Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh, alâ külli hâlin ve fî külli hîn.
Ves-salevâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ
ve tacîruusünâ üsvetüne'l hasenetini Muhammedini'l Mustafa ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ emmâ ba'dü
Fa'lamû eyyühe'l-ihvân fe-inne efdale'l hadîsi kitâbullahi ve efdale'l-hedyi hedyü seyyidinâ Muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem. Ve şerre'l-umûri muhdesâtühâ. Ve külle muhtesetin bid'atün. Ve külle bid'atin delâletün. Ve külle delâletin ve sâhibehâ fi'n-nâr ve bis-senadi'l muttasılü ilen-nebiyyü sallalahü aleyhi ve selleme ennehû kâl.
Muaz radıyallahu anh'ten şöyle rivayet edilmiş:
Kâne izâ ehtara ya'ninnebiy ''Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz oruçluyken, akşam olup da iftar eyledikleri zaman buyururlardı ki;
Elhamdüli'l-lâhi'l-lezî e'ânenî fe-sumtü ve razakanî fe eftartü. ''O Allah'a hamd olsun ki bana yardım etti de oruç tutabildim, bana bu rızkları verdi de iftar edebildim.'' Peygamber Efendimiz'in âdet-i seniyyesi böyle idi.
Burada mühim bir gerçeği görüyoruz. İnsan, yaptığı bütün fiilleri Allah-u Teâlâ hazretleri dilerse, müsaade ederse yapar; dilemezse, müsaade etmezse yapamaz. Serbest bıraktığı zaman, serbest bıraktığı kadar kul bir şeyler yapar fakat istemediği zaman, hiç kimse O'nun istemediği bir şeyi yapmaya güç yetiremez.
Oruç tutuyoruz. Allah sıhhat verdi de, nasip etti de onun için tutuyoruz. Allah bizi müslüman eyledi, imanımızın gereği olarak bu bilgiyi öğrendik de onun için tutuyoruz. Akıl fikir verdi de onun için bu ibadeti yapabiliyoruz. Hasta olsaydık yapamazdık; deli, mecnun, divâne olsaydık yapamazdık. Daha nice nice mâniler, engeller olabilirdi. Demek ki ibadete ve taate kuvvet de O'ndan. Aslında bizim övünülecek hiçbir şeyimiz yok. Her şey O'ndan. Her lütuf O'ndan. Biz, O'nun nimetlerinden istifade eden kullarıyız. O, gayb hazinelerinden ihsan ediyor, biz de istifade ediyoruz. Anlayışımız derin olur da bu gerçeği görürsek ne âlâ. İşte gören görüyor.
Peygamber Efendimiz nasıl buyurmuş?
''Bana yardım etti de orucumu tuttum, rızkı verdi de iftar ettim.''
Rızık vermeseydi nasıl iftar edecektim? Aç kalsaydı, yokluk olsaydı, kıtlık olsaydı nasıl iftar edecektim? Rızk da O'ndan, oruç da O'ndan, ibadete kuvvet de O'ndan, her şey O'ndan. Her gücün, kuvvetin sahibi O.
"Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm."
Yaşatan O, öldüren O. Yükselten O, alçaltan O. Aziz kılan O, zelil kılan O. Her şey O'ndan.
Ama bu dünya hayatı imtihan dünyası olduğundan;
Li yeblüveküm eyyüküm ahsenu amelâ. ''Bakalım hanginiz daha güzel salih ameller işleyecek, güzel kulluk yapacak?'' diye, bir yarış ve imtihan dünyası olduğundan, insanlar serbest bırakılmış, bir şeyler yapıyorlar. Şeytan da serbest bırakılmış, vesvese veriyor. Nefis de çeşit çeşit arzular ortaya koyuyor. Dünyanın da çeşit çeşit zevkleri, süsleri, ziynetlenip insanın karşısına dökülüyor; her birisi insana bir çeşit tesir ediyor. Şeytan şaşırtmaya çalışıyor. Nefis, arzusu peşinde koşturtmak istiyor. Dünyanın zevkleri çekici, cazibedar. İnsan bir ona bakıyor, bir buna bakıyor. Eğer aklını kullanıp nefsini yener, şeytana uymaz, dünyanın lezzetlerine kapılmaz da Allah'ın istediği yolu tercih edebilirse; ''Tamam, ben bunu yapacağım yâ Rabbi! Bunlara uymuyorum.'' diye kendisini tutabilirse, iradesine hâkim olabilirse, o zaman sevap kazanır. O zaman Allah'ın sevgili ve makbul kulu oluyor. Ama Allah dilese yine felç eder, hiçbir şey yapamaz.
Bir şeyi küçücük bir isteme, seçme ve tercih hakkımız var. Allah bize sırf o tercihten dolayı büyük sevaplar verir.
Bir tercih, önüne çıkan iki tane yol, iki tane mal; ''Şu mu daha güzel, bu mu daha güzel? Buyur hangisini istersen seç!'' İyisini tercih ettiğin zaman küçücük bir tercihten koca koca mükâfatlar alıyorsun, cenneti kazanıyorsun, Rıdvân'ı kazanıyorsun, Allah'ın rızasına eriyorsun; dünyada da âhirette de nice hayırlara mazhar oluyorsun.
Küçücük bir tercihtir. Karşına çıkan iki yoldan bir tanesini tercih etmek, iş çatallaştığı zaman uygun olanını seçmek. O halde bu seçmeye kendimizi alıştıralım. Önümüzde tercihler, yollar çoğaldığı zaman küçücük bir tercih hakkımız var; doğru yolu da seçebiliriz eğri yolu da seçebiliriz. Doğru yolda gitmeye de eğri yolda gitmeye de kendi tâkatimiz yok. Allah akıl, güç, kuvvet, sıhhat verirse seçebiliriz. Sevap da günah da O müsaade etmeden olmaz. Ancak O, güç kuvvet verirse olur. Ama günaha rızası yok. Serbest bıraktığı için sana da sıhhat, afiyet verdiği için sen onu yapabiliyorsun. Ama razı değil. Yaparsan cezası var, yapmazsan mükâfatı var.
Bir iyiliği yapmaya niyet edersen ve yaparsan on misli, yedi yüz misli, daha fazla, bi-gayri hisâb sevap kazanabilirsin. Bir kötülüğü yapmaya niyet eder de yaparsan bir tane günah kazanırsın. Birisinde en aşağı on misli, hatta yetmiş misli, yedi yüz misli veya bin misli daha fazla. Ötekisinde sadece yaptığın kötülüğe karşılık bir günah. Bir iyiliği yapmaya niyet ettin, yapamadın mı yine sevap var. Bir kötülüğü yapmaya heveslendin ama sonra kendini tuttun mu yine sevap var. Bunlar da işin bizim lehimize olan çok avantajlı tarafları.
Bütün bu güzelliklere, imkânlara rağmen insanlar tabi bu küçücük tercihlerini güzel yapamıyorlar. Daima nefis, şeytan, dünya, aldanma, günah tarafı seçiliyor. Ömür boyu bu böyle devam ediyor. Mü'mini de böyle. ''Hay Allah! Yine şaşırdım. Hay Allah! Yine beceremedim.'' Zayıf yetişiyoruz. Çocukluğumuzdan beri zayıf yetişiyoruz. Çocukluğumuzdan beri biraz irademizi sıkıp kuvvetli tutup tercihleri iyi yapmaya kendimizi alıştırmamışız. Pazumuz zayıf olduğundan yeniliyoruz.
Halbuki insan küçüklükten alışmalı. Çocuk tepiniyor;
''İlle şu şekeri isterim.'' Annesi de;
''Aman evladım, ağlama al.'' hemen veriyor.
Onu yiyor, ondan sonra bir başka şey için tepiniyor; zırlamaya, ağlamaya başlıyor. Şımarık şımarık; ''Şunu da isterim.'' diyor.
''Aman evladım onu da al.''
''Aman yavrum rahat etsin. Aman evladım bir şey yapmasın; üzülmesin..." Ama bir taraftan da onu nefsinin, arzularının esiri olmaya alıştırıyoruz.
İmam Gazzâlî onun için diyor ki; ''Zengin bile olsan, çocuklarına her zaman her istediğini verme. Bazen kuru ekmek yedir, katıksız sofraya oturt. Mahrumiyeti de görsün, mukayese etsin, işin kıymetini anlasın.''
Peygamber Efendimiz nasıl nübüvvet gözüyle bakıp anlıyor; ''Yâ Rabbi! Sen bana yardım ettin de orucu tutabildim, rızkı verdin de iftarı yapabildim.'' diyor. Ne kadar güzel! Her şeyi nasıl görüyor! Her şeyi güzel!
''Kış mevsimi ne güzeldir! Gündüzleri kısadır, rahatça oruç tutarsın; geceleri uzundur, kalkar ibadet edersin.'' diyor. Peygamber Efendimiz'in her şeyi değerlendirmesi böyle. Biz kış mevsimini belki sevmeyiz; soğuktur, soba yakıyoruz, yağmur yağıyor, titriyoruz, üşüyoruz. Abdest alırken jilet keser gibi ellerimiz sızlıyor. Ama Peygamber Efendimiz; ''Kış mevsimi ne güzel mevsimdir. Gündüzleri kısadır, kolay oruç tutarsın. Geceleri uzundur, kalkar uzun uzun ibadet edersin.'' diyor. Her şeyi ilâhî cepheden görüyor. Her şeye rahmânî yönden bakıyor. Değerlendirmesini öyle yapıyor.
Allah bizi o mübarek Peygamber'e has ümmet eylesin. Onun yolunda daim eylesin.
Kâne izâ eftare inde kavmin, kâle: Eftare indekümü's-sâimûn ve ekele taâmekümü'l ebrâr. Ve tenezzelet aleykümü'l melâike. ''Peygamber Efendimiz; bir topluluğun misafiri olarak onların yanında iftar ettiği zaman, şu duayı buyururdu.'' Âdet-i seniyyesi, mut'adı öyleydi. Derdi ki;
Eftare indekümü's-sâimûn. ''Sizin yanınızda oruçlular iftar etsin.''
''Bir kimse bir oruçluya bir hurma ve bir içim suyla bile iftar ettirirse, onun tuttuğu orucun sevabının misli iftar ettirene yazılır.'' Onun için, ''Sofranızda hayırlı, ağzı oruçlu mübarek kullar, ibadet ehli kimseler iftar etsin.'' diye dua ediyor.
Şerhte; ''Haber sîgasında dua.'' diyor. Haber de olsa, Peygamber Efendimiz; ''Sofranızda oruçlular iftar etti, ne mutlu size!'' demiş bile olsa o da yine aynı kapıya çıkar. ''Ne mutlu! Sizin sofranızda oruçlular iftar etti!'' ''O oruçluların sevaplarını da ev sahibi alacak.'' demek. Böyle dua ederdi.
Ve ekele taâmekümü'l ebrâr. ''Yemeklerinizi Allah'ın iyi kulları yesin.'' Yani ''Sizin rızıklarınız şerliye, hayduta, hırsıza, haramiye, edepsize, günahkâra değil de, Allah'ın sevgili kullarına nasip olsun.'' demek istiyor.
İnne min ıbâdillâhi men lev akseme ale'l-lâhi le-ebarrahû.
Hadîs-i şerîflerden biliyoruz; Allah-u Teâlâ hazretlerinin öyle sevgili kulları vardır ki ''Vallahi şöyle olacak.'' diye bir konuda bir şeye yemin etse o, Allah'ın nazlı, sevgili kulu olduğundan, onun yemini doğru çıksın diye, onun hatırına Allah o işi öyle yapar. Allah'ın öyle ebrâr, hayırlı, has, halis, muhlis, velî, mahbub, makbul kulları vardır. Onları Allah öyle sevmiş. Sevmiş yaratmış, sevmiş yaşatıyor, sevmiş yüksek makamlar ihsan eylemiş.
Senin sofrana öyle kimse gelir de öyle bir kimse yemeğini yerse, öyle bir kimse dua ederse ne mutlu! İnsanın çocuğu olmuyorsa çocuğu olur, borcu varsa borcu gider, bereketsizse bereketlenir.
Peygamber Efendimiz sütannesi Hz. Halime'ye daha küçük bebekken gittiği zaman, sütü kendi yavrusuna yetmiyorken, iki kişiyi besleyecek kadar çoğaldı. Evin içinden bereket eksik olmadı. Çünkü o eve Allah'ın sevdiği kulu, peygamberi, Muhammed-i Mustafâ'sı geldi.
Allah bizi hep sevgili kullarıyla düşüp kalkan, beraber olan kimselerden eylesin. ''Yemeklerinizi Allah'ın iyi kulları yesin. Sofranızda oruçlular iftar etsin.''
Ve tenezzelet aleykümü'l-melâike. ''Sizin üzerinize, evinize melekler insin, gelsin.'' diye dua edermiş. Peygamber Efendimiz'in mutadı böyle imiş.
Bu Peygamber Efendimiz'in duasıdır diye düşünen kardeşlerimizde; kalemlerini, defterlerini, kağıtlarını çıkartırlar duayı yazarlar.
"Eftara ındekümü's-sâimûn. Ve ekele taâmükümü'l ebrâr. Ve tenezzele't aleykümü'l melâikeh."
Böyle üç cümlelik bir dua.
Kâne izâ eftare inde kavmin, kâle: Eftare indekümü's-sâimûn ve sallet aleykümü' melâike. ''Peygamber Efendimiz bir topluluğun, kavmin misafiri olarak, onların yanında iftar ettiği zaman şöyle dua ederdi; ‘Sofranızda oruçlular iftar eylesin ve melekler size dua kılsın, sizin için istiğfar eylesin.'''
Ne mutlu! ''Yâ Rabbi! Bu kulunu affet.'' diye meleklerin ağzından destekleniyorsunuz! Melekler sizi yâd ediyor ve size dua ediyor, Allah'tan sizin affınızı, mağfiretinizi, mükâfatlandırılmanızı istiyor.
Peygamber Efendimiz böyle dua ederdi.
Demek ki; ''Tenezzelet aleykümü'l-melâike'' rivayeti de var, ''ve sallet aleykümü'l-melâike'' duası var. Birisinde; ''Üzerinize, evinize melekler insin.'' diye geçiyor; ötekisinde ise ''Size dua etsin.'' diye geçiyor.
İnince de boş durmayacak ki orada yine dua edecek. Onun için bu rivayet, duanın bir başka yönünü açıklıyor. Melekler demek ki o misafirperver, ikram eden, sofrayı tanzim eden, insanları misafir eden kimseye dua edecekler. ''Dua etsinler.'' diye de biz el açıyoruz, gittiğimiz zaman öyle demiş oluyoruz.
Kâne ize'ktehale iktehale vitran ve ize'stecmera istecmera vitran.
Ukbe b. Âmir radıyallahu anh'ten rivayet edilmiş: ''Peygamber Efendimiz sürmelendiği zaman tek olarak sürmelenirdi. Buhurdandan koku kokladığı zaman tek olarak koklardı.''
İktehale, sürmelenmek demek. Erkeklerin gözlere sürme çekmesi, bizim memleketimizde az bilinen bir âdet.
Erkek sürme sürer mi?
Sürer. Peygamber Efendimiz sürmüş. Ama iki memleket arasında da iklim bakımından biraz fark var. Orada radyasyon fazla, güneş ışınları fazla, hava sıcak, güneş ekvatora daha yakın, ışınlar daha dik geliyor. Hava daha sıcak; 40-45 derece. Ayağını bastığın zaman ayağının altı yanar. Alnın kuma secde edemez. Elinle tutamazsın. Bir demiri tutsan elin kabarır, sıcaktan yanar. Öyle sıcak, bol güneşli, bol ışıklı bir yerde eğer gözler ışınları iyi süzemezse rahatsız olur. Fazla ışından göz rahatsız olur. Onun için gözü sürmeliyorlar.
O diyarlarda ekseriya göz hastalığı olur. İsmit denilen bir madde ile, daha başka kurşun veya sülfürlü maddeler ile gözün altını üstünü sürmeleyecek ki içi biraz koyulaşsın ve yansımalar azalsın. Sürmenin özel olarak göze kuvvetlendirici tesiri var. Onun için Peygamber Efendimiz sürme sürerdi.
Zaten kendisi doğuştan, kudretten sürmeliydi. Gözleri çok güzeldi. Kaşları kirpikleri gayet uzundu. Ayrıca gözlerinin altına tek olarak sürmelenirdi. Rivayete göre üç defa sağ gözüne, üç defa sol gözüne sürme çekerdi.
Bizim memleketimizde de bazı kahraman babayiğitler çıkıyor.
Muhterem kardeşlerim, mü'minin vasıflarından biri neydi?
Has mü'min, müslüman kulun vasıflarından birisi; Allah'ın yolunda yaşarken, yürürken, salih amelleri işlerken;
Velâ yehâfûne levmete lâim. ''Kınayanın kınamasına aldırmaz ve korkmaz.'' Mü'minin bir vasfı o.
Peygamber Efendimiz Berat gecesinde, mübarek gecelerde başını secdeye koyduğu zaman nasıl takvâ ile nasıl tevazu ile nasıl yana yakıla dua etmiş. ''Senden sana sığınırım yâ Rabbi!'' demiş. ''Kahrından, gazabından, azâbından ikâbından senin lütfuna, keremine sığınırım.'' demiş. ''Ben peygamberim, ben Cennet-i Âlâ'ya gideceğim.'' diye ortada pervasız dolaşmamış.
Elbette herkesin cennete girmesini isteriz. Ama cennetin yolunu Peygamber Efendimiz bize yaşayış tarzıyla göstermiş, belli etmiş.
Gündüz yemeği yedi mi akşam yemeği yemezmiş, akşam yemeği oldu mu gündüz yemeği yemezmiş. Ne kadar tahammül edebiliriz, takvâmız ne derecedeymiş bakalım göreceğiz.
Ve ize'stecmera istecmera vitran. ''Koku kokladığı zaman da üç defa koklardı.'' Bu da bizde âdet olmayan bir şey. Bir kabın içine, buhurdana cemre, kor ateş koyuyorlar. Ondan sonra üstüne öd ağacı koyuyorlar. O yanınca güzel koku çıkıyor, onları kokluyorlar.
Ramazan'da Harem-i Şerîf'te teravih namazı kılınıyor. Akşam topu patladığı zaman hemen namaza durmuyorlar. Beş dakika bir fasıla veriliyor; herkes orucunu açıyor, hurmasını yiyor, ondan sonra akşam yemeğini yiyorlar. Akşamla yatsının arasında bir saat yirmi dakika, bir saat otuz dakika var. Ama orada güzel bir âdet var; yatsıyı yarım saat daha sonra kılıyorlar. Hükümetin emri.
Bizde de o olsa çok güzel olur. ''İftarı ettikten sonra teravihe yetişeceğiz.'' diye nefes nefese kalıyoruz, çok zorluk çekiyoruz. Halbuki yatsının takvimde yazılı vakti, evvel vaktidir. El birliği ile ''yarım saat sonra yapacağız'' desek olur. Zaten teravihin kılınma vakti geniş. Onlar yarım saat geriye atıyor. Ondan sonra bakıyorsun 9'da, 9'a beş kala, on kala teravih kılınıyor. Gayet güzel, ağır ağır, hatimle teravih namazı kılınıyor.
İmamın arkası parsellenmiş. Oranın eşrafı, zenginleri, kral ailesinden veyahut üniversiteden rektörler, dekanlar. Hem hafız hem dekan. İnsanın gidip alnını öpeceği geliyor. Bir sesi var, insan hayran kalıyor. Suudi Arabistan'da ahali, bizden daha iyi müslümanlığa doğru gider. Neden gider?
Suud'dan biri buraya da geldi. Camide; ''Buyurun dua edin.'' dedik, dua etti. Uzun boylu bir Suudlu vardı, orada bir mescidin imamı diye biliyordum. Aynı zamanda bir fakültede dekanmış veya bir okulda müdürmüş. Mesela Şeyh Salih denilen bir kimse var, Kâbe-i Müşerrefe'nin imamlarından birisi, Mekke'deki üniversitenin dekanı. Dekanlar, rektörler, lise müdürleri imam olursa, o zaman cemaatin kalitesi yükselir. Bir işin başına ne kadar kaliteli insanı getirirsen, o iş o kadar güzel ve kaliteli olur.
Seccadeleri koyuyorlar, arka sıraları hemen parselliyorlar. Orada bir yer bulmak çok zor. Bir keresinde azmettim. ''Öyle güzel bir yerde, imamın tam arkasında namaz kılacağım.'' dedim. Erkenden gittim, oturdum. Kalabalık sıkıştı. Yer bulduk, bir zorluk olmadı. Ondan sonra başladı buhurdanlar gelmeye. Buhurdanı yakıyorlar, getiriyorlar. Onların başında örtüler var. Örtüyle bir sarıyorlar, bir kokluyorlar. Veyahut ellleriyle tutuyorlar, kokluyorlar. Tabi buhurdan tutmak bizim âdetimiz değil. Baktım ki orada ikram fazla. İçecekler geliyor; kokular, esanslar geliyor. ''Ben böyle tekellüf bir yerde bir daha durmam.'' dedim, oraya bir daha yanaşmadım.
İsticmâr, buhurdan koklamak. ''Kokladığı zaman üç defa koklardı.'' Bu kelime başka mânaya da gelir. Burada siyak ve sibaktan dolayı, sürmelenmenin arkasından geldiğinden buhurdan, tütsü mânasına almak daha uygun. Bir de istincâ durumu -insan abdestini yaptığı zaman temizlenme- var. Onu da üç defa yapardı diye de anlamak mümkün. O şekilde yorumlamaya burası pek müsait değil.
Allah-u Teâlâ hazretleri sizi sıratı müstakimden ayırmasın. Sevdiği kul eylesin. Marifetullah’a erdirsin. Aşkullahı muhabbetullahı gönlünüze yerleştirsin. Sevdiği işleri yapmanızı nasip eylesin. Huzuruna sevdiği razı olduğu kulları olarak varıp cennetiyle cemaliyle müşerref olmayı nasip eylesin. Peygamber efendimize komşu eylesin.
Bi hürmeti esrarı sûretül Fatiha.