Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berakâtüh
Aziz ve sevgili Ak televizyon ve Akra dinleyicileri;
Allah hepinizden razı olsun. Ramazanınızı hayırlı, mübarek etsin. Allah (c.c) bayrama; sıhhat, selamet, âfiyet, huzur, kazanç, sevapla eriştirsin. Cümlenizi Kadir gecesini ihyâ edenler zümresine dâhil eylesin. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz; Buhârî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesaî, Müslim gibi sahih hadis kaynaklarında Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ten, Nesaî'de de; Hz. Âişe-i sıddîka validemizden (rıdv anullahi teâlâ aleyhim ecmaîn) rivayet edildiğine göre bir hadîs-i şerîfte buyurmuş ki:
"Men kâme leylete’l-kadri îmânen ve’htisâben gufira lehû mâ tekaddeme min zenbihî"
“Kim inanmış bir insan olarak, imanla, sevabını Allah’tan bekleyerek hasbeten lillah (Allah rızası için) Allah aşkına, namaz kılarak, Kur’an okuyarak, zikir yaparak çeşitli şekillerde Kadir gecesini ihyâ ederse;”
Gufira lehû mâ tekaddeme min zenbihî.
“Geçmiş olan günahlarının hepsi, ömrünün mâzisindeki o zamana kadar ki günahlarının hepsi afv u mağfiret olunur, bağışlanır.” diye bir müjde var.
Zaten Kur’ân-ı Kerîm’den biliyoruz ki; Kadir gecesi bin aydan daha hayırlı bir gecedir. Bin ay da 80 küsur senelik bir ömür ediyor. Bir kısmında çocuk olduğu için Allah, kullarını sorumlu tutmuyor. Demek ki; Kadir gecesine erdiği zaman aşağı yukarı 90 yaşındaki bir insanın bütün günahları afv u mağfiret oluyor.
Ve bir de hadîs-i şerîflerde müjdeler var:
“Bir kul müslüman olarak 90 yılı idrak etmişse (hatta 80 rivayeti de var) sorgu sual, hesap olmadan Allah onu cennetlik eder.” diye. Demek ki mü’minlerin kurtuluşu için, Kadir gecesi çok önemli bir gece! Allah-u Teâlâ hazretleri bu geceyi yakalayıp ihyâ etmek, uyanık geçirmek, ibadetle geçirmek, Allah’ın rızasına uygun bir şekilde geçirmek nimetini cümlemize ihsan eylesin.
Kadir gecesi hakkında çok rivayetler var. Tabi hikmet dolayısıyla (Rabbimizin her işi hikmetli olduğu için) Cenâb-ı Hak kesin olarak “şu gecedir” diye bildirmemiş.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de ihtimalli olarak buyurmuş. Mesela Ahmed b. Hanbel (Hanbelî mezhebinin imamı, aynı zamanda bir hadis âlimi, Müsned diye bir büyük, muhteşem, muazzam, hazine, hadis hazinesi eseri var) Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ten bir hadis kaydetmiş, rivayet etmiş:
"Leyletü’l kadri leyletün sâbiatün ev tâsiatün ve işrîne inne’l melâikete tilke’l-leylete fi’l-ardı ekserü min adedi’l-hasâ"
Kadir gecesi Ramazan’ın 27 yahut 29’undadır. Melekler o gecede yeryüzünde yerdeki çakıl taşlarının sayısından daha fazladır. Çünkü Allah’ın emriyle kulları müjdelemek, mânevî mükâfatlara erdirmek için Cenâb-ı Hakk’ın buyruğu ile çok melekler iniyor.
Âyet-i Kerîmede de;
Tenezzelü’l-melâiketü ve’r-rûhu fihâ bi-izni Rabbihim min külli emrin. buyuruluyor. “Tenezzelü” “tefenezzelü”nün kısaltılmış şekli. Melekler iniyor ve er-rûh isimli melek iniyor. Er-Rûhu’l-emîn (Cebrail aleyhisselam) çok muazzam bir melek diye hadis kitaplarında, tefsir kitaplarında ilim erbabı tarafından açıklanmış. Muazzam, muhteşem ve makamı yüksek melekler kalabalık olarak iniyorlar. Muhteşem bir gece. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz 27’si veya 29’u diye bir açıklama yapmış.
Başka açıklamalar da var. Tabi bunların sebebi; Kadir gecesinin Cenâb-ı Hakkın lütfuyla, seneden seneye biraz değişikliklerle başka günlere geçebiliyor olmasıdır. Mesela Bedir harbinin olduğu zaman Kadir gecesiymiş. Allahu Teâlâ hazretleri inen melekleriyle müslümanlara zafer ihsan eylemiş, 17 Ramazan. Demek ki yıldan yıla değiştiği için bu rakamlarda da değişiklik oluyor.
Peygamber Efendimiz, o senenin durumuyla ilgili bilgi verdiği için başka hadîs-i şerîflerde, başka rakamlarla karşılaşabiliyoruz. Ama en kuvvetlisi Ramazan’ın 27’si olduğu rivayeti. Ramazan’ın 26. gününü 27’sine bağlayan gece akşam namazından itibaren imsak kesilinceye kadar. Oruç tutmaya başladığı zamana kadar o gece Kadir gecesi zamanı olmuş oluyor. Bunun acaba 27’si mi 29’u mu diye tereddüdü olduğu gibi; “Acaba bizim memleketimiz mi doğru başladı Ramazan’a, yoksa komşu memleket bir gün önce başlamış o mu doğru başladı?” gibi sebepler de olabiliyor. Bundan dolayı Kadir gecesi hafifçe, yarı yarıya belli. Ramazan’ın içinde, Ramazanın son 10 gününde aranacak. Biraz da gizli. Cenâb-ı Hak kullarından gizlemiş, hangi gün olduğunu kesin olarak bildirmemiş. Bunun da çok hikmetleri var. Hatta âcizâne diyorum ki faydası var.
Çünkü eğer bir kimse Kadir gecesine kesin olarak ulaştığını düşünürse, belki ona güvenir de gevşer. Hâlbuki gevşemek doğru değil.
Allahu Teâlâ hazretleri ibadetin daimî olanını, gevşemeden olanını, muntazam, disiplinli, düzenli, yılmadan, bıkmadan, aşk ile şevk ile yapılanını seviyor. Öyle bir şımarma, şaşırma, gevşeme olmasın diye Cenâb-ı Hak bu geceyi saklamış. Tabi bunu yakalamanın çaresi itikâfa girmek. İnsan itikâfa girdiği zaman Ramazan’ın son 10 gününde evinden ayrılıyor. İbadethânede, camide yatıp kalkarak bütün zamanını ibadete ayırma imkânını bulmuş oluyor. Tüm geceleri ihyâ ettiği zaman o gecelerden birisi de muhakkak Kadir gecesi olacak. Belki de Allah bazı şeyler gösterir. Bilenler de, sezenler de olabilir. İtikâfa girerse bilerek, bilmeyerek Kadir gecesini yaşamış oluyor. Demek ki itikâf güzel bir ibadet. Yapanların Allah ibadetlerini kabul etsin, itikâflarını makbul eylesin, muradlarına nâil eylesin. Yapamayanlar da bu konuşmamla bunu duymuş olanlar da “inşallah bir dahaki seneye Ramazan gelince ben de itikâfa girerim” diye niyetlensinler. Cenâb-ı Hak yapamasa bile niyete de mükâfat veriyor. İnsan o niyeti taşıdığı zaman o niyetten dolayı da sevaplar alıyor.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Bu Kadir gecesi çok kıymetli bir gece. Bütün günahlar affolacak. İnsan çok büyük mükâfatlara erecek. “Bu geceyi nasıl geçireyim?” sorusu hatıra gelebilir. Bunu bilenler de olabilir. Bilmeyip merak edenler de olabilir. “Tamam, bu geceyi ihyâ edelim. Nasıl ihya edeceğiz, nasıl değerlendireceğiz, nasıl kazanacağız? Kazanmanın şekli, başarmanın usulü nedir?” diye bir soru sorulacak olursa ki, ben bunu özellikle belirtmek istiyorum. Çünkü Kadir gecesinin ihyâ edilmesini istiyorum. Kardeşlerimiz Kadir gecesini değerlendirsinler, mükâfatları alsınlar, kazançlı olsunlar. Böyle kandil gecelerini, mübarek geceleri, Cuma gecelerini kaçırmasınlar. Her Cuma gecesi belli bir mübarek gece, gizli değil. Bunları ihyâ etmenin şeklini bilirseniz Kadir gecesini de ihyâ edersiniz, Cuma gecelerini de ihyâ edersiniz. Ömrünüz oldukça Allah nice nice kandillere, Ramazanlara, Kadirlere erdirsin.
Bir mübarek gece nasıl ihyâ edilmeli, nasıl geçirilmeli?
Gece akşam namazının vaktinin girmesiyle başlıyor. Sahur vaktine, imsak kesilme zamanına kadar devam ediyor. Burada bir akşam namazı, bir yatsı namazı, bir de sabah namazı var. Hiç olmazsa yatsı namazıyla, sabah namazını camide kılmaya dikkat etmek lazım. Geceyi ihyâ etmenin şartlarından birisi bu. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hadis âlimi Ebû Dâvud ve Tirmizî’nin Hz. Osman radıyallahu anh’ten rivayet ettiğine göre buyurmuş ki:
"Men salle’l ışâe fî cemaatin kâne ke-kıyâmü nısfı leyletin ve men salle’l ışâe ve'l fecre fî cemâatin kâne ke-kıyâmü’l-leyle"
“Kim yatsı namazını cemaatle kılarsa; (camiye gidece. Çünkü camiye yürümenin sevabı var, attığı adımların ecri var, camide beraber kıldığı insanların bazılarının mübarek olmasının kendisine faydası var. Tek kişi olunca belki kabul olmaz ama cemaatteki o mübarekler hürmetine herkesin namazı beraber kabul olduğu için onun da ibadeti kabul olur)
“Bir insan camide cemaatle yatsı namazını kılarsa.”
Evde kılarsa olur mu?
Olmaz demek ki. Evde kılmak sünnet değil. Sünnet olan cemaate devam etmek, namazı cemaatle kılmak. Camileri canlı tutmak, mahzun etmemek. Cemaatsiz bırakmamak, harap etmemek. Cami bakımlı olabilir ama içinde cemaat olmazsa mânevî yönden mahzundur, haraptır. İçi cemaat dolu olan bir cami, duvarları eski de olsa pek tamir görmemiş bir yapıda da olsa mânevî yönden mâmurdur.
“Kim yatsı namazını cemaatle camide kılarsa yarım gece ibadet etmiş, geceyi ihyâ etmiş gibi olur.” Ke-kıyâmü nısfı leyletin.
“Bir gecenin yarısı kadarını ihyâ etmiş gibi olur.”
"Men salle’l-işâe ve’l-fecre fî cemâatin"
“Kim sabah namazını da yatsı namazını da; yatsı namazından sonra bir de sabah namazını cemaatle kılarsa”
"Kâne ke-kıyâmü’l-leyle"
“Bütün bir geceyi ihyâ etmiş olur.”
Demek ki; bu hadis-i şerife göre buna riayet eder, uygularsak yatsı namazını da, sabah namazını da kandil gecelerinde camide olmaya çok dikkat etmek lazım.
Geçen seneler kardeşlerime hatırlatmıştım. Bizde bir yanlış âdet var. Başka İslâm ülkelerinde öyle yapmayabiliyorlar. Güzel yapan başka ülkeler var. Ramazan’da akşam namazını kimse camide kılmıyor. İftara davetli oluyor, misafiri oluyor evinde kılıyor. Böylece akşam namazlarını camide cemaatle kılmak mümkün olmuyor. Hâlbuki Ramazan ibadet ayı, ibadetlerin daha çok yapılması lazım. Öyle yapınca beş vakitten bir tanesi kaçıyor. Cemaatle akşam namazı kılınmıyor. İftar edeceğim diye herkes sofranın başında oluyor.
Bunun çaresi ne?
Bunun çaresi iftarı çabuk yapmak, orucu çabuk açmak. Bu, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in tavsiyesi.
Orucu çabuk açmak için yanına biraz oruç açacak şey alır. Camiye gider, ezan okununca hurmayla suyla ve yahut yanına aldığı bir başka yiyecekle orucunu açar. Ondan sonra akşam namazını kılar. Bunun sıhhi faydaları da var. O yediği hurma veya bir iki lokma yiyecek akşam namazını kılıp eve dönünceye kadar zaten onun asıl açlığını, şeker ihtiyacını kısmen karşılar. Hafif bir tokluk da veriyor. Böylece oruçtan sonra oburluk yapıp midesini de tehlikeye düşmekten de korumuş olur. Bu olmuş veya olmamış önemli değil. Asıl mühim olan akşam namazının cemaatle kılınması. Bu ibadet kaçırılmamış, iptal edilmemiş oluyor. Türkiye’de birçok yerde iptal. Hatta biz bazen gittiğimiz şehirlerde “Şu namazı kılalım, kaçırmayalım.” diye camiye gidiyoruz imam yok, müezzin yok. Allah Allah! Tabi o da oruçlu olduğundan, sofrada olduğundan cemaat de gelmiyor diye camiye gelmemiş. Hâlbuki öyle olmayacak. Ezan okunacak; imamla müezzin yalnız bile olsa namaz kılacak. Cemaate de söyleyecek, herkes gelecek, namaz kılacak. Hem önce orucu açıp asıl yemeğe beş-on dakika geç başladığı için (biraz da mide alışmış olur) hem de namazı kılmış olduğu için yemeğini rahat rahat yer.
Demek ki akşam namazını cemaatle kılmak lazım. Çünkü bir gecenin ilk namazı, akşam namazıdır. Perşembe gününün akşamında okunan ilk akşam ezanıyla kılınan namaz Cuma gününün akşam namazı oluyor. Yatsı Cuma’nın yatsısı oluyor. Ertesi sabah, sabah namazı da Cuma’nın sabah namazı oluyor. Cuma namazının kılındığı öğle namazı vaktiyse günün dördüncü namazı oluyor. İkindiden sonra akşama doğru da Cuma günü bitmiş oluyor. Ezan okunduğu zaman Cumartesi girmiş oluyor.
Demek ki akşam namazını camide kılacak. Geceyi ihyâ etmenin bir yolu bu. Yatsı namazını camide kılacak. Elhamdülillah yatsıya teravihe geliyorlar, onu kaçırmıyorlar. Ama akşam kaçıyor. Bir de sabah namazında camide olacak. Bazıları cami cami geziyorlar. Sofraları kuruyorlar. Büyük camilerin avlularında neşeli, tatlı bir şekilde geceleyin ibadet ediyorlar. Sabah namazını da cemaatle kılıyorlar. Bazısı da gece ibadet edeceğim derken yoruluyor, ezan okununca camiye gitmiyor, işim var vesaire diye namazı kılıp yatıyor. O zaman yarım gece ihyâ edilmemiş oluyor; bu bir. Erkekler camilere gidecek. Gecenin ihyâsının, istifadeli geçmesinin ilk yolu bu.
Başka ne yapılabilir?
Namaz kılınabilir. Namaz güzel bir ibadetir. Büyük bir ibadettir; muazzam, muhteşem, mükemmel, müstesna bir ibadettir. Çünkü mü’minin miracıdır.
Hangi namazları kılabilir?
Mesela içinde 300 tesbih olan dört rekâtlık tesbih namazı var. Elhamdülillah İskenderpaşa camiinde veya bulunduğumuz semtlerdeki camilerde kardeşlerimiz bu namazı kılmaya alıştılar. Tesbih namazı Efendimiz’in tavsiye ettiği bir namaz. Tesbih namazı kılar. Kendisi özel kaza namazlarını kılar. Veyahut gece kalkar iki, dört, altı, sekiz, yirmi, ne kadar kılacaksa teheccüd namazı kılar. Namazlar da uzun uzun Kur’ân-ı Kerîm okur. Sevap kazandırır, olabilir. Kur’an okur, sevap kazanır.
En sevaplı ibadetlerden birisi de zikirdir.
Zikrin çeşitleri var. Önce sevabını söyleyelim. Bir insan âşikâre, yüksek sesle zikrederse Cenâb-ı Hak mükâfat olarak bire yetmişbin verir. Yani bir kere; "Allah, lâ ilâhe illallah, sübhânallah ve elhamdülillâh, Allahu Ekber veyahut hasbünallah veya Allahumme salli alâ seyyidinâ Muhammed veya lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi’l-aliyyi’l-azîm" ve buna benzer mukaddes cümleler birer zikirdir. Bunların tekrar tekrar söylenmesi birer zikirdir. Bire, yetmişbin veriyor. Bir defa söylenmişse yetmişbin defa söylenmiş kadar mükâfat veriyor. Bire, bir mükâfat vermiyor, yetmişbin kat mükâfat veriyor.
Eğer belli etmeden, etraf anlamayacak şekilde, ağzı kapalı, içinden, kalbinden zikr-i kalbî yaparsa; o zaman yetmiş kat daha fazla oluyor. Yetmişbinin yetmiş kat fazlası 4 milyon 900 bin eder.
Hangi tesbihleri çekebilir?
"Allah diyebilir, lâ ilâhe illallâh, Elhamdülillah, sübhânallah, Allahu ekber lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi’l-aliyyi’l-azîm, Hasbünallâh" diyebilir. Bunların topluca söylendiği bir arada olan zikirler var:
"Sübhânallahi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi’l-aliyyi’l-azîm"
Veya; "sübhânallahi ve bi hamdihî sübhânallahi’l azîm ve bi hamdihî estağfirullâh. Allahu ekber Allahu ekber lâ ilâhe illallâhu vallahu ekber Allahu ekber ve lillâhi’l-hamd" gibi tekbir dediğimiz, tesbih dediğimiz çeşitli mukaddes kelimeleri tekrar tekrar, çok çok söylemekle sevap kazanabilir. Kur’ân-ı Kerîm’in bazı âyetlerini tekrar etmek olabilir. Bazı sûreleri tekrar tekrar okumak olabilir.
Yaparlarsa çok kârlı olacağını düşündüğüm için onunla ilgili bir hadîs-i şerîfi, dinleyenlere duyurmak istiyorum. İmam Rafii, Huzeyfe radıyallahu anh’ten rivayet eylemiş ki; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş;
"Men karaa kul hüvallahü ehad elfe merretin fe kadi'şterâ nefsehû mine’l-lâhi azze ve celle"
Bu güzel bir müjde.
“Kim kul huvallahü ehad sûresini 1000 defa okursa, nefsini aziz ve celil olan Cenâb-ı Hak’tan satın almış olur.”
Tabii burada bir latife var. Latif bir ifade var.
Küllü nefsin bimâ kesebet rehîne. âyet-i kerîmesini hatırlayalım. Günah işlediğinden dolayı kul yakalanmış, esir. Melekler tutmuşlar, cezalandıracaklar. Tabii Cenâb-ı Hakk’ın vaadi var, vaîdi var, ikazı var. İkazı tutmayanlara cezası, kahrı, gazabı var. Suçlu duruma düşmüştür. Beşer şaşar.
Kusur işlemeyen suçsuz, günahsız insan var mı?
Muhakkak hataları, kusurları vardır. Şimdi o hatalardan dolayı da Allah bir ceza verecek diye çekinir.
Böyle muhtemel bir ceza ihtimali olunca insan ne yapar?
Korkar. Allah’tan korkmak haktır ve doğru bir davranıştır. İnsan korkunca kendisine çeki düzen verir. "Havfullah" diyoruz, Allah’tan korkmak. Veyahut "mehâfetullah" diyoruz. "Haşyetullah" diyoruz, O da Allah’tan huşu ile çekinerek korkmak. Bunlar olacak. "Havf u recâ" diyoruz. Hem Allah’tan rahmetini umacak hem de “ya ibadetlerim kabul olmazsa, ya bilmediğim, anlamadığım bir sebepten bana ceza gelirse!” diye mütenebbih olacak, müteyakkız olacak, korkacak. Bir müslüman kendisini daima hesaba çekecek, gevşek durmayacak. Emanet teslim edilinceye kadar hayat imtihanı devam ettiği için zamanını boşa geçirmeyecek. Gafil olmayacak, cahil olmayacak; dikkat edecek.
Günahlarından dolayı kişiyi esir gibi düşünelim.
Esir esaretten nasıl kurtulur?
Fidye-i necât, kurtuluş fidyesi öder. Eski savaşlarda esirler kurtuluş fidyesi, fidye-i necât öderlermiş. Kabilenin ileri gelenleri; “Bizim adamımızı salıver biz sana şu kadar para ödeyelim.” diye düşmana para verirlermiş. Böylece esiri esaretten kurtarırlarmış.
Kul ceza çekecek, azap görecek, Allah’ın kahrına gazabına uğrayacakken 1000 tane "Kul huvallahü ehadı" okuyunca ne oluyor?
Nefsini Allah’tan satın almış oluyor. Yani Allah’tan kurtulmuş oluyor. Allah’ın ona ceza vermesine mâni oluyor, kendisini affettirmiş oluyor.
Önemli bir hadîs-i şerîf. Bu herkesin de yapabileceği bir şey. Kul huvallahü ehad çok mühim bir sûre. Çok değerli bir sûre. Hatta sevabı hakkında;
“Bu sûreyi okuyan Kur’ân-ı Kerîm’in üçte birini okumuş gibi mükâfat alır.” diye rivayetler var.
Çok kıymetli! Çünkü tevhidi bildiriyor. İmanın nasıl hâlis, muhlis, katıksız, şirksiz olması gerektiğini çok özlü bir şekilde anlatan çok değerli bir sûre. Mânasını bildi mi bir insan, bütün batıl inançlardan kendisini sıyırıp kurtarır.
Kul hüvallahu ehad “Allah bir tek.” İki veya üç değil. Eski Yunanlılar’ın politeizmi vardı, çok tanrıcıydılar. Eski İranlılar’ın iyilik tanrısı, kötülük tanrısı gibi inançları vardı. Eski kavimlerin dinler tarihinden okuduğumuz çeşitli, acayip inançları var. Kimisi; “Allah’ın oğlu var” demiş. Kimisi Allah’a; “Kızı var, melekler kızlarıdır” demiş. Kimisi; “Filanca kul, Allah’ın oğludur” demiş. Tabii bunlar Allahu Teâlâ Hazretleri'nin sevmediği sözler. Çünkü tevhide aykırı. İman, sağlam iman Allah’ın varlığını, birliğini anlamaktan geçtiği için, kul hüvallahu ehad onu çok güzel anlatıyor.
"Allahu’s-samed"
“Allah, insanın bütün ihtiyacını karşılayan; hayatını, varlığını, aklını, muradını veren, dünyayı yöneten, insanın yaşam için muhtaç olduğu, kullandığı her şeyi yaratandır.
Kula nasip eden, veren Allah. Samed; başkası değil. İstendiği zaman o veriyor. O verirse verir, vermezse kimse sağlayamaz.
"Lem yelid ve lem yûled"
“Ne kendisi evlat edinmiştir kız, oğul ne de kendisi bir büyüğün oğlu, kızı, evladıdır.”
Öyle şey yok!
"Ve lem yekün lehû küfuven ehad"
“O’nun dengi de yok.”
Severse insan Allah’ı sevecek. Ancak Allah’a ibadet edecek. Bir başka şeyi, ibadeti karşısına engel koymayacak. Kimisi nefsinin putuna tapıyor; kimisi dünyaya, kimisi paraya tapıyor. Kimisi çeşit çeşit amaçları kendisine put edinmiş onun peşinde koşuyor, fânî ömrünü zayi ediyor. İşte "kul hüvallah" bunların hepsini izale eden; imanı tertemiz, pırıl pırıl, sâfî bir iman olarak tarif eden ve öğreten bir sûre. Sevabı çok. Allah, üçte bir Kur’an okumuş kadar sevap veriyor. 1000 tane okuyunca “Cenâb-ı Hak’tan kendi nefsini satın almış” oluyor.
Bu gece 1000 tane kul hüvallah okuyun da Allah sizi afv ü mağfiret etsin diye tavsiye ediyorum. Böylece meleklerin elinden, esaretten kurtulun da Allah’ın sevdiği kulları tarafına geçin. Azap görmekten kurtulun. Bu da bu geceyi ihyâ çarelerinden biri.
Tabii iş işten geçmiş değil. Ben şimdi Avustralya'dan size konuşmamı yapıyorum. Avustralya'da, güneş sizden sekiz saat önce doğmuş oluyor. Gün daha önce başlamış oluyor. Siz şimdi oruçlusunuz. Biz orucumuzu açtık, teravihimizi kıldık. Burada gecenin yarısına yaklaşıyoruz, gecenin yarısını geçmişiz. Siz daha orucunuzu bile açmadınız. Yani fırsat var. Önünüzde ki akşam namazına gidebilirsiniz akşamı kaçırmazsınız. Yatsıya gidersiniz, geceyi ihya etmek için; namazlar, zikirler ve bu arada da bin tane kul hüvallahü ehadı “Es’ad Hocam hadîs-i şerîfte okudu.” diye çekerseniz bu sevabı da kaçırmamış olursunuz. Sabah namazını da camide cemaatle kılmak bu işin tamamlayıcısı olmuş oluyor. Ayrıca imkânı varsa insan şöyle odasına, evinin sakin, tenha bir yerine veya caminin bir köşesine çekilir, ibadetini yapar. Kadir gecesinde camiler sabaha kadar açıktır. Seccadede veya halıda gözlerini yumar, ibadetini yapar.
Sevgili dinleyiciler en güzel ibadetlerden birisi de nedir?
Tefekkür! Yani düşünmek. Tefekkür kadar büyük ibadet olmaz. Çünkü insan düşüne düşüne hakikatleri buluyor. Yanlışı varsa anlıyor, dönüyor. Güzel bir şeyler varsa tefekkürle onu buluyor, yapmaya başlıyor. İnsan; “Ben şu ana kadar, şu Kadir gecesine kadar yaşadım. Ömrüm nasıl geçti, kazancım nasıl bir kazanç, tahsilim nasıl bir tahsil? Dinimi ne kadar öğrendim? Allah’ın seveceği işlerden neler yaptım? Sevmeyeceği işlerden neler yaptım?” diye düşünürse insan hatalarını anlayıp hayra yönelebilir. Bu güzel bir şey.
İnsanın kendisini düşünmesi, hesaba çekmesi, tartması, amellerini tartıp ölçüp biçip kârda mı ziyanda mı olduğunu düşünmesi ona büyük faydalar sağlar. “Acaba Mevlam beni afv u mağfiret eder mi? Vaziyet nasıl görünüyor?” diye kafa yormak gerekir. Bu tefekkür güzel bir ibadet.
Tefekkür ederken insan samimi olmalı, içten olmalı. Tefekkürün mecburi bir kalıbı yok. İnsan içinden eski hatalarını düşünebilir. Mesela; “gençliğimi çok günahkârca geçirmiştim” der ağlar, gözyaşı döker. Veyahut Allah’ın cennetini, nimetlerini düşünür, onları hatırlar. Yunus Emre’nin ilâhilerinden, Eşrefoğlu Rûmî’den, Mevlânâ Hazretleri'nden, İbrahim Hakkı-i Erzurumî Hazretleri'nden ne kadar güzel sözler nakledilmiş; onları düşünür, arzular.
Şol cennetin ırmakları,
Akar Allah deyu deyu.
Çıkmış İslam bülbülleri.
Öter Allah deyu deyu.
Derken aşk ile şevk ile gözleri yaşarabilir. Mâzisini düşündüğü için utancından, tevbe duygusuyla, pişmanlığından gözleri yaşarabilir. Göz yaşarması güzeldir. Gözünden inci gibi yaşlar dökmek kulu cehenneme düşmekten kurtarır. Affına, mağfiretine sebep olur. Samimiyetle, içtenlikle hatasını itiraf etmek. Güzel şeyleri düşünüp onları arzulamak, istemek. Yana yakıla Mevlâ’sına tazarruda, niyazda, duada, dilekte bulunmak kulu Allah’a yaklaştırır. Dünyada bir insandan bir şeyi fazla istediğin zaman kızmaya başlar. “Yeter artık. İstemek olur mu ”der. Allahu Teâlâ hazretleri ise isteyince seviyor, dua eden kulu seviyor.
Dua da ibadettir. Hem de ibadetlerin özlüsüdür; özü, iliği, hası, hâlisidir.
“Dua ediyorum. Allah’tan istediklerimi sıralıyorum. İstiyorum da istiyorum. Bu da ibadet mi?”
Evet ibadettir. Çünkü sen Allah’ın onları verecek Rabbin olduğunu, Mevlân olduğunu, O’nun âlemlerin Rabbi olduğunu, her şeye kâdir olduğunu anlamış bir insan olarak O’ndan istiyorsun. O’nun hazineleri sonsuz. Vermekten kaçınmaz. Verince eksilmez. Bütün insanlar; dünyadaki, kâinattaki bütün varlıklar Cenâb-ı Hak’tan isteklerini isteseler, hepsinin duasını kabul etse, hepsini verse Cenâb-ı Hakk’ın gayb hazinelerinden, rahmeti deryasından bir damla eksilmez.
Cenâb-ı Hak kulun tazarrusunu, niyazını, istemesini seviyor. İstemeyene gazap ediyor. Onun için dua da ibadettir. O zaman bol bol dua edin. Elinizi açın, bol bol dua edin. Yana yakıla isteyin, isteyin, isteyin...
Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîmde buyuruyor ki;
Ve kâle Rabbükümü’d’ûnî estecib leküm. “Siz bana dua ediniz, ben sizin dualarınızı kabul ederim.”
Vaadi var. Vaadi varsa vaadini yerine getirir. Vaadinden hulfü yoktur; geri dönmesi, yerine getirmemesi yoktur. Cenâb-ı Hak vaad ettiğini verir. Ekremü’l ekremîndir, Erhamü’r-râhimîndir. Bir tevbe eder kul, günahlarını siler. Bir "Lâ ilâhe illallâh" der şirki, küfrü bırakır, imana gelir. Bir anlık, bir cümlelik hamle ile cenneti kazanabilir. Rahmeti çok. Rahmeti sonsuz. Çok kelimesi az kalır. Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti sonsuz olduğu için dua ibadettir.
Ümmet-i Muhammed olarak, Türkiye’deki müslümanlar olarak duaya o kadar çok ihtiyacımız var ki. İnsanlar o kadar zavallı, o kadar perişan, o kadar dinlerini unutmuşlar ki... Hakiki İslâm’dan; Yunus Emre’nin, Mevlânâ’nın imanından, aşkından, şevkinden; tarihimizde büyüklerimizin yaşadığı o mânevî âlemden kopmuşlar, o kadar dünya ehli olmuşlar ki..
O kadar Ramazan’ın kadrini, kıymetini bilmeyen; namazdan, niyazdan, teravihten, kandilden haberi olmayan insanlar türedi. O kadar zayıf, zavallı Müslümanlar var ki. O kadar Türkiye dışında ki Müslümanlardan İslâm’ı unutmuş pek çok Müslüman var ki. Komünizm gelmiş ülkeleri istila etmiş. Din eğitimi olmamış, okullar yok, anlatan yok. Öğretenleri asmışlar, kesmişler. Mesela bizim kardeşlerimiz; “İnşaat yapacağız.” diye Dağıstan’a gitmişti. Onlar anlattılar.
" Hocam Müslümanlar ama hiçbir şey bilmiyorlar. İslâm’a göre ölümüzü nasıl kaldıracağımızı bile bilmiyoruz. Müslümanız, İslâm’ı seviyoruz ama İslâm’ın ne olduğunu bilmiyoruz” diyorlarmış. Zavallı!
Müslüman Şeyh Şamil’in ülkesinin çocukları. O büyük şeyhin, o büyük mücahidin, o meşhur zâtın bütün âlem-i İslâm’ın tanıdığı, sevdiği ve saydığı bir büyük ismin vatanının evlatları. Hacca gittiği zaman halkın teveccühünden, herkes görsün diye Kâbe-i Müşerrefe’nin üstüne çıkarmışlar. Allah onu nasip etmiş. Tabi önce Kâbe’ye girip üstüne öyle çıkılıyor. Kenarında, içinde bir merdiven var onunla çıkılıyor. Kâbe’ye girmek, Allah’ın rahmetine girmektir. Çıkmak; günahlardan sıyrılıp çıkmaktır. O Şeyh Şamil’in, o mübarek mücahidin evlatları ölülerini kaldırmayı bilmiyorlar.
Amerika’da tahsil görüyor, Türkiye’ye geliyor; evlenecek. Nikâh kıyacak hoca; “Bir kelime-i şehâdet getir” diyor, kelime-i şehâdeti söyleyemiyor. İngilizce’yi kıvrım kıvrım kıvırttırıyor, doktora yapmış, dininden haberi yok. Hiçbir şeyi bilmiyor. Bir tanesi pişman olmuş, biraz dinî duygular içinde coşmuş, kalkmış Kumkapı’da bir kiliseye gitmiş, demiş ki;
“Ben işlediğim günahlara pişman oldum. Ne yapmam lazım?”
Papaz bakmış, şaşırmış. Sormuş, anlamış.
“Evladım! Yanlış gelmişsin. Sen Müslüman değil misin? Senin bir camiye gitmen lazım.” demiş.
Papazı imamdan ayıramayacak, fark edemeyecek duruma gelmiş.
Ümmet-i Muhammed’in duaya çok ihtiyacı var.
Müslümanların hizmete çok ihtiyacı var. Müslümanlara çok hizmet etmemiz lazım. İslâm’ı, Kur’ân’ı anlatmamız; dünyanın ve âhiretin saadet yollarını insanlara öğretmemiz lazım. İki cihanları mâmur olsun, iki cihanda aziz ve bahtiyar olsunlar diye çalışmamız lazım. Yazık değil mi? Cehenneme götürülüp atılırlarsa. O atılanlar bizim akrabamız, çocuklarımız, torunlarımız, yakınlarımız. Onları cehenneme düşmekten kurtarmamız, imanı öğretmemiz lazım. Millet Afrikalar’a gidiyor, Endonezyaya gidiyor, Filipinler’e gidiyor. Oradaki yamyamlara kendi dinini öğretmeye çalışıyor. Biz Müslümanlar kendi ülkemizde; medeniyetin şahikasına yükselmiş, İslâm’ın beşiği olan diyarımızda; çok zarif, çok kâmil insanların torunları olarak İslâm’ı unutmuşsak, İslâm’dan haberimiz yoksa belki de İslâm’a düşman, İslâm’ı hor gören (tanımadığı için, bilmediği için düşman sanan) insanlar haline gelmişsek tabii duaya çok ihtiyaç var. Onun için Ümmet-i Muhammed’e gözyaşları içinde dualar edelim. Duanın büyük, çok büyük tesiri vardır.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuş. Hocamız rahmetullahi aleyh Mehmed [Zahid] Efendi hazretleri de Evrâd-ı Şerîfe’sinin birinci sayfasına;
“Bak bu dualar boşuna değil, kıymetini bilin” diye o hadisleri yazmış.
"Ed-duâu nef’a bi mâ nezele"
“Gelmiş olan belaya dua fayda verir.”
Belayı kaldırır ve gelecekte olan muhtemel bir tehlikeyi de getirmez, bertaraf eder, savuşturur. Gelmiş belayı kaldırır; gelecek olan, gelmemiş ama yönelmiş olan belanın da gelmemesini başka yere savuşturulmasını, def edilmesini sağlar.
Dua faydalıdır. Millet anlasın diye söylüyorum.
Bir kabile reisini zehirli yılan sokmuş, ölecek. Sahabeden bir zât bir Fâtiha okuyor, zehirin tesiri duruyor ve adam ölümden kurtuluyor. Kabile reisi "Sen dua ettin, ölümden kurtuldum, sen sebeb oldun" diye koyunlar hediye ediyor. Kabilenin ürünlerinden birçok hediyeler veriyor.
Duanın gücüne bakın.
Bizans elçisi Hz. Ömer radıyallahu anh’e hediyeler getirmiş. Arasında bir şişe görmüş. Ne olduğunu sormuş.
“Bu çok şiddetli bir zehirdir.”
“Ne olacak bu zehir?”
“ Bu zehir yanınızda bulunsun. (Yüzüğün içine yer yapıyorlar, kapaklı oluyor) Kapağını açıp ağzınıza attığınız zaman anında hemen ölürsünüz."
"Eee ne olacak?"
"Bizim ülkede (Bizans’ta) bazen isyan olur, hükümdarı çok güç durumda bırakırlar. Yakalanıp işkence görmemek, rezil olmaktan kurtulmak için hükümdar yüzüğünün zehirini ağzına atar, ölür. Böylece perişan olmaktan kurtulur. Sen de halifesin, müslümanların başkanı olmuşsun. Böyle bir durum olabilir diye ihtayaten bunu da sana getirdik.” demişler.
Hz. Ömer efendimiz dua ederek almış, elçinin gözü önünde zehiri ağzına boşaltmış, hiçbir şey olmamış. Bunlar tarih kitaplarında, din kitaplarında, gerçek olayları anlatan kitaplarda şahitli, ispatlı vakıa olarak tespit edilmiş.
Duanın muazzam maddî tesiri var.
Bunu niçin söylüyorum?
“Dua ruhsal bakımdan insana tesir eder de o da ruhî bakımdan etkilendiği için şu olur, bu olur.”
Hayır! İş öyle değil. Dua hakikaten maddi bakımdan da tesir ediyor.
Kâfirliğin, inançsızlığın çeşitleri var.
“Peygamber bir şeyler hissetmiş, onları söylemiş.”
Hayır! Kendisi söylemiş değil, Allah vahyediyor.
Nereden belli?
Devenin üstündeyken vahiy geldiği zaman deve çöküyor, dayanamıyor. Devenin üstündeyken vahiy gelirse, etrafındakiler arı vızıltısı gibi bir ses duyuyorlar. Bunlar maddî tezahürler.
Demek ki kişisel, ruhsal bir olay değil. Dışarıdan melek-i âlâdan, Cenâb-ı Mevlâ’dan haber geliyor, vahiy geliyor. Uğultu şeklinde duyuluyor ve etraf da hissediyor. Hatta Peygamber Efendimiz’e dokunup onun yanında oturan insan; “dizim parçalanacak gibi oldu” diyor. Demek ki vahiy esnasında ciddi bir yoğunluk kazanıyor.
İnsan meseleyi, böyle ruhsal olaylarla anlattığı zaman bir çeşit inkârı örtmüş oluyor, inkâra yol bulmuş oluyor.
Öyle değil! Doğrudan doğruya duanın gücü var. Onun için bu mübarek gecede kendimize, ana babamıza, evlatlarımıza, kardeşlerimize, sevdiklerimize, arkadaşlarımıza, dostlarımıza ve ümmet-i Muhammed'e, kendimizin dünyadaki başarılarımıza, âhiretteki saadet ve selametimize çok çok dualar edelim.
Bir insan cenneti elden kaçırırsa ne büyük mahrumiyettir; Allah korusun! Cehenneme düşerse ne kadar korkunç bir azaptır. Onun tedbiri burada alınıyor. Kişi cenneti kazanmaya çalışacak. Cenneti tanıyacak, arzu edecek, onun için gayret edecek ve kazanacak. Allahu Teâlâ hazretleri buyuruyor ki;
"Vallahu yed’û ilâ dari’s-selâmi"
“Allah kullarını cennete davet ediyor.”
Kullar davetli. Gelmiyorsa kabahat kendisinde!
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
“Allah cenneti isteyene cenneti verir. Cehennemden Allah’a
sığınanı, cehennemden korur.”
Kul istemiyor. Hakikaten çevremize, insanların davranışlarına bakıyoruz. İslâm bilinmeyince; âyetler, hadisler bilinmeyince hatta bir de ters bilinince, düşmanlar yanlış gösterip yanlış anlatınca, eski müslümanların, mübarek şehitlerin evlatları; kıpkızıl, kapkara bir insan, münkir, kâfir, müşrik, dinsiz, imansız, faydasız, hayırsız, saldırgan, zalim, zorba olabiliyor.
Hasire’d-dünyâ ve’l-âhireh.
Şairin dediği gibi;
Ne kendi eyledi rahat.
Ne halka verdi huzur.
Yıkıldı gitti cihandan.
Dayansın ehl-i kubûr
Denilen durumlar oluyor. Onun için çok dualar edelim. Kendimize de dualar edelim. Kendimizi de gözden geçirelim, irdeleyelim, muhasebemizi yapalım, hesabımızın nasıl olduğunu bir anlayalım. Hz. Ömer Efendimiz’in tavsiyesini tutalım:
حَاسِبُوا أَنْفُسَكُمْ قَبْلَ أَنْ تُحَاسَبُوا وزنوا أعمالكم قبل أن توزن
Hâsibû enfüseküm kable en tühâsebû ve zinû a’mâleküm kable en tûzenü.
“Allah hesaba çekmeden kul kendisinin hesabını ölçsün, biçsin. Âhirette melekler amelleri, sevapları, günahları mizanda tartmadan kul dünyadayken kendisini tartsın.”
İşte bu geceler bir vesile.
Böyle güzel güzel vesilelerle gelen geceleri değerlendirmek lazım. Allah değerlendirmeyi nasip eylesin. Aşk ile şevk ile ihlâsla, güzellikle; tatlı tatlı, ılık ılık, inci gibi gözyaşlarıyla, hâlis, muhlis, ibadetlerle geceyi ihyâ etmeyi ve bundan sonra da arınmış, tertemiz, has bir kul olarak sahabe-i kirâmın imanı gibi, asr-ı saadet müslümanlarının imanı gibi bir imana sahip olarak iyi bir Müslüman olup yaşamayı; Rabbi'nin huzuruna sevdiği, razı olduğu kul olarak varmayı, cennetiyle, cemaliyle müşerref olmayı Allah nasip eylesin.
“Allah bunları nasip etsin.” diye ben size dua ediyorum. Siz de bizi duanızda anın, unutmayın. Allah hepinizden razı olsun.
Büyüklere hürmetler ederiz, ellerinden öperiz. Kandillerini tebrik ederiz. Küçüklere dualar ederiz; Allah nice hayırlara erdirsin diye gözlerinden öperiz. Allah hepinizden razı olsun. Nice nice Kadirlere erdirsin. Kadrinizi, kıymetinizi yüce eylesin. İki cihanda cümlenizi aziz ve bahtiyar eylesin.
Esselâmü aleyküm ve rahmetüllâhi ve berakâtühü