es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,
Hamd ü senâlar olsun, size Mekke-i Mükerreme’den telefon ediyorum. İki gün önce Cidde’ye geldik. Cidde’yle Mekke arasında geçtiğimiz günlerde -yıllarca görülmemiş şekilde- yağışlar çok olmuş, buralara çok yağmış. Ben tepeleri görünce hayret ettim; her tarafa -Türkiye’deki gibi- otlar dolmuş. Halbuki tepelerde hep kum görünürdü. Yeşillikler, ekin tarlalarının rüzgârda sallandığı gibi otlar dalgalanıyordu. Şaşırdım. Güzel olmuş dağlar, yemyeşil... Dün teravih namazını Mescid-i Haram’ın üçüncü katında, sutuh denilen, “teras” denilen kısmında kıldık. Elhamdülillah en ön saftaydım; Kâbe-i Müşerrefe gözümün önünde görünüyordu, yukarıdan aşağıya doğru bütün tavaf edenler görünüyordu. Burada garip, tahmin etmediğiniz şeyler oluyor. Yani teravih kılanlar olduğu gibi, Kâbe-i Müşerrefe’nin etrafında -serbest bırakmışlar- tavaf etmek isteyenler de o esnada tavaf ediyorlar.
Tavaf çok kalabalık. Biz umremizi yapmak için en tenha zamanını bulmaya çalıştık. İkindiden önce tavaf yaptığımız halde yine bir kalabalık vardı. Akşamları daha kalabalık oluyormuş. Eskiden geceleri tenha olurdu... Ramazan’da kimse uyumuyor maşaallah, herkes ibadet aşkıyla, şevkiyle ayakta; sabahlara kadar namazlar, teheccüdler, tavaflar... Onun için bu sene Mescid-i Haram çok kalabalık. Başka senelerden daha fazla bir izdiham var.
Allah herkesin ziyaretini, umresini, ibadetini, namazını, niyazını, siyamını, kıyamını -siyam, oruç demek; kıyam da gece namazları mânasına geliyor- kabul eylesin. Rahmetine erdirsin, mağfiretine mazhar eylesin. İki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin.
Ramazan başladı derken artık aşr-ı ahîr veya el-aşru’l-evâhir de deniliyor. Yani üçe ayrılırsa bir ay, başı, ortası, sonu diye; aşr-ı ahîr en sonuncu on günlük bölümü demek olur. Veya aşr-ı evâhir denilirse, en sonda olan on günler mânasına gelir. İkisi de geçer kitaplarda; aşr-ı ahîr diye de geçer, aşr-ı evâhir diye de geçer. İkisi de doğru.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz daha Receb ayı geldiği zaman dua etmeye başlardı;
“Yâ Rabbi, Receb’i, Şaban’ı bize mübarek et, bizi Ramazan’a eriştir.” diye dua ederdi.
Ramazan’ı kollardı, gözlerdi. Ramazan’da ibadetleri Receb’den, Şaban’dan daha ziyade olurdu. Ramazan’ın son on gününde de daha fazla olurdu. Yani artık son aşra, son on güne geldiği zaman, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kendisi uyanırdı, geceleri uyku uyumazdı, o kadar ibadet eylerdi.
İkinci mühim bir husus; evdeki insanları da uyandırırdı. “Hadi bakalım, siz de kalkın.” derdi. Bunun sebebi de, bu son on günün gecelerinin çok kıymetli olmasından. Onlara da o şerefler, o feyizler, o sevaplar, o mükâfatlar nasip olsun diye onları da kaldırırdı Peygamber Efendimiz. Demek ki biz de, kendimiz de bu son on günde ibadeti çoğaltmalıyız; hem de aile halkımıza da, çoluk çocuğumuza da “Hadi bakalım, siz de gayrete gelin.” demeliyiz. Zaten namaz kılmak vesaire ibadetlerini yapıyorlardır. Çocuk okula gidiyor diye onları ihmal etmek, ettirmek veya kılmamalarına göz yummak anne baba için doğru olmaz. Bu gecelerin ihyâsına onları da teşvik etmek lazım geliyor. Peygamber Efendimiz’in davranışından bunu görüyoruz. Evdekileri de uyandırması, hane halkını da uyandırması önemli. Kendisi de şedde minzarahû diye geçiyor hadîs-i şerîfte; yani gayret kemerini beline kuşanır ve aşırı bir aşk ile, şevk ile, zevk ile, lezzet ile ibadet ederdi.
Evet, “zevk” ve “lezzet” kelimelerini kullandık. Tabii dindar insanlar bunları bilirler; ibadetlerin muazzam bir zevki ve lezzeti vardır ki şekerlerde, baklavalarda, şekerlemelerde olmaz. İşte Ramazan’da insan bunları öğrenmiş oluyor. Mevlâsı ile, sevdiği ile baş başa gece geçirmenin lezzetini, zevkini tatmış oluyor. Zikirlerle, namazlarla, niyazlarla, gözyaşlarıyla, son derece tatlı bir mânevî, derûnî, lâhûtî yaşam, son derece güzel günler, son derece zevkli günler... Allahu Teâlâ hazretleri o zevkleri, o lezzetleri herkese duyursun. Çünkü duymayan duymadığı için o ibadetleri yapamıyor ama tadını alan da bırakamıyor. Dışarıdan yorgunluk gibi görünen ibadetlerin içinde ne kadar büyük zevkler, tatlar ve lezzetler olduğunu tadan bilir. Allahu Teâlâ hazretleri herkese tattırsın.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hâl-i hayatında, peygamberlikten sonra, peygamberlikten önceki devrede de Hira mağarasına çekilirdi, Mevlâsıyla baş başa, tek başına, insanlardan uzak, ibadet ve taatin zevkinin en yüksek şâhikalarına ulaşmıştı. Onlar da bizim için birer ibrettir. Onun için tasavvufta halvet vardır, 40 günlük ibadet vardır. O olmazsa, herkes yapamayabilir ama Ramazan’ın son on gününde itikâf sünneti vardır.
İtikâf sünneti tabii çok sevap ve bu sevaplı geceleri güzel geçirmenin çaresi, itikâfa girmek. Evden ayrılıp, camide yatıp kalkıp itikâf etmek en kestirme, en güzel çare oluyor. Peygamber Efendimiz öyle yapardı.
Bu son on gün içinde Kadir gecesi var. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ashabına Kur’ân-ı Kerîm’de methedilen Kadir gecesini son on günde aramalarını, “Son on günlerinde arayın, Kadir gecesi Ramazan’ın son on günlerinde olabilir.” diye tavsiye buyurmuştu. Onun için bu mühim olan bir de Kadir gecesidir. Kadir gecesi hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de Allahu Teâlâ hazretleri
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ
Bismillâhirrahmânirrahîm. İnnâ enzelnâhu fî leyleti’l-kadr diye başlayan sûreyi indirmiştir. Bu sûrenin ne sebeple indiğine dair kitaplarda bilgiler var. Onlardan birisi şu:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir gün ashabına dört mübarek insanın -Benî İsrail câmiasından, onlara mensup- Allahu Teâlâ hazretlerine 80 yıl bir göz yumup açıncaya kadar bile hiç isyan etmeden güzel ibadet ettiklerini anlattı. Bu dört kişinin Eyyüb aleyhisselam, Zekeriya aleyhisselam, Hızkil aleyhisselam, Yûşâ aleyhisselam olduğunu belirtti.
Yûşâ aleyhisselam Beykoz’da, İstanbul Boğaz’da makamı var. Yûşâ aleyhisselam’ın orada olduğuna dair bir rivâyet var. Orada makamı, mescidi var, ziyaretgâh... Hatta bir kabir orada bulunuyor. Yûşâ aleyhisselam’ı o bakımdan halkımız, hele İstanbullular tanırlar. Beykoz’da özel bir tepe var, Yûşâ tepesi diye.
Eyyüb aleyhisselam’ı hepimiz sabrından dolayı, peygamber olduğu için ve sabırla nasıl Allah’ın rızasını kazanmış olduğundan dolayı biliriz.
Zekeriya aleyhisselam’ı biliriz, camilerin mihraplarının üstünde
كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقًا
Küllemâ dehale aleyhâ Zekeriyye’l-mihrâbe vecede indehâ rızka diye Zekeriya aleyhisselam’ın ismi umumiyetle mihrapların üstünde yazılıyor. Onun sebebi, o cümlede mihrap kelimesi geçmesi tabii, ondan yazılıyor ama böylece Zekeriya aleyhisselam’ı biz de her zaman mescitte ismini karşımızda görmüş oluyoruz.
Meryem validemiz ibadete kendini adamış bir mübarek cennetlik hatun kişi idi. Kimsenin girmediği, sadece Zekeriya aleyhisselam’ın kendisine yiyecek, içecek getirdiği bir kilitli mahalde ibadetle meşguldü, Allah’a ibadetle vaktini geçiriyordu. Zekeriya aleyhisselam onun yanına ne zaman ihtiyacı olan maddeleri getirmek için girse, -küllemâ “ne zaman ki” demek- küllemâ dehale aleyhâ Zekeriyye’l-mihrâbe vecede indehâ rızka, Meryem validemizin yanında çeşit çeşit, o mevsimde oralarda hiç görülmeyen, çok güzel, müstesna lezzetli yiyecekler bulurdu. Tabi bu Meryem validemizin ibadetinden dolayı Allah’ın ona ikramıdır, keramettir. Kur’ân-ı Kerîm’den keramete misaldir. Zekeriyya aleyhisselam da bir peygamber, Allah’ın vahyine mazhar, mânevî halleri iyi bilen bir kimse, soruyor ama diyor ki;
قَالَ يَامَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
Yâ Meryemü ennâ leki hâzâ? “Bunlar sana nereden geldi böyle? Kapı kilitli, kimse buraya giremez, gelemez benden başka; nereden geldi?” Kâlet hüve min indillâhi. “Allah’ın indinden, huzurundan, lütfundan, kereminden geldi.” İnne’llâhe yerzuku men yeşâu bi-ğayri hisâbin. “Allah dilediği kullarını böyle hesaba, akla, mantığa, olağan duruma sığmaz bir şekilde rızıklandırır.” diye cevap verdiğini Kur’ân-ı Kerîm bize bildiriyor.
Bu bir keramettir. Kerâmâtü’l-evliyâi hakkun. “Evliyâullahın, Allah’ın sevgili kullarının kerametleri haktır.”
Allah böyle ikramlarda, olağanüstü hallerde bulunuyor.
Gelelim İnnâ enzelnâhu fî leyleti’l-kadr sûresinin sebeb-i nüzûlü olan olaya...
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ashabına, rıdvanullâhi aleyhim ecmaîn, bunları anlattı. Eyyüb aleyhisselam’ı, Zekeriya aleyhisselam’ı, Hızkil aleyhisselam’ı, Yûşâ aleyhisselam’ı anlattı ve “Bak bunlar seksen yıl Allah’a hiç âsi olmadan çok güzel kulluk etmişlerdir.” deyince ashâb-ı kirâm hayretler içinde kaldılar, hayran kaldılar. Bunun üzerine Allahu Teâlâ hazretleri Cebrâil’i gönderdi. Cebrâil aleyhisselam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek dedi ki;
“Yâ Muhammed, sen ve ashabın o dört kişinin öyle seksen sene Allah’a hiç âsi olmadan ibadet ettiklerini duyunca hayran kaldınız, heveslendiniz, arzu ettiniz, beğendiniz, şaşırdınız ya...
Fe-kad enzele’llâhu aleyke hayran min zâlike. “Allah size, yani sana ve ashabına, Ümmet-i Muhammed’e ey Resûlullah, daha hayırlısını indirdi!” diyerek bu İnnâ enzelnâhu sûresini Peygamber Efendimiz’e bildirdi. İnnâ enzelnâhu fî leyleti’l-kadr sûresi böylece indi.
Buradan anlaşılıyor ki Allah celle celâlüh lütfuyla, keremiyle Peygamber Efendimiz’e ve ashabına çok büyük bir ikramda bulunmuş oluyor. Onun için böyle bir günde –bin ay 83 yıl küsur tutar- 83 yıllık bir ömrün sevabını Ümmet-i Muhammed’e lütfuyla, keremiyle Allahu Teâlâ hazretleri bahşetmiş oldu. Tabii bu çok büyük bir ikram. Bu müjdeden dolayı, İnnâ enzelnâhu fî leyleti’l-kadr sûresinin inmesinden dolayı ashâb-ı kirâm fevkalâde sevindiler ve bayram ettiler; çok sevindiler, memnun oldular.
Bir rivâyet daha var:
Rivâyete göre Benî İsrâil’den Şem’ûn veya Şemsûn diye rivâyet edilen bir mübarek, mücahit 80 yıl silahını bırakmadan Allah yolunda hizmet etmiş, cihat etmiş. Ona hayran oldukları için sahâbe-i kirâm, bu sûre indi. “Bak, o 80 yıl öyle Allah yolunda cihat edip kılıcını hiç bırakmamış, silahlı durmuş. Siz de ona hayranlık duyuyorsunuz, canınız çekiyor, istiyor. Allah size de Kadir gecesini indirdi.” diye bu müjdeli sûre böyle bu sebeple indiği beyan ediliyor.
Ama burada kesin olan, -o rivâyet veya bu rivâyet- Allahu Teâlâ hazretleri biz Ümmet-i Muhammed’e bu Kadir gecesini büyük bir ihsân, büyük bir ikram olarak bahşetmiştir. Allah’a hamd ü senâlar olsun, çok büyük bir ikram. Bir gece ki içinde Kadir gecesi olmayan 83 küsur yıldan daha hayırlı... “Daha hayırlı” diyor, yani “ona denk” de demiyor, “ondan da hayırlı” diyor. Bu büyük bir lütuftur. İşte bu gece, önümüzdeki Ramazan’ın, yaşayacağımız, Allah ömür verirse, kısmet ederse son on gecesi içinde oluyor.
Kadir gecesini Allah hepimize yaşamayı nasip etsin. Kadir gecesinin feyzinden, bereketinden istifade etmeyi nasip eylesin.
Kadir gecesi ne zaman?
Peygamber Efendimiz bazı işaretler vermiş, “Ramazan’ın son on gününde arayın.” diye buyurmuş. Tabii bir başka tavsiyesi; “Son on günün tek gecelerinde arayın.” Yani 21, 23, 25, 27, 29 diye bu tek gecelerde aramasını tavsiye ettiği de bildiriliyor. Fakat netice itibariyle saklı; bu son on günün içinde ama kesin olarak belli değil. Biz 27’sinde, 26 Ramazan’ı 27 Ramazan’a bağlayan gece Kadir gecesi diye takvimlerde öyle yazıyor; Türk takvimlerinde bu gece Kadir gecesidir. Belli değil. Bu gece Kadir gecesidir ama tahmini olarak, zan olarak, “belki öyledir” diye kuvvetli bir tahmin bu. Ashâb-ı kirâmdan birçoğu, din alimleri, büyüklerimiz “Galiba 27’sidir, 26’sını 27’sine bağlayan gecedir.” demişler ama yine de başka sözleri söyleyenler de var. Mesela sahabeden bazı kimseler yemin edermiş ki; “Vallahi 29’undadır!” 29’unu 30’a bağlayan gece, diye böyle rivâyet edenler var. Başka rivâyetler var. Ama saklanmış.
Bu saklanması neden?
Eğer bir insan kesin olarak Kadir gecesine isabet ettiğini, onu ihyâ ettiğini bilirse, “Ya, ben Kadir gecesini yaşamış bir adamım, elhamdülillah. Kadir gecesi bin aydan daha hayırlı, o sevapları aldım.” diye biraz gevşeyebilir. Gevşemesin diye Allahu Teâlâ hazretlerinin bunu gizlemiş olduğunu alimlerimiz beyan ediyor. Saklanmasında da hikmet var. Müslümanlar Ramazan içinde çalışacaklar, son on gününde biraz daha gayretli olacaklar. Hatta öyle rivâyetler var ki “Kadir gecesi gezer.” diyenler de var. Her sene aynı günde olmaz, gezer. Allahu Teâlâ hazretleri bazen öne alır, bazen sonraya bırakır. “Ramazan’ın içinde gezer.” diyenler var. Hatta “17 Ramazan’da Bedir harbi olmuştu, o zaman Kadir gecesiydi.” diye rivâyetler var. Hatta senenin içinde gezdiğine dair rivâyetler var.
O zaman, bizim ârif ve kâmil olan ecdadımız, Allah hepsinden razı olsun, nur içinde yatsınlar, şu Ramazan’da Allah onlara müstesna ikramlar ile ikramlar eylesin.
“Her gördüğünü Hızır, her geceni Kadir bil.” demişler. O daha ihtiyatlı oluyor. Demek ki her geceyi Kadir gecesi gibi bilir de hazırlanırsak, o geceyi güzel geçirmeye, sevap üzerine, ibadet üzerine, Allah’ın rızasına uygun geçirmeye gayret edersek, en güzel şeyi yapmış olacağız. Karşılaştığımız her insan da, eski elbise giymiş olabilir ama belki Hızır aleyhisselam’dır diye hürmet edersek... Tabii bütün insanlara hürmet etmek, zaten Hızır aleyhisselam olmasa bile gönül yıkmamak çok önemli. İnsanları sevmek lazım. Günahkârların doğru yola gelmesi için dua etmek lazım. “Doğru yolda yürüyenleri Allah doğru yolda sabit eylesin, ayaklarını kaydırmasın.” diye dua etmek lazım. Hepsini sevmek, hepsine acımak, hepsinin iyiliğini istemek lazım.
Kadir gecesi böylece saklanmış. Hem ümidimiz var hem de tereddüdümüz var.
Tabii güvenip de gevşemememiz lazım. Diyelim ki “Kadir gecesi ayın 27’si, kesin olarak bu böyle. Tereddüt yok, işte bu sene 27’sinde.” desek bile, bir insan Kadir gecesinde ibadet etse bile, bir de ibadetlerin kabul olup olmaması meselesi var. Allahu Teâlâ hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’inde, Peygamber Efendimiz de hadîs-i şerîflerinde ibadetlerin kabul şartlarını bildiriyorlar. Mesela ihlâsla olmayan ibadetler kabul olmaz. Mesela haramla yapılan bir hac, umre kabul olmaz. Mesela başa kakarak, verileni üzerek verilen bir zekât, sadaka kabul olmaz. Bunları biliyoruz. Yani ibadetlerin bir de kabul olmama durumu var. Onun için insan ihtiyatı elden bırakmamalı, ibadetine mağrur olmamalı. Şairin birisi diyor;
Cürmünü mu’terif ol, taaate mağrur olma.
Kendi hatanı, kusurlarını bil; taate, ibadete güvenip de gururlanma, aldanma, burnun havalara çıkmasın. Çünkü belki kabul olunmaz. Bilmiyoruz ki. Allahu Teâlâ hazretleri kabul etmeyebilir. Kabul etmezse bizim anlayamadığız bir sebep vardır.
Cenâb-ı Mevlâ’dan eksiklerine, kusurlarına, hatalarına, binbir türlü hata içinde olmamıza rağmen, eksikli, kusurlu, gedikli, çürüklü, çarıklı ibadetlerimizi lütfuyla, keremiyle kabul etmesini, rahmetine vesile etmesini dileriz. İbadete mağrur olmamak lazım.
Bir şey daha söyleyeyim: Günahtan da ümitsizliğe düşmemek lazım. “Ben günah işlemiştim, Allah beni artık affetmez.” diye ümitsizlik de haram, yasak. Ümitsizlik de yok. Yani insan günahkâr bile olsa “Allah affedebilir.” diye kendisini toparlayıp, tevbe edip Cenâb-ı Hakk’ın yoluna girmeli ve ibadet ehli de olsa ibadetine mağrur olmayıp, tevazuyu elden bırakmayıp edebiyle yaşamalı.
İşte bu Kadir gecesini ihyâ etmeye çalışmalıyız. Ama Kadir gecesinden sonra da gevşemeye lüzum yok. Çünkü kesin olarak Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîfleriyle bildiğimiz bir başka husus var ki bayram gecesi de ihya edilmesi gereken en sevaplı gecelerden birisidir. Artık ertesi gün bayram olacak diye bilinen gece, yani Ramazan bitmiş, teravih yok. “[Allahu Teâlâ hazretleri] o gecede yapılan ibadetleri de kabul ediyor ve çok büyük sevaplar veriyor.” diye Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den hadîs-i şerîfler var.
[Âyeti] tamamlayalım.
İnnâ enzelnâhu fî leyleti’l-kadri. “Biz Azîmü’ş-şân, âlemlerin Rabbi, sizin rabbiniz, hâlıkınız olan Ben Azîmü’ş-şân, onu Kadir gecesinde indirdik.” buyuruyor Allahu Teâlâ hazretleri, bu sûrenin birinci âyet-i kerîmesinde.
Burada ‘onu’ ne demek? Enzelnâhu, hu “onu” demek. “Biz onu Kadir gecesinde indirdik.” Burada alimler demişler ki;
Hu’dan maksat, “onu” denildiği zaman, innâ enzalnâhu, “onu indirdik”ten maksat, “Kur’ân-ı Kerîm’i indirdik” demek. Tabii bu Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinin biliyoruz ki Mekkî olanları var, Medenî olanları var; hazerde inenleri var, seferde inenleri var, yani muhtelif zamanda, muhtelif yerlerde inenleri var.
İnnâ enzelnâhu fî leyleti’l-kadr. “Biz Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdik.” ne demek o zaman?
“Buradaki ‘onu’dan maksat Kur’an’dır, Kur’an’ı demek istiyor.” diyen alimler diyorlar ki;
Allahu Teâlâ hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’i kalem-i ezelin yazdığı levh-i mahfuzdan semâ-yı dünyaya ve yazıcı meleklere Kadir gecesinde indirmiştir. Ondan sonra öndeki, bir dahaki Kadir gecesine kadarki sene günlerinde olaylar üzerine âyetler grup grup, üçer beşer -necmen necmen deniliyor Arapça- Peygamber Efendimiz’e öyle indirilmiştir.
O halde anlaşılıyor ki bütünü toptan Kadir gecesinde indiriliyor, ondan sonra sene içinde parça parça müteferrik olarak olaylar üzerine Peygamber Efendimiz’e vahyediliyor, Cebrail aleyhisselam tarafından bildiriliyor. Bu rivâyet var.
Bir de, buradaki enzelnâhu’dan maksat Kur’ân-ı Kerîm değildir de, bu sûrenin kendisidir, onu kastediyor. Yani enzelnâ cibrîlu bi-hâzihi’s-sûre “Bu sûreyi indirdi.” demektir, böyle bir mâna da olabilir. Çünkü “onu” kelimesi geçiyor.
Bu ‘hu’ zamirini izah ettikten sonra gelelim şimdi “kadir” kelimesine...
“Biz onu Kadir gecesinde indirdik.”
Kadir, onun mânası hakkında da rivâyetler var. Bir rivâyete göre, bu gece çok şerefli olduğundan, kadr ü kıymeti çok olduğundan leyletü’l-kadr denmiştir. Çünkü Allah, bak kullarına 83 yıldan daha fazla ibadet etmişçe bir sevap veriyor. Onun için kadr ü kıymeti çok yüksek olduğundan leyletü’l-kadr denmiştir. Demek ki “kadir-kıymet” mânasından geliyor bu isimlendirme demişler.
Bazıları da diyorlar ki; leyletü’l-kadr, buradaki “kadr”, mukadderât mânasıyla ilgilidir. Allahu Teâlâ hazretleri bu gecede mukadderâtı takdir buyurup meleklere indirdiği için... Hatta Duhan sûresinde bir âyet-i kerîme var:
إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ إِنَّا كُنَّا مُنْذِرِينَ أَمْرًا مِنْ عِنْدِنَا إِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيم
İnnâ enzelnâhu. Yine innâ enzelnâhu diye geçiyor. “Biz onu indirdik.” Fî leyletin mübâreketin... Fîhâ yufraku küllü emrin hakîm. Emran min indinâ innâ künnâ mürsilîn.
Duhan sûresinin başında bu âyetler -alimlerin, sahabenin bazılarına- göre Berat gecesini anlatıyor, bazılarına göre [ise] Kadir gecesini anlatıyor. Hâsılı, bu isimlendirme “kadir”den de olabilir, “mukadderât” mânasından da gelmiş olabilir.
لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ أَلْفِ شَهْرٍ تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِمْ مِنْ كُلِّ أَمْرٍ
Leyletü’l-kadri hayrun min elfi şehrin.
Bin aydan daha hayırlı olduğu müjdesi var. Bizler de sahâbe-i kirâm gibi onunla bayram ediyoruz. Hepimize çünkü bu müjde...
Tenezzelü’l-melâiketü ve’r-rûhu fîhâ bi-izni rabbihim. “Melekler de ruh da bu gecede inerler yeryüzüne.”
Şimdi burada tenezzelü’l-melâiketü “Melekler inerler”, ve’r-rûhu “Ruh da iner.” Bu er-Ruh -elif lamlı olarak, mârife olarak- kimdir, nasıl bir varlıktır?
Bu hususta deniliyor ki; ya’nî Cibrîle aleyhisselam. İbn Abbas radıyallahu anhümâ ve bazı alimlerden böyle rivâyet edilmiş. “Ruh, Cebrail aleyhisselam’dır.”
O zaman Cebrail aleyhisselam ve öteki melekler yeryüzüne iner, mânasına gelir. Sahabeden bazı kimseler buyurmuşlar ki; “er-Ruh, bir başka meleğin adıdır. Cebrail aleyhisselam’dan başka olan bir meleğin adıdır. Arş-ı Âzâm’ın yanındadır. Arş-ı Âzâm’ın yanında bütün melekler bir saf teşkil ederler, bu Ruh tek başına bir saf teşkil eder. O melek çok muazzam, çok mükerrem, çok kıymetli bir melektir. O melek bu gecede iner, mânasına gelir.”
Demek ki “Çok muazzam bir mahlûk olan, çok müşerref bir melek olan er-Ruh isimli melek iner.” demek de olabilir, “Cebrail aleyhisselam iner.” demek de olabilir.
Bi-izni rabbihim. Bütün bunlar, Allahu Teâlâ hazretleri bu Ramazan’ın hürmetine, lütfuyla, keremiyle, kullarına ikram olsun diye, Habîb-i Edîbi sevinsin, ashâb-ı kirâmı sevinsin, Ümmet-i Muhammed sevinsin diye O’nun emriyle oluyor. Melekleri O’nun izniyle yeryüzüne inerler.
Min külli emrin, bi-külli hayr demek. Her türlü işten dolayı, her türlü hayrı getirmek için... Melekler boşuna gelmiyorlar; yeryüzüne iniyorlar, mü’minleri tebrik ediyorlar, müjdeliyorlar, ilâhî ikramları onlara getiriyorlar. Her türlü hayrı getirmek için iniyorlar.
سَلَامٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ
Selâmun hiye hattâ matlai’l-fecri. “Bu gece selamet, selim bir gecedir.”
Her yönden selamette olunan bir gecedir; selametlik olan bir gecedir; esenlik, rahatlık olan bir gecedir.
Ne zamana kadar?
Hiye hattâ matlai’l-fecri. “Fecrin doğuşuna kadardır.”
Fecrin doğuşu ne demek?
İmsak kesilme zamanı demek. Hani takvimlerde imsağın kesilme zamanı diyoruz ya, artık oruç tutanlar yemek yemiyorlar, oruca niyet ediyorlar, “tamam” diyorlar, ağızlarını çalkalıyorlar, oruç başlıyor. Ondan sonra namaz kılınabiliyor. Yani orucun başladığı, sabah namazının vaktinin girdiği zamana kadar. Demek ki gece... Kadir gecesi akşam namazından başlıyor, imsağa kadar devam ediyor. Sabahın vakti geldi mi, ortalık biraz karanlık bile olsa, bu lütuflar hiye hattâ matlai’l-fecri, fecrin doğuşuna kadar. Ondan sonra kesiliyor, asıl vakit kaçırılmış oluyor.
Bütün gecelerin son bölümünde, üçte ikisinde, yani akşam ezanından imsak vaktine kadar olan kısmı üçe bölersek, özellikle sülüs-ü ahîrinde, son üçte ikisinde, bazen yarısında, hatta bazen üçte birinde, yani biraz uyku uyuduktan sonra kalkıp teheccüd namazı kılmak zaten çok sevap. O zaman göğün kapıları açılıyor, o zaman Allah’ın kullarına ikramları oluyor, nidası oluyor, müjdeleri oluyor. O da fecrin tulûuna kadar.
Geceleyin biraz uykudan fedakârlık yapmaya müslümanlar demek ki gayret etmeli, alışmalı, dikkat etmeli.
Allahu Teâlâ hazretleri hepinizin ibadetlerinizi kabul eylesin. Ramazan’da Kur’ân-ı Kerîm’le sevginiz, ülfetiniz, ünsiyetiniz, onu okumanız çoğaldı, Kur’ân-ı Kerîm’e bağlılığınız artsın. Kur’ân-ı Kerîm’in şefaatine erin. Kur’ân-ı Kerîm’in mânalarını öğrenin. Kur’ân-ı Kerîm’in ahkâmına uyup, yaşayıp Kur’ân-ı Kerîm’in şefaat edeceği insanlar olmayı Allah cümlenize nasip eylesin.
Ramazan’ın bir başka özelliği de ikram, müslümanın müslümana, öteki kardeşlerine ikramlarıydı.
İşte bu ikramlar nasıl oluyor?
İftara çağırıyorsunuz, öyle oluyor; hediyeler veriyorsunuz, öyle oluyor; fakirlere sadakalar veriyorsunuz, öyle oluyor; zekâtlarınızı veriyorsunuz, farz olan mâlî vazife, böyle oluyor. Demek ki çeşitli şekillerde ikram ve ihsânâtınızı, birbirinize karşı lütuf ve keremlerinizi bol bol izhar etmeye, her vesile ile herkese iyilik yapmaya çalışmaya devam edeceksiniz. Gayreti artıracaksınız. Hâne halkını da gayrete sevk edeceksiniz.
Allahu Teâlâ hazretleri hepinizi ailelerinizle beraber lütfuna erdirsin. Çoluk çocuğunuzla, büyüklerinizle, babalar, anneler, nineler, dedeler, halalar, teyzeler, amcalar, dayılar, akraba, evlatlar, torunlar, sevdiklerinizle beraber hepinizi şu güzel ayın, şu mânevî büyük ikramların dağıtıldığı muhteşem ayın her türlü bereketinden, hayırlarından istifade edenlerden eylesin. Oruçlarınızı kabul eylesin, hayırlarınızı kabul eylesin. Kur’ân-ı Kerîm’e bağlılığınızı artırsın. Kur’ân-ı Kerîm’i daha iyi tanımanızı, anlamanızı, ezberlemenizi, bellemenizi, ahkâmını öğrenmenizi nasip eylesin. Ömrünüzü Kur’ân-ı Kerîm yolunda, Resûlullah Efendimiz’in sünnetine uygun geçirmenizi nasip eylesin. Hüsn-ü hâtimeler nasip eylesin. Bayramlara erdirsin. Cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin.
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!