Eûzubillahimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâraken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidi'l-evvelîn e ve'l-âhirîn ve şefî'i'l-müznibîne muhammedini'l-emîn ve âlihî ve sahbihî ve men tebi'ahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Bizi var eden, yaratan, besleyen, yetiştiren, büyüten, türlü nimetlerine mazhar eden; nimetlerinin en üstünü olan iman ve İslâm ile müşerref kılan; kendisine mutî kullarını cennetiyle cemaliyle taltif edecek olan; âlemlere rahmet olarak, hidayet yollarını gösteren, elçisi Muhammed-i Mustafâ'yı bize rehber ve önder olarak gönderen yüce Rabbimiz'e sonsuz hamd ü senâlar olsun.
O"nun habîb-i edîbi, seçkin kulu, Mustafâ'sı, Müctebâ'sı, rehberimiz, numûne-i imtisâlimiz, başımızın tâcı, gözümüzün nuru, gönlümüzün sürûru, Efendimiz Ahmed-i Mahmûd-u Muhammed-i Mustafâ'sına biz âciz, nâçiz ümmetlerinden sonsuz salât ü selâm, tahiyyât ve ihtiramlar olsun.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Rabbimiz dünyanın âhiretin her türlü hayırlarına, nimetlerine sizleri sevdiklerinizle beraber mazhar eylesin, cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin. Cennette Habîb-i Edîbi'ne komşu eylesin. Bizleri ve soylarımızı, nesillerimizi, zürriyetlerimizi onun yolundan, Kur'an'ın yolundan, rızasının yolundan bir göz yumup açıncaya kadar dahi ayırmasın.
Peygamber sallallahu aleyhi ve selem Efendimiz'in yıldızlar misâli sahabesinden onun medihkârı Hassan b. Sâbit radıyallahu anh onu nice şiirleriyle övmüş, bir mısrasında diyor ki;
"Mâ medahtü muhammeden bi-makâletî velâkin medahtü makaletî bi-Muhammedi"
"Ben sözlerimle Muhammed-i Mustafâ'yı, Allah'ın Resûlü'nü övmüş değilim. Onun zikriyle sözlerimi övmüş, yükseltmiş, şereflendirmişim."
Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem Efendimiz'in büyüklüğünü, güzelliğini, yüceliğini, faziletlerini, üstünlüklerini anlatmak çok zor. Yeryüzünde bir milyar müslümanın, günde beş vakit namazlarında, namazlarının içinde kendisine salât ü selâm, tahiyyat okudukları, dünyanın her yerinde Allahu Ekber, Allahu Ekber diye minarelerden yükselen seslerin arasında, Allahu Teâlâ hazretlerinin, varlığının, birliğinin arkasından adı anılan, peygamberliği semalara, fezalara ilan edilen, meleklerin kendisine salât ü selâm ettiği, Allahu Teâlâ hazretlerinin kendisinin salât ü selâm ettiği, bize Kur'ân-ı Kerîm'de kendisine ittibâyı, salât ü selâmı, adı anıldıkça hürmet göstermeyi emrettiği o mübarek zâtı övmek kimin haddine...
Allahu Teâlâ hazretleri yaradılış bakımından, ahlâk bakımından bütün güzellikleri O'nda toplamış. Dinî, dünyevî, uhrevî, bütün faziletleri O'nda cem etmiş. Rabbinin huzurunda onun makamına çıkmış olacak, çıkacak bir ikinci şahıs mevcut değil. Allah'ın ona dünyada ve âhirette bahşettiği şeref ve ihsanı elde etmiş bir başka beşer mevcut değil...
Allahu Teâlâ hazretleri yedi kat gökleri, yerleri [O'nun] yüzü suyu hürmetine yaratmış. Hz. Âdem aleyhisselam yaratılmadan, daha su ile toprak arasında hılkati tamamlanmamışken, peygamber olması kararlaştırılmış. Levh ü mahfûza adı yazılmış o peygamber[in], o mübarek zâtın...
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem insanların, gelmişlerin, geleceklerin en üstünü. Allahu Teâlâ hazretleri yeri göğü insanoğlu için yarattığını bildiriyor. Evliyaullahın büyüklerinden, Marifetnâme sahibi İbrahim Hakkı hazretleri kitabının başında, "Hak Teâlâ dü âlemi benî Âdem için yaratmıştır." diyor. Rabbimiz dünyayı âhireti insanoğlu için yaratmış. Sizler bizler için yaratmış ve insanoğlunu eşref-i mahlukât eylemiş.
İnsanoğlunun içinde iman edenleri; ahsen-i takvîme ulaştırmış, en yüksek mertebelere çıkartmış. Müminlerin içinden en seçkin kullarını, peygamberlerini, her kavmin, her bölgenin en mümtaz şahsiyeti kılmış. Peygamberleri içinden de eşsiz ve emsalsiz bir zâtı, seyyidü'l-evvelîn ve'l-âhirîn eylemiş. İşte o, bizim Peygamberimiz Muhammed-i Mustafâ sallallahu aleyhi ve selem.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri, İbn Mes'ûd radıyallahu anh'ın rivayet eylediğine göre, ashâbının beklediği bir sırada onların yanına yaklaştı, konuştuklarını görünce neler konuştuklarını dinlemek üzere durakladı.
Konuşanlardan birisi diyordu ki;
"Ne kadar hayret edilecek şey doğrusu, Allahu Teâlâ hazretleri İbrahim aleyhisselam'ı kendisine halîlullah edinmiş, samimi dost, sırdaş dost edinmiş. Onu halîlullah sıfatıyla taltif eylemiş,
Vettehazellâhu ibrahîme halîlan."
Diğer birisi diyordu ki;
"Sübhanallah! Musa aleyhisselam ile Allahu Teâlâ hazretleri konuşmuş, onu Tur dağına davet eylemiş, kendisine hitap eylemiş, kendisini kelîmullah eylemiş. Azgın firavundan kurtarmış, neciyyullah eylemiş."
Bir diğeri diyordu ki;
"Sübhanallah! Ne şaşılacak, hayret edilecek şey doğrusu ki Allahu Teâlâ hazretleri İsa aleyhisselam'ı kelimetullah eylemiş. Ruhu eylemiş. Her birini böylece büyük şereflere mazhar eylemiş." diye konuşunca bir tanesi de diyordu ki;
"Hz. Âdem aleyhisselam'ı da safiyyullah eylemiş."
Onların yanına Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri yaklaştı da buyurdu ki;
"Sizin sözlerinizi, hayretlerinizi, gıptalarınızı duydum, dinledim. Doğru, Allahu Teâlâ hazretleri İbrahim aleyhisselam'ı halîlullah edindi, dost edindi. Musa aleyhisselam'ı neciyyullah eyledi. İsa aleyhisselam'ı ruhullah eyledi. Âdem aleyhisselam'ı safiyyullah eyledi. Allah onları seçmiş. Agâh olun, dikkat edin ki bende habîbullahım. Lâ fahra. 'Övünmek için değil, gerçeği bildirmek için söylüyorum.' Allahu Teâlâ hazretleri beni kendisine habib eyledi, sevgili kulu eyledi, kıyamet günü Livâü'l-hamd'i, hamd sancağını taşıyacağım. Cümle Peygamberler o sancağın altında, sıddıklar, şehitler, salihler, müminler o sancağın altında haşr u cem olacaklar, onun peşinden gidecekler."
Cennetin kapısına geldiği zaman, [cennetin kapısının] açılması emrolunduğu zaman, cennetin bekçisi Rıdvan;
Men ente? "Kimsin sen?" diye sorunca [ve] onun Muhammed-i Mustafâ olduğu kendisine bildirilince;
Bi-ke ümirtü en lâ eftaha kableke. "Yâ Resûlallah! Soruşumun sebebini mazur gör, senden önce başka kimseye, şu cennetin kapısını açmamakla emrolunmuştum. Onun için soruyorum. Buyur yâ Resûlallah!" diyecek.
Peygamber Efendimiz; "Övünme yok." diyor. "Livâü-l-hamd'i taşıyacağım, övünme yok! İlk şefaat edecek olan benim, övünme yok! Cennet kapısını ilk çalacak olan benim, övünme yok! Rabbim beni beraberimdeki mü'minlerle, dünyada insanların gözlerinin hor hakir gördüğü boynu bükük fakirlerle cennete dahil edecek, övünme yok! Evvelkilerin, sonrakilerin ekremiyim, eşrefiyim, en asiliyim, övünme yok!" diye Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kendi dilinden bize kendi evsâfını beyan eylemiştir.
Bir hadîs-i şerîfinde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri buyuruyor ki;
"Vallahi sizden biriniz, beni babasından, evladından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe mü'min olamaz." Beni herkesten fazla sevmedikçe, o makama eremedikçe, Resûlullah'ın muhabbetinde erimedikçe, mum gibi yanmadıkça, bir müslümanın gerçek müslüman olması mümkün değil! Adı anılınca, gözleri yaşarmadıkça, kalbi titremedikçe tüyleri ürpermedikçe, gerçek mü'min olması mümkün değil! Allahu Teâlâ hazretleri methetmiş... Allahu Teâlâ hazretleri kendisini habib, habîbullah, sevgili, sevgilisi edinmiş.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri bir diğer hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki;
"Çocuklarınızı üç haslet üzere yetiştiriniz, büyütünüz, terbiye ediniz. Üç esaslı meselede onların terbiyesini toplayınız. Bir, beni sevmeleri, bana muhabbet, sevgi, saygı duymaları esası. Benim ehl-i beytime, benim yakınlarıma, soyuma sevgi duymaları ve Kur'ân-ı Kerîm'e sevgi duyup bağlanmaları, onu okumaları üzere."
İşte evlatlarımızı yetiştirmek için, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin bize tavsiye etmiş olduğu bu üç esası hiçbir zaman unutmamalıyız. Bizden önceki ümmetler, Bu zamana kadar geçmiş olan ecdâdımız, selef-i sâlihînimiz, mü'minlerin bizden önce gelenleri Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e öyle candan bağlanıyorlar ki, öyle candan bağlanmışlardı ki birisini müşrikler yakalayıp da katletmeye, şehit etmeye doğru götürürken dediler ki;
"Bu işler sana, [senin] başına Muhammed'in yüzünden geliyor. N'olaydı, şimdi sen ona tâbi olmasaydın da evinde çoluk çocuğunun yanında rahat etseydin. O bizim elimizde olsaydı, sen de ölümden de kurtulmuş olsaydın, başına bu haller gelmeseydi!" Dedi ki;
"Lâ, vallahi, değil benim yerime onun olması, sizin elinizde işkence görmesi, onun ayağına diken batmasına rızam yoktur."
Sahâbe-i kirâmın Resûlullah'a hitapları;
Fidâke ebî ve ümmî yâ Resûlallah." idi. "Annemiz, babamız, canımız her türlü varlığımız sana feda olsun ey Allah'ın Resûlü." diye idi, [öyle hitap ediyorlardı.]
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in sahâbe-i kirâmı[nın] her birisi Resûlullah'ın bağrı yanık aşıklarıydı. Sahâbe-i kirâmdan öyle kimseler var ki diyorlar ki, Resûlullah'a muhabetimden, saygımdan başımı kaldırıp yüzüne doya doya ömrüm boyunca bakamadım. Öyle kimseler vardı ki yüzüne bakıyorlardı, bakmaya doyamıyorlardı.
Onlardan bir tanesi Resûlullah'ın yanına oturup devamlı olarak gözünü kırpmadan Resûlullah'a bakarken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mütebessim, kendisine dönüp dedi ki;
"Sana ne oluyor böyle! Durmuşsun, her işi bırakmışsın, hayran [hayran] bakıyorsun?" O zât-ı muhterem dedi ki;
"Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah!
Etemette'u bi'n-nazari ileyke. 'Senin cemaline bakmakla nimetleniyorum, yaptığım iş o.' Cemalini seyrediyorum, seyrân ediyorum. Dünyada bu nimetten istifade ediyorum ama bir de düşünüyorum ki kıyamet günü olduğunda, kıyamet koptuğunda, Allahu Teâlâ hazretleri seni âlâ-yı illiyyîne, makâm-ı mahmûd'a çıkartacak. Bense, acep halim nice olur? Acaba cennete girecek miyim? Cennete girsem bile senin makamın neresi, ben âciz nâçiz kulun makamı neresi, diye onu düşündükçe de efkârlanıyorum." deyince, Allahu Teâlâ hazretleri âyet-i kerîme indirdi ki;
"Allah'a ve Peygambere itaat edenler, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle, salihlerle beraberdir. Onlar ne iyi arkadaştır." Bu âyet-i kerîme inince;
Ve hasüne ülâike refîkâ. Resûlullah o zât-ı muhteremi çağırdı [ve] ona bu âyet-i kerîmeyi müjdeledi. Yani "Sen de peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle beraber olacaksın." diye ona müjdeledi.
Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerine geldi, sordu, söyledi;
"Ey Allah'ın Resûlü! Yemin ederim ki sen bana ailemden, malımdan daha sevgilisin. Zaman oluyor ki seni hatırlıyorum, sana gelip yüzüne bakmadan sükun bulamıyorum. Tahammül edemiyorum ayrılığına, karşına gelip seni seyretmeden duramıyorum. Zaman oluyor ölümümü hatırlıyorum; sen cennete girdiğin zaman, peygamberlerle yüksek zâtlarla beraber olacaksın. Ben acaba cennete girecek miyim, girersem dahi seni göremem." diye üzülüyorum deyince, yine bu âyet-i kerîmenin indiğine dair rivayetler var.
Sevbân radıyallahu anh'ten yine buna benzer hayranlık, âşıkâne, seyranlık hadisesi üzerine, "acaba âhirette seninle olabilecek miyim yâ Resûlallah?" diye sorması üzerine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri buyurdu ki;
"Kişi sevdiğiyle beraber olacak."
Rabbimiz Teâlâ hazretleri seveni sevdiğinden ayırmayacak.
el-Mer'ü me'a men ehabbe.
Yuhşeru'l-mer'ü me'a men ehabbe.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri buyuruyor, bildiriyor ki; "Onun zamanındaki sahabesinden, salihlerden, mübareklerden ayrı ileriki devirlerin ümmeti, ümmet fertleri içinde de öyle kimseler çıkacak ki, öyle kimseler olacak ki, Peygamber Efendimiz'den sonra yaşadıkları halde, onun cemalini görememiş oldukları halde, onlardan birisi beni görmek için ailesini, malını, hepsini feda edip, görmenin bedeli olarak hepsini feda etmeye razı olur, görmeyi arzu ederler..."
Amr b. Âs radıyallahu anh bildiriyor ki; "Resûllullah'tan başka bana sevgili bir kimse yok."
Ebû Abdillâh Hâlid b. Ma'dân yatağa girdiği zaman Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashâbına olan sevgi ve iştiyakını söyler, yâd eder, onları isimleriyle anardı. Onlar benim aslım, esasım, neslimdir, kalbim onlara meyilli, onlara şevkim çoğaldı. "Yâ Rabbi! Benim ruhumu hemen kabz eyle!" diye dua ede ede uyurdu. "Kabzet yâ Rabbi ruhumu! Canımı al da sevdiklerime kavuşayım." diye böyle her akşam dua ederdi.
Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahu anh'ten rivayet edilmiş ki; Resûlullah'a şöyle buyurdu;
"Seni gerçek peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki Ebû Tâlib'in müslüman olması benim kendi babam Ebû Kuhâfe'nin müslüman olmasından beni daha çok memnun eder, içimdeki duygu öyle. Çünkü sen, biliyorum ki amcanı seviyorsun, Ebû Tâlib'in müslüman olmasını istiyorsun, ben senin arzunun yerine gelmesini istediğimden babamın müslüman olmasından önce senin arzunun yerine gelmesini arzu ediyorum." diye söylerdi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in de kalbinde, kendinden sonra gelecek olan ümmetlerine karşı öyle bir iştiyâkı, öyle bir muhabbeti vardır ki bir hadîs-i şerîfinde buyurdu;
"Ah, keşke ihvanıma kavuşsam…" Yanındaki sahâbe-i kirâmı dediler ki;
"Yâ Resûlallah! Biz senin ihvanın değil miyiz, karşında değil miyiz, işte bize kavuşmuş bizim aramızda değil misin?"
"Hayır. Sizler benim ashâbımsınız. Benim ihvanım yani kardeşlerim benden sonra yaşayıp, benden asırlarca sonra gelip de beni seven kimselerdir. Ben onların iştiyakı ile şevkiyle yanıyorum." diye Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bu sevgiyi taşıyanlara kendisinin de sevgi duyduğunu hadîs-i şerîfinde beyan eylemiş.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin kabrine bir kadın geldi, Hz. Âişe validemiz sağdı, dedi ki;
"Açar mısın Resûlullah'ın kabrini bir göreyim. Kabrini açtı, o zât, o kadıncağız Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin kabrinde ağlaya ağlaya aşkından orada vefat etti.
Ebû Süfyan henüz müslüman olmamışken, o müslümanların Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerine aşkını, muhabbetini, bağlılığını, onun yolunda mallarını, canlarını nasıl feda ettiğini görünce, Mekke'de Dâru'n-Nedve'de Mekke müşriklerine dedi ki;
"Ben Muhammed'in ashâbının, Muhammed'i sevdiği gibi insanlardan herhangi birinin etrafındakiler tarafından o tarzda, o kadar yüksek şekilde sevildiğini görmedim."
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin büyüklüğünün alâmetlerinden birisi de; daha önceki ümmetlere Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin methedilmesi, geleceğinin bildirilmesi, evsafının daha önceki kitaplarda anlatılmasıdır.
Saff sûresinde, âyet-i kerîmede buyuruluyor ki;
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Ve iz kâle îsebnü meryem. "Hani Meryem'in oğlu İsa aleyhisselam ne demişti?"
Yâ benî isrâîle innî resûlullâhi ileyküm. "Ben size Allah'ın gönderdiği kulu ve elçisiyim." Musaddika'l-limâ beyne yedeyye mine't-tevrât. "Musa aleyhisselam'a benden önce indirilmiş olan Tevrat'ın tasdikçisiyim." Musa aleyhisselam'ın tasdikçisiyim, o da peygamberdi, O da Allah'ın vazifeli kuluydu, o da hak yolun mürşitlerinden, Allah'ın emirlerini insanlara bildirenlerden mübarek bir kimseydi.
Ve mübeşşiran bi-rasûlin. "Ve ileride gelecek bir peygamberi size müjdeliyorum ki;" Ye'tî min ba'dî. "Benim vefatımdan çok sonra gelecek dünyaya." İsmihû Ahmed. "Onun ismi Ahmed olacak."
Muhterem kardeşlerim!
Üniversitedeki talebeliğimiz sırasında kendim bizzat [şahit oldum.] Hamidullah hoca, Allah selamet versin, bize el-Vesâiku's siyâsiyye kitabını okuturdu. el-Vesâiku's siyâsiyye kitabında bu bahisler geçince, o kitabı mukaddesi getirip o konudaki âyet-i kerîmeleri göstermişti.
Fetih sûresinin sonundaki âyet-i kerîmeyi hatırlayalım.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Muhammedün Resûlullah. "Muhammed sallallahu aleyhi ve selem Allah'ın Resûludür, elçisidir, gönderdiği, vazifelendirdiği kişidir." Vellezîne ma'ahû. "Onun yanında olan mübarekler; Ensârı, muhâcirîni, ashâbı…" Eşiddâü ale'l-küffâri ruhamâü beynehüm. "Kafirlere, münkirlere, müşriklere karşı şiddetli, dayanıklı, metânetli, sert…" Ruhamâü beynehüm "Kendi aralarında şefkatli, re'fetli, muhabbetli, merhametli…" Terâhüm rukke'an succedâ. "O mübarekleri rükû halinde, rükû ediciler olarak, secde ediciler olarak ibadette görürsün." Sîmâhüm fî vücûhihim min eseri's-sücûd. "Onların yüzlerinde secde etmekten nurlar peyda olmuştur, alâmetler belirmiştir, alınlarında o imanın nuru pırıl pırıl pırıldamaktadır, ibadetten alınları nasırlaşmıştır." Zâlike meselühüm fi't-tevrât. "İşte Ümmet-i Muhammed'in Tevrat'ta, Musa aleyhisselam'a indirilmiş olan o mukaddes kitapta, nice nice asırlar önce Allah tarafından anlatılış şekli böyledir."
Ve meselühüm fi'l-incîli. "İncil'de anlatılış şekline gelince." Ke-zer'in ahrace şat'ahû fe-âzerahû fe-stağleza fe-stevâ alâ sûkıhî yu'cibü'z-zürrâ'a li-yeğîza bi-himü'l-küffâr. "İşte Allahu Teâlâ hazretleri iman edip salih ameller işleyenlere ecr-i azîm ihsan edeceğini vaad etmiştir." diye âyet-i kerîme bildiriyor.
Bu ve bunun gibi âyet-i kerîmeler, daha önceki ümmetlere Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin methinin yapıldığını, geleceğinin bildirildiğini gösteriyor.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri gelmeden önce, yahudi kavmi, kendisinin gelmesini bekliyorlardı. "Bu zamanlarda gelmesi yaklaştı, bizim bu aralardan çıkacak." diye gelmesini bekliyorlardı da müşriklere; "Yeni bir peygamber gelecek, o peygamber geldiği zaman biz sizin putlarınızı kıracağız." diye kendi kitaplarında bildirilen haberlere göre tehditlerde bulunuyorlardı.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri, Medîne-i Münevvere'de bulunan yahudilerin ibadethanelerine, yanındaki sahabesinden bazı kimselerle gitti, onları selamladı ve onlara dedi ki;
"Ey yahudi kavmi, ey yahudiler, ey Tevrat'ın ehli, ey kitap ehli! Ey kendilerine daha önce peygamber gönderilmiş, kitap indirilmiş olan, az çok imandan, Allah'ın varlığından, birliğinden haberdar olan kavim! Ben size Allah'ın Tevrat'ta adını andığı, bahsini ettiği peygamberim. Filanca âyet-i kerîmede şöyle demiyor mu? Tevrat'ın filanca babında, filanca bölümünde böyle bildirilmiyor mu, şöyle yazılmıyor mu?" diye kendisine Allah tarafından bildirilen ihbârâtı, o ehl-i kitaba, o yahudilere bildirdi.
Onlar hiç ses çıkartmadılar, mum gibi sarardılar, seslerini çıkartmadılar. Peygamber Efendimiz tebliğ vazifesini yapmıştı, hakikatleri söylemişti. "Çıkalım" dedi, sahabesiyle onların ibadethanelerinden, toplantı yerlerinden çıktı. Arkalarından yahudilerin alimlerinden, hahamlarından, ahbârından bir zât koşarak geldi dedi ki;
"Yâ Resûlallah! Şehadet ederim ki sen Allah'ın Resûlü'sün, hak peygambersin, dediklerin doğrudur. Kitabımızda Tevrat'ta senin söylediğin âyetler mevcuttur, bunu bende biliyorum benim bu içerdeki kavmim de, arkadaşlarım da biliyor ama hasetlerinden, kıskançlıklarından 'evet' diyemediler, ben şehadet ediyorum ki sen Allah'ın Resûlü'sün, ben sana inandım müslüman oldum." dedi. Allahu Teâlâ hazretleri şefaatine nâil eylesin. İsmi Abdullah b. Selâm radıyallahu anh idi.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Geleceğini asırlarca önceki ümmetlere bile Allahu Teâlâ hazretlerinin bildirmiş olduğu, eski ümmetlere bağlı salih, âbid, zâhid kulların, "Ah n'olaydı ki, n'olaydı da yaşasaydım da o âhir zaman peygamberinin ümmeti olmak şerefine ereydim!" dediği bir peygamberin elhamdülillah ümmetiyiz. Allahu Teâlâ hazretlerinin bize verdiği bu nimetin kadrini, kıymetini sözlerle ifade etmek mümkün değil.
Varaka b. Nevfel [Hz. Hatice validemiz akrabası.] Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerine, ibadetleri sırasında, Hıra mağarasında vahiy gelip de Cebrail göründüğü zaman kendisinin bu ilk karşılaştığı olağanüstü haller, vahiy halleri, gördüğü görüntüler karşısında rahatsızlanıp Müzzemmil, Müddessir sûrelerinde anlatılan o telaşı, örtünmesi, bürünmesi üzerine, Hz. Hatice validemiz akrabasından olan eski kitapların metinlerini okumuş olan, malumatına sahip olan o zâta gidip durumu söyleyince;
"Müjdeler olsun ki o, müjdeler olsun ki o, kitaplarda ismi bildirilen, gelecek olduğu bildirilen peygamberdir. Kavmi onu yalanlayacak da yurdundan çıkartacak, ah n'olaydı ben yaşasaydım da ihtiyar olmasaydım da onun zamanına yetişseydim de onun ümmeti olsaydım, onun yardımcısı olsaydım!" dediği peygamberin ümmetiyiz.
Allahu Teâlâ hazretleri Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'i biz çok kusurlu ümmetlerinden hoşnut eylesin. Darıldığı kimselerden eylemesin.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri bir hadîs-i şerîflerinde buyurmuşlar ki;
"Ben havz-ı kevserimin başında beklerken bazı kalabalıklar bana doğru gelirler. Bunların bir kısmı benim ümmetimdir, havz-ı kevserim başında bana kavuşurlar. Ben de onlara iltifat ederim, havz-ı kevserden doya doya nûş ederler. Bazı kalabalıklar da gelirken, bana doğru yönelirken onlar yoldan döndürülür.
'Bunları niye döndürüyorsunuz, döndürmeyin, gelsinler?' dediğim zaman;
'Yâ Resûlallah! Onlar senden sonra ne hallere düştüler, dinlerini değiştirdiler, yollarını değiştirdiler!' diye Peygamber Efendimiz'e gelemeden yoldan döndürülür.
Bu kimseler hakkında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
'Kahrolsun cehennemlikler, kahrolsun cehennemlikler, kahrolsun cehennemlikler!..'" Yani Resûlullah'tan sonra onun talimatını bozan, onun yolundan çıkan, sünnetinden yüz çevirenler böyle bir duruma uğrayacaklar.
Rabbimiz Teâlâ ve Tekaddes hazretleri bizleri Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in havuzuna kavuşanlardan; o kardan ak, baldan tatlı, lezzetine doyum olmayan, etrafında yıldızlar gibi parlak, yıldızlar gibi pırıl pırıl veya yıldızlar kadar sayısı çok bardaklar, kadehler ile gelenlerin oradan su içtikleri o havz-ı kevserden doya doya içmeyi cümlemize nasip eylesin. Günahlardan, hatalardan [dolayı] yanlış ömür sürüp de Resûlullah'ın yanına getirilmeden yoldan döndürülenlerden eylemesin.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'i sevmek için tanımamız lazım. Tanımak için okumamız lazım. Peygamber Efendimiz'in sünnetini, sîretini, evsâfını, ahlakını öğrenmemiz lazım. Hayatını okumamız lazım. Elhamdülillah, koca koca ciltlerle Peygamber Efendimiz'in hayatına dair ne güzel bilgiler lisanımıza nakledilmiştir. Onları okumamız, çocuklarımıza okutmamız lazım, okuttuklarımızı uygulamamız lazım.
Bir kimse Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'i seviyorsa sevgisinin alâmetleri nedir?
Birinci alâmet ve işareti; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e uymaktır, onun sünnetini işlemektir, söz ve fiillerine tâbi olmaktır, emirlerini yerine getirmektir, yasaklarından kaçınmaktır. Güç olsun, kolay olsun, memnun olsun, olmasın, her [ne] halde, ne şekilde [olursa] olsun onun emrine; "Baş üstüne yâ Resûlallah!" deyip sünnet-i seniyyesine tâbi olmasıdır. Çünkü Allahu Teâlâ hazretleri, Kur'an-ı Kerîm'de buyuruyor ki;
"Eğer siz Allah'ı seviyorsanız ey insanlar, hemen Resûlullah'a uyun ki Allah da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir."
Sevginin ilk alâmeti sevdiği kimseyi kırmamak, üzmemek, sözüne, sünnetine tâbi olmaktır. Hasan-ı Basrî hazretleri -Allah şefaatine nâil eylesin- tâbiinin güzellerinden, alimlerinden, büyüklerinden, derecesi yüksek olanlarından, diyor ki; "İnsanın sözü fayda vermez. İşlemedikçe, amel etmedikçe, sadece kuru söz, insana fayda vermez."
Lâ yenfe'u ilmu illâ bi'l-amel. "İlim fayda vermez, bildiğini müslüman uygulamadıkça." Biliyor, okumuş, kitaplardan naklediyor, bilgisini uygulamadıkça fayda vermez.
Lâ yenfe'u ilmu ve'l-amelü illâ bi'n-niyyeti. "Niyeti güzel olmazsa, halis olmazsa uygulamak da fayda vermez." Kötü niyetli olursa, bozuk fikirli, yanlış kanaatli olursa o da fayda vermez.
Lâ yenfe'u ilmu ve'l-amelü ve'n-niyettü illâ bi's-sünneti. "İlmi olsa, ilmini uygulasa, niyeti de iyi olsa sünnet-i seniyeye uygun olmadıkça yine makbul olmaz, yine sevap kazanmaz, yine eline dünyevî, uhrevî bir faide geçmez.
Onun için hepimiz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in sünnetine sımsıkı sarılacağız. Batıya dönmeyeceğiz, kuzeye dönmeyeceğiz, gayriye meyletmeyeceğiz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'i örnek alacağız. Bizim örneğimiz, rehberimiz, liderimiz Peygamberimiz Muhammed-i Mustafâ sallallahu aleyhi ve sellem. Giyimimiz, yüzümüz, yememiz ona benzeyecek, konuşmamız, selamlaşmamız onun sünnetindeki gibi olacak. Evdeki mualemiz, çarşıdaki alış verişimiz öyle olacak, sünnet-i seniyyeye uyacağız.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri müjdelemiş ki; "Ümmetin fesada uğradığı zamanda benim sünnetime yapışanlara yüz şehit sevabı var." Yüz şehit sevabı var!..
Allahu Teâlâ hazretleri hiçbir şeyi Resûlullah'a uymaktan, Resûlullah'ın emrine tâbi olmaktan, onun yolunda gitmekten üstün tutmamayı, Allah'ın emrini, Resûlullah'ın sünnetini, dine hizmeti, her şeyden üstün tutmayı cümlemize nasip eylesin.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki;
"Kimde şu üç haslet bulunursa, o imanın zevkine varmış, tadını iyice anlamış demektir. Allah ve Allah'ın Resûlü kendisine daha gayri başka neler varsa hepsinden daha sevgili olmak, birinci şart bu. Sevdiği bir kimseyi sırf Allah için sevmek, Allah onu yanlış yoldan küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre düşmekten ateşe düşecekmiş gibi ateşe atılacakmış gibi korkmak ve sakınmak."
Müslümanların bu sıfatlara sahip olması lazım. Yani Allah ve Allah'ın Resûlü kendisine her şeyden daha sevgili olması lazım. Sevdiği bir kimseyi Allah için sevmesi lazım ve küfre düşmemeye olanca gayretiyle gayret etmesi lazım.
Birinci şart Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in sünnetine dönmek.
Dünya üzerinde bir milyar insanız, her beş kişiden bir tanesi müslüman. Asya'dan, Filipinler'den, Malezya'dan, Hindiçini'den Afrika'ya, Amerika'ya kadar uzanmışız. Bu insanları, sünnet-i seniyyeye uymak tek bir millet hâline getiriyor. Aynı kültürle yoğuruyor, aynı zevklere sahip kılıyor, aynı ideallere bağlıyor ve hepsini, rengi ne olursa olsun, kardeş hâline, tek bir ümmet hâline getiriyor.
Demek ki bizim bugün dünya üzerindeki İslâm âleminin sıkıntısı, üzüntüsü, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e uymamaktan, başka kuvvetlerin tesirine girmekten, başka yollara heves etmekten, Allah'ın yolundan gayri yerlere adımını atmış olmaktan oluyor. Allahu Teâlâ hazretleri onun cezası olarak Ümmet-i Muhammed'i böyle parça parça düşmanların pençesi, çizmesi altında cezalandırıyor.
Allahu Teâlâ hazretleri cümlemize, Peygamber Efendimiz'in sünnetine uymayı hayatının baş meselesi yapmayı nasip eylesin.
Muhterem kardeşlerim!
İkincisi, Allah'ı, Resûlullah'ı seven insanın yapması gereken şeylerin ikincisi Allah'ın ve Resûlullah'ın emretmiş olduğu şeyleri, kendi nefsinin hevâsına ve şehevî isteklerine tercih edecek. Allah ne demişse onu yapacak, nefsinin hevâsını, şehevî isteklerini terk edecek, Resûlullah ne demişse ona tâbi olacak.
Üçüncüsü, Allah'ın rızasını kulların kızmasına tercih edecek. Söylüyoruz;
Şunu şöyle yap.
Utanırım, veya filanca kızar veya falanca darılır. Kıza söylüyoruz;
Allah'ın emridir, manto giy, başını ört.
"Arkadaşlardan utanırım."
Adama söylüyoruz;
"Bak, şöyle yap!"
Başka başka hesaplar ile herkes ayrı [ayrı] yollar tutuyorlar. Halbuki [Allah'ı ve Resûlü'nü sevmenin] şartı Allah'ın rızasını arayacak, kullar kızarsa kızsın aldırmayacak.
Mü'minin vasıflarından bir tanesi;
Ve lâ yehâfûne levmete lâim. "Kınayanın kınamasından korkmamak, doğru bildiği şeyi tek başına kalsa bile yapmak."
İbrahim aleyhisselam Allah'ın sevgilisi, halîlullah. Allahu Teâlâ hazretleri İbrahim aleyhisselam'ı niçin halîlullah eylemiş?
İbrahim aleyhisselam karşısına hangi iş çıksa daima Allah'ın razı olduğu tarafı tercih edermiş. Kendisinin değil, başkalarının istediği tarafı değil, Allah'ın istediği yolu tercih edip o yolda yürüdüğü için Allahu Teâlâ hazretleri kendisini halîlullah edinmiş. Koca bir şehrin, koca bir devletin, koca bir topluluğun tümüne muhalefet edip onların taptığı putlara tapmayıp, onlara mücadele bayrağı açıp; "Ben sizin putlarınızı kırarım, kıracağım, onlara elimden bir zarar gelecek, bunu bilmiş olasınız!" diye diretebilmiş.
Onun için müslümanın Allah'ın rızasını, kulların kızmasına tercih etmesi de mühim esaslardan birisi oluyor.
[Resûlullah'ı sevmenin, ona bağlılığın] bir diğer alâmet[i], Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i çok zikretmek. "Bir kimse Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in adı anıldığı zaman ona salât ü selâm getirmezse burnu yerde sürtsün." diye Cebrail aleyhisselam bildirmiş, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem "amin" diyor.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerini Allahu Teâlâ hazretleri salât ü selâm ile, rahmet ile anıyor, melekler kendisine dua ediyorlar, müslümanların da ona salât ü selâmı çokça eylemesi lazım.
Bir kimse Resûllulah sallallahu aleyhi ve sellem'e on defa salât ü selâm eylese, Allahu Teâlâ hazretleri ona nice nice hayırlar ihsan eder; bunların büyük kısmı âhirete ait hayırlardır, bir kısmı da dünyaya ait hayırlardır. Onun için müslümanların Resûlullah'a salât ü selâm etmeyi günlük virdlerinden, zikirlerinden, vazifelerinden bir tanesi edinmeleri de sevgisinin alâmetidir ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ümmetinin içinde sevgilisi olmak da ona salât ü selâmı çokça etmeye bağlıdır.
Bir kimse Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e salât ü selâm eylese Allah bir melek vazifelendirir ânında o salât ü selâmı Peygamber Efendimiz'e o melek arz eder, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz kendisine salât ü selâm eden kişiyi bilir, kaydeder ve ona mukabele eder.
O bakımdan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz tarafından sevilmek isteyen, onun şefaatine, iltifatına nâil olmak isteyen kimsenin ona salât ü selâmı çokça eylemesi lazım.
Diğer bir alâmet, onu çok anmakla beraber, ona çok tâzim etmek, hürmet etmek, onu zikrederken huşû, hudû içinde bulunmak, onun ismi anıldığı zaman içinin titremesi…
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in ashâb-ı kirâmı onun âhirete irtihalinden sonra, Resûlullah ne zaman anılsa, gözlerinden inciler gibi yaşlar dökerlerdi. Bilâl-i Habeşî radıyallahu anh Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz vefat etti diye, [Medîne-i Münevvere] onun hatıralarıyla dolu diye Medîne-i Münevvere'de duramadı, terk-i diyâr eyledi, içinin yangınlığından Şam taraflarına geldi. Bir müddet oralarda dolaştı, sonra yine dayanamadı, uzun ayrılıklardan sonra yine Medîne-i Münevvere'ye geldi.
Kolundan tuttular, "Bir ezan okusan yâ Bilal!" diye rica ettiler. O da çıkıp bir ezan okudu, Medîne-i Münevvere hıçkırıklarla çalkandı. "Resûlullah'ın zamanı geri mi geldi?" diye ağlamalar içinde, hıçkırıklar içinde Medîne-i Münevvere çalkandı. İnsanların sevgisi tabii olduğu zaman, içten olduğu zaman işte böyle gözyaşlarıyla, tâzimle, her şeyine hürmet ve izzet ederek böyle ortaya çıkar.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i sevmenin alâmetlerinden birisi de onun ehl-i beytini, onun soyundan olan kimseleri, onun ensârını, muhâcirlerini, ashâbını sevmek; onlara düşmanlık yapanlara düşman olmak, buğz edenlere buğz etmek, kafirlere buğz etmek, düşmanlık etmektir.
Din düşmanları ile mücadelede görüyoruz ki bu adamlar doğrudan doğruya İslâm'ın kendisine saldırmaktan ziyade müslümanı şaşırtmak, ortada bırakmak için sünnet-i seniyyeye, Peygamber Efendimiz'e saldırıyorlar. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in sünneti hakkında tereddütler uyandırmaya çalışıyorlar, ashâb-ı kirâmı hakkında sözler söylüyorlar. Kâfirlerin yazmış olduğu tarih kitaplarına bakıyorsunuz; ne radıyallahu anh demek var, ne hürmet etmek var, her bir sahabeyi sanki ehl-i dünyâ kimselermiş gibi, kendi mantıklarına göre yalan yanlış tevillerle tarif ederek, onların her birilerine bir kara çalarak gözden düşürmeye çalışıyorlar.
Müslümanın vazifesi nedir?
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'i sevmesinin gereği olarak O'nun ashâbını da sevecek. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri buyuruyor ki;
"Beni ashâbım konusunda üzmeyin, onların aleyhinde söz söyleyip de beni ezalandırmayın."
Onun için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in ashâbından kim varsa onların hepsine radıyallahu anh deriz... Erkeklerine radıyallahu anh deriz, kadınlarına radıyallahu anhâ deriz. İki tane olursa radıyallahu anhümâ deriz, üç [veya] daha fazla olursa radyıallahu anhüm deriz, anhünne deriz. Her birisi bizim rehberimizdir.
Eğer çocuklarımızda İslâm'ın iyice yerleşmesini, iyice anlaşılmasını, İslâm ahlakının tezahür etmesini istiyorsak, onlara sahâbe-i kirâmın menkıbelerini okutmalıyız. Sahâbe-i kirâmı tanısınlar... Nasıl Resûlullah'ın yanına gelmiş, nasıl müslüman olmuş, müslüman olduktan sonra neler yapmış, nasıl hareket etmiş, nasıl İslâm'ı anlamış, nasıl uygulamış diye Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in sahâbe-i kirâmını tanımak, tanıtmak, onların iyi yetişmesi için en uygun vasıtalardan biridir.
Onun için, "Salihlerin anıldığı yere rahmet iner." diye çocuklarımıza âyetler öğreteceğiz. Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîflerini öğreteceğiz, bir de bu âyetleri bu hadisleri bu mübarekler nasıl anlamışlar, nasıl uygulamışlar diye Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in ashâbının hayatını okuyacağız, öğreneceğiz, öğreteceğiz, onları kendimize numûne alacağız.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Kim Hasan ve Hüseyin'i severse beni sevmiş olur. Kim beni severse Allah'ı sevmiş olur. Kim bunlara buğz ederse, bana buğz etmiş olur. Bana buğz eden de Allah'a buğz etmiş olur. Kişi çevresiyle beraber, sevdikleriyle beraberdir."
Bir camide, bir dinî dersi veren bir büyük hoca efendi, ders esnasında bazen ayağa kalkarmış. Hocaları ayağa kalktı diye talebe hayret edermiş, soruyorlar;
"Hocamız, üstadımız niye böyle arada ayağa kalkıyorsun?" Diyor ki;
"Caminin kapısı açık, dışarıdan hocamın torunu geçiyor, arada onu görüyorum, hocama hürmetimden onun için ayağa kalkıyorum."
Yani insan bir kimseyi sevdi mi onun çevresini de sever. Onun sevdiği kimseleri de sever. O bakımdan bu mübareklere dil uzatanların karşısına çıkmalıyız. Bu mübareklerin sevgisini içimize yerleştirmeliyiz, bunları çocuklarımıza sevdirmeye çalışmalıyız.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Fâtımatü'z-Zehrâ hakkında; "Fatıma benden bir parçadır, onu üzen gücendirip kızdıran şey beni de gücendirip, kızdırır." buyurdu. Peygamber Efendimiz'in mübarek zevcesi, müslamanların anası, Ebû Bekr-i Sıddîk'ın alim[e], faziletli kızı Hz. Âişe-i Sıddîka radıyallahu anhâ'ya Peygamber Efendimiz Üsâme b. Zeyd için dedi ki; "Üsâme'yi sev çünkü ben onu seviyorum. Ben onu seviyorum, sende onu sev. İmanın alâmeti ensârı sevmek, münafıklığın alâmeti ensâra buğz etmektir." dedi.
O bakımdan Peygamber Efendimiz'i seven [onun sevdiklerini de sever.] Hatta bir başka hadîs-i şerîfi İbn Ömer radıyallahu anh[ümâ]'dan rivayet edilmiş;
"Kim arabı severse, bana sevgiden dolayısıyla sevmiştir, kim onlara buğz ederse bana olan buğzu sebebiyle buğz etmiştir." diyor.
Memleketimizde çok olan bir şey. Peygamber Efendimiz'in hatırı mı kırılırmış, sözün ucu nereye varırmış dikkat etmeden ağzını açıyor arabın aleyhinde bulunuyor, bazı sahabenin aleyhinde bulunuyor.
Allahu Teâlâ hazretleri bu gibi edepsizlerin huylarından bizim evlatlarımızı, çocuklarımızı uzak eylesin. Bize de onların sevgisi, saygısıyla yaşamayı nasip eylesin, onların şefaatini ihsan eylesin.
Muhterem kardeşlerim!
Resûlullah'a bağlılığın alâmetlerinden bir tanesi de onun düşmanlarına buğz etmektir.
Burada bir noktaya da dikkatinizi çekmek istiyorum. Radyoda, televizyonda, gazetede, mecmuada yazı yazılıyor her şey tek taraflı anlatılıyor; "İslâm sevgi dinidir, İslâm merhamet dinidir, İslâm hoşgörü dinidir…" Güzel, tabii İslâm'da hoşgörü var, İslâm'da sevgi var, elbette var. Fakat bunlar bu şeyleri âdeta kendilerinin günahlarına, kusurlarına kalkan yapıyorlar. Yani, "Sen bizim içkimize, edepsizliğimize, haram yememize, kötülüklerimize karışma çünkü İslâm müsamaha dinidir."
Yanlış, İslâm tek taraflı bir din değil, İslâm her yönüyle tam bir din, eksik değil. İslâm'da Allah için sevmek var, tamam, âmennâ ve saddaknâ. Öbür tarafını da oku, öbür tarafı da söyle! Allah için de buğz etmek var. Tek taraflı anlatırsan olmaz. Âyet-i kerîmeler bir taraftan bize cennettin müjdesini veriyor, öbür taraftan da cehennemin tehdidini, cehennemin azabının ne kadar şiddetli olduğunu hatırlatıyor.
Eğer sadece gül gülistan, baklava börek, her şeyin güzelini anlatmak edep olsaydı, Kur'ân-ı Kerîm Fâtiha'sından Kul eûzu bi-rabbinâsi'sine kadar baştan sona hep cenneti anlatırdı. Oh, cennet, sevgi, müsamaha, hoşgörü, iyi! Böyle giderdi. Hayır! Hem onu anlatıyor, hem onu anlatıyor. Hem iyi tarafını anlatıyor, hem kötü tarafını anlatıyor. Hem imanı anlatıyor, hem küfrü anlatıyor. Hem münafıkların saçma sapan küfür sözlerini söylüyor, hem de onların cevabını, şamarı indirir gibi onların ensesine, kafasına, balyoz indirir gibi indiriyor. Demek ki hepsini anlatmak lazım.
Bakara sûresinin ikinci sayfasında mü'minleri anlatıyor, münafıkları anlatıyor. Bakıyoruz ki sanki cemiyetimizin teşrifini yapmış, sanki açmış ameliyat masasında içindeki hastalıkları gösteriyor. Bazı insanların nasıl bozgunculuk yaptığını, nasıl "biz ortalığı ıslah ediyoruz" derken cemiyeti fesada götürdüklerini ne kadar güzel anlatıyor.
Onun için Resûlullah'ı sevmenin alâmetlerinden birisi de onun düşmanlarına da düşman olmaktır. Dostlarınla dost, düşmanlarına düşman olmaktır.
Sen Resûlullah'ın düşmanının koluna girip de onunla nasıl dost olursun, Resûlullah sana darılmaz mı?
Sen, sevmediğin, sana çok kötülük yapmış bir insanı, bir dostun gider [onun] yanında onunla sıkı fıkı, sarmaş dolaş görürsen -kendinden düşünsene- üzülmez misin?
Onun için hakîki müslüman olmanın, dengeli müslüman olmanın şartlarına riayet edelim. Sevmek var; Allah için sevmek var, Allah için buğz etmek var.
Allahu Teâlâ hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'de buyuruyor ki;
"Allah'a ve âhiret gününe iman eden hiçbir insanı, kavmi, insan topluluğunu Allah'a ve Peygambere muhalefete kalkışan kimselerle dostluk eder, sevişir bir durumda göremezsin." İnanmışsa Allah düşmanlarıyla dost olmaz. İnanmışsa Allah'ın yanında, Resûlullah'ın yanında yer alır, onların muhaliflerine, düşmanlarına o da düşman olur. Eğer onlar babaları veya çocukları veya kardeşleri, hısımları veya hemşerileriyle bile olsa... Onun için Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in kimleri sevdiğini düşünüp dostlarını dost etmeli, kimlere kızdığını düşünüp kızdıklarına da düşman olmalı.
Sahâbe-i kirâm nasıl yaşadılar?
Sahâbe-i kirâm Resûlullah'a öyle bir bağlanışla bağlandılar ki savaşlarda babalarıyla karşı karşıya geldiler, kardeşleriyle, evlatlarıyla karşı karşıya geldiler. Münafıkların reisinin oğlu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına geldi, dedi ki;
"Yâ Resûlallah! Babam çok kötü sözler söylemiş, sizi incitecek işler yapmış, münafıklık çıkartmış, orduda bozgunculuk çıkartmış, kötü şeyler yapmış. Emrederseniz gideyim ben öldüreyim, çünkü başkası öldürürse bizim kavim kalabalıktır, kabilemiz geniştir, öldüren kimseye onlar kan davası güderler, ben öldürürsem kimse bir şey diyemez." dedi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e bağlılığın şekli. Yani babasının münafık olması, münafıkların reisi olması üzerine böyle dedi. Onun için Resûlullah'ın emrine, Kur'an'ın emrine müslümanın böyle bağlanması lazım.
"Kur'ân-ı Kerîm'in şu emrini uygun görüyorum ama…"
Aması yok! Şu emrini uygun görüyorum dedikten sonra aması yok. Şu emrini uygun görmüyorum derse insan küfre gider.
"Resûlullah'ın şu şeyini seviyorum ama…"
Yok, öbür tarafı yok! Öbür tarafı insanı küfre götürür.
Allahu Teâlâ hazretleri cümlemizi sevgisi, Resûlullah'a bağlılığı, her şeyin üstünde olan ve meseleyi olduğu gibi görenlerden eylesin.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Resûlullahı sevmenin alâmetlerinden birisi de Kur'ân-ı Kerîm'i sevmektir.
"Ben Resûlullahı seviyorum!"
Kâne hulukuhu'l-kur'ân. "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ahlâkı, huyu Kur'an idi." Resûlullah yürüyen Kur'an'dı; mücessem, insan halinde Kur'an'dı. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'in her âyetini aynen benimsemiş, aynen içine sindirmiş, hayatını aynen Kur'an'ın emrine uydurmuş, ahlakını aynen Allah'ın Kur'an-ı Kerîm'de emrettiği hâle getirmiştir. Resûlullah Efendimiz sahabesine çok iltifat ederdi ama bazen de bir iltifatını keserdi, iltifatını [kestiklerinin] başına dünya dar gelirdi.
Bir keresinde mescitte otururken dışarıya baktı ki mescidin duvarının öbür tarafında bir ev, bir kat daha yükselmiş, yüksek bir ev. Gördü bunu;
"Kimin bu ev?" dedi, söylediler;
"Filanca zâtın evi, bir kat daha çıkıyor üstüne."
O adam, o zât mescide geldiği zaman, selâm verdiği zaman Peygamber Efendimiz almadı selâmını. Peygamber Efendimiz selamını almadı!
"Selâmun aleyküm."
Almıyor selâmı. Edepli insan tabii mübarek, gitti etrafta soruşturdu dedi ki;
Resûlullah benim selâmımı almıyor, acaba sebep ne ola?
"Bilmiyoruz." dediler.
Eskiden alıyordu, şimdi niye almıyor?"
"Bilmiyoruz ama senin yaptığın binayı şöyle başını kaldırınca gördü, 'Bu bina kimin?' dedi, ondan olabilir belki." dediler.
Efendimiz dünyaya meyletmeyi, bina yaptırmakla vakit geçirmeyi sevmiyordu. "İş bundan daha önemlidir. Çalışmak lazım, İslâm'ı yaymak için gayret etmek lazım." diyordu.
Abdullah b. Ömer radıyallahu anh[ümâ]; hurma dallarıyla yapılmış ev duvarının, bahçe duvarının üzerine çamur sıvarken;
"Yâ Ömer'in oğlu! Ne yapıyorsun, iş bundan daha önemlidir, ömür böyle değersiz şeylere harcamaya değmez." diye ona nasihat etmişti.
Muhterem kardeşlerim!
O zât evinden dolayı belki Resûlullah selâmımı almıyor diye düşündü. Resûllah'a gelip sormadı, "Yâ Resûllah, sen bundan mı darıldın?" demedi, derhal gitti, evinin o ikinci katını yıktı, sonra geldi;
"Selâmun aleyküm yâ Resûlallah." dedi. Peygamber Efendimiz;
"[Ve] aleyküm selâm ve rahmetullah." diye cevap verdi.
Onun için Kur'ân-ı Kerîm'i seveceğiz, Kur'ân-ı Kerîm'in âyetlerine tâbi olacağız, Kur'ân-ı Kerîm'i okuyacağız, Kur'ân-ı Kerîm bizim ahlakımız olacak, Kur'ân-ı Kerîm bizim rehberimiz olacak, Kur'ân-ı Kerîm bizim şefaatçimiz olacak. Kur'ân-ı Kerîm bizim davacımız olmamalı. "Yâ Resûlallah! Yâ Rabbi! Ben bu zâtın evinde duvarda bir çivide senelerce asılı durdum da, kızken karısı işlemiş bir torba, kese yapmış, o kesenin içine beni koydular, duvardaki çiviye astılar da yâ Rabbi, ömür boyu hiç açıp okumadılar beni!" diye Kur'ân-ı Kerîm davacı olmasın.
İnşallah bugünden tezi yok Kur'ân-ı Kerîm'i anlamaya çalışalım. Kur'ân-ı Kerîm'i okumaya çalışalım. Ahkamını öğrenmeye çalışalım. Ahkamını hayatımıza uydurmaya çalışalım. Nasıl Resûlullah'ın ahlâkı Kur'an ise bizim de ahlakımız Kur'an olsun. Yani Kur'ân-ı Kerîm'in ahlâkı ile ahlâklaklanalım da Kur'ân-ı Kerîm'in ve Resûlullah'ın şefaatine nâil olalım.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Sevgiler saman alevi gibi parlayıp ondan sonra sönerse olmaz. Sevgi, Resûlullah'a bağlılık devamlı olacak. Onun için Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e sevgi duymak, camiye gelmek, ondan sonra caminin yolunu unutmak, namazı unutmak, sünneti unutmak, Kur'an'ı unutmak, onu sevmemenin alâmetidir, fasıklığın, hak yoldan sapmanın alâmetidir.
İnşallah Rabbimiz hepimizi irşat eylesin, ikaz eylesin. Tevfikini cümlemize refîk eylesin. Şu akşam bir güzel vesile olsun. Bu akşam benim âciz nâçiz dilimden sizlere bazı hadîs-i şerîfler söyledim, [dinlediniz.] Şu akşamdan itibaren her gün bir âyet, her gün bir hadis, her gün sahabenin hayatından bir menkıbe... Her gün bu üç tanesini lütfen yapın. Her gün bir âyet öğreneceksiniz, ama yapılmıyor...
Yani lafta kalınca olmuyor... Yazın. Bir defter edinin, elinizde bir defter olsun, her gün o günün tarihini atın, bir âyeti kerîme yazın, altına mealini yazın, tefsir kitaplarından tefsirini okuyun. O âyeti belleyin, hem ezberleyin, hem manasını, ahkamını öğrenin, bir âyet. Ondan sonra bir hadis yazın, o hadîs-i şerîfin manasını öğrenin, belleyin. Ondan sonra bir de mübarek zâtlardan, sahabeden, tabiinden, evliyâullahtan bir zâtın menkıbesini, hayatına ait bir küçük şeyi yazın.
Elhamdulillah Türkiye'mizde müslümanlığa bir güzel dönüş var. Bakıyorum tefsir kitapları ne kadar çoğaldı. Eskiden bir Hamdi Yazır Efendimiz'in sekiz ciltlik tefsiri vardı. Ondan sonra arasan gençlere tavsiye edecek bir şey bulunmuyordu, şimdi patlama halinde yani fışkırma tarzında çoğaldı; bu kitapları alalım. Bu güzel kitapları, bu tefsir kitaplarını, bu hadis kitaplarını alalım ama yarından itibaren her gün bir âyet, bir hadis, bir menkıbe yazalım.
Düşünün, bir yılda 365 tane âyet öğreneceksiniz, 365 hadis öğreneceksiniz, Peygamber Efendimiz'in mübarek sahabesinden veyahut evliyaullahın hayatından 365 hayat sahnesi öğreneceksiniz. Halbuki Peygamber Efendimiz'den rivayet edilmiş bir takım hadisler var ki; "Bir insan 40 hadis bellese Allah onu yarın rûz-ı mahşerde alimlerle beraber haşredecek." Gel sende alim sayılırsın, 40 tane hadis bellemişsin, gir bakalım şu mübareklerin arasına, diye Allahu Teâlâ hazretleri onlarla haşredecek.
Alimin öteki insanlarına üstünlüğü ne?
Öteki insanlar, öteki cennetlikler cennete girdiği zaman
Muhterem kardeşlerim!
Allahu Teâlâ hazretleri cennete girmek hakkına sahip olan alime diyecek ki;
"Dur!" Duracak.
"Dur, istediklerine şefaat et." diyecek. "Hemen girme içeriye, şu şefaate muhtaç insanlardan istediklerine şefaat et, onları da cennete al." diye alimlere şefaat hakkı verecek.
Demek ki insan 40 hadis ezberlerse alimlerle haşrolacaksa, demek ki o da bu şefaat hakkına nâil olacaksa ne kadar büyük bir fazilet olmuş oluyor.
Allahu Teâlâ hazretleri cümlemizi ilim yolundan ayırmasın.
İlim yolu namazdan da, oruçtan da, sadakadan da, hacdan da, umreden de, Allah yolunda cihattan da daha üstündür.
Muhterem kardeşlerim!
Neden?
İnsan bir hadis okur ömrü değişir, hayatı değişir, ahlâkı değişir. Bir âyet okur, yolu değişir. Bir âyet okur, bir menkıbe okur, bir iyi hâle girer, bir iyi iş yapar; bir tek insan bir ümmeti, bir milleti kurtarır.
O bakımdan Allahu Teâlâ hazretleri en büyük meşgalemizi ilim, ilimle uğraşmak eylesin.
Gönül gözümüzü açık eylesin. Rızasını kazanmak için neler yapmamız gerektiğini sezmeyi, anlamayı ona göre yaşamayı nasip eylesin. Dîn-i mübîn-i İslâm'a en güzel tarzda hizmet etmeyi nasip eylesin.
Allahu Teâlâ hazretleri cümlemize aşkını, şevkini versin. Zevk ile şevk ile cân u gönülden dîn-i mübîn-i İslâm'a hizmet etmeyi nasip eylesin.
"Kıyamete kadar, kıyamet kopup da dünyanın düzeni yıkılıncaya kadar daima Allah'ın dinini tutup destekleyip hak da, hak yolda yürüyen, Allah'ın dinine hizmet edecek bir grup insan mevcut olacak. İnsanlar ne kadar bozulsa ne kadar hak yoldan çıksalar bir grup numûne, mostra, bir numûne insan, hak yolda yürüyen bir taife mevcut olacak." buyuruyor, müjdeliyor Peygamber Efendimiz.
Rabbimiz, çevremiz ne kadar bozulursa bozulsun, bizi o hakkı tutan taifeden eylesin. Hak ehli olarak yaşatsın, hak ehli olarak emanetimizi Rabbimize teslim etmeyi nasip eylesin. Rabbimizin huzuruna sevdiği, razı olduğu kullar olarak varmayı nasip eylesin.
Bizim rahmetli fakültemizin sekreteri anlatmıştı. Kendi memleketinde felç olmuş, birkaç gün komada kalmış birisi, başucunda bekleşiyorlar, yasinler okuyorlar. Ölmek üzere, ölecek muhterem kardeşlerim. Birden adama bir can gelmiş, gözlerini açmış, olduğu yerde dikilmiş, doğrulmuş, böyle oturmuş;
"Zahmet buyurdunuz yâ Resûlallah!" demiş.
Zahmet buyurdunuz yâ Resûlallah demiş, ondan sonra kelime-i şehâdet getirmiş, ruhunu teslim etmiş.
Yaşayacaksak böyle yaşayalım, öleceksek böyle ölelim.
Allahu Teâlâ hazretleri cümlemize yardım eylesin.
Fâtiha-ı şerife mea'l-Besmele.