Bırak, kıl da cumasını görsün, bayramını görsün!"
Öyle bir şey yok! Kesme de, tıraş olma da o da cumasını görsün. Öyle bir şey yok! Cumaya temiz, pak, güzel kokular sürülmüş, gusül abdesti almış, ter kokusu olmadan, güzel elbiseleri giymiş, tertemiz elbiselerle, çoraplarla gitmek sevap; erken gitmek sevap; güzel bir tavırla gitmek, temiz pak bir halde gitmek sevap. Saç sakal birbirine karışmış, bıyıklar uzamış, ağzın içine dönmüş girmiş, tırnaklar uzamış, altına toz toprak girmiş…
"Ben dünyayı metalik vermeyen zahid bir insanım, aldırmıyorum."
Öyle şey yok! İslâm temizlik dini!
"Benim kalbim temiz…"
Hem kalbin hem dışın temiz olacak, hem namaz kıldığın yer hem elbisen temiz olacak, hem vücudun hem kalbin temiz olacak! Temizliğin her kademesine hepsine birden riayet edeceksin! Parmakların temiz olacak, tırnakların kısa olacak, altı kirli olmayacak. Koltuk altların kazanmış olacak, kıllar mısır püskülü gibi uzamış olmayacak, kasık araları temizlenmiş olacak. Ağzın, burnun tertemiz olacak. Cuma günü bir boy abdesti alacaksın, tertemiz, güzel kokular süreceksin, temiz elbiseler giyeceksin, öyle geleceksin.
"Hocam, elbisem çok yeni, terziye yaptırdım, bayağı da iyi kumaştan yaptırdım, pahalı da; cuma günü eski pantolon giyeyim camiye öyle gideyim, ütüsü bozulmasın, bu pantolonun dizi çıkmasın…"
Yanlış bir mantık! En temiz, en güzel kıyafetinle gideceksin çünkü müslümanların bayramıdır! Camide senin güzel kokundan herkes sevinecek. Senin yanında durmaktan adamın burnunun direği kırılmayacak. İnşaatçı inşaat hâliyle geliyor, boyacı boyacı hâliyle geliyor, kasap et kokusuyla geliyor, filanca filanca kokuyla geliyor…
Bizim Erzurumlu dayı da Erzurum'da yün çorabı giymiş, gelmiş. Otobüste ayağı ısınmış, soğumuş, terlemiş… Şadırvanda ayağını yıkıyor. Kirli çorabı üstüne giyiyor. "Acaba birkaç tane koyun mu girdi içeriye…" filan diye burnunun direği kırılacak gibi, cemaat rahatsız oluyor. Bırak çorabını, sok pabucun içine, gıcır gıcır ayaklarınla tertemiz gel. Temiz olacak ve etrafındakiler ezalanmayacak, güzel kokular süreceksin. Sekinet ve vakar ile geleceksin, namazı kılacaksın.
Kâne yekûlu li-ehadihim 'inde'l-mu'âtebeti mâ lehû teribe cebînuhü.
Ahmed b. Hanbel ve Buhârî rahmetullâhi aleyhimâ, Enes radıyallahu anh rivayet etmişler:
"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir kimseye biraz itap edecek, sitem edecek, laf dokunduracak olsa ancak şu kadar söylerdi: Ne oluyor şu alnı topraklanasıcaya! "
"Sana ne oluyor, bu yaptığın doğru mu?.." tarzında değil de üçüncü bir şahıstan bahseder gibi; "Filanca şahsa ne oluyor?" diye böyle anlatırdı. İkazı bu kadardı. Biz; "laf çakıştırma" diyoruz ya; kızması, azarlaması ancak bu kadardı.
Peygamber Efendimiz kızmazdı.
Senelerce kendisinin hizmetinde bulunan bir kimseye kızdığı dahi görülmemiş, ancak; "Alnı topraklanasıca!" [demiş]. Bu Araplar'ın bir tabiri, bazen Teribet yedâke derler. Bu şaka, latife yollu bir söz: Elleri topraklanasıca!
Peygamber Efendimiz'e birisi gelmiş, sormuş:
"Nasıl bir kızla evlensem, uygun olur, hangi evsafta bir kızla evlenmeliyim?"
Hani güzel mi olsun, endamlı mı olsun, vücut ölçüleri şöyle böyle veyahut soylu soplu; falancazâdelerden filancanın kızı mı, asaletli mi olsun, boylu poslu mu, zengin mi olsun, güzelliği mi dillere destan olsun, aman Allah dedirten cinsten mi olsun?..
Peygamber Efendimiz; "Dini, ahlâkı güzel olanını seç sen ey elleri toprak olasıca!"
İnsan bir konuşmada sevdiği bir kimseye sevinçli bir münasebetle söyler.
"Kimle evleneyim yâ Resûlullah?" deyince diyor ki;
"Bir kadın şu sebeplerle nikâhlanabilir: Soyundan dolayı, güzelliğinden dolayı, parasından dolayı; sen dindarlığından, takvâsından dolayı bir kimseyi nikâhlamaya azmet, öylesini seç elleri toprak olasıca!"
Anlıyoruz ki herhalde bunu tebessümle söylüyordu. Sevgi, latife yolu: Elleri toprak olasıca!
Birisine itap edecek, sitem edecek olsa en çok ne diyormuş?
Mâ lehû teribe cebînuhû. "Alnı toprak olasıcaya ne oluyor, niye böyle yapıyor?"
Bazısı diyor ki; "Burnu yerden sürtsün!"
O zaman, başı yere geldiği zaman alnı toprak olur, bu mânaya.
Bazısı da; "Hayır, namaz kılasıca!"
Secde ettiği zaman alnı toprak göresice, diye "Lehine duadır." diyenler de var.
Efendimiz bu kadar söylermiş. Nefsi için kızması yok! Hele sen İslâm'ın ahkâmına bir dokun, o zaman celallenirdi, bir damarı kabarırdı. Hutbeye, minbere çıktığı zaman bir başkomutan gibi gözleri kızarırdı, celalli konuşurdu.
[Mehmed Zahid Kotku] Hocamız rahmetullâhi aleyh de öyleydi. Demek ki o mânada Resûlullah'a ittiba etmiş. Hutbe okurken ödümüz patlardı, yüzüne bakmaya korkardık. İnecek bizi dövecek diye korkardı, dövmezdi. Sanki bize öyle gelirdi, öyle celalli konuşurdu, yüreğimiz hop hop hoplardı. Yüreğimiz ağzımıza gelir tekrar geri giderdi, öyle celalliydi.
Resûlullah böyle yaparmış da Resûlullah'ın ahlâkıyla ahlâklanmasından dolayı öyle yapıyormuş. Rahmetli [Mehmed Zahid Kotku] Hocamız hutbede celallenirdi.
Allah'ın emri çiğnendiği, yasak iş yapıldığı zaman celallenirdi, ama kendisine karşı ufak tefek kusur etmişler, o zaman latife yollu söylerdi. Sitem bile sayılmazdı; dua mı beddua mı, o da belli değildi. "Alnı toprak olasıca…" deyip geçiyormuş.
Güzel ahlâkının bir sahnesi; perde aralanıyor, Resûlullah'ın ahlâkının güzelliğini birazcık görüyorsun, ağzına biraz tat geliyor. Daha çok tanısan daha çok gelecek, âşık olacaksın, o zaman feleğini şaşıracaksın, ne yapacağını şaşıracaksın. Allahu Teâlâ hazretleri, gönlümüze Resûlullah sevgisini iyice yerleştirsin.
Peygamber Efendimiz; "Bir gönle Resûlullah'ın sevgisi girer bulaşırsa o gönül cehennem ateşi görmez!" diyor.
"Ben Resûlullah'ı çok seviyorum, dayanamıyorum, hac zamanı gelse veya umre olsa da o mübarek topraklara gitsem…" Yunus Emre'nin;
Bir mübarek sefer olsa da gitsem
Kâbe yollarında kumlara batsam
dediği gibi; "Ah hani o dergaha bir yüzümü sürsem!"
Ah o sevgi insanın kalbine bir yerleşti mi onu cehennem ateşi yakmaz.
Osmanlı şairlerinden Hakanî Bey diye birisi var.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in mübarek hilye-i şerîfesini; yüzü nasıldı, gözü nasıldı, kaşları ne edadaydı, kirpikleri nasıl kıvrıktı, gözleri nasıl tatlıydı… [yazmış].
Rüyada Efendimiz'i görmüş. Efendimiz ona iltifat buyurmuş, o da Efendimiz'in iltifatına mazhar olarak ruhunu teslim etmiş.
Neden?
O sevgi bir insanın kalbine birazcık bulaştı mı, o güzel koku insanın kalbine biraz karıştı mı -iksir gibi bir şey- cehennem ateşi o kalbi yakmaz, o kimse cehenneme girmez. Onun için çocuklarınızı yetiştirirken Resûlullah'ın sevgisiyle yetiştirin!
Hoşuma gitti; bizim torunları bir anaokuluna vermişler, geçenlerde evlerine gittim. Küçük çocuk, daha dört yaşında, peltek peltek;
Hüvallâhüllezî lâ ilahe illallahû er-Rahmân, er-Rahîm, el-Melîk, el-Kuddûs, es-Selâm, el-Mü'min, el-Müheymin… Epeyce 20-30 tane Esmâü'l-Hüsnâ'yı saydı.
"Nerede öğrendin?" dedim.
Anaokulunda, bayağı ciddi ciddi öğrenmiş. Bir rivayet var:
"Esmâü'l-Hüsnâ'yı ezbere bilen, ezberleyen, hafızasına alan cennetlik olur, cennete girer."
Men ahsâhâ dehale'l-cenneh. "Cennete girer."
Küçücük yaşta öğretiyorlar. Sen Esmâü'l-Hüsnâ'nın şu kadarını ezberledin, diye bir de tesbih hediye etmişler. Ötekisi de tesbihi almış berikisi de almış. Seviniyor, geceleyin kalkıyor, babasının yanına [gidiyor]: "Biraz Esmâü'l-Hüsnâ'ya çalışalım. Yarın imtihan olacağız." İşin ucunda tesbih var, mükâfat var diye çocuk heves ediyor.
Çocuğu Allah sevgisiyle yetiştirmek, Peygamber sevgisiyle yetiştirmek, dindar yetiştirmek… Çocuk böyle yetiştirilmeli, böyle olmalı, böyle mekteplere verilmeli.
Sen çocuğuna Resûlullah'ın sevgisini öğret, imanı öğret, Kur'an'ı öğret, Allah yolunu öğret, Allah sevgisini öğret, bizim yolumuzun da nice güzellikleri, incelikleri var, onları öğret…
"Hocam, güzel sanatlardan bir sanat?.."
O gâvurun güzel sanatı, gâvurun zevki!
Nasreddin hoca ne demiş?
"Soğanla yoğurt yedim ama ben de beğenmedim." demiş, tadını beğenmemiş. Herkes bir usul buluyor, bir şey yapıyor. Soğanla yoğurdun tadını almamış.
İnsanın yaptığı şey güzel olmalı. Elhamdülillah dedelerimizin çinilerini herkes beğeniyor. Avrupa'ya ihraç ediliyor vs. Camileri herkes beğeniyor, geliyorlar. Allah Allah, ne kadar güzel… Nakışları, ciltlerimizi, Kur'ân-ı Kerîmlerimiz'i herkes beğeniyor. Müzelerimizdeki eşyalarla iftihar ediyoruz. Müslümanın ruhu güzel, eseri de güzel olur, her şey güzel olur.
Onun yerine ne var?
Nakış var, tezyinat, tezhip var, cilt sanatı, dokuma sanatı var; sen sanatını, güzellik duygunu başka bir yerde, başka meşru güzelliklerle tatmin et! Ne diye haramlara bulaşıyorsun; eve melek girmeyecek, Allah hesap soracak!
Olmaz!
"Kedi koysam olmaz mı?"
Olmaz!
"Kartal, şahin resimleri?"
Olmaz!
"Duvarda geyik resimleri?.."
Olmaz, câiz değil, uygun değil, yanlış! Oraya bir âyet-i kerîme koy, bir hadis koy; gören ibret alsın, mânası ne desin. Onun için vaaz, nasihat olsun. Veyahut güzel bir şey koy; bir çiçek koy, camimizde motifler var, çiçekler var, tamamen süssüz değil, yukarısı aşağısı… Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Biz Müslümanların da zevki âlâların âlâsıdır, haram değildir, helal yoldandır.
Bizim ne olduğumuzu bizim idrak etmemiz. Benliğinizi, İslâm şuurunu bilmeniz lazım.
"Ben Müslümanım arkadaş, o kadar!"
"ye şu faizi!"
"Ben haram yemem."
"Gel gazinoya gidelim, felekten bir gece çalalım…"
Çalmanın hangisi hayır getirmiş ki, bu hayır gelsin!
"Ben gitmem öyle yere; gidersem Kur'an okunan yere giderim, ilim irfan meclisine giderim. Hiçbir şey bulamazsam sefalı, manzaralı bir yere giderim. Orada Allah'ın güzelliklerini temaşa ederim, güneşin batışını, doğuşunu seyrederim. Bahar dalını seyrederim, tepeden tırnağa çiçek açmış ağacı seyrederim…"
Deli eder insanı bu dünya
Şu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç
Deli eder tabii, baktığın zaman hayran kalırsın.
Kışın bu ağaç çırıl çıplaktı. Bu süsleri nereden aldın, nereden buldun, tepeden tırnağa çiçeklenmiş; baktığın zaman hayran kalıyorsun, bakılacak nice güzellikler var!
Allah bize Müslüman olduğumuzun şuurunu kaybettirmesin. Adımımızda, oturmamıza, kalkmamıza, konuşmamıza, zevkimize, sevmemize [İslâm şuuru versin]. Evimizi süslememizde, mobilyamızda, koltuğumuzda, sedirimizde, halımızda İslâm şuuru olsun.
Halıya bakıyorsun ortasında kocaman bir gamalı haç yerleştirmiş! Motif İtalya'dan geliyor, motifi gâvur yapıyor, ortasında kocaman bir malta hacı!
Ya Malta şövalyeleri bizim dedelerimize kan kusturdular, onlar gemileri [yaktılar]! Hristiyan tarikatından bir tarikatın şövalyeleri, din namına haçlı seferi yaptılar. Sen onun haçını halına almışsın! O halıyı alma, Selçuklu desenli bir halı al, Sivas desenli bir halı, Ladik desenli bir halı al… Dikkat et!
"Ben böyle şey istemiyorum! Başkası alsın…" de.
Tepeden tırnağa her taraf put!
"Böyle haç zarar vermez."
Zarar vermez ama ne diye olsun, ne diye adamın haçı putu benim evime gizliden gizliye girsin! Düz halı sererim daha iyi, yemyeşil, dümdüz, masmavi, gri renkli, daha iyi; desenli olması şart değil!
"Buyur hocam, galiba namaz kılacaksın, seccadeyi yayayım."
"Allah razı olsun."
Bakıyorsun, tam secde yerinde kocaman bir put; seccadeye getirmişler; tam secde yerine koymuşlar, ayak yerine koymamışlar. Kasıt olduğu belli, adam motiften medet umuyor:
"Oraya motif koyarsa Müslüman gâvur mu olacak?"
Olmaz ama ondan medet umuyor, kendi desenini yapıyor!
Sen ne diye kendi desenini düşünmüyorsun?
Evinin parmaklığını yapmış, Kâbe-i Müşerrefe'nin demir parmaklıklarını haç şeklinde yapmış!
Daha başka bir desen bulamadın mı, hiç mi Müslüman sanatçı [yoktu]?!.. Her şeye dikkat etmek lazım.
Biz Müslüman olduğumuz için her şeyimiz İslâm damgasını taşıyor.
"Her şeyim İslâmca, konuşmam, kızmam, sevinmem, reaksiyonum, aksiyonum, her şeyim, İslâmca olur. Taklitçi değilim ki! Kimi taklit edeceğim, taklit edersem Resûlullah'ı taklit ederim.
"Arkadaş benim üslubum da böyledir, biz böyle yaparız, bizim örfümüzde böyledir, böyle yapalım…"
Japon, evinde mobilya yok diye korkuyor mu ki?
Hiç korkmuyor. Japon bu koltukları evin içine sokmaya çalışsa zaten sığmaz ki! Kalabalık ülke. Biz koltukları dolduruyoruz. Koltuklar orada sefa sürüyor, biz kapının önünde el pençe divan duruyoruz. Koltuklar otursun misafir odamızda; kocaman gemi gibi, kalyon gibi kanatlı, kuyruklu koltuklar… Bir kişi oturuyor, ötekisi uzaktan yutkunuyor; iki kişi oturdu mu yer kalmıyor, bir kişiyle odanın köşesi doluyor. Bizim [âdetimiz] bu değil!
Taht mı yapıyoruz?
Benim hatırladığım; evin camının önünde bir sedir olurdu, üstüne bir halı, kenarına ot yastıklar. Oh kolunu koyarsın, başköşeye en yaşlı bağdaş kurar oturur filan. Sekiz on kişi alırdı, ötekisi yere otururdu. Yerde de minderler, şilteler… Ucuzdu, masrafı da yoktu.
Düğün de kolaydı, evlenmek de kolaydı!
Şimdi bekârlar; "Nasıl evleneceğiz?" diye düşünüyor.
Şu kadar milyon yemek takımı…
Şu kadar milyon yemek takımı da bir işe yaramaz! Yemek takımlarının hepsi fuzulidir, taklittir. Çok az işe yarar, adam yemeğini yine sinide yer. Yemek takımı, misafir odasında durur, kullanmaz! Oturma odasına sofra örtüsünü yayar, eski usulle sinide yer.
Peki, ne diye aldın bunu? Ne diye parayı kaptırdın?
Kaptırmışız, paçayı kaptırmışız da ondan. Evvela paçayı kaptırmışız batı taklitçiliğine ondan gidiyor!
"Ben bu mobilyayı istemiyorum."
Perdelerin hepsi tavandan tabanadır.
"Yahu hacı hanım, bu kadarına lüzum yok…"
Anlatamazsın! Amerika'da hükümet yasaklamış, tabandan tavana perde yasak! Camın üstünden bir çerçeve, camı kapatacak kadar bir perde.
Şehir tiyatrosunun sahnesinin perdesi gibi bir uçtan bir uca perde...
"Buna ne kadar para verildi?"
"Kartonpiyerine şu kadar, bilmem neresine şu kadar…"
Hayatı biz kendi kendimize [zorlaştırıyoruz], sade güzelliği unutmuşuz.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e uymaktan, gâvura benzemekten, kendimizin öz, kendimizin âdeti, örfü olması bakımından bu noktalara kadar geldik.
Kâne yekûmu izâ semi'a's-sâriha.
Buhârî, Müslim, Ebû Davud, Neseî, Ahmed b. Hanbel, İbn Abdiller'den rahmetullahi aleyhim ecmaîn; Hz. Âişe-i Siddîka validemizden radıyallahu anhâ -Allah şefaatine erdirsin- rivayet etmişler:
"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz horoz sesini duyunca kalkardı."
Sârih; "bağıran" demek. Gecenin o vaktinde horoz bağırdığı için horoza o ismi vermişler.
İzâ semi'a's-sâriha. "Bağıran, öten horozun sesini duyduğu zaman kalkardı."
Horoz Allah'ın acayip bir mahlûkudur, gecenin teheccüt vaktinde öter. Zamanı öyle bilir ki!..
"Hocam saatimiz yok. Saatimiz olmadığı için itikâfa girdik ama teheccüde kalkamadık…"
Saatimiz olmadan önce canlı saat vardı. Horoz öttü mü ilk horozun ötüşü şu zaman demekti, belli olurdu, mübarek kaldırır.
Erkenden yatılır, hava erkenden karardı mı tavukkarası oldu derler, bazı insanların gözü iyi görmez. Hava biraz alaca karanlık çöktü mü gözü görmüyorsa tavukkarası derler, tavuk o zaman görmez, hava kararmadan erkenden kümese girer. Ondan sonra da tam teheccüt vaktinde horoz bangır bangır, bağıra bağıra herkese ibadet vaktini ilan eder. Sevimli bir hayvan, güzel bir hayvan!
Beslesenize…
Nereden besleyeceğiz, evlerin hepsini konserve gibi yaptık, üst üste katlar, balkonda mı besleyeceğiz?!..
Zaten ben beslesem komşu kızar. "Tam uyuyacağım zamanda senin horoz bir bağırdı, beni uyandırdı…"
Şimdi evler değişti, bahçeli evimiz olsa kümesimiz olsa horozumuz olsa anlardık.
Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem horozlar ilk öttüğü zaman kalkardı. Gecenin o güzel vaktinde göğün kapıları açılır, etrafa rahmet saçılır.
Allahu Teâlâ hazretleri kullarına seslenir ki; "Yok mu benden afv u mağfiret isteyen; istesin affedeceğim, buyurun isteyin; yok mu benden bir dileği olan, istediğini vereceğim…" dediği, seslendiği zamandır. O vakit; Allahu Teâlâ hazretlerinin semâ-yı dünyaya nüzul eyleyip uyuyan kullara cihan halkına seslendiği zamandır.
O vakitte uyananlar, dua edenler, abdest alanlar, iki rekât da olsa teheccüt namazı kılanlar, elini açıp Allah'tan muradını isteyenler muradına nail olur. Çünkü Allah, isteyene istediğini veriyor. [Vermemek] şanına yakışmıyor. Kul istiyor, O da "Vermem." demiyor. Şanına yakışmaz.
Dünya zenginlerini bile biliriz, istedin mi verir. Ağaysa paşaysa verir.
Allahu Teâlâ hazretleri zaten dua eden kulunu seviyor. Dua ettiği zaman istediğinin âlâsını veriyor. Onun için o vakte uyanık olmamız, kalkmamız lazım.
Onun için ne lazım?
Muhterem kardeşlerim!
Yatsı namazını kılar kılmaz vakit harcamadan, oyalanmadan yatmak lazım. Yatsıdan sonra fazla oyalanmadan hemen gidip yatmak lazım.
Neden?
Teheccüde kalkacak, teheccüt var.
Teheccüde kalkmalı, o sevapları almalı, duaları yapmalı, o ecirlere nail olmalı.
Neden?
Efendimiz, horozlar ilk öttüğü zaman kalkardı da ondan!
Onun gibi yaşamak istemiyor muyduk, onun sünnetine uymak istemiyor muyduk?
İstiyorduk.
Böyle yapacaksın!
Allah-u Teâlâ hazretleri sizi sıratı müstakimden ayırmasın. Sevdiği kul eylesin. Marifetullah’a erdirsin. Aşkullahı muhabbetullahı gönlünüze yerleştirsin. Sevdiği işleri yapmanızı nasip eylesin. Huzuruna sevdiği razı olduğu kulları olarak varıp cennetiyle cemaliyle müşerref olmayı nasip eylesin. Peygamber efendimize komşu eylesin.
Bihürmeti esrarı suretül Fatiha.