Bismillâhirrahmânirrahîm.
el-Hamdülillahi rabbi'l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Vessalâtu vesselâmu salâten ve selâmen dâimeyni mütelâzimeyni ilâ yevmi'd-dîn alâ seyyidi'l-evvelîne ve'l-âhirîne senedinâ ve mededinâ ve üsvetine'l-haseneti Muhammedini'l-Mustafâ ve alâ âlihi ve sahbihî ve men tebi'âhû bi-ihsânin ilâ yevmi'l-cezâ.
Emmâ ba'd:
Ruviye an ibni abbasin radıyallahu anhümâ ennehû semi'a rasûlallah sallallahu aleyhi ve sellem yekûlü.
Uzun bir hadîs-i şerîfi bu akşam tamamlamaya gayret edeceğiz. Tamamlanmazsa yarına tamamlamaya niyet ederiz. Vakit çok uzarsa yarısında bırakırız. Peygamber sallâllahu aleyhi ve sellem Efendimiz diyor ki; "Abdullah b. Abbas radıyallahu anhümâ'nın naklettiğine göre, "Abdullah b. Abbas radıyallahu anhümâ demiş ki, Resûlullah'tan şöyle dediğini işttim."
İnne'l-cennete le-tüneccedü ve mine'l-havli ile'l-havli li-dühûli şehri ramadâne. "Hiç şüphe yok ki cennet." Le-tüneccedü ve mine'l-havli ile'l-havli. "Bir seneden öteki seneye kadar." Li-dühûli şehri ramadân. "Cennet Ramazan ayının girmesi dolayısıyla, Ramazan geliyor diye Ramazan çıktığından öteki Ramazan gelinceye kadar bir yıl boyunca süslenir, kendisine çekidüzen verir ve hazırlık yapar."
Cennet Ramazan ayı için hazırlık yapar. Süslenir, güzelleşir, kendisini güzelleştirir, kendisine sonsuz güzelliklerine güzellik katar.
Fe-izâ kânet evvelü leyletin min şehri ramadâne hebbet rîhün min tahti'l-arşi yukâlü lehe'l-müsîratü tüsaffikü varak eşcâri'l. "Ve Ramazan'ın ilk gecesi olduğu zaman..."
Akşam oldu, ufka baktık, hilali gördük, sevinçle 'yarın Ramazan!' dedik. Akşam ezanıyla beraber Ramazan'ın ilk gecesi girdi.
"Ramazan'ın ilk gecesi girdiği zaman." Hebbet rîhün min tahti'l-arşi yukâlü lehe'l-müsîratü. "Kendisine el-müsîre adı verilen bir mübarek latif rüzgâr Arş'ın altından eser." Tüsaffikü varak eşcâri'l. "Ve Arş'ın altından esen bu el-müsîre isimli rüzgâr cennetin ağaçlarının yapraklarını şiddetle sallar."
Müsîre kelime olarak, esâra-yüsîru, "tozu toprağı katmak, karıştırmak" demek. Herhalde rüzgâr çok hızlı estiği zaman tozu toprağı birden alır ortalığı bir karıştırır ya, rüzgâra o ismin verilmesi ondan olsa gerek. Artık neden verildiğini Allah bilir tabii, biz cennetin altından esen rüzgârın adının niye verildiğini bilemeyiz de ama kelime o mânaya geliyor. Yani ortalığı birbirine katıştıran şiddetli, hoş, güzel bir rüzgâr bir eser!.. İsminden kuvvetlice bir rüzgâr olduğu anlaşılıyor. Ben öyle sezinliyorum, tozu toprağı katan bir rüzgâr… Cennetin ağaçlarının yapraklarını sallım sallım sallar.
Ve hılek masârî'i. "Ve cennet köşklerinin kapılarının halkalarını sallar." Çok şiddetli bir şekilde sarsar. Fe-yüsme'u li-zâlike tanîun. "Bu yaprakların sarsılmasından, cennet kapılarının halkalarından, onların [sallanmasından] öyle bir güzel sesler çıkar ki, öyle bir güzel nağmeler çıkar ki. " Lem yesmai's-sâmi'ûne ahsene minhü. "Kulağı olup da sesleri işitenler bundan daha güzel ses duymamışlardır."
Bunlardan o kadar güzel hoş sesler çıkar. Her şeye kâdir olan Allahu Teâlâ hazretleri çok latif sesler çıkarttırıyor.
Hûru'l-iynü hattâ beyne şurefi'l-cenneti fe-yunâdîne hel min hâtıbin ilallâhi fe-yüzevvicehû. "Gözlerinin karası kara, akı ak, kirpikleri uzun, kudretten sürmeli gözlü hûrî kızları ortaya çıkar, görünür. Ortaya çıkar ve cennetin yüksek burçlarının arasında dururlar."
Cennetin surları var ya, inşaallah Allah gösterir de [görürüz.] Yani duyduğumuz için "var ya" diyoruz. Cennetin etrafı surlarla çevrili, layık olmayanların girmesi mümkün olan bir yer değil. Cennetin surlarının da burçları var, tabii dünya surlarına, dünya burçlarına benzemez. Bu burçların da yüksek kuleleri var, o kulelerin arasından hûrî kızları çıkarlar.
Hûr ne demek?
"Gözü çok iri ve güzel" demek. Böyle "aman ne kadar güzel!" denilecek [şekilde]. Bir insanın gözü çok güzelse ahver, müennesine havrâu derler, yani gözleri çok güzel olan kişi hanımsa havrâu derler. Çoğulu, yani cemi' siygası, plural siygası hûr gelir. Yani "gözleri çok güzel olanlar" demek. İyn, a'yen, yani "gözü yine çok iri olan" demek. Güzel bir irilik yani iri gözlü; böyle kısık değil, küçük değil filan, güzel gözlü… Erkek olursa böyle güzel gözlü insana a'yen, kadın böyle güzel gözlü olursa aynâ'u derler. Bunların çoğulu da, pluralı da iyn gelir, yani böyleler. Böylece el-hûru'l-iynü demek; "gözü son derece güzel, kirpikleri son derece uzun, ceylan gözlü, badem gözlü" demek. Yani gözü güzel göstermek için şairler neler diyorsa onlardan alâsı...
"Onlar ortaya çıkarlar ve cennetin kulelerinin arasından fe-yünâdîne. "Seslenirler."
Kimlere sesleniyorlar?
Bizlere, insanoğullarına seslenirler.
Ne derlermiş?
Hel min hâtıbin? "Yok mu bizi nikâhlamaya, bizimle evlenmeye talip olanlar?" Hel min hâtıbin ilallâhi fe-yüzevvicehû. "Evlendirsin diye Allah'tan bizi isteyenler yok mu?"
"Yâ Rabbi! Bana hûrî kızlarından ihsan eyle!" diye Allah'tan bizimle evlenmeyi isteyecekler yok mu ki Allah onu bizimle evlendirsin?" "Yok mu böyle bizi isteyenler?" diye onlar seslenirler. Yani hûrî kızları mü'minlere talip oluyorlar.
Sümme yekulne. "Sonra bu hûr-i iyn'ler, güzel gözlü, uzun kirpikli, ceylan gözlü cennet hatunları." Yâ rıdvân. "Ey cennetin ulu meleği olan Rıdvan!" Ey cennetin Rıdvan'ı! Mâ hâzihi'l-leyletü. "Bu gece ne?" Ey cennetin bekçisi olan en büyük melek, cennetle görevli olan Rıdvan meleği bu gece ne? Bu gecenin özelliği ne? Fe-yücîbü bi't-telbiyeti. "Rıdvan isimli melek lebbeyk çeke çeke onlara cevap verir."
Bu lebbeyk çekmek [ne demek?]
Bir, biz hacca gittiğimiz zaman lebbeyk çekiyoruz.
Lebbeyk ne demek?
Lebbeyk çekiyoruz da sözleri de mâlum; Lebbeyk Allahümme lebbeyk. Lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk. İnne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'l-mülk lâ şerîke leke. Lebbeyk Allahümme lebbeyk. Lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk. İnne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'l-mülk lâ şerîke leke. Lebbeyk Allahümme lebbeyk. Lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk. İnne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'l-mülk lâ şerîke leke. Ve sallâllahu alâ seyyidinâ Muhammed ve alâ âlihi ve sahbihî ve selleme teslîmen kesîrâ…
Lebbeyk, aslında "cevap vermek" demek. "Buyurun!" demek.
Türkçe'de, "Buyurun!" ne demek?
Ahmet! Buraya gel!.. Ahmet, Ahmet!..
Buyuruun!..
"Buyurun!" ne demek?
[Buyurun,] "emredin" demek. Buyurmak, buyuruk "emir" demek. Bizde, bizim köyde Ahmet'e çağrıldı mı "buyurun" demezler, "Ni vaaa?.." der. Yani "Ne var?" "Ne" demezler "ni" derler. "Buyur!" demezler, bizim o tarafın âdeti başka türlü. Ama herhalde bu "buyurun" demek güzel kibar bir şey. "Emret" demiş oluyor.
Ahmet!..
Emret, buyur, emredersiniz!..
Mesela saygıdeğer bir insana edepli bir ast cevap verirken "Emredersiniz." [der.] Mesela genel müdür veya bakan müstahdemi çağırıyor;
"Oğlum gel." [diyor.]
"Emredersiniz efendim." [diyor.]
Yani emredin demiyor da emredersiniz, ne emrederseniz onu yaparım mânasına.
Araplarda da âdet, çağırıldığı zaman "lebbeyk" demek. Telbiye de, "çağrıya cevap vermek" demek.
Ama Lebbeyk'in anlamı ne?
Arapça'da tesniye deniliyor. Lebbeyk iki, "dual", ikili siyga diyorlar. [Lebbeyk], "Ben senin iki kat emrindeyim." demek. Yani "bir defa değil, kat kat senin emrindeyim" demek. Lebbeyk; yani "kat kat emrindeyim, ne istersen buyur" demek.
Biz neden hacca gidince lebbeyk diyoruz? İhramı giydiğimiz zamandan beri neden lebbeyk diyoruz?
Çünkü Allahu Teâlâ hazretleri İbrahim aleyhisselam'a Kâbe-i Müşerrefe'yi oğlu İsmail ile yaptırdığı zaman; o da Hz. Âdem zamanından beri mevcut olan temellere kadar kumları eşip temelleri bulup da o Nuh tufanında örtülmüş olan binayı yaptıktan sonra; zaten mübarek bir yer, zaten peygamberler hep orayı ziyarete gelirlerdi. Yeryüzünün en eski, en kutsal, en değerli ibadethanesi… İbrahim aleyhisselam'a Allahu Teâlâ hazretleri buyurdu ki;
Ezzin fi'n-nâsi. "İnsanların arasında ezan okur gibi bağır, seslen..."
Ezan da "yüksek sesle bağırmak" demek. Yani kulaklarına duyuracak. Üzün, Arapça'da "kulak" demek. Yani kelimelerin çıkışı bak [mâna ile] ne kadar [ilgili.] Ezan da, "kulaklara duyuracak seslenme, duyuru, yüksek sesle duyuru" demek.
Ezzin fi'n-nâs. "İnsanların arasında duyuru yap." Bi'l-hacci. "Haccetsinler diye."
"Bu senin emrimle inşa ettiğin Kâbe'yi haccetsinler, gelsinler ibadet niyetiyle ziyaret eylesinler diye insanların içinde yüksek sesle duyuru yap." diye emretti. Âyet-i kerîmede, "Yüksek sesle seslen ey İbrahim!" dediği var da, hadîs-i şerîflerden öğrendiğimize göre İbrahim aleyhisselam'ın teferruatlı konuşması hadîs-i şerîflerde. İbrahim aleyhisselam demiş ki;
"Yâ Rabbi! Ben şimdi burada istediğim kadar bağırsam bağırsam [kim duyacak?]"
[İbrahim aleyhisselam] Kâbe'yi yaptı, daha etrafında öyle binalar filan yok saray yok, ev yok, bark yok, insan yok… İnsanlar yerleştiler, mübarek oğlu İsmail aleyhisselam büyüdü, peygamber büyüdü, Cürhum kabilesi geldi. Bir kabile filan var ama oradan seslendiği zaman, o Mekke'nin arkası Cebel-i Ebû Kubeys, yüksek. Bu tarafı vadi-i Ebtah, uzun. Aşağı tarafı Mesfele, şu tarafta karşıda kalenin olduğu tepe var, şu taraf da Ecyad tarafı… Yani böyle çanak gibi çukur bir yer, her tarafı yüksek. Şamiye tarafı yüksek. Cebel-i Ebû Kubeys'de Safâ'ya sırtını dayayıp da şöyle baktığın zaman karşı taraf Merve, Şamiye tarafı yüksek. Bu taraf da yüksek, şu taraftan bir vadi geliyor, buradan daha alçalıyor Mesfele'ye gidiyor. Mesfele tarafı aşağı... Mesfele zaten suflîden geliyor, yani esfel, Mesfele "aşağı taraf" demek. Seller bu taraftan geldi mi o tarafa doğru gidiyor. Bu tarafta da kalenin üzerine inşa edildiği dağ var. O dağla bu Cebel-i Ebû Kubeys'in arasında da Ecyad var, şimdi hastane olan yer, orası da yüksek. Yani şööyle Mesfele'ye doğru bir kapalı alan…
Allahu Teâlâ hazretleri İbrahim aleyhisselam'a, burada şimdi yüksek sesle; "Ey insanoğulları! Allahu Teâlâ hazretleri bana Kâbe'yi bina ettirdi ve buraya hac yapmanızı, ziyaret etmenizi size emrediyor. Haydi bakalım bu emri duyun ve gelin!" diye bağır, tüm insanoğullarına seslen diyor. İbrahim aleyhisselam da dedi ki;
"Yâ Rabbi! Benim sesim [her yere ulaşmaz,] tüm insanoğullarına nasıl duyurayım?" O zaman Allahu Teâlâ hazretleri;
"Ya İbrahim! Seslenmek senden, sen emrimi tut, yüksel sesle seslen, duyurunu, ilanını yap; duyurmak benden." buyurmuş.
Rabbü'l-âlemîn, âlemlerin Rabbi isterse kâinatın ta öteki ucuna duyurtur!
"Hocam olur mu öyle şey?"
Tabii olur!
İnsanları Allah yaratmadı mı? Bizler Allah'ın âciz, nâçiz kulları değil miyiz? Âciz değil miyiz? Cahil değil miyiz? Aklımız kıt değil mi? Kusurumuz çok değil mi? Bilgimiz eksik değil mi?
Birçok şeyleri bilmiyoruz ama insanoğlu biraz bir şeyler öğrendi öğrendi; hesap kitap öğrendi, mühendislik öğrendi, cihazlar yaptı; fizik kanunlarını, elektrik kanunlarını öğrendi, cihazlar yaptı…
Şimdi buradan biz yayın yaptığımız zaman Amerika'dan duyulmuyor mu? Telefon ettiğimiz zaman Avustralya ile konuşamıyor muyuz?
Bu âciz sümüklü insanoğlu, bîçare, ölümlü, fanî, zayıf insanoğlu Allah'ın verdiği şu kadarcık akılcıkla bu işleri uğraşa uğraşa yapmış…
Yeri göğü yaratan Allahu Teâlâ hazretleri, kâinatın hâlikı Allahu Teâlâ hazretleri duyuramaz mı?!
Âmennâ ve saddaknâ duyurur. Hem duyurur, hem getirir, hem götürür. Bir anda getirir, bir anda götürür. Bir anda...
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Miraç gecesinde nereleri gezdi biliyor musunuz?
Hiçbir fizik kanunuyla izahı mümkün olmayacak kadar uzak mesafelere, hiçbir kitabın ifade edemeyeceği büyük süratlerle giderek gezdi geldi. Yani o gezdiği yerlerin mesafesi ve o kadar yeri gezmek için harcadığı zamanı düşünürsek, yaptığı sürat ışık hızından filan çok fazla. Çünkü biz insanoğulları bu ışığın hızının da yavaş olduğunu biliyoruz.
Işık bak! Ne kadar hızlı gider; saniyede 300 bin kilometre… Dünyanın çevresi 40 bin kilometredir. "Biir" dediği zaman yedi buçuk defa, ışık dünyanın etrafında 1-2-3-4-5-6-7,5 defa dönüyor. O kadar hızlı ışık. Öyle hızlı ışık, bir yıldızdan yola çıkıyor, bizim dünyamıza geliyor. Fezaya yayılıyor da, bizim dünyamıza doğru da yıldız fotonları, ışık zerrecikleri geliyor. Biz o ışık zerreciklerinde dolayı [ışığı] görüyoruz. Işık fotonları bize doğru geliyor.
"Beş milyon senede gelen yıldızlar var." demiyor muyuz? Denmiyor mu?
"Ne dedin, bir daha söyle bakayım! Dur ben bayılayım, yatak yapın veya açın şurayı şöyle bir savulun kenara çekilin de ben bu lafı duyunca şuraya yatayım."
O "biir" deyinceye kadar ekvatorun etrafında, dünyanın etrafına kuşak sarmak isteyen bir insanın yapacağı gibi yedi buçuk defa dolaşan ışık [dünyamıza] beş milyon senede [geliyor.]
Bir dakikada 60 saniye var. Bir saatte üç bin 600 saniye var. Yirmi dört saatte, bir günde, 3600x24 = 86.400. Üç yüz altmış beş gün. Seksen altın bin 400'ü 365 ile çarpacaksın, ondan sonra bunu [çıkan rakam 31.536.000] da beş milyonla çarpacaksın… Rakamlar, sıfırlar filan yetmez. Şuraya bir sıfır fabrikası kuracaksın, o fabrika sıfır imal edecek, sen de rakamın bu tarafına sıfırları tık tık tık, rakamı yazmak için çoluk çocuğa diyeceksin ki;
"Şu sıfırları alın alın getirin, buraya koyun." diyeceksin. Türk parasına benziyor bu iş…
Allahu Teâlâ hazretleri işte her şeye kâdir, duyurur.
Hûrîlerin sorusuna Rıdvan meleği cevap verdi yani "Lebbeyk" dedi, buyurun, tamam dedi, cevap verdi.
Ne demiş?
Burada diyor ki, fe-yücîbü bi't-telbiye. "Telbiye ile onları cevaplandırdı."Buradan ben anlıyorum ki, yine Rıdvan bir lebbeyk çekmiş.
Yani tahminime göre neden lebbeyk çekmiş,?
Yani Allahu ekber, Allahu ekber! Sübhanallah, Sübhanallah! gibi, işin muazzamlığını anlatmak bakımından evvela bir lebbeyk çekmiş. Lebbeyk Allahümme lebbeyk çekmiş, lebbeykle cevap vermiş. "Ondan sonra demiş ki." Hâzihî evvelü leyletin min şehri ramadâne. ["Bu Ramazan ayının ilk gecesidir."]
Ben bu hadîs-i şerîfleri çok seviyorum. Bu hadîs-i şerîfleri ilk günden okuyacaktık ki Ramazan'ın 15 gününü kaçırmayacaktık ama 15'i gitti, kaldı yarısı. Yarısı göz yumup açıncaya kadar gitti, biz gafletle 15 günü geçirdik. Hem gafletle, hem cahillikle, hem gafillikle, hem günahla… Üstelik bir de hem hata ile, hem suçla, hem kabahatle geçirdik!..
Allah bizleri affetsin.
Eğer rahmeti engin olmasa, affetmeyi sevmese biz hepimiz bir günde mahvoluruz! Eğer Allah her günahtan dolayı bizi yakalayıp cezalandıracak olsa, melekler yakamıza yapışıp, "Haydi bakalım şunun cezasını çekeceksiniz." diyecek olsa hapı yutarız ama namazlar affettiriyor, abdestler affettiriyor, cumalar affettiriyor… Günahları sildiriyor sildiriyor da Allah'ın lütfundan böyle ayakta durabiliyoruz.
[Rıdvan] der ki;
Hâzihî evvelü leyletin min şehri ramadâne. "Ramazan ayı geldi, Bu Ramazan ayının ilk gecesidir bu gece işte."
Bu böyle, "Arş'ın altından şiddetli rüzgârın, el-müsîre rüzgârının estiği, cennetin yapraklarını hızlı hızlı sarstığı, cennet kapılarının halkalarını tıngır mıngır, tıngır mıngır, şıngır şıngır tatlı tatlı seslerle şıngırdattığı, işitenlerin hiçbirisinin o zamana kadar duymadığı kadar güzel sesleri çıkarttığı bugün Ramazan'ın ilk günü…" Rıdvan hûrîlere bildiriyor, "Ondan bunlar oluyor." diyor.
Ebvâbü'l-li's-sâimîne min ümmet-i sallallahu aleyhi ve sellem. Hem de füttihat demiş, fütihat dememiş, şeddeli koymuş. Her halde bu kitabı basanın da kendine göre bir bildiği vardır. Füttihat; "çok çok açılır" demek, "bütün kapıları açılır" demek. Fetaha açmak, fettaha teksir, çokluk ifade ediyor. Çok çok çok kapıları, tüm kapıları açılır…
Futtihat ebvâbü'l. "Açılır değil, açıldı." Futtihat, "bu gece Ramazan'ın ilk gününün gecesidir, cennetin tüm kapıları ardına kadar açıldı" demek. Futtihat demek öyle demek yani mübalağa var… Bütün kapılar açıldı, bir de tam açıldı. Şöyle azıcık açıldı da, "Kim o?" değil yani. "Açıldı." diyor. Belki onun açılmasından da güzel nağmeler çıkıyor. Yani dünyadaki kapıların açılmasından bir ses çıkıyor ya!
Kocaman kalenin kapısı açılırken bir ses çıkmaz mı?
E cennetin kapıları açılırken de kim biliyor neler oluyor ama onu söylemiyor.
Cennetin kapıları açıldı, kimler için?
Li's-sâimîne. "Oruçlular için." Min ümmet-i sallallahu aleyhi ve sellem. "Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in ümmetinden olan oruçlular için bugün cennetin tüm kapıları ardına kadar açıldı." Yekûlüllahü azze vecelle. "Ve çok aziz ve celil olan, sonsuz derecede izzet ve celal sahibi olan Allahu Teâlâ hazretleri buyurur ki;" Yâ Rıdvan! "Ey Rıdvan isimli cennetin en büyük görevlisi olan melek!"
Tabii cennette çok büyük melekler var da, Rıdvan cennetin asıl en yüksek rütbeli, vazifeli meleği.
Yâ Rıdvan!
Rıdvan'ın da anlamı ne demek?
[Rıdvan] anlam olarak "razı ve hoşnut olmak" demek. İsmi de oradan. Anlam veren isimler de var, isimlerden anlam da çıkıyor. Yani her isimden anlam çıkılmaz, anlaşılmaz belki ama bu isim anlaşılıyor.
İftah ebvâbe'l-cinân. "Cennetin kapılarını aç ey Rıdvan!" Ve yâ Mâlik!
Mâlik ne?
[Mâlik,] cehennemin en yüksek görevli meleği, vazifelisi.
Cehennemdeki bütün görevlilerin en büyüğü kim?
Mâlik.
Cennetteki bütün görevli meleklerin en yükseği, hepsinin sahibi, başkanı kim?
Rıdvan.
Rıdvan cennetin, Mâlik cehennemin [en yüksek rütbeli meleği.]
Yâ Malik! "Ey cehennem için görevlendirdiğim Mâlik isimli meleğim!" Ağlik ebvâbe'l. "Cehennemin kapılarını da kapat." Ani's-sâimîne min ümmet-i "Ümmet-i Muhammed'in oruçluları için cehennemin kapılarını kapat."
Herkes için değil. Ümmet-i Muhammed'den olacak ve oruçlu olacak. Oruçlu olanlar için, Ümmet-i Muhammed'in oruçlu olanlarına cehennemin kapılarını kapat.
Yâ! "Ey Cebrail isimli meleğim!"
Cebrail de meleklerin hepsinin en üstündeki, en yüksek rütbeli melek.
İhbıt ile'l-ardı meredete'ş-şeyâtîni. "Ey Cebrail! Yeryüzüne in, nüzûl eyle ve şeytanların azılılarını, durmayıp faaliyet gösterip azgınlık yapan, faallerini demirlerle bağla." Onları sımsıkı zincirlere, kelepçelere bağla, demirlere vur.
Ve ğullehüm bi'l-ağlali sümme akzif fi'l-bihâr. "Ve boyunlarına da yine trak demirden bukağıları geçir. Ayaklarına, ellerine, boyunlarına kelepçeleri, bukağıları geçir, zincirlere bağla, demirlerle bunları sımsıkı etkisiz hâle getirdikten sonra bunları denizlerin içine at." Bu şeytanları bu bağlı haliyle ummanların içine at yâ Cebrail.
Hattâ lâ yüfsidü alâ ümmet-i habibî siyâmehüm. "Benim habibim, sevgili kulum Muhammed-i Mustafâ'mın ümmetinin oruç tutmalarını ifsat etmesin şeytanlar diye bunları böyle derleyip toplayıp, zincirleyip, bukağılayıp, kelepçeleyip ummanların içine at yâ Cebrail!"
Ve yekûlullahu azze ve celle fî külli leyletin min şehri ramadâne selâse "Ve sonsuz derecede izzet ve celal sahibi olan Allahu Teâlâ hazretleri, Ramazan'ın her gecesinde üç defa seslenecek olan münadîye, meleğe der ki, şöyle seslen." Hel min sâilin fe-u'tiyehû. "Var mı bir dileği olup da benden dileğini isteyen, ki istediğini vereyim."
Münadî üç defa seslenir; "Var mı bir isteği olaaan! Ki Allah istediğini verecek ona, istesin."
Hel min tâibin fe-etûb aleyhi. "Var mı günahlarına tevbe eden, Allah onun tevbesini kabul edecek, teveccüh buyuracak ona, affedecek." Seslenir…
Hel min müstağfirin fe-ağfire lehû. "Var mı bir mağfiret dileyen benden, ki onu afv u mağfiret edeyim." diyor Cenâb-ı Hak. Mağfiret edecek...
Men meliye ğayra'l ve'l-vefiyye ğayra'z. "Kim borç verecek." Meliye ğayra'l. "Hiçbir şeyi olmayan bir kimseye değil de, her şeyi bol olan, hazineleri dopdolu olana kim borç verecek?"
Ne kastediliyor?
Allahu Teâlâ hazretleri zengin değil mi? Zenginler zengini değil mi? Hazineleri sonsuz derecede çok değil mi?
Allah'a borç verecek…
Allah'a borç vermek nasıl olur?
Parasını İslâm yolunda harcamakla olur. Allah rızası için vermekle, saçmakla, infak etmekle olur.
Kime borç vermiş oluyor böyle din yoluna para harcayan bir kimse?
Allah'a borç vermiş oluyor. Allah bu; muhtaç değil, fakir değil ama imtihan… Bakalım sevdiği malı, parayı pulu benim rızam için verebilecek mi diye, borç istiyorum diyor.
Lâ teşbih ve lâ temsil, ben çocuğun elinde beş tane otomobil oyuncağı görüyorum kucaklamış;
"Şunun bir tanesini bana ver." diyorum,
"Vermem, olmaz!" diyor.
Benim arabaya ihtiyacım yok, neden istiyorum ben?
Zaten arabanın tekerlekleri bozulmuş. Zaten verse de ne yapacağım onu. Alsam bir başka çocuğa versem, bir bakar atar. Ama imtihan... İşte onun için buyuruyor ki;
"Hazineleri dopdolu olan, bomboş değil, tam takır fakire değil de dopdolu olana kim borç verecek?"
Yani "Allah rızası için kim para harcayacak, Allah'ın emri üzere, Allah'ın gösterdiği yere kim para harcayacak?" demek.
Allah'ın gösterdiği yere para harcayan bir insan [ne yapar?]
Mesela Allah'ın gösterdiği yer nedir?
Camidir, cami yapar.
Allah'ın gösterdiği yer nedir?
Hactır, umredir.
Allah'ın gösterdiği yer nedir?
Cihattır.
Allah'ın gösterdiği yer nedir?
Müslümanlara, fakirlere yardımdır. Bunlara yardım yapın.
Tabii yardım yapan bir insanın parası kesesinden gitmiş oluyor, gidiyor. "Şu kadar bin kron verdim gitti hocam.." Yüreği verdiğine cız cız yanıyor. Şimdi gitti ama sanki borç vermiş gibi Cenâb-ı Hak onu kat kat [geri] verecek.
Nereden belli?
Peygamber Efendimiz yemin ediyor; "Vallahi hayır ve sadaka vermekle insanın malı eksilmez."
Yemin ediyor, Peygamber Efendimiz boş yere yemin eder mi?!
Yemin ediyor verecek, fazlası gelecek. Çok daha fazlası gelecek. Hem de Allah çok çok sevap verecek. Onun için Cenâb-ı Hak, "Yok mu hazineleri dopdolu olana, bomboş tam takır olana değil, dopdolu olana borç verecek?" diyor. Yani "Yok mu kesesinin ağzını Allah için, Allah rızasını kazanmak için, İslâm yoluna müslümancıklara harcayacak [kimse]?" demek bu.
Başka?
Ve'l-vefiyye ğayra'z. "Hem de borcuna sâdık olup borcunun üstüne yatmayan."
Vefî ne demek?
"Vefalı" demek…
Yani "Tamam, borç aldıysak vereceğiz ya, gününde vereceğim!"
Tamam, o sağlamdır, o borcuna sadıktır, verir.
Bir de borcu aldı mı vermeyenler var; kaçıran, kaynatan, atan, alacaklıya kan kusturan, bir daha tevbe ettiren, "Bir daha birisine borç vermek mi, aman, aman Allah, aman Allah vermiyorum!" dedirten insanlar var… Parası var [borcunu] vermiyor. Zaten senden istediği zaman de belki ihtiyacı yoktu da seni tırtıklamak için kafese koydu. Geldi, yalvardı yakardı [aldı parayı...]
Ben kendi halinde bir asistanım üniversitede. Şimdi bana birisi cuma günü telaşlı telaşlı nefes nefese geldi, tak tak kapıyı vurdu. Buyur dedim, girdi içeri odama. "Hocam, çok sıkıştım, ani şu anda ihtiyacım var, şu kadar bin para verir misiniz bana?" dedi. Yıllar önce… "Pazartesi vereceğim." dedi.
Bu hem bizim fakültede memur, yani fakültemizin bir yerinde çalışıyor, hem memur, hem de bizim fakülteden okudu, talebemiz… Mezun oldu, oraya memur oldu. İlahiyattan mezun, talebemiz… Hem benim talebem hem de benim çalıştığım fakültede memurum. Cuma günü benden borç aldı, pazartesi günü borcunu verecek. Yıllar geçti, hâlâ o pazartesi gelmedi. Soruyorum gördükçe;
"Ya ne oldu, bize yani hemen iki gün sonra vereceğim diye para almıştın?"
Ben zengin bir insan değilim, hani böyle kesesi kasası dolu olan bir insan da değilim. Benim de kendime göre ihtiyacım var filan… Ama benden istedi, benim de yanımda para oldu mu yok diyemiyorum.
"Hocam paran var mı?"
"Ee var."
"Verir misin?"
"Vermem" de diyemiyorum. Gelmedi o para.
Müstahdemin bir tanesi iki vasıta ile benim evime geldi. Benim ev fakülteden uzak. Pazar günü müydü bir tatil gününde geldi, kapıyı çaldı;
"Hocam çok ihtiyacım var, Kars'a gideceğim, Karslıyım. Yol param yok, bana para verir misin, işte orada şu var da, bu var da... mazeret, artık ikna edici şey... sana sonra vereceğim." filan diye [para istedi]. Benden Kars'a gidiş dönüş parası aldı, hâlâ verecek… Aradan 30 yıl mı, 40 yıl mı geçti, vermedi. Ben verdiklerimin bazılarını unutuyorum ama bunlar unutmadıklarım.
Bazen de böyle diyorum ki ben birilerine para veriyorum unutuyorum filan diye söylüyorum. Bir gün de ilginç bir şey oldu. Yine böyle buna benzer yeri düştü de anlatıyorum yani borç verip de sen borç vermişsin de alamamışsın onun misâli…
Niye ben kendimden misal veriyorum?
Yani gerçekten olduğunu göstermek için. Tabii sizin de böyle misalleriniz vardır, yani vermiyor parayı adam. Bin bir yalvarmayla alıyor, bin bir defa yalvarıyorsun sen ona kendi paranı geri almak için… Daha çok yalvarıyorsun, vermiyor.
"Ya sıkışığım, işim var!"
Vermiyor.
Ben böyle bir şey anlatırken bir tanesi;
"Haa hocam.." dedi, kesesine davrandı, çıkarttı 300 mark mı bir şey verdi bana.
"Ne bu?" dedim. Dedi ki;
"Hocam ben senden zamanında bir 300 mark almıştım, şimdi hatırladım." dedi.
O da unutmuş. Ben verdiğimi unutmuşum.
"Emin misin, yani ben bak hiç hatırlamıyorum bu verdiğimi." dedim.
"Yok dedi, almıştım hocam, filanca zaman bilmem nerede." dedi.
Peki, aldık o zaman.
Allahu Teâlâ hazretleri burada diyor ki; "Kimdir o kimse ki hazineleri dopdolu olan, tamtakır olmayana, borcuna sâdık olana, borcunun üstüne yatmayana borç verecek kimdir? Yani "Ben Azîmüşşan'a kim borç verecek? demek istiyor. Yani "Ben borcuma sâdıkım veya hazinelerim dopdolu, siz harcayın, ben kat kat vereceğim."
Ne kadar güzel ifade, ne kadar güzel ifade! Hazineleri dopdolu olan, tamtakır olmayan, borcuna sâdık olan, borcunun üstüne yatıp da zulüm edici olmayana kim borç verecek?
Ne demek bu?
"Fakire, fukaraya, İslâm'a kesenin ağzını açıp, hayır hasenât, sadaka kim verecek?" demek. Çünkü bu verilenler Allah'a gitmiyor. Hatta Kur'ân-ı Kerîm'de buyuruluyor ki, kurban kesiyoruz, Bismillahi Allahu ekber kurban kestik.
Len yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ. "Allahu Teâlâ hazretlerine bu kurbanların etleri, kanları ulaşacak değil."
Allah'a et mi götüreceksin, Cenâb-ı Hakk'ın ete mi ihtiyacı var! Onları da yaratan O, seni de yaratan O. Ve lâkin yenâluhu't-takvâ minküm. "Sizin takvanız, dindarlığınız, Allah için fedakârlık yapabilmeniz, o duygularınız Allah'a ulaşacak."
Yoksa etler ulaşacak değil! Etler fukaraya dağıtılacak, kurbanlıklar komşulara, yakınlara dağıtılacak.
Evet, bir cümle daha okuyup bırakacağız çünkü çok uzun. Bir işaret koyacağız şurasına, saat hududu geçti.
Kâle ve lillâhi azze ve celle fî külli yevmin min şehri ramadâne ınde'l-iftâri elfü elfi atîkın mine'n-nâri küllühüm kadi's-tevcebe'n
"Ravi diyor ki..." Veyahut râvi Peygamber Efendimiz'den duydu, "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz diyor ki..." Ve lillâhi azze ve celle. "Son derece izzet ve celal sahibi olan Allah'ın." Fî külli yevmin min şehri ramadâne. "Ramazan'ın her gününde." Inde'l-iftâri. "Orucu açma zamanında."
"Ramazan'ın her gününde orucu açma zamanında." Elfü elfi atîkın mine'n-nâr. "Cehennemden bin bin azatlısı vardır."
Bin bin ne demekti?
Milyon. Bin bin.. Elfü elfi atîkın mine'n-nâr. "Milyon cehennemden âzat ettiği insan olacak." Küllühüm kadi's-tevcebe'n. "Halbuki hepsi cehenneme girmeye müstehak olmuştu."
Cehenneme girmeye müstehak olmuş insanlardan elfü elf yani bin kere bin, yani milyon tane kulu vardır. Cehennemi hak etmiş ama Allah affediyor, âzat ediyor, cehenneme sokmuyor. İşte böyle…
Allah bizi sevdiği kul eylesin. Dünyada ahirette iyiliklere mazhar eylesin. Lütfuyla, keremiyle, kahrına gazabına uğramadan, büyük musibetlere, fitnelere, belalara düçar kalmadan bizi yüksek derecelerin sahibi eylesin. Cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin. Tevfikini her zaman her yerde refik eylesin. Şükredilecek şeylere şükretmeyi nasip eylesin, sabredilecek hususlarda da edebimizi muhafaza edip, takdire rıza gösterip (çünkü rıza en yüksek makamdır) sabredip o dereceleri kazanmayı nasip eylesin.
Bi hürmeti esmâihi'l hüsnâ ve habîbî müctebâ ve bi hürmeti esrâri sureti'l fatiha.