Merhabalar Değerli dinleyenler
Kurban sözlükteki anlamıyla yaklaşmak, ıstılahi anlamıyla ise, Allah(c.c)'a manen yaklaşmak maksadıyla kesilen hayvana verilen addır. Kurban bir gelenek değil, kitap ve sünnetle meşrûiyeti sabit olan bir ibadettir. Kurban da zekat gibi Hicretin ikinci yılında meşru kılınmıştır. Meşruiyeti, Kitap, Sünnet ve icma ile sabittir. Kurbanın meşruiyetinin hikmeti ise, Yüce Allah(c.c)'ın nimetlerine karşı şükretmek, hak yolunda fedakârlıkta bulunmak, maddi imkânları el vermeyen kimselerin belli zamanlarda da olsa et yemelerini sağlamak, bunun sonunda sevaba ermek ve bir takım belâlardan korunmak gibi birçok dînî, ahlâkî ve içtimâi hedeflere ulaşmaktır.
Kurban kesilmesi hakkında Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır:
“Kurbanlık deve (ve sığır)lara gelince, onları da sizin için Allah’ın (dîninin) alametlerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. O halde (develer) birer ayakları bağlı sıra sıra ayakta dur(up boğazlan)ırken, üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üstü düşüp ölünce de onlardan hem siz yiyin hem de kanaat edip istemeyen fakirlere ve isteyen (fakir)lere yedirin. İşte böylece şükredesiniz diye onları sizin fayda ve hizmetinize verdik. (Hacc: 36)
Hz. Aişe(r.anha) validemizden rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz(s.a.v) efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Resulullah (s.a.v) buyurdular: Hiç bir kul, kurban günü Allah indinde kan akıtmaktan daha sevimli bir iş yapamaz. Zira, kesilen hayvan, kıyamet günü boynuzlarıyla, kıllarıyla, sınnaklarıyla gelecektir. Hayvanın kanı yere düşmezden önce Allah indinde yüce bir mevkiye ulaşır. Öyle ise, onu gönül hoşluğu ile ifa edin.” (Kütübü Sitte 1171)
Sevgili dinleyenler, Kurban ibadetinin tarihi Hz. İbrahim'e dayanmaktadır. Şöyle ki: Hz. İbrahim, Mısır'ı terk ettikten sonra yerleştiği her yerde çabucak çevre ediniyor, halkın istifade edeceği kuyular açıp, mescitler kuruyor, çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşıyordu. Bu sırada malı ve mülküde çoğalıyor, herkesin sevdiği, iyiliksever biri olarak yaşıyordu. Evine inen konuklarını en iyi şekilde ağırlıyordu. Bu nedenle kendisine Konuklar Babası denilmeye başlanmıştı. Yüce Allah(c.c), İbrahim Aleyhisselama mal ve servet bolluğu verince, İbrahim Aleyhisselam: ‘Ey Rabbim! Benim çocuğum yok. Ben, çok mal ve serveti, ne yapayım?’ demiş ve bir oğlu olursa onu Allah(c.c) yoluna kurban edeceğim diyerek adakta bulunmuştu. İsmail Aleyhisselam doğduktan sonra, onların Mekke’ye yerleştirilmeleri, kendisinin Hz. Sare validemizin yanında kalması, iki eşi arasında gidiş gelişleri derken zamanla verdiği adak sözünü unutmuş, bu arada İsmail Aleyhisselam da büyümüştü.
İbrahim Aleyhisselam, Hz. Hacer ve büyüyen oğlu İsmâil Aleyhisselamı ziyâret için Mekke'ye geldiği bir sırada, üç gün üst üste rüyasında İsmâil Aleyhisselamı kurban ettiğini gördü. Fahreddin-i Razi ve Kadı Beydavi tefsirlerinde bu rüyayı şöyle yorumlamaktalar.
İbrahim Aleyhisselam Arefe günüden bir gece evvel, bu rüyayı görmüştü ki, buna “Leyle-i Terviye” denir. Leyle-i Terviye’nin manası çok derin düşünmektir ki, İbrahim Aleyhisselam rüyayı görünce şeytâni mi, Rahmâni mi olduğunda tereddüd etti. Çok derin düşündü. Cenab-ı Hak evladını kurban etmesini, kesmesini istiyordu. Karar veremedi.
Arefe günü tekrar aynı rüyayı görünce, Rahmani olduğunu anladı ve o güne de “Arafe” denildi. Bayramdan bir gün evvel olduğu için arafe günü dendi. Üçüncü gün tekrar aynı rüyayı görünce emr-i ilahinin kesin olduğunu bildi ve kurban kasdedildiğini kesinlikle anladı ve o güne de, Fahreddin-i Razi’nin ifadesine göre “Kurban” günü denmiştir.
Artık bu rüya onun için ilahî bir vahydir. Hz. İbrahim, verdiği sözü hatırlatan rüyadan sonra durumu oğluna açıklar. Oğlu İsmail Aleyhisselam da buna hazır olduğunu bildirir. Bunun üzerine Hz. İbrahim oğlu İsmail'i kurban etmeye hazırlanırken Cenab-ı Hak onların bu samimiyet ve teslimiyetlerinden dolayı İsmail’e bedel olarak bir koç gönderir, Hz. İbrahim de İsmail’in yerine onu kurban eder. Böylece İsmâil Aleyhisselam, kurban edilmekten kurtuldu. Bu konudaki Ayeti Celileler şu şekildedir.
“Artık o (İsmail) beraberinde (işe) koşma çağına erişince (babası): ‘Ey Yavrucuğum! Doğrusu ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum; artık (düşün) bak, ne dersin?’ dedi. (Oğlu:) ‘Ey Babacığım! Emredildiğin şeyi yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın’ dedi. Böylece ikisi de (Allah'ın emrine) teslim olunca (İbrahim) onu şakağı üzerine yatırdı. Biz ona (şöyle) seslendik: ‘Ey İbrahim! Gerçekten rüyana sadakat gösterdin. Şüphesiz ki biz, iyi hareket edenleri böyle mükafatlandırırız. Hakikaten bu, apaçık imtihanın ta kendisidir.’ (Oğluna karşılık) ona büyük bir kurbanlık (koç) fidye verdik. Sonraki (gelen)ler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık (ki, sonrakilerce:) ‘İbrahim'e selam olsun’ (denilmektedir.) İşte iyi hareket edenleri biz böyle mükafatlandırırız. Doğrusu o mü’min kullarımızdandı.”(Saffat:102-111)
İbrahim Aleyhisselam oğlu yerine Cenâb-ı Hakk'ın kendisine gönderdiği koçu kurban etmiştir. Böylece kurban Hz. İbrahim'den sünnet olarak bize intikal etmiştir. İnsan kurban kesmekle İbrahim Aleyhisselam gibi Allah(c.c)'a ve O'nun emirlerine bağlılığını, gerekirse O'nun rızasını kazanmak için her fedakârlığa katlanacağını göstermiş olur. Çok eski zamanlardan beri sürüp gelen kurban kesme, hatta insanları kurban etme inancı Peygamber(s.a.v) efendimiz zamanına kadar devam etmiş, Abdülmuttalip, oğlu, Peygamber (s.a.v) efendimizin babası Abdullah'ı kurban etmeye teşebbüs etmiş, sonra ileri gelenlerin teklifi ile yerine deve kurban etmek suretiyle vazgeçmişti
Bundan dolayı Sevgili Peygamberimiz(s.a.v)’in: ''Ben iki kurbanlığın çocuğuyum
'' buyurduğu da rivayet edilmektedir. Aslında insanlığın var oluşundan bu yana, insanlarca kurban kesmek fiili, insanı Allah(c.c)'a manen yaklaştıran ve ulaştıran bir ibadet sayılmıştır
Tabii ki, Allah(c.c)'ın hoşnutluğunu kazanmak için yapılan her şeyde esas olan iyi niyettir. Kurbanda da böyledir, iyi niyet ve ihlas esastır. Bu konu Kur'an-ı Kerim'de şöyle vurgulanıyor:
“O (kurban)ların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Fakat sizden O’na (yalnız) takvânız (saygı ve itaatiniz) ulaşır. Size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı tekbir edesiniz (büyüklüğünü anasınız) diye onları sizin fayda ve hizmetinize verdi. (Resûlüm!) Güzel hareket edenleri (cennetle) müjdele!” (Hac:37)
Esasen Allah’ü Teâlâ ancak takva sahiplerinin yapmış oldukları ibadetleri kabul eder. Allah(c.c), bu konuyu Kur’an-ı Kerim’de şu örneği vererek açıklıyor.
“(Resûlüm!) Onlara Adem’in iki oğlunun gerçek haberini oku: Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı (Hâbil koç, Kâbil ekin sunmuştu) da onlardan birinin (Hâbil’in)ki kabul olunmuş, (gökten inen ateş, onun kurbanını yakmış) diğerininki kabul olunmamıştı. O (kurbanı kabul olunmayan Kâbil, bu durumu kıskanarak kardeşine): ‘Seni mutlaka öldüreceğim.’ demişti. (Hâbil de:) ‘Allah, ancak kendisinin emrine uyan/karşı gelmekten sakınanlardan (kurbanı) kabul eder.’ demişti. ‘Andolsun ki, beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben öldürmek için sana elimi uzatacak değilim, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’dan korkarım.”
Görülüyor ki, kurban kesenlerden biri iyi niyeti ve Allah(c.c)'tan korkması sebebiyle sunduğu kurban kabul görmüş, diğeri ise kötü niyeti sebebiyle kurbanı kabul edilmemiştir. Sevgili Peygamberimiz(s.a.v), Ömer b. el-Hattab'ın rivayetine göre, niyet ve amel hakkındaki bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Amellerin kıymeti ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise eline geçecek olan ancak odur....”(Buhari 1.)
Değerli dinleyenler durban, İslâm'daki sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın da güzel bir örneğidir. Her gün dünyada sayısız hayvan kesilir ve bundan çoğunlukla varlıklı kimseler yararlanır. Halbuki kurban bayramında kesilen kurbanlardan daha çok yoksullar ve hayır kurumları istifade eder. Kurban, toplumda kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu canlı tutar, sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunur
Özellikle et satın alma imkanı hiç bulunmayan veya çok sınırlı olan yoksulların bulunduğu ortamlarda onun bu rolünü daha belirgin biçimde görmek mümkündür
Zengine malını, Allah(c.c)'ın rızası, yardımlaşma ve başkalarıyla paylaşma yolunda harcama zevk ve alışkanlığını verir, onu cimrilik hastalığından, dünya malına tutkunluktan kurtarır
Fakirin de varlıklı kullar aracılığıyla Allah(c.c)'a şükretmesine, dünya nimetinin yeryüzündeki dağılımı konusunda karamsarlık ve düşmanlıktan kendini kurtarmasına ve kendini toplumun bir üyesi olarak hissetmesine vesile olur
Değerli dinleyenler kurban hüküm yönünden vacip ve nafile olmak üzere iki çeşittir.
Vacip olan kurban çeşitleri şunlardır:
1-Zengin Müslümanın, kurban bayramı günlerinde kestiği kurban.
2-Adak edildiğinden dolayı kesilen kurban,
3-Fakir bir kimsenin kurban niyetiyle satın alarak kestiği kurban.
Nafile olan kurban çeşitleri ise şunlardır:
1-Misafirin kestiği kurban,
2- Fakirin kurban niyeti olmaksızın satın aldığı veya mülkiyetinde bulunan hayvanlardan kestiği kurban.(Fetevayı Hindiyye, 5/291.)
Kurban kesmenin hükmü, Hanefi fıkhına göre vaciptir. Şafiîlere göre ise kurban kesmek müekked bir sünnettir.
Ulema, Kurbanın vacip olmasına delil olarak, Kur’an-ı Kerim’den Kevser suresinin ikinci Ayeti Kerimesini göstermektedirler:
“O halde Rabbin için namaz kıl, hem de nahret (boğazla/kurban kes).” (Kevser:2)
Ayrıca, Ebu Hureyre (ra.) rivayet ettiği “Hali vakti yerinde olup da kurban kesmeyen kimse sakın namazgâhımıza yaklaşmasın.” anlamındaki hadis-i şerif de kurbanın vacip olmasının bir delili olarak gösterilmektedir.
Zengin ve mukim olan her Müslüman erkek ve kadına kurban vacip olduğuna göre zengin diye kime denildiğinin de açıklanması gerekmektedir.
İslam’da herhangi mali bir ibadetin borç olması için ön görülen zenginlik ölçüsü 'Nisab' kelimesi ile ifade edilmektedir. Buna göre kurban kesme vacibiyetini ortaya çıkaracak olan zenginlik ölçüsü (Nisab), kişinin borcundan ve temel ihtiyaçlarından başka 20 miskal, yani 80,18 gram altın veya bu değerde para ya da mala sahip olan kimseye denir. Kurban ile zekâtın nisabı aynı olmakla beraber, kurban nisabında malın artıcı olması (Para veya ticaret mali gibi) ve üzerinden bir yıl geçmesi şartı aranmaz. Her ne kadar Fıkıh kitaplarımızda 200 dirhem, yani 561 gr. gümüşe veya bu değerde mala sahip olanların da kurban kesmelerinin vacip olduğu belirtilir ise de, bugünkü piyasa şartlarında gümüş nisabıyla kurban almak mümkün olamamaktadır. Bu hesaplamalar yapılırken de göz önünde bulundurulacak temel ihtiyaçlar nelerdir denildiğinde ise, bunlar sırasıyla şöyle sayılmaktadır: Kişinin oturduğu ev, gerekli ev eşyası, elbise, bineği ve meslek aletleri gibi şeyler temel ihtiyaçlardandır.
İslam’a göre zenginlik ve temel ihtiyaçlara bu şekilde değindikten sonra, Kurbanın vacip olmasının şartlarından bir diğeri olan mukimlik konusuna da açıklık getirmekte fayda vardır.
Mukim, ailesinin ikamet ettiği yerde bulunan veya seferde bulunduğu yerde en az 15 gün veya daha fazla kalmaya niyet eden kimseye denir. Kurbanı temin etmek, kesmek ve etini değerlendirmekte güçlük olduğu için zengin de olsa misafire ki, “misafir, en az 90 km.lik bir yolculuğa çıkan ve vardığı yerde 15 günden az kalmaya niyet eden kimseye denir” kurban kesmek vacip kılınmamıştır. Fakat misafir isterse nafile olarak kurban kesebilir.
Kurbanın vacip olması için İmam-ı Azam ile İmam Ebu Yusuf'a göre akıl ve bulûğ şart değildir. Bundan dolayı zengin olan bir çocuğun veya bir akıl hastasının malından babasının veya velisinin kurban kesmesi gerekir. Bu kurbanın etinden yalnız çocuk veya akıl hastanın kendisi yiyebilir. Etin geri kalan kısmı da, elbise vs. gibi bilfiil yararlanabilecekleri bir şeyle değiştirilebilir.
Kurbanın rükünleri nelerdir denilecek olursa, kurbanın yalnız bir rüknü vardır, oda kurban edilmesi caiz olan hayvanlardan birini kesmektir. Hayvanı kesmeden canlı olarak veya bedelini fakire vermekle kurban yükümlülüğü yerine getirilmiş olmaz.(38 Hindiyye, 5/291; Dürer, 1/266.)
Kesilen kurbanın sahih olmasının şartları ise şunlardır:
1-Kurban edilecek hayvanın kusursuz olması,
2-Vaktinde kesilmiş olması(39 el-Fıkhu'l-islâmî, 3/601.)
Kurban edilmesi caiz olan hayvanlar koyun, keçi, deve, sığır ve mandadır. Bu hayvanlardan devenin 5, sığır ile mandanın 2 ve koyun ile keçinin 1 yaşını doldurmuş olmaları gerekir. Ancak koyunlar altı ayı tamamladıkları halde bir yaşını doldurmuş gibi gösterişli olurlarsa bunlar da kurban edilebilir.
Bir koyun veya keçiyi ancak bir kişi kurban edebilir. Fakat sığır, manda ve deve yedi kişiye kadar ortaklaşa kurban edilebilir. Ortakların tek veya çift olmalarında bir sakınca yoktur. Burada en önemli husus, ortakların hepsinin ibadet niyetiyle, vacib olan kurbanı kesmek için katılmış olmalarıdır. Meselâ ortaklardan birisi et sahibi olma kastıyla katılmış olsa bu sahih olmaz, diğerleri de niyet etmiş oldukları kurbanı kesmiş sayılmazlar.
Bilindiği üzere kurban bir ibadettir. Bunun için kurbanlık hayvanların kusursuz olmaları esastır. Her kusur olmasa da bazı kusurlar kurbana manidir. Bir hayvanın kurban olmasına mani kusurlar kısaca şunlardır:
-İki veya bir gözü kör olan,
-Aşırı derecede zayıf olan,
-Kesim yerine yürüyerek gidemeyecek derecede aksak olan,
-Kulağının, kuyruğunun veya tenasül organının üçte birinden fazlası gitmiş olan,
-Dişlerinin yarıdan fazlası düşmüş olan,
-Doğuştan kulağı ve tenasül organı olmayan,
-Koyun ve keçide bir, sığırda iki memesi kurumuş olan,
-Burnu kesilmiş olan,
-Dilinin çoğu kesilmiş olan,
-Ölüm derecesinde hasta olan.
Böyle kusuru olan hayvanları kurban etmek câiz değildir. Bunun için kurbanlık satın alınırken kusurlu olup olmadığına dikkat etmek gerekir.
Kurban, bayram namazı kılınan yerlerde namazdan sonra olmak üzere bayramın ilk üç günüdür.
Arefe günü veya bayram namazından önce, bayramın ilk üç gününden sonra kurban kesmek, kurban olmaz. Bununla ilgili bir kısım Hadisi Şerifleri şöyle sıralayabiliriz.
Enes (r.a) ın rivayet ettiği Hadisi Şerifle bildirildiğine göre Peygamber(s.a.v) efendimiz şöyle buyurmuştur.
“Namazdan önce kurban kesmiş olan (bilsin ki, kestiği kurban değildir, ailesine et takdim etmiştir), yeniden kessin!”
Cundub bin Sufyan (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: “Kurban bayramı günü Hz. Peygamber (a.s.) ile beraber hazır bulundum. Namazı kıldı, namazı bitirip de selam verince, namaz bitmeden önce kesilmiş olan bazı kurban etleri ile karşılaştı. Bunun üzerine: Kim namazdan önce kurbanını kestiyse onun yerine bir kurban daha kessin. Kim kesmemiş ise besmele ile kessin”
Kişi kurbanı kesebiliyorsa kendisi keser. Çünkü bu bir ibadettir. Onu, kişinin kendisinin yapması, başkasına vekâlet vermesinden daha faziletli ve sevaptır. Müslim'de kaydedildiğine göre Peygamberimiz(s.av) vedâ haccında yüz deve kurban etmiş, bunların altmış üç tanesini bizzat kendileri kesmiş, kalanlarını da Hz. Ali'ye vekâlet vererek kestirmiştir. Şayet kendisi kesemiyorsa o takdirde ehil olan birisine vekâlet vermek suretiyle kestirir ve kendisi de orada hazır bulunur. Peygamberimiz(s.av) kızı Hz. Fâtıma'ya :
"Kurbanın kesilirken orada hazır bulun. Zira işlemiş olduğun her günah, kurbanın kanından ilk damlası yere düştüğünde, bağışlanır" buyurmuştur.
Hayvan kesmede ehil olmayan yani bunu beceremeyen kimseler, hayvana eziyet ederler ki, bu haramdır, günahtır. Bir ibadet yapılırken günah işlenmez. Ehil kimse bulamayanlar kurbanlarını mezbahalarda kestirmelidirler.
Yurtdışında bulunanlardan kurbanlarını memleketlerinde kestirmek isteyenler, bir tanıdıklarına vekâlet vermek suretiyle kurbanlarını kestirebilirler. Böyle yaptıkları takdirde hem kurbanları kesilmiş, hem de daha iyi değerlendirilmiş olur. Bu şekilde yapılabildiği gibi bu husus tersine de işletilebilmektedir. Kurban kesmekle yükümlü olan kişinin, keseceği kurbanı bizzat satın alması, kendisinin kesmesi veya kesilirken yanında bulunması -kurbanın sahih olması için-gerekli değildir
Bunlar vekalet yoluyla da yapılabilir
Çünkü kurban malî bir ibadettir
Malî ibadetlerde vekalet caizdir
Hiçbir mazeret olmadan da, kişi kendi adına kurbanını satın alıp kesmek üzere güvendiği bir kimseyi vekil tayin edebilir
Vekil, hakiki şahıs olabileceği gibi, hükmî şahıs, yani özel veya resmi bir kuruluş da olabilir
Kesilecek hayvan incitilmeden kesilecek yere götürülür. Devenin dışındakiler kıbleye karşı sol tarafları üzerine yavaşça yatırılır. Kolaylık olması için üç ayağı da bağlanır. Sonra kesecek olan:
"Allahü ekber, Allahü ekber, lâ İlâhe illallahü vellahü ekber, Allahü ekber ve Lillahilhamd. Bismillâhi Allahü ekber'' der, ara vermeden büyük ve keskin bir bıçakla keser.
Buradaki tekbirlerin, teşrik tekbirlerinin ilahi sırrı şöyle anlatılmaktadır büyüklerimizce. İbrahim Aleyhisselam, oğlu İsmali(a.s)’i kurban edeceği zaman ilahi senaya mazhar olarak Cebrail (a.s) tarafından kendisine koç getirilmişti. İşte bu sırada Cebrail (a.s) “Allahü ekber, Allahü ekber” demekteydi. İbrahim Aleyhisselam’da bu tekbirleri duyunca karşılık olarak, kendisini zorda ve darda bıramayan Allah(c.c)’ı, Rabbini, “Lâ İlâhe illallahü vellahü ekber” deyip tevhid ve tekbir eyledi. Bunları duyan İsmail(a.s)’de yattığı yerden Rabbül Alemin olan Allahü Teâlâ’nın rahmetinin yetiştiğini anlayarak o da “Allahü ekber ve Lillahilhamd. “ diye tekbir ve tahmid ederek mukabelede bulundu. İşte Ümmet-i Muhammed’e arafe günü sabah namazından, bayramın son günü ikindiye kadar 23 vakit, namazın farzını edadan sonra bu tekbiri getirmek vacip oldu.
Usulüne göre bir kesim yapmış olmak için, hayvanın yemek ve nefes boruları ile iki şah damarının, boğazın altçeneye yakın yerinden kesilmesi gerekir. Kurban kesildikten sonra sahibi, Allah(c.c) rızası için iki rekat namaz kılar, sonra da dua ederek Cenâb-ı Hak'tan dileklerde bulunur.
Deve ve sığır gibi hayvanlar ortaklaşa kurban edildiğinde etleri ortaklar arasında tahmini olarak değil, tartılarak taksim edilir. Ancak bir ailenin fertleri için kurban edilen hayvanın etini taksim etmek gerekmez. Bunun gibi ortaklaşa kurban kesenler kurban etini tamamen yoksullara veya bir hayır kurumuna verecek olurlarsa yine kurban etini taksim etmeleri gerekmez.
Kurban etinin hepsini yoksullara sadaka olarak dağıtmak veya kendisi ve çoluk çocuğu için alıkoymak caiz ise de, en uygun olanı, kurban etini üçe taksim edip, birini kurban kesmeyen yoksullara sadaka olarak dağıtmak, bir bölümünü de akraba, tanıdık ve komşulara ikram etmek, birini de kendi çoluk çocuğu ile yemektir.
Şayet kurban kesen kimsenin çoluk çocuğu kalabalık ve hali vakti de çok iyi değilse bu takdirde kurban etini sadaka ve hediye olarak dağıtmayıp, tamamını çoluk çocuğu için alıkoyması daha uygun olur. Çünkü kan akıtmakla kurban vecibesi yerine getirilmiştir.
Kesim işlemi tamamlandıktan sonra çevre temizliğinin iyice yapılması, hayvanın artan parçalarının toprağa derince gömülmesi, mümkün olduğu ölçüde dışarıda hiçbir parçanın bırakılmaması gerekir
Bu husus, kurbanlık hayvana ve kurban ibadetine karşı gösterilecek saygının bir gereği olduğu gibi, özellikle büyük şehirlerde ve kalabalık yerleşim birimlerinde sağlık kuralları ve çevre temizliği açısından da son derece önemlidir
Kurban kesmenin ve etini ihtiyaç sahiblerine dağıtmanın ecrini, çevre kirliliği meydana getirerek ve kul haklarını ihlal ederek azaltmamak gerekir
Rabbimiz Teâlâ hazretleri cümlemizi İslamı iyi anlayarak, Müslümanlığın güzelliklerinden olan bu ibadetimizi gönül hoşluğu ile, severek, isteyerek yerine getirmeyi nasip ve müyesser eylesin Amin.