Bismillahirrahmânirrahîm.
Elhamdüllâhi Rabbi'l-âlemîn hamden kesîren tayyiben mübâreken fîh. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ e tâce ruûsinâ ve tabîb-i kulûbina Muhammedini'l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ecmaîne't-tayyibîne't-tâhirîne ecmaîn.
Kendi hadîs-i şerîflerinde bize bildiriliyor ki; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, gelmişlerin geleceklerin en hayırlısı, en şereflisidir.
Allah-u Teâlâ hazretleri kelâm-ı kadîm'inde, Kur'ân-ı Kerîm'inde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'i övüyor. Ömrüne and ediyor. "Senin ömrüne and olsun, yemin olsun ki" diye kıymetli şeylere yemin edilir ya; âyet-i kerîmede de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in ömrüne and içiyor.
Yâ eyyühe'n-nebiyyü.
"Ey peygamber!"
İnnâ erselnâke şâhiden ve mübeşşiren ve nezîrâ.
"Biz seni şahit olarak, nezîr olarak ve müjdeci olarak gönderdik."
Şahit; insanlara bir Allahu Teâlâ hazretlerinin varlığını birliğini tebliğ eden, bildiren demek.
"Ben ne emrettiysem size bildirdi, işte elçim geldi." diye mahşer gününde de şahit olacak. Hiç kimsenin itiraza mecali olmayacak. Allah-u Teâlâ hazretleri bütün emirlerini, yasaklarını o peygamberi vasıtasıyla göndermiş; O'da şahit! Allahu Teâlâ hazretlerinin şahidi.
Ve nezîren.
Ve eğer insanlar hak yolda yürümezler, Allahu Teâlâ hazretlerine itaat ve inkıyat eylemezlerse, ahirette başlarına çok üzüntüler gelecek. Bu gafil insanlar âhirette çok pişman olacak. Gözlerini bu dünyada açmamış olanlar, mânevî bakımdan gerçekleri göremediği için kör olan insanlar, âhirette çok pişman olacaklar, çok şiddetli azaplara düçar olacaklar. Onları da önceden ihtar etmek lazım, tehlike işaretini önceden vermek lazım! "Bu yolun sonu çıkmaz, bu yolun sonu uçurum, bu yolun arkası ateş, bu yolun devamına giderse insan sonu felaket olur." diye, önceden Allahu Teâlâ hazretleri işaret eylemiş.
Kul kendisine eder. Allahu Teâlâ hazretleri; "Ben kullarıma zulmedici değilim."
Ve mâ ene bi zallâmin li'l-abîd. buyuruyor.
Rahmetinden peygamber göndermiş.
Ve mâ erselnâke illa rahmeten li'l-âlemîn.
Âlemlere rahmet olarak göndermiş. Bildirmeseydi bildirmezdi. Mülkünde hak tasarruf eder.
"Keyfe mâ yeşâ"
Nasıl isterse öyle yapar. İsteseydi bildirmezdi ama çok büyük rahmetinin eseri olarak Peygamberimiz'i müjdeci ve korkutucu olarak önceden göndermiş:
"Ey kullar! Şöyle hareket ederseniz Allah'ın nimeti var, ikramı var, lütfu var; böyle hareket ederseniz çok felaketlere uğrarsınız. Sonra böyle hareket ettiğiniz zaman bundan bir hayır, bereket de görmezsiniz. Ancak benim emrettiğim şekilde hareket ettiğiniz zaman dünyanız âhiretiniz mesut olur, huzur içinde yaşarsanız. Aileniz hoş olur, çoluk çocuğunuz itaatli olur, cemiyetiniz tatlı bir cemiyet olur, maddeten mânen pak olursunuz, güzel olursunuz." diye Allah-u Teâlâ hazretleri, "Peygamberimiz bunları anlatsın." diye, nezir olarak, korkutucu olarak 've mübeşşiren' mübeşşir olarak Allahu Teâlâ hazretleri Peygamber Efendimiz'i göndermiş.
O ümmî peygamber.
O bilgileri ona kim öğretti?
Eddebenî Rabbî fe-ahsene te'dîbî. "Beni Mevlâm terbiye eyledi, terbiyemi ne güzel eyledi." buyuruyor hadîs-i şerîfinde.
O Resûl-ü edîbi, Allah tarafından terbiye edilmiş müstesna insan; -çölde mektep yok, medrese yok, üniversite yok ama- hadîs-i şerîflerinin her birisi birer hikmet incisi, pırlantası... bugün her sözü, herbirimizin başımızın tacı oluyor. Ciltlerle, yirmi cilt, otuz cilt, yüz cilt hadisleri var. Yüz binlerce, milyonlarca hadîs-i şerîfi var. İnsan tahsil yapmaya kalksa onları nasıl öğrenecek; mümkün değil.
Ancak o bilgilerin çokluğu ve mükemmelliği de, onun Allah tarafından gönderildiğinin bir başka delili.
İlm kân nebûd zi hû bî-vâsıta
Ân nepâyed hemçû reng-i mâşıta
"Allah'tan vasıtasız, gürül gürül bir hikmet, ilim gelmese insan devam eder mi? İnsan o zaman nasıl konuşur? O hakikatleri nereden bilecek?
Mevlâmız ulûm-u evvelîn-i âhirîn'i Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e öğretmiş. Geçmiş ümmetlerden kıssalar anlatırdı. Ashab-ı kirâmı, başlarının üstünde kuş konmuş da kıpırdarsa kaçacakmış gibi vecd ve istiğrak içinde Resûlullah Efendimiz'i dinlerlerdi.
Kâinat nasıl yaratıldı? Bu işin başlangıcı nasıl oldu? Sonra nasıl olacak? Hem evveli anlatırdı, hem âhiri. "Kıyamet gününde şöyle olacak, böyle olacak." diye anlatmış.
Ne güzel şeyler anlatmış, ne kadar hikmetli şeyler anlatmış ki; okuduğumuz zaman hayretler içinde kalıyoruz.
"Kıyametin alametlerinden birisi de şudur ki; insanın bir köpek enciğini terbiye etmesi, kendisine bir evlat yetiştirmekten daha sevgili gelecek." diyor.
Ve en terâ hufâten urâten riâel ibili ve'l ğanemi yetetâvelûne fi'l bünyan.
"Kıyamet alametlerinden birisi; baldırı çıplak, ayakları çıplak, sırtı çıplak, çölde koyun güdücülerin, deve güdücülerin yüksek bina yapmakta birbirleriyle yarış etmesidir."
Hacca gidiyoruz, Cidde'ye bakıyoruz, binaların yüksekliğine bakıyoruz, hadîs-i şerîf hatırımıza geliyor.
Sadaka Rasûlullah!
Bunlar daha dün deve güderlerdi, şu hallere bak, ne kadar yüksek yüksek binalar yapmışlar. Evvelînin, âhirînin ilmini öğretmiş.
Öyle şerefli bir kimse ki, ta İbrahim aleyhisselam'dan, hatta Âdem aleyhisselam'dan geleceği müjdelenmiş.
İbrahim aleyhisselam ellerini açmış; "Yâ Rabbi innî eskentü min zürriyyetî bi-vâdin ğayri zî zer'in inde beytike'l-Muharremi Rabbenâ li-yukîmü's-salâte fe'c'al ef'ideten mine'n-nâsi tehvî ileyhim ve'rzukhüm mine's-semerâti leallehüm yeşkürûn."diye dua ediyor.
İbrahim aleyhisselam o ekin bitmez yere, İsmail aleyhisselam'ı ve Hacer validemizi getirip yerleştirdikten sonra duaya devam etmiş:
Rabbenâ ve'b'as fîhim resûlen minhüm yetlû aleyhim âyâtike.
"Yâ Rabbi! Onların içinden bir peygamber getir, senin ayetlerini okusun, onlara hikmeti öğretsin." diye dua etmiş.
Aradan asırlar geçiyor, Peygamber Efendimiz diyor ki;
"Ben atam İbrahim aleyhisselam'ın duasıyım."
O zamandan bildirmiş. "Hz. İsa aleyhisselam'ın müjdesiyim." diyor.
Müslüman olmuş bir büyük alim papaz var. Abdulehad Davut Efendi, Allah rahmet eylesin. İncil üzerine, Hıristiyanlık üzerine, Müslümanlık üzerine kitap yazmış.
"İncil, evangelüs kelimesi ne demektir?" diyor.
"İncil" kelimesi "müjde" demektir.
Müjde. Ne müjdesi?
Hz. İsa gezdiği yerde; "Bir peygamber gelecek; o gelince ona tâbi olun." diye Peygamber Efendimiz'i müjdelemiş.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Ve iz kâle Îse'bni-Meryeme yâ benî isrâîle innî Resûlullâhi ileyküm musaddikan lima beyne yedeyye mine't-Tevrâti ve mübeşşiren bi-resûlin ye'tî min ba'dî'smühû Ahmed.
İsa aleyhisselam, adını söylemiş. "Benden sonra 'Ahmed' adında bir peygamber gelecek; ben onu müjdelemek için gelmişim." buyuruyor.
İbrahim aleyhisselam el açıyor, bizim peygamberimiz için dua ediyor. Peygamberler onun ümmeti olmaya can atarlardı.
"Ah ne olaydı, âhir zamanda gelseydik ki onun ümmeti olsaydık." derlerdi.
Lekad câeküm resûlün min enfüsiküm.
"Sizin içinizden, kendinizden, kabileniz içinden sizin gibi bir insan ama..."
Azîzün aleyhi mâ anittüm harîsun aleyküm bi'l-mü'minîne raûfün rahîm. "Size gelen şeylerden o üzüntü duyar, size çok kıymet verir, üzerinize titrer. Size karşı raûftur, çok re'fetlidir, çok şefkatlidir, çok rahmetlidir." diye Tevbe suresinin sonunda, Allah-u Teâlâ hazretleri ayet-i kerimede şefkatini, ilgisini methediyor.
Ufukta bir sarı bulut gördüğü zaman, ufku biraz karanlık gördüğü zaman Resûlullah Efendimiz'in benzi atardı:
"Acaba ümmetim bir kusur işledi de ondan Âd kavmine, Semûd kavmine ceza geldiği gibi ümmetime ceza mı gelecek?" diye ellerini kaldırırdı, yana yakıla ümmeti için dua ederdi.
Resûlullah Efendimiz'i nasıl tarif edelim? Binlerce müellif bin dört yüz seneden beri uğraşmışlar ciltlerle kitaplar yazmışlar. Ama en güzeli sahabe-i kirâmın sözleri.
Başka?
Kelâmü'l-kibâri kibârü'l-kelami. "Büyük insanların sözleri, sözlerin de büyükleri olur. Büyük insanlar büyük söz söylerler."
Hz. Ali Efendimiz, Peygamber Efendimiz'i anlatıyor. Nasıl anlatıyor?
Diyor ki:
Men reâhü bedîheten hâbehû. "Kim ansızın onu görürse, heybeti onu sarardı."
Birisi çölden gelmiş, kapıdan girmiş, Resûlullah Efendimiz'i birden görünce eli ayağı titremeye başlamış.
Heybet...Resûlullah'ın mehâbeti var, resullük mehâbeti var. Onu gören tir tir titrerdi.
Peygamber Efendimiz;
"Korkma, çekinme, ben hükümdar değilim." derdi.
İlk gören saygıdan ne yapacağını şaşırırdı. Ashab-ı kirâm, yüzüne doya doya bakamamışlar. Başlarını kaldırıp da Peygamber Efendimiz'in yüzüne bakamamışlar.
Öyle sevgi, öyle saygı...
Ve men hâletahû ma'rifeten ehabbehû.
"Kim onunla birazcık bulunursa, sohbetine iştirak edip de karışırsa, 'ehabbehû' O'nu sever, sevmemek mümkün değil."
Sevmemek mümkün mü? Gönül ferman dinler mi? Gördü mü dayanamaz.
Yahudilerin alimi Abdullah ibni Selam, -sonra müslüman oldu- radıyallahu anh; "'Medine'ye bir peygamber geldi.'" diyorlar, gideyim şunu bir göreyim." demiş, Peygamber Efendimiz'in bulunduğu meclise gitmiş.
Kapıdan bakmış, güneş içeride
Diyor ki:
Fe-izâ vechühû leyse bi-vechihî kezzâb.
"Yüzüne baktım; yalancı yüzü değil."
Peygamberliği yüzünden belli oluyor, 'lemeâne' diyor, pırıl pırıl parlıyor.
Kendisi o esnada müslüman olmamış. Bir yahudi... Ama bakar bakmaz o mübarek simaya âşık olmamak mümkün değildi. Peygamber Efendimiz güzeller güzeliydi. Sözle tarif etmek mümkün değil.
Ve men hâletahû ma'rifeten ehabbehû.
"Kim onunla biraz tanışırsa severdi."
Sevmemek mümkün değil.
Yekûlü nâitühû lem era kablehû ve lâ ba'dehû mislehû.
"Ondan evvel de ondan sonra da O'nun gibisini görmedim." derdi.
Nasıl tarif edecek?
"Öyle bir zât ki; ne ondan evvel, ne ondan sonra bu dünya yüzünde onun gibisini görmedim."
Böyle tarif ederdi. Resûlullah Efendimiz'i başka türlü tarif mümkün değildi.
Âyet-i kerîmenin devamında ne buyuruluyor?
Ve mübeşşiren ve nezîra.
Ve dâiyen ila'llahi bi-iznihî ve sirâcen münîrâ.
Peygamber Efendimiz Allah yoluna davetçi. Onun izniyle, o vazifeyi yapmakla vazifeli ama sirâc-i münîr; pırıl pırıl, etrafı aydınlatan bir ışık menbaıydı. Allahu Teâlâ hazretleri Peygamber Efendimiz'i öyle anlatıyor.
Peygamber Efendimiz'in şairlerinden, sözü güzel söyleyenlerden Hassan b. Sâbit ne demiş?
Mâ in medahtü Muhammeden bi-mekâletî ve lâkin medahtü makâletî bi-Muhammed.
Uzun şiirinde böyle diyor.
"Ben bu sözlerimle Resûlullah'ı methetmiyorum, Resûlullah'la sözlerimi şereflendiriyorum."
Onu methediyor; "Kendi sözlerim şeref kazanıyor." diyor.
Başka türlü anlatmak mümkün değil, olduğu gibi anlatmak mümkün değil. Ama işte kırık dökük öyle sözlerle azıcık anlatmaya çalışıyorlar. En iyisi susmak. Çünkü güzel anlatılamayan şey, en iyisi susulunca anlaşılır. Gözlerini kapatırsın; Allah'ın anlattığı kadar, o kadar anlatılır…
Gelmiş geçmiş ümmetimizin büyükleri, hepsi kendisine âşık. Aşklarından, muhabbetlerinden, o muhabbet-i resûlden neler yazmışlar, neler söylemişler...
O Kaside-i Bûsirî, Kaside-i Bürde, sabahları okuduğumuz...
Fe-inne fadle Resûlillahi leyse lehû hadden fe-yu'ribe anhü nâtıkan bi-fem.
Resûlullah'ın fazl u kemâlinin nihayeti yok ki l; şu dil ile insan bir şeyler söylesin de onu anlatabilsin. Hangi bir güzelliğini anlatayım, neresinden başlayayım, bitiremem ki başlayamam ki nasıl bitireyim...
Süleyman Çelebiler gelmiş geçmiş…
Bu gelen aşkına devreyler felek,
Yüzüne müştak durur ins ü melek.
Eflak, gökler, gece gündüz, yıldızlar, aylar, günler, dönüyor...
Neden öyle diyor?
Bu felekler bu gelenin aşkına dönüyor, onun aşkına dönüyor. Hani insan coşunca, kendinden geçip dönermiş ya!
Bu gelen aşkına devreyler felek. "Gökyüzü bunun aşkına dönüp duruyor. Aklı başından gitmiş."
Yüzüne müştak durur ins ü melek. "İnsanlar, melekler yüzüne müştaktır."
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in birkaç hadîs-i şerîfini okuyuvereyim. İbn Ömer radıyallahu anh'ın bize naklettiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuş ki;
Ma'hteleta hubbî bi-kalbi abdi illâ harrama'llâhu azze ve celle cesedehû ale'n-nâr. "Hiçbir kul yoktur ki onun kalbine benim sevgim karışmış olmasın, mümkün değil ki onu cehennem ateşi yaksın."
"Bir kulun kalbine benim muhabbetim yerleştikten sonra onu cehennem ateşinin yakması mümkün değil."
Resûlullah'ın muhabbeti gönlüne girdi mi o vücudu cehennem ateşi yakmaz.
Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîflerinde buyuruyor ki;
"Ben kendisine anasından, babasından, evladından, bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça insan imanın kemâline, sarih, sağlam imana eremez."
İmanımızın kemâli, hakiki mü'min olmamız, Resûlullah'a muhabbete bağlıdır.
Bu gece ne gecesi?
Bu gece, Resûlullah'a muhabbetin tazelenmesi gecesi, yâd edilmesi gecesi.
"Efendim, acaba rivayet şöyle miymiş böyle miymiş?"
Çeşit çeşit şeyler söylüyorlar. Gülüyorum.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in muhabbetinin konuşulduğu, insanın aşk ile şevk ile nasıl geçirdiğini bilemediği bir hoş gece.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Osman b. Ebi'l-Âs'in rivayet ettiğine göre radıyallahu anh, buyurmuş ki;
Fi'l-ardı emanân.
"Yeryüzünde iki tane eman vardır." Ene emânün ve'l-istiğfârü emânün.
"Ben bir emânım, -Resûlullah kendisi için söylüyor- ben emânım, istiğfar da emandır."
Eman ne demek?
Mesela bir düşman insana hücum eder, helâk edecek, kesecek, işini bitirecek ama "Aman!" der, "Aman, bana eman ver!" der, hani elini kaldırır, teslim olur, eman verirse hayatı kurtulur ya öyle.
Yeryüzünde iki tane eman vardır. Allah'ın azabı, gazabı gelir. Gelir ama iki eman vardır, onlar sayesinde kurtulabilir.
Ene emânün.
Resûlullah buyuruyor ki; "Ben emanım."
Resûlullah'a sığınan, onu seven emanda, emniyette oluyor.
Ve'l-istiğfârü emânün.
"İstiğfar da, tevbe istiğfar etmek de emandır."
Ve ene mezhûbi bî.
"Bir gün gelecek ben aranızdan ayrılacağım."
Ve yebkâ emânü'l-istiğfâr.
"Geride tevbe ve istiğfar emanı kalacak."
Allah'ın azabına, gazabına uğramak istemiyorsanız o zaman tevbe ve istiğfar edersiniz; Allah afv u mağfiret eder.
Fe-aleyküm bi'l-istiğfâri inde külli hadesin ve zenbin.
"Her günahın, suçun, kirin, pasın olduğu zaman size tevbe ve istiğfar etmenizi tavsiye ederim." buyurmuş Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz.
Bir başka hadîs-i şerîf ki Deylemî, Hz. Ali Efendimiz'den rivayet etmiş:
Eddibû evlâdeküm alâ selâsi hısâlin. "Evlatlarınızı üç sıfat üzere yetiştiriniz, üç şeyi iyice yapsınlar."
Hubbi nebiyyüküm.
"Şu peygamberiniz olan benim sevgim üzerine."
Ve hubbi ehli beytihî.
"Ve Resûlullah'ın ehl-i beytine muhabbet üzere."
Ve kırâati'l-Kur'ân.
"Kur'ân-ı Kerîm kıraati üzerine." Fe inne hamelete'l-Kur'âni fî zılli'llâh yevme lâ zılle illâ zılluhû mea enbiyâihî ve asfiyâihi.
"Çünkü hamele-i Kur'ân olan, o Kur'an'ı bilen, okuyan, hafız olan, ahkâmıyla amel eden kimseler, başka hiçbir gölgenin olmadığı dehşetli mahşer yerinde, kıyamet gününde enbiyâ ve asfiyâ ile beraber Allah'ın arşının gölgesinde gölgelenecekler."
Peygamber Efendimiz'in bu hadîs-i şerîfini Hz. Ali Efendimiz rivayet eylemiş.
Demek ki evlatlarımızı terbiye edeceğiz.
Ne yapalım? Mühendis mi yetiştirelim, doktor mu yetiştirelim? Nasıl olup da çok para kazanacak, iktisatçı mı yetiştirelim?
Hayır, hayır, hayır!
Nasıl yetiştireceğiz?
Resûlullah'ı seven bir evlat yetiştireceğiz. Resûlullah'a âşık evlatlar yetiştireceğiz. Ona muhabbeti olan, o sevgiyle yüreği yanan evlatlar yetiştireceğiz. Yoksa insanın imanı, iman olmaz. İnsan Resûlullah'ı bir kenara koyup da bir yere varabilir mi?
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Kul in küntüm tuhibbûna'llâhe fe'ttebiûnî yuhbibkümu'llâhu ve yağfir leküm zünûbeküm.
"De ki; 'eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olunuz, buna uyunuz ki Allahu Teâlâ hazretleri de sizi sevsin ve günahlarınızı afv u mağfiret eylesin. Allah gafûr'dur ve rahîm'dir."
Demek ki Kur'ân-ı Kerîm bizi Resûlullah'a götürüyor. Allah-u Teâlâ hazretleri bizi Resûlullah'a ittibaya sevk ediyor. Eğer beni sevmek iddiasındaysanız, "tamam yâ Rabbi! Beni Sen yarattın, ben Senin kulunum. Ey kâinatın sahibi, Hâlik'ı Mevlam; ben Sana itaat etmek istiyorum."
"Buyur, Resûlullah'a tâbi ol!"
"Yâ Rabbi! Ben seni seviyorum, bana çok nimetler ihsan eyledin. Sıhhat verdin, akıl verdin, âfiyet verdin, şeref verdin, izzet verdin, ikram eyledin."
"Resûlullah'a tâbi ol!"
Resûlullah'a tâbi olmaya sevk ediyor.
Bir kimse lâ ilâhe illallah dese, Muhammedün Resûlullah demezse imanı olmaz. Peygamber Efendimiz'e bağlanmadan, onu kabul etmeden olmaz.
Evlatlarımızı Resûlullah Efendimiz'in sevgisi üzerine yetiştireceğiz.
Ve hubbe ehli beytihî.
"Bir de ailesi efradına muhabbetle yetiştireceğiz."
Çocuklar Kur'ân-ı Kerîm'i iyi öğrenecek; onu okuyacaklar, manasını bilecekler, ezberleyecekler. Onun ahkâmına göre yaşamaları gerekiyor. Çocuklarımızı öyle yetiştireceğiz.
Ama dikkat edilirse önce hubb-i Resûlillah, önce Resûlullah'ın muhabbetiyle yetiştireceğiz.
Ne yapalım da evlatlarımıza Resûlullah'ı sevdirelim?
"Güzel yüzün süsleyiciye ihtiyacı yoktur." derler.
Hâceti meşşâtanî rûy-i dilârâmrâ
"Yüz dilaram oldu mu, gönlü dinlendiren, baktığı zaman insanın gözünü doyuran güzel bir sima oldu mu süslenmeye ihtiyacı yok ki Allah süslemiş." Yüz güzel oldu mu allığa, pudraya, ruja, rastığa, sürmeye ihtiyaç kalmaz.
Resûlullah'ı sevdirmeye lüzum yok, çalışmaya lüzum yok. Tanıtalım, kâfi. Okutalım, kâfi. Resûlullah'ın hayatını görsün, yaşayışını görsün, hadisini öğrensin, ne kadar kibar, ne kadar zarif, ne kadar ârif, ne kadar kâmil, ne kadar müeddeb bir insan olduğunu anlamaması mümkün değil.
Bir hadîs-i şerîf dikkatimizi çekti, diyor ki;
"Bir kimse abdest alırsa, abdestini güzel yaparsa, güzelce alırsa, -elini, yüzünü, ayaklarını güzelce yıkayacak- ondan sonra Allah rızasını düşünerek hasta ziyaretine giderse Allahu Teâlâ hazretleri onu şu mükâfâtlara erdirir."
Bin dört yüz yıl önceden söylenmiş, ne kadar güzel, ne kadar ince bir söz... Hastanelerin duvarlarına yazılacak bir edep...
Abdest alıyor, tertemiz yıkanıyor, hastaya ziyarete öyle gidiyor. Bugün ancak yirminci yüzyılda mikrobun ne olduğunu bilen insanlar, ancak böyle diyebilir:
"Aman temiz olun, pak olun, hastanın yanına giderken mikrop taşımayın, oradan hastanız bir zarar görmesin." diye ancak şimdi diyebilir.
O zaman Resûlullah Efendimiz nasıl demiş?
Allah celle celâlühû bildirdi mi bir insan bilir. Allah bildirdi mi o zaman bilir. O edeplerin hepsi onun için;
Ve mâ yantiku ani'l-hevâ in hüve illâ vahyün yûhâ.
"Resûlullah Efendimiz hevâ-ı hevesâtından, içinden, aklından konuşmamış." Allahu Teâlâ hazretleri terbiye eylemiş, vahy-i metlûv ve vahy-i gayri metlûv, Allahu Teâlâ hazretlerinin emirlerini bizlere anlatmış.
Onun için evlatlarımıza Resûlullah'ı tanıtacağız?
"Hangi kitabı tavsiye edersiniz, nasıl anlatalım, nasıl yetiştirelim?"
Küçükten başlarsın. Mevlit kandillerinde evini süslersin, ziyafetler çekersin, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in sünnetine; "İşte bu sünnettir." diyerek çocuğu küçük yaştan öyle o sevgiyle yetiştirirsin. Süslü seccade alıverirsin, güzel işlenmiş takke alıverirsin; "Hadi ört başını, bu sünnettir." dersin, "Hadi bakalım namazını kıl, sünneti kıl; bu sünnettir."
Kıldı mı; "Aferin al sana yüz lira, beş yüz lira." dersin. "Hadi ne istersen al, aferin hoşuma gittin." dersin. Küçükten yavaş yavaş yavaş onu yetiştirirsin.
Okuma yazma bildiği çağa geldiği zaman da;
"Oku bakalım, bak senin sevdiğin o Resûlullah'ın meziyetlerini bir de şimdi akıl gözüyle gör." diye Peygamber Efendimiz'in menâkıbını, hayatını, hadisini okutursun. Ondan sonra günden güne hayranlığı artar, gider.
Çok güzel kitaplar yazmışlar. Hele hele bu Kadı İyaz'ın meşhur Kitâbu'ş-şifa Fî Ta'rifi Hukuku'l-Mustafa'yı herkes evine alsın, satır satır, dikkatli dikkatli okusun, okutsun. Âyetlerle, hadîs-i şerîflerle Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'i ne kadar güzel anlatmış.
Böyle güzel kitaplarla, sahih, her şeyin özünü, aslını, temelini anlatan kitaplarla Peygamber Efendimiz'i okutup tanıtırsak, menâkıbını anlatırsak, evlatlarımız severse ne mutlu bize! Bitmez tükenmez bir sermaye. Evladımıza Resûlullah'ı sevdirebilip de öyle yetiştirdik mi ne mutlu!
Peygamber Efendimiz'in gönüllere sürur veren bir hadîs-i şerîfini de burada söylemek istiyorum.
Vedidtü ennî lekîtü ihvânî.
Berâ b. Azib radıyallahu anh'ten rivayet edilmiş. Peygamber Efendimiz hani evvelin ilmini de biliyordu, sonrakilerin ilmini de biliyordu; "Allah'ın bildirmesiyle vâkıftı." diyoruz ya, Peygamber Efendimiz diyor ki;
"'Keşke ben ihvanıma kavuşsam.' diye içim istiyor, seviyor, öyle sevdim." diye söylemiş de;
Kâlu yâ Resûlallah, elesnâ ihvanek? "Biz senin ihvanın değil miyiz, kardeşlerin değil miyiz yâ Resûlallah?" diye ashab-ı kirâm hayretle sormuşlar.
Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;
Kale entüm ashabî.
"Siz benim ashabımsınız.
Ve ihvânî kavmin yecîûne min ba'dî. "Benim ihvanım benden sonra gelen öyle kimselerdir ki."
Yü'minûne bî ve lem yerevnî.
"Beni görmeden bana inanırlar; asıl onlar benim ihvanımdır." diye bu hadîs-i şerîfiyle kendisinden asırlar sonra gelmiş olan bizlere iltifat buyurmuş.
Onların görmedikleri halde iman edip de böyle yolunca yürümelerinden duygulanmış da; "Ah, ben de onlara kavuşsam." diye Resûlullah Efendimiz arzusunu izhar eylemiş.
Allahu Teâlâ hazretleri Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in sevgisini içimize yerleştirsin.
Ellâ edüllüküm ale'l-hulefâi minnî ve min ashâbî ve mine'l-enbiyâi kablî.
Bu hadîs-i şerîf de hoca efendilere müjde! İlim öğrenen, dinî ilimleri öğrenen kardeşlerime büyük müjde!
Buyurmuş ki Enes radıyallahu anh'in rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz:
Ellâ edüllüküm ale'l-hulâfi minnî. "Benim halifelerime sizi delalet edeyim mi? Benim halifelerim kimlerdir; onları size bildireyim mi? Hem benim halifelerim ve min ashabî hem benim ashabımın halifeleri...
Ve mine'l-enbiyâi kablî
"Hem benden önceki peygamberlerin halifeleri, benim halifelerim, ashabımın halifeleri ve benden önceki peygamberlerin halifelerini size bildireyim mi? Onların kimler olduğunu size dalalet edip söyleyeyim mi?" buyurmuş.
Hüm hameletü'l-Kur'ân.
"Onlar Kur'ân-ı Kerîm'in hamelesi olan, Kur'ân-ı Kerîm'i ezberlemiş olanlar, Kur'ân-ı Kerîm'i çalışmış, öğrenmiş olan kimselerdir, hâfızlardır, hâfız-ı kelamlardır, fakihlerdir,
Ve'l-ehâdisi
"Hadîs-i şerîfleri bilen kimselerdir." Annî ve anhüm fi'llâhi ve li'llâh
"Allah uğrunda ve Allah için benim hadislerimi nakleden kimselerdir." diye buyurmuş.
Buradan anlaşılıyor ki;
El ulemâu veresetü'l-enbiyâ deniliyor.
"Ulemâ, Kur'ân-ı Kerîm'i güzel öğreten, Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîflerini insanlara nakleden kimseler" o halifelik şerefiyle şerefleniyor.
Bir de geçen haftalar derslerimize devam eden kardeşlerimiz hatırlayacaklar, yine o müjdeli bir hadîs-i şerîfti. Bütün kardeşlerimize o müjdenin ucu ulaşıyor. Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;
Men emere bi'l-ma'rûfi ve nehâ ani'l-münkeri fe-hüve halîfetu'llâhi
"Kim emr-i mâruf yaparsa ve nehy-i münker yaparsa,"
Fe-hüve halîfetu'llâhi fi'l-ard
"O yeryüzünde Allah'ın halifesidir."
Ve halifetü kitâbihî "
"Ve Kur'an'ın halifesidir"
Ve halifetü resûlihî
"Resûlü'nün halifesidir."
Ne yapalım, bu dünya hayatı böyle fâni... Allah'ın has halis, kâmil, zarif kulları da arkasında kalanları böyle acılara gark ederek gelip geçiyor.
Peygamber Efendimiz böyle bir pazartesi günü dünyaya geldiği gibi, pazarı pazartesiye bağlayan öyle bir günde de âhirete teşrif eylemiş. Tabi Allah-u Teâlâ hazretleri sevdiği kulları huzuruna, yanına alıyor. Giden gidiyor. Bu dünyada ayrılık var ama Allahu Teâlâ hazretleri bizi âhirette ayırmasın.
Bu hadîs-i şerîfleri ondan okuyorum ki Peygamber Efendimiz'in halifesi olma, Peygamber Efendimiz'in sevdiği insan olmak nasıl olur, kardeşlerim bilsinler de Allah bu dünyada bizim alnımıza bir ayrılık yazmış. Biz ondan asırlar sonra gelmişiz ama Efendimiz kitapların arasından hadîs-i şerîfleriyle bizlere işaret edip iltifat ediyor ki;
"Siz benim ihvanımsınız. Çünkü beni görmeden bana inandınız, benim yolumda gidiyorsunuz." diyor.
"Yolunda canla başla yürüyelim. İçimize bir fütur gelmesin, bir bezginlik, bir üzgünlük, -bu etraftaki küfür dalgalarından- bir yılgınlık gelmesin. İnsanların şaşırdığı bu zamanda biz şaşırmayalım." diye onun için onları söylüyorum.
Bir de insanlar sünnet-i seniyyesine sarılmanın, hadîs-i şerîflerine sarılmanın bereketini, hayrını bilsin de, -Resûlullah'la konuşmak gibidir, ne güzel!- Peygamber Efendimiz'in hadisini okuyor insan, sanki Resûlullah Efendimiz karşısındadır.
Geçen gün bir hadîs-i şerîf okudum, tüylerim ürperdi; insan bazen çarpılıyor.
Diyor ki;
"Kul secdeye vardığı zaman sanki Mevlâsının ayağına kapanmış gibidir."
Sübhanallah!
Secdenin ne mânası var?
İnsan o zaman bir elektrik çarpmış gibi oluyor. Bir secde ediyorduk, gidiyorduk. Resûlullah Efendimiz öğretiyor.
Nereden farkına varacağız?
Resûlullah Efendimiz öğretiyor. Ya demek ki ben Mevlâmın huzurunda o secdeye vardığım zaman ne mühim bir şey yapıyormuşum. Allahu Teâlâ hazretleri bizi Resûlü'nün yolundan ayırmasın.
Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde buyurmuş ki -o da size müjde, o müjdeleri söyleyeyim de ağzınız tatlansın- onları zihnimde toparladım:
İnne'l-İslâme bedee ğarîben ve se-yeûdü ğarîben.
"Bu Müslümanlık garip olarak başladı, yine garip hâline dönecek." Fetûbâ li'l-ğurabâi.
"Gariplere ne mutlu, müjdeler olsun, ne mutlu gariplere!" demiş Peygamber Efendimiz.
Onun üzerine demişler ki:
Kalu yâ Resûlallah, ve meni'l-ğurabâ? "Bu garipler kimlerdir?"
Cümle hatırınızda iyi kalsın.
Ellezîne yuslihûne inde fesâdi'n-nâs. "O garipler o kimselerdir ki insanların bozulduğu devirde onlar salih kimseler olarak dosdoğru yol yürürler."
Dosdoğru yol yürürler.
"İslâm garip başladı, tekrar garip hâline gelecek."
Ne demek?
Müslümanları sevmediler ki. Peygamber Efendimiz İslâm'ı anlattığı zaman; "Sen bizim bu işimizi karıştırma!" dediler, "İstemiyoruz!" dediler, "Putlarımızdan bizi ayırma" dediler, "Bizim putlarımıza laf söyleme!" dediler, çeşit çeşit şeyler…
Ondan sonra Peygamber Efendimiz dâhil ashab-ı kirâmı memleketlerinden çıkardılar. İman edenler diyar diyar gezdi; Habeşistan'a gittiler, Yemen'e gittiler. Peygamber Efendimiz Taif'e gitmek istedi, Taifliler cahilliklerinden taşladılar. Peygamber Efendimiz'in topuklarını yaraladılar, çoluk çocuk peşine takıldı.
Peygamberlik vazifesi kolay değil. Oradan Medineliler dediler ki;
"Yâ Resûlallah! Sen bizim yanımıza gel, biz seni bağrımıza basarız, sen ne istersen onu yaparız; sen öl dediğin yerde ölürüz, seni koruruz. Kendimizden birisi gibi seni koruruz." dediler.
Peygamber Efendimiz diyâr-ı gurbete gitti. Demek ki İslâm, gurbette başlamış.
Zaten şurada bir hadîs-i şerîf var, o da -geçen akşam okuduk- şöyle bir hakikati ifade ediyor.
Ezhedu'n-nâsi fi'l-âlimi ehlühû ve cîrânühû.
Alim insan hakkında en kadir bilmezler kimlerdir? Alimin kadrini en çok bilmeyen, hiç ona aldırmayıp da uzak olanlar kimlerdir?
Ehlühû ve cîrânühû.
"Ailesidir ve komşularıdır."
Bilmez kadrini...Komşuları hiç kadrini kıymetini bilmediler ki…
Yahu şaşkınlar, bu peygamber sizin aranızda yetişmedi mi?
"Yetişti."
Bu peygamber ne derse doğru söylemez miydi?
"Doğru söylerdi, biz O'na 'Muhammed el-Emîn' adını verdik."
Şimdi niye dinlemiyorsunuz?
Kadir bilmez. Gurbettekiler kadrini, kıymetini bilir. Onun için gurbette başladı.
Veyahut şöyle denilebilir:
"Altı şey, altı yerde gariptir: Cahillerin arasında alim, gariptir..."
Sanki diyâr-ı gurbetteymiş gibi, zavallı, kimsesiz. Bir sürü cahil, kadir kıymet bilmez kimse arasında bir tanecik alim. Müşriklerin arasından Peygamber Efendimiz çıktı, kıymet bilmiyorlar, öldürmeye kalkıştılar, Allah'ın resûlünü öldürmeye kalkıştılar.
Sonra; okunmayan Kur'an, okunmadığı evde, o ev ahalisinin arasında gariptir. Asılmış duvara, çünkü dededen kalmış, atamıyorlar da, utanıyorlar ama okunmuyor, o Kur'ancık o evde gariptir.
Sonra salih bir kimse; berbat komşuların arasında gariptir. Kıymetini bilmezler, sakalına kızarlar, camiye gidişine kızarlar. Geceleyin teheccüde kalkar, alttaki komşu kızar:
"Ne gürültü yapıyorsun ya?"
Allah'ın ibadetine kalktı bu adamcağız. Dağlar, kendi üstünde birisi namaz kıldığı zaman öbür dağlara övünüyor:
"Senin haberin var mı; bugün benim üstümde bir salih kul, Allah'a ibadet etti, secde etti."
Aşağıdaki komşu; "Sabah namazına kalkıyor." diye rahatsız oluyor.
Sonra; cahil bir kocanın elinde saliha bir hatun gurbettedir. Pırlanta gibi bir kadıncağız, kocası sarhoş, kumarbaz, edepsiz, küfürbaz. O kadıncağız oraya düşmüş, Allah'ın takdiri, sabreder durur. Zavallı garip, gurbette.
Sonra; şirret bir kadının salih bir kocası gariptir, gurbettedir.
Neden?
Bir kere düşmüş eline, müslüman, kıyamıyor, boşanmak kötü diye atamıyor; atsa Allah'tan korkuyor, onun elinde çekip duruyor.
"Çıkar şuradan bir kova su getir!"
Getiriyor.
"Yine doldur!"
Dolduruyor, getiriyor;
"Buyur hatun!"
Yine döküyor, "Yine doldur!" Yine götürüyor, "Yine doldur."
Neden?
Öteki kâmil insan, büyük velî. Garip, onun yanında garip.
İşte İslâm, böyle garip bir şekilde doğdu. Etrafındaki kimseler kadr u kıymetini bilmediler. Garip olarak doğdu ama sonra şevket kazandı. Peygamber Efendimiz, o gariplik halinde işkence çekerken ashab-ı kirâmına dedi ki;
Peygamber Efendimiz, o gariplik halinde işkence çekerken ashab-ı kirâmı, dedi ki;
"Siz sabretmiyorsunuz. Vallahi bu iman denizleri aşacak. Denizleri aşacak, denizlerin üzerinde dalgalanacak bu iman."
İnanmayan bir insan bunu söyleyebilir mi? İstikbali bilmeyen bir insan böyle söyleyebilir mi?
"Her tarafa yayılacak. Dünyanın hiçbir yerinde bu dinin hak din olduğunu bilmeyen bir kimse kalmayacak." dedi Peygamber Efendimiz. "Siz sabretmiyorsunuz, sabredin. Bu iş düzelecek." dedi. Düzeldi, hakikaten düzeldi.
"Bana yer yüzünün anahtarları verildi." diyor Peygamber Efendimiz.
Anahtar ne yapar?
Kapı açar.
Resûlullah Efendimiz'e ülkelerin kapıları verildi; İran açıldı, Anadolu açıldı, Afrika açıldı, Asya açıldı, Hindistan açıldı, Afrika açıldı..
Bak 774 tarihinde İngiltere'de krallık yapmış olan, -bak ne kadar sene önce, daha Türkler yeni müslüman olurken, daha Müslümanlığı yeni tanırken- İngiltere kıtasında Offareks ismindeki İngiliz kralı Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah diye sikke bastırmış, müslüman adam. 774 tarihinde.
Osmanlılar 1300 senesinde geldiler. Orta Asya'daki bizim eski, dedelerimiz de daha 774 tarihlerinde -Talas harbi filan oluyordu- müslüman ordularıyla çarpışıyorlardı, müslümanları ülkelerine sokmamaya çalışıyorlardı.
O zaman İngiltere kralı müslüman olmuş. Parası basılmış. Parası bulunmuş. Parası bulunur bulunmaz Avrupalıların akılları karmakarışık olmuş:
"Allah Allah, bu tarihte para üstünde Lâ ilâhe illallah Muhammeden Resûlullah yazılı, üstünde Offareks
imzalı para nasıl olur?" diye şaşırıyorlar.
Nasıl olacak; Allah imanı her tarafa duyuracağını Resûlullah Efendimiz'e vaad etti. İspanya'ya da gitti. Şimdi İspanya Katolik. Fransa'ya da gitti. Fransa'nın ortalarına kadar gitti. İngiltere'ye de gitti ve İngiliz kralı işte o zamanlar müslüman olmuş. Ta Emeviler zamanında, Abbasilerden evvel.
Asya'ya da gitti, Çin'e de gitti, Hindistan'a da gitti her yere gitti.
Müslüman olan kazandı, olamayanlar, o bahtsızlar dertlerine yansınlar… Ne kadar bahtsız insanlarmış, ne kadar zavallılarmış, ne olurdu Allah'ın varlığını birliğini kabul etselerdi de iki cihanın saadetini elde etselerdi. Allahu Teâlâ hazretleri bize elimizdeki imanımızın kadrini kıymetini bilmeyi nasip eylesin.
Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;
El-enbiyâü kâdete'l-fukahâü sâdetin ve mücâlesetühüm ziyâdetun fi'l-ilm. "Peygamberler başkanlardır, sultanlardır, komutanlardır. Fakihler, seyyidler, efendilerdir, ağalardır, ve mücâlesetühüm ziyâdetun onlarla oturmak, kalkmak ilimde, şerefte artmadır, ziyadeliktir."
Ve entüm fî memerri'l-leyli ve'n-nehâri fî âcâlin menkûdatin ve â'mâlün mahfûzatin.
"Siz gecenin ve gündüzün akıp gidişinde gittikçe azalan ömürlere sahipsiniz ve elinizde tahdid edilmiş ömürleriniz var.
Ve'l-mevtü ye'tîkum bağteten.
"Bir gün ansızın size ölüm geliverir; 'Daha ben daha yaşayacaktım.' dersiniz. Birdenbire geliverir.
Fe men zeree hayren yahsudü rağbeten.
"Kim bu ölüm gelmezden evvel hayır ekerse rağbet ve itibar kazanır, âhirette itibar biçer. Âhiretin itibarına, izzetine nâil olur."
Ve men zeree şerren yahsudü nedâmeten.
"Kim burada kötülük ekerse âhirette pişmanlık biçer."
O pişmanlık da hiç faydalı bir pişmanlık değildir.
Şerrü'n-nedâmeti yevme'l-kıyâmeti.
Pişmanlıkların en kötüsü ne zaman olandır?
Kıyamet gününde olandır. Hesap görüldü. Ehl-i cennet, cennete ayrıldı, seviniyorlar, bayram ediyorlar. Ehl-i cehennem cehenneme ayrıldı, ağlaşıyorlar, pişmanlık duyuyorlar, ah vah, feryat figan, saçını başını yoluyor, göğsünü yumrukluyor, dizini dövüyor… Pişmanlık duyuyor. Gitti, hayat denilen o imtihan zamanı, o fırsat, elden gitti.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde daha buyurmuş ki;
Rahmetu'llâhi alâ hulefâi (veya hulefâye.)
"Allah'ın rahmeti benim halifelerimin üzerine olsun."
Kîyle ve mâ hulefâüke yâ Resûlallah? "Nedir senin halifelerin yâ Resûlallah?" diye sordular. Kâle'llezîne yuhyûne sünnetî ve ya'lemûnehe'n-nâs.
"O benim halifelerim; 'o kendilerine Allah rahmeti olasıcası" diye dua ettiğim halifelerim var ya, onlar o kimselerdir ki benim sünnetimi ihyâ ederler ve insanlara benim sünnetimi öğretirler."
Muhterem cemaat-i müslimîn!
Bilin ki kıyamete kadar insanlar bozulacak, kötülükler olacak. O dediğim hadîs-i şerîfteki gibi İslâm dünyaya garip geldi, sonunda da garipleşecek; İslâm garipleşti. Bazı şeylerin bazı yerlerde garip, diyâr-ı gurbette boynu bükük kaldığı gibi Müslümanlık yine garipleşti. Yine tam değil, elhamdülillah, eh Allah'ın iyi kulları eksik değil ama gittikçe garipleşiyor. Bizden sonra ne kadar olur bilmiyoruz; daha da nereye varacağını Allah bilir.
Tûbâ li'l-ğurebâ! demiş Peygamber Efendimiz;
"Gariplere müjdeler olsun, ne mutlu gariplere!" demiş.
Kimmiş garip kimseler?
Ellezîne yasluhûne inde fesâdi'n-nâs. "İnsanların fesada uğradığı zamanda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in gösterdiği yolda salih kimseler olarak yürüyenler."
Peygamber Efendimiz'in övdüğü kimseler...
Siz bu etrafa bakmayın. İnsan herkesin lafını dinlerse hiçbir işin içinden çıkamaz.
Sizin tuttuğunuz yol, sağlam yol. Kur'an yolu, Peygamber Efendimiz'in hadisi yolu. Varsın beğenen beğensin, beğenmeyen beğenmesin. Bu yoldan ayrılmayın.
"Garip kalıyorum, boynu bükük kalıyorum, etrafımda bana uyan bir kimsecik yok, komşularımın hepsi şöyle…"
Tûbâ li'l-ğurabâ demedi mi Resûlullah Efendimiz? Ne mutlu gariplere, ne mutlu o gariplere!
Yok, etrafında bir akıldaş, bir yoldaş, bir gönüldaş, aynı yolda yürüyen kimse. Varsın olmasın, tek başına yaşa, Allah yeter.
Hasbüna'llâhu ve ni'me'l-vekîl.
Allah yeter, başkasına ihtiyaç var mı?
Allah bes, bâki heves.
Allah insana kâfi, gerisi zaten insanların hevesi. Mal mülk, evlat, çoluk çocuk, akraba, komşu...
Allah kâfi, başka ne istiyorsun?
Cahilliğinden istiyor.
Allah bes bâki heves.
Ne güzel söylemiş:
Allah bes, bâki heves,
Kes gayriden ümidi kes,
Tekrâr-ı zikrullah ile.
Mevlâ'yı zikret, Allah'ın zikriyle gayriden ümidi kes, Mevlâ'ya bağlan. Hasbünallah de, hasbiyallah de, O'nun yolunca yürü; O seni yardımsız bırakmaz, yalnız bırakmaz.
Ünsiyetlerin, ahbaplıkların, dostlukların en güzeli Allahu Teâlâ hazretleriyle olan dostluktur. Allahu Teâlâ hazretleri bizi kendi dostları eylesin, yolundan ayırmasın.
El-Fâtiha.