Bismillâhirrahmânirrahîm
Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn.
Ves-salevâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedini'l Mustafa ve alâ âlihî ve sahbihî ecmein ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'd din.
Emmâ bağdü
Fe kâlü Rasülüllâh sallallahü aleyhi ve sellem
"Esbetüküm ale's-sıradı eşeddüküm hubben li ehli beyti ve ashâbî
Hazreti Ali (r.a)'den Deylemî, İbni Abdülber rivayet etmişler ki Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuş:
"Esbetüküm ale's-sırâdı"
Sıratı geçerken ayağı en sağlam, en kaymaz, en emniyetli şekilde olanınız (sırat; cehennemin üstünde köprü. Ayağı kayarsa cehenneme düşer. Allah korusun)
"Eşeddüküm hubben li ehli beytihîve ashâbî"
Benim ehli beytime ve ashabıma sevgisi en çok olanınızdır. Ayağı en sağlam olan sevgisi en çok olandır. Peygamber Efendimiz'in ehli beyti; ailesi (hanımları, çocukları)
Selmanı Farisi'yi de severmiş. Abasını O'nunda üzerine örtüp, bürüyüp;
"Selmanü minnâ ehlel beyti"
Selman bizdendir, ehli beyttendir buyurmuş.
Salman-ı Farisî (r.a)'a aile ferdi gibi taltif eylemiş, iltifat buyurmuş. Ashabıma ve ehli beytime sevgisi olan sıratta en sağlam durandır. Ayağı kaymayandır. Sevgisi yoksa düşmanlığı varsa, kızgınlığı varsa, dil uzatıyorsa, kızıyorsa o zaman sıratta ayağı kayar, cehenneme uçar gider. Allah saklasın.
İkinci hadisi şerif;
"Ûtiytü leylete üsribi alâ kavmin bütûnühüm ke'l büyüti fiyhe'l hayyâtü türâ min hârici bütûnihim fe kultü men hâülâi ya Cibrîlü kâle hâülâi ekeletü'r-ribâ"
Ebu Hureyre (r.a)'den bu hadisi şerif. İbn-i Maceden alınmış. Peygamber Efendimiz buyurmuş;
"Ûtiytü leylete üsribi"
Miraca çıkartıldığım gece "ala kavmin" bir kavmin yanına getirildim. Cebrail aleyhisselam yedi kat semâvâtı geçirdi, cenneti cehennemi gösterdi, gezdiriyor. O gezdirirken bir kavmin yanına vardım ki;
"Butûnühüm ke'l büyûti"
Karınları ev gibi. Ev kadar büyük. Karınları kocaman. Arapçada beyt; çadır manasına da geliyor. Karınları, kocaman bir kubbeli çadır gibi.
"Fîhe'l hayyatü"
İçinde yılanlar kıvrım kıvrım kıvranıyor.
"Türâ min hâricin bütûnühüm"
Dışarıdan karınlarının içi de görünüyor. Peygamber Efendimiz görebiliyor. Yılanlar içeride kıvranıyor.
"Fe kultü men hâülâi yâ Cibrîl"
Ey Cebrail bu adamlar kim? Karınları ev gibi, çadır gibi kocaman içinde yılanlar kaynaşıyor. Kim bunlar? Karınlarının içi dışarıdan görünüyor Kim bunlar?
"Kâle hâülâi ekeletü'r-ribâ"
Buyurdu ki; bunlar faiz yiyenlerdir.
Peygamber Efendimiz'e onların cehenneme gireceği ve cehennemde de böyle durumlara düşeceği gösterilmiş oluyor.
Şimdi bizim burada gördüğümüz durum herkesin bankada hesabı var. Az çok bir faizde o banka hesabına geliyor.
Bir hadis-i şerif var. Efendimiz buyurmuş ki;
"Diyarı küfürde ehli küfrün kendi örflerine, adetlerine göre müslümana faiz verirse, müslüman onu alır." Müslümanla kâfir arasında riba ( faiz) bahis konusu olmaz orada. Çünkü onlar kendi şeriatlarına göre onu veriyorlar. Binaenaleyh gönül rızasıyla veriyorlar (anlaşmalı olarak) Orada bulunan müslümanda onu alır, kaçırmaz. Tabii daha güzeli Müslümanların kendi helalinden paralarını değerlendirecek müesseselerini kurmalarıdır. Ortaya sonradan finans kurumu gibi şeyler çıktı. Yani para alınıyor, toplanan parayla iş yapılıyor, kâr dağıtılıyor. Binaenaleyh faiz değil.
Yapılan işin çokluğuna göre, kârın çokluğuna göre de kâr, ortaklara fazla dağıtılıyor. Şekil bu. Bu güzel bir şekil olduğundan İslam ülkelerinde uygulanıyor. Türkiye'de de uygulanmaya başladı. Millette rağbet etti ama onları yönetenler hangi mantıkla onları idare ediyorlar, perdenin arkasında neler yapıyorlar? Bir de fetva heyetleri varmış.
Her şeyi helalinden nasıl yapacaklarını sordukları heyetleri varmış deniliyor.
Burada parayı yanında gezdirmek de tehlikeli oluyormuş. Mesela Amerika'da Türklerden birisi cüzdanından para çıkarmış ödemiş. Bir bayan yanaşmış demiş ki:
"Beyefendi siz ne yapıyorsunuz? Çıldırdınız mı?"
"Niye"demiş.
"Cüzdanınızı açtınız, içinde paralar görünüyor. Para ödediniz burada. Yani sizin bu cüzdanınızda hazır taze para olduğunu gören bir esrarkeş bu parayı almak için sizi öldürür" demiş. Orada yanlarında hiç para gezdirmezlermiş. Kartlarıyla gezerlermiş, alışverişleri hep öyle yaparlarmış. Gezdirirlerse kartın kullanılmayacağı yerlerde az miktar gezdirirlermiş diye duydum. Onlar öyle yapmışlar. Biz de keşke iyi Müslüman olsak da esaslarımızı
İslam'a göre ayarlasak da hiç harama, günaha bulaşmadan yaşasak. Çok uğraştım Türkiye'deyken, bunu böyle yapmak için. Dedim ki;
Şu kardeşlerimizin paralarını, bankalardan kurtaralım. Etmeyin, eylemeyin. Büyük tüccarlar vardı sohbetlerimde. Ticarethanelerinizi açın halkımıza. Hisse senedi çıkartın.
Alın paralarını, kârı da dağıtın. Mutlaka bankadan daha şey olur. Oturmuş müesseselerimiz var. Her sene belli kâr getiriyor, iyi idare ediliyor. Hissesini açın. Yüz milyarken olsun beş yüz milyar. Siz de kâr edin. Çünkü çok parayla alındığı zaman bir şey ucuza alınıyor. Daha çok kâr alıyor. Bir türlü bir şey sağlayamadık.
Sonuncu hadisi şerif;
"Ûtiytü leylete üsriyebi alâ kavmin tügradü'ş-şefâhühüm bi mevâkîda mine'n-nâr küllemâ kuridat def'et fe kultü yâ Cibrîlü men hâülâi. Kâle hâülâi hudabâu ümmetikellezîne yegûlûne mâlâ ye'falûne ve yegraûne kitâbellâhi velâ ye'ğmelûn"
Miraç Gecesi'nde Cebrail tarafından gezdirilirken yine bir takım insanların yanına uğradım. Baktım ki dudakları ateşten makaslarla çatır çatır ağızları, dudakları kesiliyor. Kesilir kesilmez yeniden oluşuyor, gene kesiliyor, gene oluşuyor. Her seferinde azap tazeleniyor. Kesildiği zaman öyle kesik kalmıyor, gene bitiyor, gene kesiliyor. Öyle azap görüyor. Dedim ki "ya Cebrail bunlar kim?"
Buyurdu ki Cebrail (a.s);
"Hâülâi hutabâi ümmetike" bunlar senin ümmetinin hatipleridir. Hatip; hitabet eden kimse. (Vaiz, hoca, müftü, camide cuma kıldıran hepsi dâhil)
"Ellezîne yekûlûne mâlâ ye'falûn" O kimseler ki (o hatipler, o vaizler, o hocalar) halka kendilerinin yapmadıkları şeyleri söylüyorlar.
"Ve yekraûne kitâbellâhi velâ yeğmelûne bihî"
Kur'an-ı Kerim'i, Allah'ın kitabını okuyorlar ama onun içindeki emirleri uygulamıyorlar, tutmuyorlar. Onunla amel etmiyorlar. Ondan dolayı siz bu dudaklarla mı böyle yapmadığınız şeyleri söylediniz. Halka talkın verip kendiniz salkım yuttunuz diye cehenneme atılacakları anlaşılıyor ve azaplarının da şekli, dünyadaki işledikleri günahın cinsine uygun olarak dudakları kesilmek suretiyle. Çatır çatır. Ateşten makaslarla dudakları kesiliyor. Her seferinde yeniden bitiyor, yeniden kesiliyor.
İslam'da bildiğini uygulamaya, ilmiyle âmil olmak deniliyor. Öğrendiğini yapması lazım Müslüman'ın. Çünkü böylece nasihatler tutulmuş olur. Böylece sevaplar kazanılmış olur. Böylece ahlak düzeltilmiş olur. İşler böylece ileri gider. Ama millet dinliyor, dinliyor. Başını sallıyor, bildiğini yapıyor uygulamıyor. O zaman bildiği halde niçin iyiliği yapmıyor? Öğrendiği halde niçin kötülükten kaçınmıyor diye onların özel cezası oluyor. Bilhassa ondan dolayı cezası oluyor. İlmiyle âmil olmayan kimselerden.
Tabii bunların başında ilmi çok olan âlimler geliyor, hocalar geliyor ki onlar biliyorlar, halktan daha iyi biliyor. Bildiğini bile bile günahı gene yapıyor. Sevabı bildiği halde, sevap işlemekten gene uzak duruyor. Tembelleniyor, kaçınıyor. O zaman içi başka, dışı başka oluyor. Özü sözüne uymamış oluyor. İlmiyle âmil olmamış oluyor. Allah-u Teâlâ Hazretleri de cezalandırıyor. Allah-u Teâlâ Hazretleri bizleri affı mağfiret eylesin. Eğer ince bir hesaba tabii olursak halimiz nice olur bilmiyoruz. Durumumuz Cenab-ı Hakk'ın rahmetine kalmış. Çünkü mutlaka nice nice kusurlarımız var. Mutlaka biz de burada hadisi şerifi açıyoruz, okuyoruz. Ama bu hadisi şeriflere göre tam kâmil Müslüman mıyız? Duyduklarımızı tam uygulayabiliyor muyuz? Bazen uyguluyoruz, bazen unutuyoruz, bazen tekrar hatırlatılıyor. Ha şu şöyleydi diyoruz.
Belki Cenab-ı Hakk'ın lütfundan umulur ki, niyetimiz iyi. Tutmak istiyoruz da ama tutamıyoruz. İyi bir şey yapmak istiyoruz da tam yapamıyoruz.
Niyetimize göre belki Cenab-ı Hak mükâfatlandıracak.
Evinden namaz kılmak maksadıyla çıkan kimsenin, yürüdüğü esnada yürümeye başladığı esnadan itibaren namazda sayılıyor.
Camiye gidinceye kadar o sevabı almaya başlıyor. Namaza ister yetişsin, ister namazı kaçırsın. Yetişemedi, geç kaldı. Öyle bile olsa sevabı alıyor. Çünkü islamda niyet önemli. Ameller niyetlere göre değerlendiriliyor. İyi niyetle bir şeyi yapmaya niyet eden bir insan yaparsa; birden yedi yüze kadar, yedi yüzden yetmiş bine kadar daha fazla bi gayri hesap sevap alıyor.
Niyetlenir de yapamazsa niyetinden dolayı gene sevap alıyor. Kötü bir şeye niyetlenip de yapacağı sırada Allah'tan korkup da yapmazsak gene sevap alıyor. Gene sevap alıyor. Kötü bir şeyi işlerse bir günah yazılıyor. Ama iyi bir şeyi işlerse bire on, bire yetmiş, bire yedi yüz, bire yetmiş bin. Yani kat kat fazla veriliyor. İyilik yaptığı zaman kat kat fazla veriliyor. Kötülük işlerse bir kötülük yazıyor defterine. Bir iyilik yaptığı zaman on iyilik yapmış gibi veya yetmiş iyilik yapmış gibi veya yedi yüz iyilik yapmış gibi iyiliğin cinsine göre o yapışındaki güzelliğe göre sevap alıyor. Bir namaz kılıyor. Yedi yüz namaz kılmış gibi sevap alıyor. Allah yolunda bin dolar harcıyor. Yedi yüz bin dolar harcamış gibi sevap kazanılıyor.
Günah işlerse bir dolarlık günah işlemişse, bir dolarlık günah yazılıyor. Allah-u Teâlâ Hazretleri iyilikleri kat kat arttırıyor. Hatta büyütüyor.
Yani sizden biriniz devesinin yavrusunu, atının yavrusunu, tayını büyüttüğü gibi Cenab-ı Hak sizin iyiliğinizi besler, büyütür diyor Peygamber Efendimiz.
İyiliği Cenab-ı Hak büyütüyor, kocamanlaştırıyor. Küçücük yavru iken küçücük kuzu kocaman koç oluyor. Öyle sevaplar çoğalıyor. Cenab-ı Hak rahmetine bahane arıyor.
Bahanelerle bizi cennetine sokuyor. Yoksa bizim halimiz harap. Cenab-ı Hak rahmet etmese, çok sevap vermese, affedici olmasa, bağışlayıcı olmasa, tövbeleri kabul edici olmasa ne yapacağız?
Tevbeleri kabul etmese ne yaparız? Mahvoluruz. Kabul etmedi. Eski suçlarının hesabını soracağım dedi. Ne yapacaksın? Nereye yalvaracaksın? Nereye başvuracaksın? Hapı yuttun. Affediyor. Hatta affet beni ya Rabb'i demeden, pişmanlığını sezince bu kulum yaptığı günahtan pişman oldu diye daha sözü söylemeden bile affediyor.
Hatta;
"Yübeddülüllâhü seyyiâtihim hasenât"
Mü'min kullarının günahlarını, iyiliğe döndürüyor. Biz her gün günah işliyoruz. O da her gün nimetini vermeye devam ediyor. Nimetini kesmiyor üzerimizden. Her dem hata ediyoruz. Her nefes alış verişte kusur işliyoruz. Her konuşmamızda günaha bulanıyoruz.
Estağfurullah deyince affediyor. Abdest alınca affediyor, siliyor. Namaz kılınca affediyor. Birisi geldi; "ya Resulallah ben suç işledim. Suçum, kabahatim şu, şu, şu" O sırada ezan okundu. Cemaatle namazı kıldılar. Ne kadar müjde. Namazdan sonra gene geldi;
"Ya Resulallah hani namazdan önce size söylemiştim ya. Ben bir günah işlemiştim, cezalıyım. Cezamı çekmeye razıyım"
El pençe divan bekliyor yani. Resulullah cezayı uygulasın da ahirette başı derde girmesin, bu dünyada kurtulsun diye. Peygamber Efendimiz ona dedi ki:
"Şimdi ezan okundu kamet getirildi, namaz kıldık. O namazı sen bizimle beraber kılmadın mı?”
"Ya Resulallah kıldım" dedi.
"Kıldıysan o zaman silindi" dedi. Namazı kıldın ya silindi. Her namaz, bir önceki namazla aradaki günahları siliyor. Her Ramazan, bir önceki Ramazanla aradaki günahları siliyor. Büyük günahlardan kaçınılırsa. (Adam öldürmek, hırsızlık vesaire gibi.)
Her hac günahları siliyor. Hatta hacda; Arafat'ta Mina'ya geldiği zaman Arafat'ta affediyor, affediyor, affediyor. Müzdelife'de Arafat'ta affolmayanlar da affoluyor, affoluyor, affoluyor. Mina'ya geldiği zaman artık devecileri bile affedermiş Cenab-ı Hak. Ya adam hacıya devesini kiraladı. Devesinin yanında onun için duruyor. Deveci, otobüsün şoförü gibi.
Yani Türkiye'den oraya otobüsüyle para kazanmak için gitmiş. Niyeti haccetmek değil para kazanmak. Suudlular bir otobüs başına şu kadar para veriyorlar filan diye konuşmuşlar, anlaşma imzalamışlar. Falanca firmadan yirmi tane otobüs oraya şoförüyle gitmiş. Şoförlere demişler ki alın bu otobüsleri götürün. Firma götürmüş. Onun gibi devecileri dahi affediyor.
Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin sevdiği kulu olalım. Huzuruna sevdiği kul olarak varalım. Cennetiyle, cemaliyle Rabbimiz bizi müşerref eylesin. Kahrına gazabına uğratmasın. Cehennemine atmasın, ateşlerde yakmasın. Rıdvanı ekberine vasıl eylesin. Âmin ecmeîn.
El Fatiha.