İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
Öğle13:15 İkindi17:13 Akşam20:42 Yatsı22:27 İmsak03:45 Güneş05:39 İşrak06:24
Hava - Hava durumuAçık 31°C Nem %100
Türkçe
21 Muharrem 1447 16 Temmuz 2025 Çarşamba
21 Muharrem 1447
İMSAK GÜNEŞ İŞRAK ÖĞLE İKİNDİ AKŞAM YATSI
03:45 05:39 06:24 13:15 17:13 20:42 22:27
Giriş Yap

Hac Belgeseli

Hac Belgeselleri

Merhaba kıymetli dinleyicilerimiz,

Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, inayeti; sizlerin, bizi dinleyenlerin, şu an’da gönlü bizimle olanların ve cümle müminlerin üzerine olsun...

Efendim; malumunuz Hac, kutsal kabul edilen mekânları dinî maksatla ziyaret etmektir ve İslam'ın beş şartından biridir. Arapçada "gitmek, yönelmek, ziyaret etmek" anlamlarına gelen hac kelimesi, fıkıh terimi olarak imkânı olan her Müslüman’ın belirlenmiş zaman içinde Kâbe'yi, Arafat, Müzdelife ve Mina'yı ziyaret etmek ve belli bazı dinî görevleri yerine getirmek suretiyle yaptığı ibadeti ifade eder.

Kur'ân-ı Kerîm'de hac ibadetinin muhtelif safhaları; hem şeklî hem de manevi ve ruhi yönlerden tasvir edilerek, haccın çeşitli yararlarının bulunduğu belirtilir. Konu ile ilgili ayet-i kerimeler şöyledir:

“Gelsinler de, böylece kendileri için (dünya ve ahirete ait) birtakım faydalara şahit olsunlar ve o belirli günlerde de (Allah’ın) kendilerine rızık olarak verdiği (bilinen dört ayaklı) kurbanlık hayvanlar kesilirken üzerine Allah’ın ismini ansınlar. Onların etinden hem kendiniz yiyin hem de darlık içinde olan fakirlere yedirin.

Sonra (maddî ve manevi) kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler. Beyt-i Atîk’i (en eski ev olan Kâbe’yi) tavaf etsinler.

İşte (durum/emir) bu(ndan ibaret). Kim Allah’ın hürmet (edilmesini istediği hüküm)lerine saygı gösterirse, işte o (saygı), Rabbi nezdinde kendisi için hayırlıdır.” (Hac: 28-31)

Değerli dinleyiciler,

Müminin hem malı hem de bedeniyle gerçekleştirdiği bir ibadet olan hac, insanın bütün varlığını ilgilendirir ve bu haliyle külli bir teslimiyetin ifadesidir. Haccın asıl hikmeti ise, Allah'a yönelmiş insanla Allah arasında, kul-Rab ilişkisinin gelişmesidir.

İmam-ı Gazâlî'nin ifadesiyle de Hac:

“Dinin kemale ermesi ve teslimiyetin tamamlanmasıdır…”

Hadislerde en faziletli ameller arasında anılan ve mümin kişinin ruhi hayatı üzerinde çok derin izler bırakan hac ibadetinin önemi şüphesiz, Allah’ın buyruğu olmasından kaynaklanmaktadır. O’nun emrine boyun eğerek ve O’nun rızasını kazanmak gayesiyle yüce davete icabet eden Müslüman, beden sağlığı ve zenginlik nimetlerinin şükrünü yerine getirmiş olmanın huzurunu hisseder.

Zira bu ibadeti sağlığı müsait olup, aynı zamanda maddi imkânı bulunanlar eda edebilirler. Allah’ın nimeti olarak saydığı sağlık ve zenginliği yine O’nun yolunda kullanmak ise, insana bir iç huzuru ve mutluluk verir.

Bir başka yönüyle de hac; renk, dil, ırk, ülke, kültür, makam ve mevki farkı gözetmeksizin aynı amaç ve gayeleri taşıyan milyonlarca Müslüman’ı bir araya getirerek, Müslümanlar arasındaki eşitlik ve kardeşlik bilincinin oluşmasına imkân veren evrensel bir olaydır. Beş vakit namazda yöneldiğimiz Kâbe ile karşı karşıya gelmek, onun etrafında tavaf etmek, bizzat onu görerek namaz kılmak, insanın iç dünyasında büyük değişmelere ve gelişmelere vesile olur.

Hac insana, hayatta yeni ve beyaz bir sayfa açma imkânı da veriyor. Hacca giden kişi; Hz. Peygamber’in, “makbul bir hac yapan Müslüman’ın, anasından doğmuş gibi günahlarından arınmış olacağına” dair müjdesini fırsat bilerek, birtakım kötü alışkanlıklarını, hatalı davranışlarını terk etme imkânına sahip oluyor.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir başka hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmuştur: 

“Usûlünce yapılan haccın karşılığı, cennetten başkası değildir.”  

Sahabe-i kiram, haccı usulünce yapmaya çok dikkat eder, Peygamber Efendimiz’i her konuda olduğu gibi hac ibadetinde de örnek alırlardı. Abdullah ibni Ömer, bu hususta örnek vereceğimiz seçkin şahsiyetlerden biridir efendim...

Neredeyse tüm hayatını Efendimiz'i takibe adayan bu kutlu insan, hem ciddi bir iz sürmüş hem de ömrüne bu yaşantıyı tatbik etmeye çalışmıştır. Onun bu hassas yaşantısını bilen sonradan gelenler ise, devamlı onun yaşantısını takip etmişler ve sık sık anlam veremedikleri davranışlarının arkasındaki hikmeti sorarak, onun hal ve hareketlerinin kaynağı olan Nübüvvet endeksli yaşantıyı kavramaya çalışmışlardır.

İşte bu duygu ve düşünceden dolayıdır ki, sahabe Hac ve Umre ibadetlerinde de Efendimiz (s.a.v.)'in izini sürmüş, yaslandığı ağaca yaslanmaya, su içtiği çeşmeden su içmeye ve adımını bastığı yere yüz sürmeye çalışmışlardır.

Yunus Emre boşuna söylememiştir;

"Araya araya bulsam izini,

İzinin tozuna sürsem yüzümü..."

Abdullah İbni Ömer, bir gün Hac sırasında Arafat'ta Cebel'ür-Rahme'nin kenarındaki bir taşın üzerine oturup biraz dinlenecek, hemen yanına gelen bazıları, neden burada oturduğunu soracaklar. O da, "Efendimiz Veda Haccı’nda vakfe sonrası burada biraz oturup dinlenmişti, ben de bu nedenle burada oturdum." diyecektir.

Yine bir başka gün kervanla bir yere giderlerken kervanı durdurup, ilerideki tepenin başındaki ağacın yanına kadar gidip gelecektir. Merak içinde kalan kervandakiler neden oraya gittiğini soracaklar ve tahmin ettikleri cevabı alacaklardır:

"Bir defasında buradan geçiyorduk ve Efendimiz (s.a.v.) oraya gitti ve geldi."

İşte sahabe duyarlılığı böyle idi.

Sebebini bilmese de tüm tavır ve davranışları ilahi bir güce dayanan O güzeller güzelini, her şeyi ile kabullenmiş ve son raddesine kadar takibe hazırdılar.

Hatta yine bu hassas sahabenin bir vefat anı vardır ki, böyle bir yaşantı olabilir mi dedirtecek derecededir.

Artık yaşlıdır, Medine'de yaşamasına rağmen Hac için Mekke'ye gelmiştir. Aniden rahatsızlanan Abdullah İbn Ömer son anlarını yaşamaktadır. Bir süre sonra zehirlendiği anlaşılır. Başını bekleyenlere bir şeyler anlatmak ister. Ama zehirin etkisi ile ne konuşabilmekte, ne de bir hareketle anlatabilmektedir. Yanındakiler çaresiz bekleşirlerken onu iyi tanıyan bir kişi girer içeriye.

Yanındakiler:

"Bize bir şey anlatmak istiyor ama anlayamıyoruz" derler.

Bu sırada yeni gelen kişi: "Siz az önce ne yaptınız ?" diye sorar.  "Abdest aldırdık" derler.

"Kulağına mesh etmiş miydiniz ?" der.

"Yok, unuttuk" derler.

Dışarıdan gelen kişi, bu zatın ömrünü verdiği ölçüyü hatırlatır ve oradakilere şöyle seslenir:

"Siz onu tanımıyor musunuz? O hayatı boyunca Efendimiz'in yaptığı her şeyi yaptı, sakındığı her şeyden sakınmıştı."

Yanındakiler dona kalırlar. Ölüm anında bile abdestin sünnetlerinden birini atlamanın sıkıntısı bu zatı böyle daraltmaktadır. Kulağına meshederler, rahatlar ve tebessümlerle ruhunu teslim eder. İşte sahabe o yüce Peygamberi takip konusunda böyle zarif ve hassas davranmıştır.

Günümüz Müslümanlarının da sahabe duyarlılığı içerisinde ve Peygamberin izinde yürümesi, şüphesiz ki yapılan ibadetlerin kıymetini daha da artıracaktır…

Değerli dinleyicilerimiz,

Her ne kadar bugün ibadetlerini yerine getirmek üzere niyetlenen hacı adaylarını zorlu bir koşuşturma bekliyor olsa da, ulaşım ve teknik imkânlar bakımından geçmişe nazaran oldukça rahat hac yolculukları yaşanıyor.

Osmanlı döneminde; Rumeli, İstanbul ve Anadolu'dan yola çıkacak Müslümanları aylar süren bir hac yolculuğu beklemekteydi. Dileyen her kişinin katılabildiği bu Hac kervanları, daha üç ayların başlarında yola çıkmak durumundaydı. Osmanlı Devlet geleneğinin bu konudaki ihtişamlı bir uygulama örneği olan Surre Alayları’nın hareket vakti, genellikle Recep ayının 12. günü olarak belirlenirdi. Hac kervanları da ya alaya eşlik eder ya da bu tarihlerde yola çıkardı.   

Osmanlı kayıtlarında Mekke'yi ziyaret eden hacıların sayısını net olarak belirleyebilmek zordur. Lakin 1671'de hacca giden Evliya Çelebi, hacı sayısının 70.000 civarında olduğunu bildirir. 18 ve 19. yüzyıllarda ise bu sayının 80 ila 100 bin dolaylarında seyrettiği tahmin edilmekte.

Mehmet Akif Ersoy tarafından kaleme alınan şu dizeler, hac yolculuğunun tüm meşakkatlerinin yanı sıra mükâfatını da özetler niteliktedir. Zira yolculuk, Allah Rasûlü'nün nuruyla aydınlanarak son bulacaktır:

“Yâ Nebî, şu hâlime bak!

Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca, sahranın;

Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın!

Harîm-i pâkine can atmak istedim durdum;

Gerildi karşıma yıllarca ailem, yurdum.

 

"Tahammül et!" dediler... Hangi bir zamana kadar?

Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var!

Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak;

Önümde durmadı artık, ne hânümân, ne ocak...

 

Çıkan yüreklere hüsran mı, merhamet mi gerek?

Demir nikâbını kaldır mezâr-ı pâkinden;

Bu hasta ruhumu artık ayırma hâkinden!

Nedir o meş'ale? Nurun mu? Yâ Rasulallah!”

Sevgili dinleyenlerimiz,

Her yıl ibadetlerini gerçekleştirmek üzere milyonlarca kişiyi ağırlayan Kâbe'de, Hac hazırlıkları aylar öncesinden başlar. Bunlardan en önemlileri Beytullah'ın yıkanması ve Kâbe örtüsünün değiştirilmesidir. Kâbe'nin ilk olarak Hz. Peygamber tarafından putlardan temizlendiği, sonrasında ise zemzemle yıkandığı bilinmektedir.  Bunun sembolik anlamı da, müşriklerin izlerinden tamamen arındırılmasıydı. Günümüzde de Zilhicce ayının başında ve her Şaban ayının ilk Pazartesi günü, Kâbe zemzemle yıkanmaya devam ediyor.

Kâbe'deki asıl telaş ise örtü değişimi için sürmektedir. Hacılar Arafat'ta iken değiştirilen Kâbe örtüsü için, bugün tüm yıl boyunca sadece bu iş için çalışan bir fabrika mevcut. Saf ipekten ve altın işlemelerle hazırlanan örtü, geçmiş yüzyıllarda ise uzun bir dönem İstanbul'da işlenerek Surre Alayı ile birlikte Kutsal Beldelere gönderilirdi.  Eski örtüler ise bölgenin ve İslam âleminin önde gelen kimseleri veya devletleri arasında paylaştırılırdı efendim.

Ülkemizde Edirne Eski Cami ve Üsküdar Yeni Cami mihrap duvarlarında hala asılı duran örtüler, Osmanlı döneminde imparatorluğa gönderilenlerdir… 

Hac yolculuklarının güvenliği ve hacıların rahat ettirilmesi konusunda oldukça hassas davranan Osmanlı Padişahları hacca hiç gitmediler. Lakin kendileri için her sene birden fazla vekil gönderdiler.

Zira Padişahın uzun bir müddet tahtta bulunmayışı, dâhilî karışıklık ve huzursuzluklara sebep olurdu. Hatta Genç Osman, iyi bir niyet taşıyarak hacca gitmek için İstanbul’dan yola çıktığı hâlde, daha İstanbul-Maltepe’ye varmadan çeşitli dedikodular çıkarılarak huzursuzluklar baş göstermiş, sonunda Padişah bu teşebbüsünden vazgeçmiştir.

Şehzadelerin denetimden uzak kalması ve siyasî karışıklık çıkabileceği endişesiyle Padişahların hacca gitmelerine izin verilmedi. Padişahlar hacca gidemedikleri için gönderdikleri vekillere, kesilmiş saçlarını emanet ederlerdi. Berberbaşının kestiği saçlar, gümüş bir leğende yıkandıktan sonra buhurla tütsülenip mühürlü bir çekmeceye konur, çekmece her sene Mekke ile Medine’ye doğru yola çıkan Surre Alayı’na teslim edilir ve Hazreti Muhammed’in Medine’deki kabrinin yakınlarında bir yere gömülürdü.

Böylece Padişahlar, en azından saçlarının kutsal beldelere kavuşmuş olmasından dolayı mutluluk duyarlardı…

Kıymetli dinleyicilerimiz,

Bilhassa tasavvufta hacca hazırlık safhası, bir yönüyle ölüme hazırlanmaya benzetilir. Şu farkla ki; hac iradeye bağlı iken, ölüm insanın beklemediği, belki de istemediği bir anda gerçekleşebilir. Hac ibadetinde kişi, çevresinden ve arzularından uzaklaşacağı, ölmeden önce bir anlamda ölümü yaşayacağı için, önemli bir irade egzersizi yapmakta ve ilahî iradeye boyun eğmeye hazır olduğunu kendine telkin etmektedir.

Bu duygunun belirtilerini özellikle hacca ilk defa gidecek olanlarda gözlemek mümkündür. Bundan dolayı hacca hazırlanan mümin; dinî, ahlaki ve hukuki mahiyette hak ilişkisi içine girdiği herkesle helalleşir, borçlarını öder, bakmakla yükümlü olduğu insanların nafakalarını ayırır ve ondan sonra yola koyulur.

Kâbe ve çevresi için kullanılan "harem" tabiri ise, bölgedeki bütün ilişkilerin Allah'ın emir ve yasaklarına saygı esasına göre düzenlendiğini, başta insan olmak üzere ağaç ve bitki örtüsünden hayvanlara kadar, bölgedeki bütün varlıkların ilâhî koruma altına alındığını ifade eder.

Tavaf kişiye, her şeyin bir başka şey etrafında belli bir düzen içinde döndüğü ve insanın da bu kozmik düzenin bir parçasını teşkil ettiği şuurunu verir.

Sa'y, Müslüman'ın sırf Allah istediği için katıldığı bir yürüyüştür. Müslüman bu sayede kendisi gibi aynı yola girmiş, aynı niyet ve duyguları taşıyanlarla beraber koşmanın ne demek olduğunu fark eder.

Sa'y sırasında "hervele" denilen hızlı yürüyüş, niyet ve duygu bütünlüğü ile kaynaşmış ümmet ruhunun azametini yansıtır efendim.

Arafat'ta diğer müminlerle bir arada bulunan, kıyafetiyle artık bu dünyayı terk ettiğini gösteren mümin, haşir ve hesaba çekiliş sahnesini temsilî bir şekilde yaşayarak sorumluluğun ve hesaba çekilmenin idrakine varır. Arafat'ta Rabbi'ne yönelen insan; daha bu dünyada, hiçbir yardımcının bulunmadığı şartlarda, O'nun huzurunda durmanın mânasını anlar. Üstünlüğün sadece takvada olmasının ne demek olduğunu kavrar.

Hac esnasında çeşitli münasebetlerle yapılan dualar da, sadece Allah'a teslim olmanın ve bunu söz ve davranışlarla yaşamanın özlü bir ifadesidir. Özellikle telbiye çok anlamlıdır:

"Lebbeyk Allâhümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk, innel hamde venni’mete leke vel mülk, lâ şerîke lek.

Buyur Allah'ım, buyur! Davetini duydum, sana yöneldim. Şerikin yok Allah'ım! Emrine uydum, kapına geldim. Hamd sanadır, nimet senin, mülk senindir. Şerikin yok Allah'ım!"

Nihayet orada kesilen kurban, müminin sırf Allah istediği için malından vazgeçebildiğini belirtmesi ve bizzat kendini dahi Allah yolunda kurban edebileceğini fiiliyle göstermesi açısından manidardır.

İşte bu yönüyle hac, ruhun Allah’a yükselişini temsil ettiğinden, Kâbe hedef değil, belki sonsuzluğa ve bu manevi atmosfere geçişin başlangıcıdır. Dıştan bakıldığında sembolik davranışlar şeklinde gözüken hacdaki her ibadetin ve şeklin bir anlamı ve böylece mümini eğitici ve bilinçlendirici bir yönü vardır.

Kıymetli dinleyicilerimiz,

Hac esnasında yapılan görev ve davranışlarla, hacdaki diğer sembolleri de yeri gelmişken sizlerle paylaşmak isteriz…

Mikat…

 Tayin edilen vakit, buluşma vakti, bugünkü tabirle “randevu” anlamına gelmektedir. İhrama girme noktası olan mikat, Allah (c.c.) ile buluşma-kavuşmayı simgeleyen haccın başlandığı yer ve zamanı ifade eder.

İhram…

Hacılar, sosyal ve ekonomik statülerini gösteren dünyevi elbiselerini, makam ve mevkilerini ortaya koyan üniformalarını, zevklerini, kültürlerini ve karakterlerini yansıtan her türlü süs, ziynet gibi göstergeleri bırakıp, Allah önünde herkesin eşit olduğunu sembolize eden iki basit giysiye bürünmekle, sadece kimliklerini ve kişiliklerini ortaya koyarlar.

Giydikleri beyaz örtüler içinde hacı adayları, âdeta barış bayraklarını açarak Harem bölgeye, yani dokunulmazlık alanına, barış alanına girerler.

Önce Rableriyle barışık olduklarını, sonra kendileriyle barıştıklarını ve nihayet bütün kardeşleriyle barışmaya geldiklerini ilan ederler.

Beyaz ihramlara bürünerek, âdeta kefenleriyle ölüm ve ölüm ötesi hayatın bir provasını gerçekleştirirler. İhramla ölümü tadarlar, Arafat’ta dirilişi ve mahşeri yaşarlar ve bu ruh ile Allah’ın huzuruna çıkarlar. Kısaca hem “ölmeden önce ölme” bilincini, hem de manevi dirilişi kazanmaya çalışırlar efendim.

Makam-ı İbrahim…

Kâbe kapısının birkaç metre karşısında, sarı bir mahfaza içinde yer alan Makam-ı İbrahim denilen taşı, Hz. İbrahim’in, oğlu Hz. İsmail ile birlikte Kâbe’yi yeniden inşa ederken üzerine basıp iskele olarak kullandığına yahut üzerine çıkarak insanları hacca davet ettiğine inanılmaktadır.

Gerek “İbrahim Makamı’nı namazgâh edinin!” (Bakara: 125) ayetinin inmesi, gerekse Hz. Peygamber’in Makam-ı İbrahim’i, Kâbe ile arasına alarak namaz kılması sebebiyle, tavaf sonrası kılınması vacip olan iki rekât namaz orada veya oraya yakın bir yerde kılınmaktadır.

Kişi, Allah’ın nazargâhı olan kendi gönül evini yeniden inşa ederken, hangi iskeleleri kullanacağını, ayağının hangi sağlam temellere basması gerektiğini burada düşünür.

Müzdelife…

Vakfeyi yerine getirmenin sevinciyle hacılar, âdeta bir insan seli gibi Arafat ile Mina arasında kalan bu bölgeye akarlar. Ayette geçen Meş’ar-ı Haram da buradadır. Arafat’ta gündüz yapılan vakfe, burada gece ve sabahın alaca karanlığında yapılmaktadır. Şeytana karşı ertesi gün girişilecek sembolik savaşta atılacak küçük taşlar da, Müzdelife’de toplanır.

Hz. Peygamber Arafat’tan ayrılınca, akşam namazını yatsı vakti girdikten sonra birleştirerek burada kılmıştır. Geceyi istirahatla geçirdikten sonra, sabah namazının peşinden buradaki vakfesini yapmıştır.

Mina…

Aşırı istek, arzu demektir. Mina, Hz. İbrahim ile oğlu Hz. İsmail’in, Allah’a olan aşklarının sınandığı yerdir. Bu sınavda Hz. İbrahim, ahir ömründe kendisine verilen biricik oğlunu Allah için kurban etmek; Hz. İsmail ise, bu uğurda canını vermek gibi çok ciddi bir sınavdan geçmişlerdir.

Hz. İbrahim, tercihini Allah sevgisinden, ebedî aşktan yana kullanmış, kendisini Allah’a yaklaştıran yolda karşısına çıkan şeytanı, bugün taşlamanın yapıldığı yerlerde defalarca taşlamıştır. Neticede ikisi de Allah’ın emrine teslim olup bu ağır sınavı kazanmışlardır. Bu hadise, Saffat suresinde şöyle anlatılmaktadır:  

“Artık o (İsmail) beraberinde (işe) koşma çağına erişince (babası): “Ey yavrucuğum! Doğrusu ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum; artık (düşün) bak, ne dersin?” dedi. (Oğlu:) “Ey babacığım! Emredildiğin şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.” dedi.

Böylece ikisi de (Allah’ın emrine) teslim olunca (İbrahim) onu şakağı üzerine yatırdı.

Biz ona (şöyle) seslendik: “Ey İbrahim!”

“Gerçekten rüyana sadakat gösterdin. Şüphesiz ki biz, iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız.”

“Hakikaten bu, apaçık imtihanın ta kendisidir.”

(Oğluna karşılık) ona büyük bir kurbanlık (koç) fidye verdik.” (Saffat: 102-107)

Kıymetli dinleyiciler,

Haccın ibadetlerinden ve sembollerinden birisi de Şeytan Taşlama’dır…

Taşlama, bir anlamda şeytana karşı girişilen savaşı sembolize eder. Kişi, attığı her bir taşı, nefsine, şehvetine ve şeytana karşı fırlatır. Kendisini çeşitli hatalara, günahlara sürükleyen bu farklı cepheleri yok etmeye çalışır.

Tıraş…

Saçların kesilmesi, gerektiğinde saçını değil, canını da Allah yolunda verebileceğini temsil ederken; başından dökülen her saç teli, âdeta hacının dökülen günahlarını simgeler. Hz. Peygamber, ihram sonrası saçlarını tamamen tıraş ettirenler için üç kez dua ettikten sonra, kısaltanlar için de dua etmiştir.

Ziyaret Tavafı:

Hac menasikinin son noktasını ziyaret tavafı oluşturmaktadır efendim. Nefsine, şehvetine ve şeytana karşı giriştiği sembolik savaşını kazanan muzaffer bir askerin, gelip komutanına zaferini müjdelemesi gibi, Kâbe’ye gelen hacı da, Allah’ın huzuruna çıkarak bütün görevleri yerine getirdiğini bildirir.

Ziyaret tavafıyla hac tamamlandığı için, bu tavaf âdeta bir mühür mesabesindedir. Artık “mebrur bir hac” yapmış olduğu ümidi ve“annesinden doğduğu gibi bağışlandığı” inancı ile hacılar, Kâbe’nin etrafında son yakarışlarını yaparlar.

Veda Tavafı…

Kâbe ile vedalaşmak üzere yapılan bu veda tavafı, Allah ile karşılaşıncaya dek yenilediği ahdine sadık kalacağı niyet ve düşüncesiyle, hacının Kâbe’ye veda edişidir…

Sevgili dinleyicilerimiz,

Hac, dünyanın her tarafından gelen Müslümanların aynı amaç için bir araya gelmelerine ve böylece kolektif bilincin oluşmasına imkân veren evrensel bir olaydır. Dilleri, renkleri, ırkları, ülkeleri, kültürleri, sosyal ve ekonomik durumları farklı olan milyonlarca Müslüman, aynı inanç ve duygular içerisinde kardeş olduklarını, bir bütün olduklarını yaşayarak idrak ederler.

Bu hâliyle hac, Müslümanlar arası etkileşim ve iletişim için bulunmaz bir fırsattır. Hac; barışın, birlikteliğin ve dayanışmanın da fırsatını bahşeder. Müslümanlar, kardeşlik duygularıyla birbirleriyle tanışıp, karşılıklı görüş alışverişinde bulunurlar, problemlerine birlikte çözüm ararlar.

Hac ayrıca, bir taraftan Allah’a iman, tevhid inancı, peygamberlere iman, ahiret inancı gibi inanç esaslarını pekiştirdiği gibi, diğer taraftan da Müslümanlar’a takva, sabır, sevgi, saygı, kardeşlik, fedakârlık, cömertlik gibi ahlaki güzellikleri kazanma ve yaşama imkânı sunar.

Dolayısıyla hac için; hem akaid, hem ibadet, hem de ahlak dersleri yoğunlaştırılmış olan bir eğitim merkezi desek, sanırız yerinde olacaktır.

Yüce Allah’ın bu güzellikleri ve manevi eğitimi bizlere yerinde yaşatmasını, Mevla’nın özel misafirleri olarak ilahi ikramlarla ağırlanmayı ve mebrur bir haccın cümlemize nasip olmasını diliyor; bu dua ile huzurlarınızdan ayrılıyoruz…

Allah’a emanet olunuz…

Diğer Kayıtlar
Başlık Eklenme Tarihi Paylaş Oku Ekle Süre Beğen
Kabe
Canlı Yayın
Şuan Canlı Yayın
Okudukça
AKRA CANLI
 / 
Canlı Yayın close icon
AKRA CANLI
Okudukça
Okudukça Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close