Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
Rabbenâ neveyne'l-i'tikâfe fi hâze'l-mescidi'ş-şerîf bürheten mine'z-zemân, fe-tekabbel minnâ. Allâhümme leke'l-hamdü hamden dâima, leke'l-hamdü kemâ yenbeği li-celâli vechike ve li-azîmi sultânik. Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ hayrı halkike seyyidinâ ve senedinâ ve tâce ruûsinâ ve şefîi zünûbinâ ve tabîbi kulûbinâ ve üsvetine'l-haseneti Muhammedini'l-Mustafâ sallallahu aleyhi ve sellem.
Allâhümme şeffi'hü fînâ bi-câhihî indeke fî hâzihi'l-leyleti'l-mübâreketi. Allâhümme şeffi'hü fînâ bi-câhihî indeke fî hâzihi'l-leyleti'l-mübâreketi. Allâhümme şeffi'hü fînâ bi-câhihî indeke fî hazihi'l-leyleti'l-mübâreketi.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Allahu Teâlâ hazretlerinin selâmı, rahmeti, bereketi cümlenizin üzerine olsun, ebedî ve daimî olarak... Allahu Teâlâ hazretleri iki cihanın bildiğimiz bilmediğimiz hayırlarına, güzelliklerine, lütuflarına sizleri ve bizleri erdirsin. Allahu Teâlâ hazretleri cümlenizden razı olsun.
O himmetlerini gördüğümüz evliyâullahın cümlesinin ruhları için, tabi başta Peygamber Efendimiz'in, sonra mübarek ashâb-ı kirâmının ve ondan bize kadar silsilemizde müteselsilen gelmiş, Allah'ın sevgili kulu olan kimseler varsa onların, Bahâeddîn Nakşibend Efendimiz'in, Abdulkadir-i Geylânî Efendimiz'in, İmam-ı Rabbânî hazretlerinin, Necmeddin-i Kübra hazretlerinin, Şehabettin Sühreverdî hazretlerinin, Seyyid Ceştî hazretlerinin, Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin, Gümüşhanevi hazretlerinin, Hocamız Muhammed Zâhid-i Bursevî hazretlerinin, aralarında güzerân eylemiş olan bütün diğer evliyâullahın, onlara muhabbet etmiş olanların, onların etrafına toplanmış olanların, onların yolunu takip edenleri, bütün kardeşlerimizi, ihvanımızı Allah hayırlara erdirsin, bu gecesini hayırlı eylesin, daimî rahmetinde eylesin.
Allah-u Teâlâ hazretleri bizi kendisine hakiki kul olanlardan eylesin, kulluğundan ayırmasın. Ömrümüz daima böyle camilerinde geçsin. Daima ibadetlerinde, zikrinde geçsin. Allah-u Teâlâ hazretleri böyle nurlu, mübarek gecelere kardeşlerimizi, dostlarımızı, yakınlarımızı, sevdiklerimizi nice nice seneler sıhhatle, âfiyetle eriştirsin.
Allahu Teâlâ hazretleri lütfetmiş, insanoğlunun yeryüzünde iki tane bayramı var, dini bayramımız:
Birisi mübarek Ramazan ayı, arkasından Ramazan Bayramı. Allah erdirsin, cümlemize o günleri de göstersin.
Ondan sonra mübarek Kur'ân-ı Kerîm'de;
Ve leyâlin aşr. diye, hakkında âyetleri inmiş olan Zilhicce'nin on günü ve arefe günü, Allah'ın en büyük şeref bahşetmiş olduğu gün.
Ve en büyük şeref bahşetmiş olduğu yer, Mekke-i Mükerreme'de. O arefe gününün dünya üzerinde çok büyük kıymeti var. Ve arkasından kurban sabahı çok kıymetli iki bayram...
Gökte de meleklerin iki tane bayramı varmış; birisi bu gece, meleklerin bayram ettiği bir gece. Gökyüzüne bir bakın. Gökyüzü, yıldızlar nurla yıkanıyor. Allahu Teâlâ hazretleri cümlemizi bu gecelerin hayrından bereketinden istifade edenlerden eylesin.
Yüzümüz kara, ellerimiz boş, kusurumuz çok. Biz, bizi biliyoruz, başkasına böbürlenecek hâlimiz yok. Ama Rabbimiz'in rahmeti geniş. Evet, bizim bakılacak yanımız yok ama, Rabbimizin rahmeti geniş.
Allahu Teâlâ hazretlerinin Afüv'lüğü nereden belli olacak, affediciliği nereden belli olacak?
Böyle bizim gibi âciz, nâçiz günahkârlar çıkacak. Yine O'nun lütfuyla, hidayetiyle O'nun şerefli kıldığı mescidine böyle mübarek gecelerde gelecekler, boyun bükecekler "Yâ Rabbi!" diyecekler.
Allahu Teâlâ hazretleri Afüv ismi hürmetine, "affedici" ismi hürmetine tecelli edecek, o günahları affedecek.
Adın Senin Gaffâr iken.
Ayb örtücü Settâr iken.
Kime varam sen var iken.
Cürmüm ile geldim sana.
Abdulkadir Geylani hazretlerinden feyz almış büyüklerimizden, Kuddûsi Hazretleri buyurmuş. Önümüzdeki kitap da Abdulkadir-i Geylânî hazretlerinin kitabı. Hepsi büyüklerimiz, hepsinin ruhları için bir Fâtiha, üç İhlâs-ı Şerîf hediye ediverelim.
Allahu Teâlâ hazretleri bizi o sevdiği kulların yolundan ayırmasın. O sevdiği kulların şefaatine nâil eylesin. Onlara has talebe olmayı nasip eylesin. Cennette o sevdiği, sevgili kulları ile beraber olmayı cümlemize nasip eylesin...
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri bu gecenin fazileti hakkında hadîs-i şerîflerde bize haberler vermiş. Zaten Şaban ayındayız. Peygamber Efendimiz'in ayı.
Şa'bânü şehrî buyurmuş Peygamber Efendimiz. "Şaban benim ayımdır."
Peygamber Efendimiz'in ayı; ona çok salât u selâm edeceğiz. Peygamber Efendimiz'in ayının hayrından, bereketinden istifade edeceğiz.
Şaban ayı mükeffir'dir, günahların afv u mağfiretine sebeptir. Ramazan ayı da mutahhir'dir, kulun içini tertemiz eder. Ne günah kalır inşaallah, ne suçun karalığı, yüz karalığı kalır. Kul affolununca Allahu Teâlâ hazretlerinin huzuruna layık hâle gelir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri buyurmuş ki;
"Allahu Teâlâ hazretleri tevbe ve istiğfar eden kulunun tevbesini, istiğfarını kabul eder."
Tevbe edip istiğfar edip de kulun üzerinde günahın kalması mümkün değil.
Muhterem kardeşlerim!
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri buyurmuş ki;
"Bazı dualar çok çabuk kabul olur. Mesela; annenin babanın evlâdı hakkında duası kabul olur. Mesela; imam-ı âdilin -adaletli, müslümanların idarecisi, başında bulunan, kendisine tâbi olunan şahsın- duası makbuldür. Bir de müslümanın müslüman kardeşi hakkında, onun arkasından -yüzüne karşı olsa belki gösteriş olur, belki 'Gönlünü almak için yapılıyor.' denilir.- o yokken, onun arkasından dua edivermesi, o da kabul olur, reddolunmaz ve bu duaların içinde en çabuk kabul olan; müslüman kardeşin müslüman kardeşe duasıdır."
Allahu Teâlâ hazretleri bizi mübarek günde başka yerde bulundurmadı da ibadetinin yapıldığı bir yerde bulunmayı bize nasip etti. Şu dünyanın öteki ülkelerinde yaşayan kardeşlerimize de buyurun arkalarından -uzaktalar- gıyaplarında dua edelim:
Allahu Teâlâ hazretleri o kardeşlerimizi hıfz u himâyesinde daim eylesin.Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi dinimizden ayırmasın. Dinimizden ayırmak isteyenlere karşı bizi onlara galip eylesin. Dünyanın neresinde mazlum kardeşlerimiz varsa; zulüm altında, gadir altında inleyen, sıkıntı duyanlar varsa şu mübarek gecede imdatlarına yetişsin. Onları zulümden, gadirden halas eylesin. Dinimizi payidâr eylesin.
Şimdi hatırıma geliveriyor ki tabi gençler bilirler bu işi ama yaşlılar da gözlerine ilişmiştir, bilirler.
İki tekerlek üstünde durulur mu?
Duruluyor. Motosikletin üstünde duruyorlar, bisikletin üstünde duruyorlar, hatta gidiyorlar.
Devrilmez mi?
İnsan alışıyor, iki tekerlekle devrilmiyor; ama nasıl?
Hareket ettiği zaman devrilmiyor. Devamlı hareket ettiği zaman devrilmiyor. Olduğu yerde dursa olmaz, hemen indirecek dayayacak; duramaz. Hareket etmediği zaman, yerinde saydığı zaman devrilir. Bizim hâlimizi de motosikletten kıyas ediverin, bisikletten kıyas ediverin. Müslüman ya ileriye doğru Allah yolunda çalışacak, o zaman ayakta durur. Eğer duraklarsa, dini için gayret sarf etmezse, canıyla malıyla gayret sarf etmezse o zaman devrilir; ya bu yana devrilir ya şu yana devrilir.
Biz oralara sahip olduğumuz zaman adalet götürmüşüz. Kilisesine dokunmamışız, inancına dokunmamışız, ticaretine dokunmamışız, hatta onları hıfz u himâye etmişiz.
Biz neyiz?
Müslümanız elhamdülillah. Anamız Kafkasya'dan gelmiştir, babamız Bulgaristan'dan gelmiştir, ötekisi Romanya'dan gelmiştir, Kırım'dan gelmiştir, Hindistan'dan, Türkistan'dan gelmiştir. Kimisinin babası Mısır'dan gelmiştir, Hicaz'dan gelmiştir...
İnneme'l-mü'minûne ihvetün. "Müslümanlar sadece kardeş, başka bir şey değil."
Biz neyiz?
Birbirimizin kardeşiyiz. Bizim birbirimiz ile muamelemiz kardeşlikten başka bir şeyle yakışık almaz. Birbirimize muhabbet edeceğiz, birbirimizi seveceğiz, birbirimizi sayacağız.
Biz burada laboratuvarda kan tahlili yapmıyoruz. Biz müslümanlar hepimiz kardeşiz. Kim müslüman olursa onu da kardeş olarak aramıza alırız, muhabbetli bir topluluğuz. Bak, elhamdülillah, burada muhabbet olunca ne kadar güzel!
Parklarda, bahçelerde, havuz başlarında bulunmayan, Boğaziçi'nde, Çamlıca'da, Adalar'da bulunmayan sefa oluyor. Bu tat olmazdı.
Yedu'llâhi ale'l-cemâati. "Allah'ın yardımı, nusreti, feyzi, ikramı cemaati üzeredir."
Allahu Teâlâ hazretleri; "Tefrika çıkarmayın." diyor.
Tefrika çıkardığınız zaman;
Fe-tefşelû ve tezhebe rîhuküm. "Darmadağın dağılırsınız, gücünüz kuvvetiniz gider." diyor.
Biz şu Bulgaristan'ın karşısında şu duruma düşecek bir millet miydik? Koca Fatihler, imparatorluklar, Kanunilerin evlatları bu duruma düşer miydik?
Biz ne olduk? Biz nasıl bu hallere düştük? Biz bu adamlara böyle yaptırır mıydık?
Alman imparatoruna haber göndermişiz;
"Hapsindeki Fransız kralını çıkar!"
"Baş üstüne!" diye, çıkarmış adam.
Buradan bir mektupla kralları hapisten çıkarttırmışız.
Biz neden bu hâle düştük?
Birlik beraberlik elden gidince, cihadı bırakınca, insan İslâm için çalışmayı bırakınca Allah izzetini alıyor, zillet geliyor... Bisiklet durdu mu devriliyor.
İslâm için çalışacağız, şu keselerimizdeki paraları Allah yolunda sarf edeceğiz. Şu canımız Allah yoluna feda olsun. Biz kırk beş milyon Allah yolunda canını feda etmeye hazır, razı insanlar olalım; düşman olduğu yerde korkusundan, bizim bakışımızdan yola gelir!
Düşman bizim dağınıklığımızdan, derbederliğimizden cesaret alıyor.
Onun için bunu iyi bilin! Allah-u Teâlâ hazretleri birliği, beraberliği seviyor. Müslümanlar kardeştir. Allah-u Teâlâ hazretleri, yolunda cihad edenleri seviyor.
Allahu Teâlâ hazretlerinin yolunda, dinimizin yolunda, şu canı saçmaya razı olmazsan yaşama hakkın bile olmaz! Sen saçmaya razı olacaksın da; "Ey kulum, ben senden çok çok cömerdim, sen bu güzelliği gösterdin, ben sana ne hayatlar bahşederim." diye Allahu Teâlâ hazretleri lütfedecek.
Allah, yolunda yürüyenlere mükâfât veriyor. Yolunda çalışmakta duranları bisikletin devrildiği gibi yana deviriyor. Aklınızı başınıza toplayın, dininize hizmet edin. Çocuklarınıza sahip olun, evlâtlarınızı müslüman yetiştirin.
Komşunuzla iyi geçinin, kavga gürültü etmeyin. Cami cemaati, tefrikaya düşmeyin! Müslümanlar, birbirinizle çekişmeyin, çatışmayın. İnsan tefrikaya düştü mü rezil oluyor. Müslüman Müslümanla çatışıyor da ne hallere düşüyor.
Allahu Teâlâ hazretleri şu mübarek gece hürmetine muhabbetin o balın tadını, damağımıza tattırsın. O tadı damağımızdan eksik etmesin. Birbirini Allah için seven hakiki, gösterişsiz, candan seven has halis kardeşler olmayı Allah bize nasip eylesin.
Allah gösterişi sevmez. Gösterişin Arapçası riyâ. Allah riyayı sevmez. Allah'ın en sevmediği huylardan birisi riyadır.
Allah neyi sever?
İhlâsı sever, halis muhlis kulu sever. Candan seveceksin, göstermelik değil; yüzüne gülüp de arkadan kuyu kazmak yok. Yüzüne; "Nasılsın, Allah ömürler versin!" deyip de arkasından şikâyet etmek yok. O münafıklıktır.
İnne'l-münafıkîne fi'd-derki'l-esfeli mine'n-nâr. "Münafıklar cehennemde en aşağı tabakada olacaklar."
Münafık paçayı kurtaracak mı? Öyle iki yüzlü hareketinden cenneti bulabilecek mi?
Bulamayacak.
Ne var, ne olur Allah için seversek?
Muhabbet olur. Muhabbetten hayır olur, bereket olur. Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi hakiki müslüman eylesin.
Bu hakiki Müslümanlığı öğrenmeyince olmaz.
Müslüman ne demek?
"Selâmet" köküyle ilgili.
Müslüman ne demek?
"Kendisini Allah'a teslim eden, böylece selâmete eren kimse" demek.
"Yâ Rabbi! Ben sana iman ettim, teslim oldum. Ne buyurursan dinleyeceğim, sözünü tutmaya karar verdim, huzuruna geldim, kapına geldim yâ Rabbi!" demek kısaca. Türkçe kelimelerle söylemek gerekirse Müslümanlık bu.
Müslümanlığın ilk adımı bu da; bakalım etrafınızdaki müslümanlar bu adımı atmış mı siz bir düşünüverin.
"Yâ Rabbi! Ben sen ne dersen onu tutmaya razıyım, teslim oldum, senin buyruğunu tutmaya kapına geldim." diyebilmiş miyiz?
Onu bir ölçüverin. Tabi siz kardeşlerim, ben hüsn-ü zan ediyorum, bu kardeşlerim iyidir ama ekseriyetle müslümanlar daha bu ilk adımın şuurunda bile değil.
Allah'a teslim oldun mu olmadın mı? Allah'ın emirlerini tutmaya razı mısın değil misin?
Emirlerini tutacaksın, yasaklarından kaçacaksın!
Kaçmıyor; haramları yiyor, farzları terk ediyor.
"Böyle Müslümanlık olur mu hocam?"
Yapmaz, müslüman olan yapmaz!
Yapıyorlar. İçki satmak haram, satıyor; faiz yemek haram, yiyor; yalan söylemek yasak, haram, yapıyor; gıybet, dedikodu yasak, yapıyor. Ne kadar yasak varsa yapılmaya başlanmış, ne kadar emir varsa dinlenmemeye başlanmış. Kuvvet ve güç sadece Allah'tadır! Allah bizi zilletle cezalandırıyor. Sen Allah-u Teâlâ hazretlerinin yolunda yürümezsen Allah zillete düşürür.
Onun için dinimize sımsıkı sarılacağız. Bilmiyorum belki dilim iyi dönmüyor, güzel anlatamıyorum.
Allah'a tam teslimiyet olacak. Aç Kur'ân'ı Kerîm'i; "Yâ Rabbi! Bu senin kitabını sayfa sayfa okuyacağım." de, her sayfada öğrendiğimi tutacağım.
Bu geceden itibaren var mısın? Hadi bakalım, yap göreyim! İlk sayfadan itibaren başlayacaksın, ne dediyse tutacaksın! Neyi "Yapma!" dediyse onu terk edeceksin; Müslümanlık böyle olur.
Ve ma kâne li mü'minin ve lâ mü'minetin izâ kada'llâhu ve resûlühû emren en yekûne lehümü'l-hıyaretü min emrihim.
"Allah ve Resûlu bir şeye hükmetsin de, şu şöyle olsun desin de, müslüman sonra, 'Hele bir düşüneyim, dur bakayım, kafama uyarsa yapayım!' desin."
Böyle olmaz!
Müslüman semi'nâ ve eta'nâ sem'en ve tâaten, diyecek. "İşittim, duydum, anladım yâ Rabbi! Tamam itaat ediyorum." diyecek.
Bu şuurda olmazsak Allah-u Teâlâ hazretlerinin bizim ibadetimize ihtiyacı yok! Bizim her şeyimiz O'na bağlı, biz muhtacız.
Entümü'l-fukarâü ila'llâhi va'llâhu hüve'l-ğaniyyü'l-hamîd.
"Allah'a muhtaç olan varlıklar sizsiniz. Allah-u Teâlâ hazretlerinin sizin ibadetinize hiç ihtiyacı yok!"
İhtiyacı yok ama biz biliyoruz ki; Allah bize sağlık vermiş, sıhhat vermiş, para vermiş, evlat vermiş, oğul vermiş, izzet vermiş, rahatlık vermiş, gül gibi bir memleket vermiş, ağaçlarında baharlar çiçekler açmış, şırıl şırıl sular akıyor, kuşlar ötüyor; çok büyük nimetleri var. Biz teşekkür borcumuzdan ibadet ediyoruz.
Zorlama değil, kılıçla kamçıyla sopayla değil, biz bu nimetleri veren Rabbimiz'e sevgiyle, teşekkür sadedinde ibadet ediyoruz. İşte herkesin bu şuura ermesi lazım. Allahu Teâlâ hazretleri cümlemizi şuurlu müslüman eylesin.
Şuursuz oldu mu olmaz, sevap da olmaz. Bir insan bir camiye gelir, öteki insan da gelir. Biri bin sevap alır, ötekisi bir sevap alır, gider. Fark, şuur farkı.
Daha önceki derslerimizde hadîs-i şerîfte bunu okuduk da izah ettik. Şuuru nispetindedir. İnsanın şu camiden, şu namazdan, şu ibadetten, şu taatten, şu kulluktan aldığı mükâfât şuuruna göredir.
Ne kadar şuurlusun?
Ne kadar candan yapıyorsan ne kadar düşünerek taşınarak yapıyorsun ona göredir. Yunus Emre gibi, öteki evliyâullah gibi, bir çiçeğe bakmışlar ne manalar düşünmüşler:
Sordum sarı çiçeğe.
Neden boynun eğridir? diyor, çiçekle konuşuyor.
"Boynum eğri ama özüm hakka doğru" diyor çiçek de.
"Sen benim boynumun eğriliğine bakma; ben hak yolda dosdoğru gidiyorum." diyor.
Çiçeğe öyle diyor. Dolaba soruyor, bostan dolabına;
"Sen niye inilersin?"
"Derdim vardır; ondan inilerim."
"Sen de böyle dertlen, ey müslüman!" demek istiyorum. Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî diyor ki;
"Bak bu 'ney'in içinde bir ateş var." diyor.
Ney çalıyor ya; "Bu neyin içinde bir ateş var. Kimde bu ateş yoksa o yok olsun!" diyor.
Allah Allah, ne demek istiyor?
Müslümanın içinde o yanıklık olacak. "Allah" dediği zaman;
Vecilet kulûbühüm.
"Kalbleri hoplayacak."
Tüyleri diken diken olacak. Kendisine nimetleri vermiş olan Rabbinin adı anıldığı zaman, emri bahis konusu olduğu zaman akan sular duracak. Öyle olmadıktan sonra ne anladım ben Müslümanlıktan. Kimse bir şey anlamıyor zaten.
"Zaten biz bu müslümanları anlayamıyoruz!"
Onun için bu müslümanların işi hiç anlaşılmıyor. Çünkü bir acayip hal.
Şu mübarek gece hürmetine Allah bizi İslâm'ın hakikatine, ruhuna âşina eylesin. O güzel kokuları duymayı nasip eylesin. Çok güzel kokusu var İslâm'ın, çok güzel râyiha-ı tayyibesi var. Milletin haberi yok.
İslâm sevgi, muhabbet dini; sevgiyi bilmiyorlar. Oturtacaksın, eline cetveli alacaksın; "Sevmek şöyle oluyor." diye çocuk öğretir gibi öğreteceksin. Sevmeyi öğreteceksin. Millet sevmeyi bilmiyor, kardeşini sevmeyi bilmiyor.
Affetmek…
Ve'l-âfîne ani'n-nâs.
İnsanları affedenleri büyük derecelere erdireceğini, Allah Kur'ân'ı Kerîm'de bildiriyor. Affedemiyoruz, fedakârlık yapamıyoruz. Şöyle kesemizden fakire bir bağışta bulunduğumuz zaman, bir iyilik yaptığımız zaman o para gidiyor ama o lezzetin tadına erememişiz. Ama yazın deniz kenarında eğlenmeye milyonlar gidiyor.
Allah bunu görmüyor mu? Allahu Teâlâ hazretleri görmüyor mu?
İslâm'a yardıma gelince kesesini açıyor, eli titreye titreye bir yeşil onluk veriyor ama yaz gününde safaya gelince o zaman milyon veriyor. O zaman çıkarıp milyon veriyor.
Şimdi oldu mu? Âşık-ı sâdıkın işi bu mudur?
Onun için Allah bize de işte o ney'in içindeki ateşten versin, o yanıklıktan versin.
Ney neden öyle yanık yanık çalıyormuş?
Mevlânâ remz olarak diyor ki;
"Vatanından ayrı kalmış, hasreti var. Hasretliğinden, diyar-ı gurbete düşmüş de asıl vatanını özlüyor da ondan böyle içi yanık."
Biz de vatanımızdan ayrı düşmüşüz. Biz de Rabbimiz'e döneceğiz, gelmişiz diyâr-ı gurbete, dünya denilen bir mihnethaneye; sonra varacağız.
Kimin huzuruna varacağız?
Allahu Teâlâ hazretlerinin huzuruna varağız.
Ve ileyhi türceûn.
O'nun huzuruna döndürüleceğiz.
Nasıl varacağız?
Ellerimiz ayaklarımız zincirli, boynumuza halkalar geçirilmiş, hâkimin huzuruna getirilir gibi mi gidelim?
Böyle mi gitmek iyi?
"Gel kulum, ben senden razı sen benden razı, gel bakalım sevgili kulum!" diye o hitaba mazhar olup mu gitmek iyi?
Bu, burada çalışarak elde edilecek.
Şimdi bir mâna hatırıma geldi:
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem -Allah şefaatine erdirsin, yolundan ayırmasın, yoluna canımız feda olsun. Allahu Teâlâ hazretleri sünnetini ihyâ edip sünnetine sımsıkı sarılıp tutup şehit sevapları alanlardan eylesin - Benî Seleme yurduna gitmiş. Medine'nin mahalleleri yurt yurt, kabile kabile.
Benî Seleme yurdunda Bişr b. Berâ radıyallahu anh'in annesini ziyarete gitmiş. "Rahatsız" diye hasta ziyaretine gitmiş. Orada mescitte namaz kılarken âyet-i kerîme nâzil olmuş:
"Biz senin gökyüzüne doğru şöyle bakıp da 'Yâ Rabbi!' diye iltica etmeni, içinden geçen niyetleri biliyoruz. Ey kulumuz, elçimiz Muhammed! Sen Kâbe'ye dönülmesini istiyorsun; hadi bakalım Kâbe'ye dön!" diye namazın içindeyken âyet-i kerîme inmiş, Kudüs'ten Kâbe'ye doğru dönmüşler.
Niye Kudüs'e doğru dönüyordu?
Kâbe puthane idi, Mekke fethedilmemişti, orada putlar vardı. Puthane olduğundan Peygamber Efendimiz Medine-i Münevvere'de namaz kılarken o tarafa doğru dönmüyordu da Kudüs-ü Şerîfe dönüyordu.
Orada Medine-i Münevvere'de, Kudüs'e doğru dönmüşler namaz kılarken vahiy geliyor:
"Ey kulum, ey peygamberim yönünü Mekke-i Mükerreme'ye, Kâbe-i Müşerrefe'ye dön." diye namazın içinde Peygamber Efendimiz vahyi alınca Kâbe-i Müşerrefe'ye dönmüş, cemaat de dönmüşler, saf yer değiştirmiş. Namazın içinde bu sefer başlamışlar Kâbe-i Müşerrefe'ye, Mekke'ye doğru namaz kılmaya.
Ne zaman?
Beraat gecesinde. Bu berat gecesinin mükâfatlarından. Peygamber Efendimiz'e ihsanların biri. Bu gecede, bu mübarek günde hicretten on sekiz ay kadar sonra, daha Mekke fethedilmeden Allahu Teâlâ kuluna böyle bir ikram eylemiş.
Neden?
Çünkü yahudiler;
"Muhammed hem bizim dinimizi kötülüyor, hem de bizim kıblemize dönüyor." demeye başlamışlar. Tabi bu söz Peygamber Efendimiz'e ağır geliyor. İstiyor ki Kâbe-i Müşerrefe'ye dönülsün. Ama emir Kudüs'e doğru. Dönerken vahiy gelmiş; bu mübarek günde yönünü dönmüş.
Peki, sen puthaneden yönünü hakka döndün mü bu gece?
Peygamber Efendimiz'e o zaman nasip olmuş, o dönmüş; sen yönünü hakka döndün mü?
Öyle düşüneceksin. İnsan her şeyden ibret alacak, tarihî hadiseden de ibret alacak. Demek ki bu mübarek günde Allah-u Teâlâ hazretleri Peygamber Efendimiz'e şöyle emretmiş. Kur'ân-ı Kerîm'de de âyet var:
Kad nerâ takallübe vechike fi's-semâi fe-le-nüvelliyenneke kıbleten terdâhâ fe-velli vecheke şatra'l-mescidi'l-harâm.
İşte şuralarda da ayetler vardır:
Fevelli vecheke şatra'l-mescidi'l-haram.
Mihrabın üstünde o tarafa dönmüş.
Peki, o dönmüş, olmuş bitmiş. Sen de dünyaya meyletmekten, nefse kul olmaktan gafletle ömür geçirmekten yönünü hakka döndün mü?
Hadi bakalım sen de kıbleyi bir değiştir. Hadi bakalım nefsinin yularından tut; "Gel bakalım, sen nereye gidiyorsun?" diye onu şöyle bir hakka döndür bakalım. Eğer bu gece bizim için kıblemizi bâtıldan hakka, doğru tarafa çevirme günü, gecesi olursa ne mutlu bize! Kazandık; işte o zaman kâr ettik!
Sonra bu mânayı hatırınızda tutun. Allahu Teâlâ hazretlerinin yoluna dönün. Başka çare yok. Hem dünyanın saadeti hem âhiretin saadeti hakka dönmekte. Hakka aykırı gitmekte bir fayda yok. Çok kimseler bunları denediler; hayatlar ömürler geçti, geçtikten sonra fayda vermez.
Bu aksakallı amcalarımızın, ön saflarda namaz kılan amcalarımızın eteklerine yapışıp ömürlerinden ne ders aldıklarını sorun. Sorun bakalım ne diyecekler, gençlere ne tavsiyeleri var?
"Ben böyle ihtiyarladım, şu fikre geldim; aman siz şöyle yapın!"
Bakalım neler diyecekler?
Allah yolunda geçti mi ne mutlu! Namazda geçti mi ne mutlu! Orucunu tutabildin mi ne mutlu! Ama nefse uyup da bir oyun edip de ibadetten geri kaldın mı onun pişmanlığı kalıyor. İbadetin bir zevki kalıyor, günahın çok büyük pişmanlığı kalıyor. Pişmanlıkla da bitmiyor; ondan sonra âhirette de cezası kalıyor. Allah-u Teâlâ hazretleri bizi zeki insan eylesin.
Berat gecesinde Peygamber Efendimiz'in bir hatırasını naklediverelim. Hz. Âişe validemizin odasına gelmiş, yavaşça elbisesini almış, sonra çıkmış gitmiş. Hz. Âişe validemiz; "Dur bakalım nereye gidiyor?" diye peşinden gitmiş.
Medine-i Münevvere'nin kabristanı var: Bakiye veya bakiyyü'l-garkat derler. Baki kabristanına gitmiş; onu orada görmüş. Sonra dönmüş gelmiş, diyor ki;
"Ey Âişe, Allah'ın Resûlü sana bir gadir edecek mi sandın? Öyle bir endişe mi ettin?"
O, Allah'a ibadete gidiyor. Ötekisi de; "Acaba başka nereye gidiyor?" diye merak etmiş.
O zaman demiş ki;
"Yâ Âişe, sen bu gecenin nasıl bir gece olduğunu biliyor musun? Bu Şaban'ın on beşinci gecesidir. Allahu Teâlâ hazretleri bu gecede Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri adedince müslüman kulu cehennemden âzat edecek, affedecek." buyurmuş."
Bu gece affolunma gecesi. Sahih hadis kitaplarında, mesela et-Tergîb ve't-Terhîb'de, Abdulkadir Geylânî hazretlerinin kitabında, başka yerlerde rivayetleri olan bir bilgi.
Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz yine böyle bir Berat gecesinde Hz. Âişe validemizin odasına gelmiş de demiş ki; "Yâ Âişe, bu gece beraat gecesidir. mübarek bir gecedir. Allahu Teâlâ hazretleri bu gecede çok hayırlar ihsan etmiştir. Bana müsaade eder misin Rabbime ibadet edeyim?"
Peygamber Efendimiz hanımına danışıyor:
"Müsaade eder misin ben bu gecemi ibadetle geçireyim?" diye.
Şu zerafete bak!
Peygamber Efendimiz'in yanına kızı Fatımatü'z-Zehra geldiği zaman Peygamber Efendimiz ayağa kalkarmış. Şu hareket bana çok dokundu, gözüm yaşardı, ağladım.
Peygamber Efendimiz babası, sonra peygamber, sonra peygamberlerin en yüksek mertebelisi, gelmiş geçmiş insanların efendisi, sonra o kavmin en büyük insanı! Kızı gelmiş. "hoşgeldin kızım" der, minderinde oturturmuş.
Peygamber Efendimiz ayağa kalkarmış, "gel kızım" diye karşılarmış, elinden tutarmış, alnından öpermiş, kendi minderine oturturmuş.
Şu zerafeti görüyor musunuz? Şu insanlığı, inceliği, şu edebi, şu ahlâkı, terbiyeyi görüyor musunuz? Kız çocuğuna şu yapılan muameleye bakın.
"Etraftan öğrenmiştir!"
Hayır! O devrin insanları kız çocuğu olduğu zaman utanır, çarsıya pazara çıkamazlarmış.
Çocuk doğdu. Ne doğdu? Kız doğdu, "aman" der, kaçarmış. Arkadaşları ayıplayacak diye...
Erkek olursa makbul de kız olursa makbul değil. Kız çocuklarını toprağa gömüverirlermiş. Cahiliye devri değil mi? Cahillik başa bela. Diri diri toprağa gömerlermiş.
Ve ize'l-mev'ûdetü süilet, bi-eyyi zenbin kutilet.
"Hani o toprağa gömülen kız çocukları hakkında sorgu sual olacak ya; 'Ne günah ettiler de bu masumcukları toprağa gömdünüz?' diye o gömenler hesaba çekilecek ya!" deniliyor.
Öyle bir muhitte Peygamber Efendimiz'in zerafetine bakın ki; kızı geldiği zaman elinden tutuyor, "Hoşgeldin kızım" diyor, kalkıyor ayakta karşılıyor, yerine oturtuyor.
Hanımına; "Müsaade edersen ben bu gece ibadetime devam edeyim, izin verir misin?" diyor.
Şu mübarek gece hürmetine, Allah bize o güzel ahlâktan nasip etsin. Evimizde muhabbet nasip etsin. Kızımıza karımıza muhabbetli olmayı nasip eylesin. Kızımızı, karımızı da bize karşı sevgili, saygılı eylesin. Muhitimizde, mahallemizde muhabbet nasip etsin. Camimizde, cemaatimizde muhabbet nasip etsin.
Peygamber Efendimiz dua etmiş. Duası ne kadar güzel! O duayı biz de tam iştirak ederek yapalım. Buyurmuş ki;
Hafiztü min duâihî.
Hz. Âişe validemiz, dua ederken kulak vermiş. Peygamber Efendimiz bu Beraat gecesinde bir secdeye kapanmış; secdede o kadar durmuş ki -tabi böyle kandiller elektrikler yok, karanlık ama mehtap, çünkü bu gece on dördünü on beşine bağlayan gece ya, mehtaplı gece, dışarısı nurdan çalkalanıyor- şöyle el yordamıyla; "Acaba Allahu Teâlâ hazretleri canı aldı mı?" diye yoklamış. Evde ışık yok ama şöyle bir yoklamış.
"Ne oldu? Resûlullah Efendimiz'den ses seda çıkmıyor. Acaba secde halindeyken Allah ruhunu kabz mı ediverdi?" diye yoklamış.
Eli topuğuna değince, Peygamber Efendimiz topuğunu kıpırdatınca hayatta olduğunu o zaman anlamış
Secdeye kapanmış... Hazreti Âişe validemiz; "Acaba vefat mı etti?" diye zanna düşecek kadar uzun secde. Secdesine kulak vermiş. Peygamber Efendimiz bu gecede şöyle dua ediyormuş:
Secede leke sevâdî ve hayâlî.
"Yâ Rabbi! Benim sana hem bedenim, hem hayalim, ruhum secde ediyor."
Sadece dış şekil ile secde etmek mühim değil. Biz de secde ediyoruz. Ama secdeden secdeye fark var. Biz de namaz kılıyoruz ama namazdan namaza fark var.
Evliyâullahtan birisi bakmış müezzinin birisi ezan okuyor. Taşın üstüne çıkmış, ezan okuyor. Şöyle bir bakmış;
"İn oradan, ezan öyle okunmaz!" demiş.
Öteki adam da kızmış;
"Gel sen oku öyleyse!" demiş.
Hani kızarız ya, o da kızmış. Tabi bilememiş karşısındaki adamın durumunu.
O adamcağız taşın üstüne çıkmış, bir "Allahu ekber" deyince taş çatırdamış, ikiye ayrılmış.
"Allahu ekber" deyişten deyişe fark var. Allah'ın öyle kulları var, öyle mübarek kulları var. Candan olunca başka.
Yalnız bedenen secde değil, ruhun da secde ediyor mu? Ruhun da Allahu Teâlâ hazretlerine secdeye geliyor mu? Yoksa âsi âsi başka yerde mi geziyor?
Namaza duruyoruz, hesap yapıyoruz. Namaza duruyoruz, yarınki işleri planlıyoruz. Namaza duruyoruz, aklımız fikrimiz başka yerde. Kötü şeyler akla geliyor.
Fesübhanallah!
Ruhumuzu terbiye etmemişiz. Terbiyesiz, edepsiz! Namaz Allahu Teâlâ hazretlerinin huzuru, bak edebsizin düşündüğü şeye! Terbiyesi kıt.
"Hocam, bu ruhun da terbiyesi mi olurmuş?"
Ne sandın ya! Bu ruh terbiye edilmezse bedeni de berbat eder. Asıl bu ruhun terbiyesi esas. Bedeni de terbiye edeceğiz.
Ben şimdi şu memlekette güç kuvvet sahibi olsam, bütün herkesi jimnastik yapan çakı gibi insan yapmaya uğraşırım. Camide müslümanlara bakıyorum, -tabi yaşlı amcalarımız ömürlerinin çoğunu yaşamışlar, onlara sözümüz yok da- kendisini salıvermiş; bir derbeder, güçsüz, kuvvetsiz...
Müslüman sırım gibi olacak, çakı gibi olacak. Sapasağlam olacak, sağlam müslüman olacak.
Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;
El-mü'minü'l-kaviyyü hayrün mine'l-mü'mini'd-daîfi.
"Sıhhatli, kuvvetli Müslüman, zayıf müslümandan daha hayırlıdır."
Bizim hacı amca sigarayı cebine koymuş, her gün ciğerine katran postalıyor. Bu sıhhati sana Allah verdi; sen niye bu emanete hıyanet ediyorsun?
"Hocam, sigara mekruhmuş çok aleyhinde konuşma!"
Konuşurum! Zararı var; kansere yol açıyor, öksürük yapıyor tıksırık yapıyor, nefes darlığı oluyor. Sonra geç anlıyor, elli altmış yaşına gelince; "Tüh, on beş yaşında heves ettim şu sigaraya ama ciğerlerimi kurum doldurdum; şimdi bir türlü rahat edemiyorum." diyor.
Sıhhatli olmasına da dikkat ederiz. Göbekleri salıvermişiz, şişmanlamışız, yağlanmışız. Eskiden pehlivan olurmuş.
Bir gazetede yazıyordu:
"Süleymaniye camiinin imamı nasıl olacak?"
Kanuni Süleyman şart koşmuş:
"Ok atmasını bilecek, ata binmesini bilecek, şiir bilecek, edebiyat bilecek..." filan bir sürü madde sıralamış.
Cemaatinden aşağı kalır da o cemaat o hocayı dinler mi?
Her bakımdan üstün olacak. Pazuysa pazu, bilekse bilek, ata binmekse ata binmek, ok atmaksa nişancılıksa nişancılık. Çünkü numune insan! Her şeyi güzel olacak. Müslümanın her şeyi güzel olur. Her şeyleri özene bezene yapmışlar.
Bir profesör arkadaşım vardı.
"Çok güzel eserler yazmışlar. Ben onların yazdığı Arapça eserler üzerinde derinleşiyorum, ona çalışıyorum." diyor.
Yazar ya! insan Allah'ın yoluna bağlanıp da sırtını imana dayadı mı çok kuvvetli insan olur. Eseri de çok güzel olur. Biz de öyle olacağız ama bağlanmasını bilirsek, sırtımızı sağlam yere dayamasını bilirsek.
Bizim zayıflığımız bilgisizlik! Bizi elesen bilgi yok. Arapça bilmeyiz, Farsça bilmeyiz, dinimizin kitaplarını okumamışız, Kur'an'ın içinde ne olduğunu bilmiyoruz; ondan oluyor.
Allahu Teâlâ hazretleri bizi ilim sahibi de eylesin. Sadece bedeni ile secde etmek değil de ruhuyla da secde etmek lazım. Ruhu da, içi de, tam mâneviyatı ile secde edenlerden eylesin.
Ve âmene bike füâdî.
"Yâ Rabbi! Gönlüm sana iman etti." diyor Peygamber Efendimiz, duasına devam ediyor.
Tamamlayıverelim; hem öyle dua etmiş oluruz hem onun duasını öğrenmiş oluruz.
Ebûü leke bi-ni'metike va'teraftü leke bi-zenbî.
"Yâ Rabbi! Senin bana vermiş olduğun nimetleri bildim, itiraf ediyorum, sen bana çok nimetler verdin ve benim kusurlarımı, günahkâr olduğumu da bildin, kusurlarımı itiraf ediyorum." diyor
Peygamber Efendimiz!
Kişi kusurunu bilmek gibi irfan olmaz. İnsan kendi kusurunu bilmeli. "Benim şu tarafım zayıf, şu eksiğim var."
Bilirse düzeltir.
"Yâ Rabbi! Çok günahkârım, sana layık kulluk edemedim, ben bu işi anlayamamışım, bu dini de gericilik sanmışım, bunların bu kadar zarif olduğunu bilememişim. Kabahatim de çok, ömrümü de zaten günahlı yollarda geçirdim."
Eh, itiraf edersen, tevbe edersen tevbelerin kabul olduğu akşamdır.
İnsan günah işleyebilir.
Eder mi, eder. Etmemesi lazım ama günahsız insan olmaz. O zaman günahkâr olunca ümitsizliğe düşsün mü?
Hayır. Ümitsizliğe düşmek yok. Ümitsizliğe düşmek haram, biliyor musunuz?
Allah haram etmiş.
Lâ taknetû min rahmetillâh.
"Allah'ın rahmetinden ümit kesmek büyük günahtır."
"Allah beni affetmez, ben muhakkak cehenneme gideceğim!"
Büyük günaha şimdi girdin. Öyle şey yok! Allah'ın rahmetinden ümit kesmek yok!
"Ama hocam, benim günahım çok fazla!"
Ne kadar çok olursa olsun, Allah'ın mağfireti daha geniş, Allah'ın rahmeti daha büyük. Allah affeder. Yeter ki sen candan pişman ol.
Bak Peygamber Efendimiz bize numune olarak söylüyor:
"Yâ Rabbi! Nimetlerini itiraf ediyorum, bana çok nimet verdin. Kusurumu, günahımı da itiraf ediyorum." diye söylüyor, hatasını arz ediyor.
Zalemtü nefsî.
Peygamber Efendimiz çok yüksek bir kuldur. O'nun hatası nasıl olur?
O büyük insanların hatası; bizim çok yüksek ibadetlerimizden daha yüksek. Bir şeyde bir ihmalidir, bir anlık bir şeydir; ondan ona "hata" der. Onları bizim günahlarımız gibi düşünmemek lazım. Onların halleri başkadır. Bir an Allah'tan gafil olduğuna "hata" der.
Bizim ömrümüz gafletle geçer de bir an hatırlarsak seviniriz; "Allah aklıma geldi de andım." diye seviniriz. Onlar bir anlık aklı bir yere takılsa da bir dünya işiyle birazcık meşgul olsa ona üzülür. Onların "günah" dediğine sakın aldanmayın. Peygamber Efendimiz insanların en yükseği.
Fa'ğfirlî.
"Beni afv u mağfiret eyle yâ Rabbi!"
İnnehû lâ yağfirü'z-zünûbe illâ ent. "Yâ Rabbi! Ben biliyorum ki günahları ancak sen bağışlarsın."
Başka çare yok. Bizim günahımıza da çare Allah'tandır. Maddi derdimize de çare Allah'tandır, mânevî derdimize de çare Allah'tandır.
Eûzü bi-afvike min ukûbetike.
"Yâ Rabbi! Ceza vermenden affına sığınırım."
Ceza versen cezayı hak ettik, kabahati işlemişiz bir kere, suçluyuz, yakalandık. Ceza verse verir ama "Yâ Rabbi! Ceza vermenden affetmene iltica ediyorum, beni affet."
Ve eûzü bi-rahmetike min nakmetike. "Yâ Rabbi! İntikam almandan rahmetine, merhametine iltica ediyorum."
Dilersen; "Günah işledim." diye beni cezalandırırsın. O, intikam olur, ama rahmetini diliyorum.
Ve eûzu bi rıdâke min sahatike. "Senin kızgınlığından senin rızana, hoşnutluğuna sığınıyorum."
Ve eûzü bike minke.
"Senden sana sığınırım yâ Rabbi!"
Ne güzel söz!
La uhsî senâe aleyke.
"Yâ Rabbi! Ben sana medh u senâları sayıp tüketemem."
Seni medh u senâ etmekle bitmez. Neyi söyleyeyim, bitiremem.
Ente kemâ esneyte alâ nefsike.
"Sen kendini Kur'ân-ı Kerîm'de nasıl tarif etmişsen öylesin. Sen kendin kendini nasıl methetmişsen öylesin." diye dua etmiş.
Secdesinde böyle dua ettiğini, sabaha kadar böyle ibadet ettiğini Hz. Âişe validemiz naklediyor.
Hatta o kadar çok ibadet etmiş ki ayakları ağrımış. Ayaklar ağrıyınca ovuştururlar ya hani biz "masaj" diyoruz. Öyle ovuştururken Hz. Âişe validemiz diyormuş ki;
"Allahu Teâlâ hazretleri seni en yüksek peygamber kılmadı mı? Allahu Teâlâ hazretleri senin gelmiş geçmiş, gelecek günahlarını bağışlamadı mı? Seni en yüksek makama çıkarmadı mı? Nedir bu yorgunluğun ya Resûlallah?"
Peygamber Efendimiz de buyurmuş ki;
E felâ ekûnü abden şekûrâ.
"Niye çok şükredici bir kul olmayayım? -Madem Allah bana bu kadar nimet vermiş.-"
Resûlullah'ın ibadeti, şükür ifa etmek için. Allah'ın nimetlerini görüyor da da; "Şükrünü ifa edeyim." diye yapıyor.
Allah bize Resûlullah'a hüsn-ü ittibâ nasip eylesin. O güzel halleri, o güzel duyguları nasip eylesin.
Allah-u Teâla hazretleri nice kandillere sıhhat afiyetle bizleri erdirsin. Bizi neyle imtihan ediyorsa imtihandan yüz akıyla çıkıp rızasını kazanmayı cümlemize nasip eylesin.
El-fatiha