Bismillâhirrahmânirrahîm.
el-Hamdülillahi rabbi’l-âlemine hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Vassalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn. Ve men tebi'ahû bi-ihsânin ilâ yevmiddîn.
Emmâ ba’dü fe-kâle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem;
أَخَذَ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ مِنِّي الْـمِيثَاقَ، كَمَا أَخَذَ مِنَ النَّبِيِّينَ مِيثَاقَهُمْ، وَبَشَّرَ بِي الْـمَسِيحُ عِيسَى بْنُ مَرْيَمَ، وَرَأَتْ أُمَّ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي مَنَامِهَا أَنَّهُ خَرَجَ مِنْ بَيْنِ رِجْلَيْهَا سِرَاجٌ أَضَاءَتْ لَهُ قُصُورُ الشَّامِ
Ehazellâhu azze ve celleminniye’l-mîsâke kemâ ahaze mine’n-nebiyyîne misâkahüm ve beşşere biye’l-mesîhu îsebnü meryeme ve raet ümmü rasûlillahi sallallahu aleyhi ve sellem fî menâmihâ ennehû harace min beyni ricleyhâ sirâcün edâet lehû kusûru’ş-şâmi.
Bu hadîs-i şerîfi, Ebû Meryem el-Gassânî radıyallahu anh’ten, Tabarânî ve Ebû Nuaym rivayet etmişler, Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;
“Ehazellâhu azze ve celleminnî el-mîsâke. “Allah, aziz ve celil olan Allah; çok izzetli, çok celalli, izzet ve celal sahibi olan Allah, benden misak almıştır.”
Misak, “söz” demek, “anlaşma” demek.
Şöyle şöyle yapacaksın, tamam mı?
Tamam.
Buna “ahd ü misâk etmek” derler. Aslında misak, “birşeyi sapasağlam bağlamak” demek, yani sözü bağlıyor, söylüyor, şunu şöyle yapacaksın diye vazifeyi belirtiyor. Allahu Teâlâ hazretleri benden misak aldı, yani söz aldı, görevimi, peygamberlik vazifemi bildirdi ve onu yapacağıma dair benden söz aldı, bana talimat verdi, söz aldı.
Kemâ ahaze mine’n-nebiyyîne misâkahüm. “Evvelki peygamberlerden aynı şekilde söz almış olduğu gibi, benden de söz aldı.”
Cenâb-ı Hak tabii peygamberlerini görevlendiriyor, onlara talimat veriyor, onlar da ona göre hareket ediyorlar. Eski Peygamberlerden aldığı misak da yani sözde, bir husus daha var; “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e yetişirse ümmetleri, Peygamber Efendimiz'e tâbi olsunlar.” diye de özel talimat var. Bütün peygamberlerden Allahu Teâlâ hazretleri, böylece ahd ü misak almış; “Tamam, siz şimdi yaşıyorsunuz ama sizin nesilleriniz, bu dini devam ettiren soylarınız, soplarınız ilerde âhir zaman peygamberinin çıktığı zamana ulaşan zamandaki nesillerinize söyleyin, o âhir zaman peygamberi geldiği zaman ona tâbi olacaksınız tamam mı?” diye, hepsinden ayrıca bir de Peygamber Efendimiz için misak almıştır Allahu Teâlâ hazretleri.
Onun için Yahudiler; Peygamber Efendimiz peygamber olmadan önce bekliyorlardı, âhir zaman peygamberi gelecek, şirki biz onunla yok edeceğiz diye. Halbuki geldi, geldiği zamanda bu sefer Yahudiliklerini bırakamadılar, onların müşrik dedikleri, sizi yok edeceğiz dedikleri insanlar İslâm’ı kabul etti. Bu sefer onlar, onları yok ettiler, Arabistan’dan sürdüler, çıkarttılar.
Nasipsizlik, yani kibirden, dünya menfaatinden, hesaplardan müslüman olamadılar.
Ve beşşere biye’l-mesîhu îsebnü meryeme. “Ve beni; Meryem’in oğlu İsa aleyhimesselam, gelecek diye müjdeledi.”
Benden sonra âhir zaman peygamberi gelecek diye müjdeledi. Gerçekte İncil’de halen bu müjdeyi ihtiva eden cümleler var. O hakikat nuru gelecek, ben vazifeyi tamamlayamadım, o tamamlayacak diye böyle cümleler var. Bu cümleleri hıristiyanlar te’vil ediyorlar, Cebrail gelecek, vesaire gelecek. Cebrail filan gelmeyecek işte, Cebrail’in gelmesi ayrı! Gelir gider, Cebrail melek her zaman gelir gider, âhir zaman peygamberi gelecek. O hakikat nuru gelecek diye, İsa aleyhisselam onu anlatıyor. Ama bazı papazlar onun, Peygamber Efendimiz’e delalet ettiğini, onu gösterdiğini, ona işaret ettiğini anlayıp müslüman olmuşlardır. Tarihte pek çok papaz, bu şeyden sonra müslüman olmuştur.
Yani İsa aleyhisselam, ben henüz vazifeyi, bütün vazifeleri tamamlayamadım. Benden sonra âhir zaman peygamberi gelecek, görevi o tamamlayacak diye müjdelemiştir.
Ayet-i kerîmelerde de var. Saff sûresinde;
وَاِذْ قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُۜ
Ve iz kâle îsebnü meryeme yâ benî isrâîle innî rasûlullâhi ileyküm musaddikan limâ beyne yedeyhi mine’t-tevrâti ve mübeşşiran bi-rasûlin ye’tî min ba’di’s-mühû Ahmedü. [1]
“Ben Tevrat’ı tasdik ediciyim, Musa aleyhisselam’ın üzerine indirilen Tevrat’ı tasdik edici bir peygamberim; ey benî İsrail ve benden sonra adı Ahmed olacak olan, bir peygamberin geleceğini de size müjdeleyiciyim.” diye, önceden söylemiş ve bu bilgi var. Hatta bütün eski kitaplarda var, Tevrat’ta da var. Ve Allah tarafından indirilmiş de sonradan bozulmuş olduğu anlaşılan kitaplarda da var. Mesela Budizm’de de var, mesela Zerdüştîlik’te de var.
Âhir zamanda bir peygamber gelecek, Allah’ın, çok sevgili bir kulu gelecek, onun sıfatları şöyle olacak, şurada doğacak, buraya hicret edecek. İşte doğduğu yer dağlık bir yer, gittiği yer, iki dağın arasında bir ova diye, böyle bilgiler var. Halen var kitaplarında ve bunları bir İngilizce eser toplamış, fotokopilerini de almış kitapların, o kitapları sayfalarının resimlerini çekmiş basmış, bazı İngilizce kitaplarda, ismini benim bildiğim kitaplarda var.
Ve raet ümmü rasûlillahi sallallahu aleyhi ve sellem fî menâmihâ ennehû harace min beyni ricleyhâ sirâcün edâet lehû kusûru’ş-şâmi. “Ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in annesi rüyasında gördü ki; onun iki ayağının arasından bir kandil, bir ışık kaynağı çıktı ve etrafı öyle aydınlattı ki, Şam’ın konakları bile o ışıktan aydınlandı.” Hani mevlidde geçiyor ya;
Dedi gördüm ol habîbin ânesi,
Bir aceb nur kim güneş pervânesi,
Berg urup çıktı evimden nâgehân,
Göklere dek nur ile doldu cihân.
“Evimden bir nur çıktı evladım doğacağı zaman, bütün cihan nura gark oldu.” Yani Süleyman Çelebi burdan almış, yani sağlam kaynaklardan almış bilgileri.
اَلرَّجُلُ عَلَى دِينِ خَلِيلِهِ. فَلْيَنْظُرْ أَحَدُكُمْ مَنْ يُخَالُّ. د ت حَسَنٌ غَرِيبٌ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ.
Er-racülü ‘alâ dîni halîlihî fe’l-yenzur ehadüküm men yühâllü.
Tirmizî ve Ebû Dâvûd rahmetullahi aleyhima. İki mühim, hadîs âliminin rivayet ettiği ve hasen hadîs olarak kaydettiği bir hadîs-i şerîfi okudum. Ebû Hüreyre radıyallahu anh rivayet etmiş.
Peygamberimiz Efendimiz rehberimiz, önderimiz, başımızın tacı Muhammed-i Mustafa aleyhi efdal-i salavât ekmel-i tahiyyât teslîmât hazretleri buyuruyor ki;
Bu hadîs-i şerîfinde.
Er-racülü ‘alâ dîni halîlihî. Adam arkadaşının dini üzeredir. Arkadaşının dindarlığı ona etki eder. Nasıl yol tutturmuşsa arkadaşı, arkadaş arkadaşa etki yapar. Arkadaşı dindarsa, o da ibadetleri onunla beraber kolay yapar. Arkadaşı fasıksa, bunu fıskı fücura sürükleyebilir. Arkadaşı riyakârsa, buna riyayı bulaştırabilir. Hoş hafif gösterebilir. Edepliyse, edebinden etki yapar. Edepsizse, edepsizliği tesir eder.
Onun için demişler ki; misk dükkanına uğrayan, dükkandan çıktığı zaman üzerinde güzel kokular duyulur. Yani hiçbirşey sürmeseler bile, dükkanın havasından dışarı çıktığı zaman güzel kokar. Demirci dükkanına uğrayan da, dışarı çıktığı zaman duman kokar. Koklandığı zaman duman kokar. Misk dükkanına uğrayan, orada biraz birşeyler ikram eder almasa bile gene güzel bir kokuyla çıkar. Demirci dükkanına uğrayan, bir yere sürünmemeye dikkat etse bile üstü başı kara olur veya ocaktan kıvılcım sıçrar bir yeri yanar. Yani tehlikeli muhit insanı bazı zararlara uğratır. Güzel muhit, insanı istifade ettirir.
İyi arkadaş, insana faydalı olur. Kötü arkadaş, insana zararlı olur.
Fe’l-yenzur ehadüküm. Binâenaleyh sizden biriniz dikkat etsin baksın.
Men yühâllü. Kiminle arkadaşlık ettiğine, dikkat etsin. Arkadaşını iyilerden seçsin. İyi kimselerle arkadaşlık etsin. Çünkü kötü kimseyse, o etki yapacak. O bakımdan arkadaş seçmeye son derece dikkat etmeliyiz. Son derece dikkat etmeliyiz. Kötülerle ahbaplığı kurmak, sonunda farkına varmadan tamam ben biliyorum dikkatliyim dese bile bir yerde etkilenmek durumuna düşürebilir.
Allah bize yardım etsin. Halimiz çok fena. Hep arkadaşlarımız, iyi salih müslümanlar olsun. Çok zor. Bu asırda, bu devirde çok zor.
O halde bulunduğumuz yerde; iyi kimselerle arkadaşlık kurmaya, toplum oluşturmaya, beraber olmaya, gayret etmeliyiz. Namazlı, oruçlu, zikirli, tesbihli, içki içmeyen, haram yemeyen, kötülüklerden uzak durmaya çalışan, iyi, Allah’ın emrettiği güzel işleri yapmaya çalışan kardeşlerle, bir toplum oluşturmaya çalışıyoruz. Oluşmuş. Elhamdûlillah
Bu hiç birinizin, tahmin edemeyeceği kadar mühim bir olaydır. Siz şu anda, içinde bulunduğunuz nimetin belki önemini kavrayamıyorsunuz ama kalkıp çok güzel bir ülkeye şehre gitseniz buradan. Mesela Gold Coast. Mesela Sunshine Coast’ta tek başınıza, orada böyle tam deniz kenarında eğlencenin, zevkin, sefanın, lüksün, sefahetin çok olduğu bir yere gitseniz, ahiretiniz mahvolur. Farkına varmadan, mahvolur. Sizin ruhunuz kalbiniz kararır. Çoluk çocunuz, mahvolur. Çoluk çocuğunuz, elden çıkar.
Onun için Peygamber sallallahu aleyhi vessellem hazretleri buyurmuş ki:
Aleyküm bi’l-cemâ’ati aleyküm bi’s-sevâdi’l-a’zami. Topluluktan ayrılmayın, kopmayın.
Ve men şezze şezze fi’n-nâri. Kim ayrılır giderse, cehenneme doğru ayrılır gider. Ayrılmak, kurtların kapmasına sebep olur. Sürüden ayrılanı, kurt kapar.
Onun için mutlaka mutlaka üç aile beş aile bir yerde bulundu mu bir cami yapması gerekiyor. Namazı beraber kılması gerekiyor ki; toplum oluştursun. İyilerle beraber olsun diye. Nereye giderseniz gidin. Her zaman burada kalmayabilirsiniz. Başka yere göç etmek mecburiyeti olabilir. İş icabı mecburiyetlerden, başka bir şehre gitmek zorunda kalırsınız. Nereye giderseniz gidin, iyi insanları arayıp bulup tanışmalısınız, onlarla arkadaşlık etmelisiniz.
İyi insan kim?
Mümin insan. İyi insanın en başta gelen vazgeçilmez vasfı, mümin olmasıdır. Mümin olmadıktan sonra onun gayrimümin, gayrimüslim olması, kâfir olması, müşrik olması mutlaka size zarar verir. Çok zarar verir, ahbaplık ederseniz.
Mutlaka iyileri arayacaksınız, bulacaksınız. Mutlaka onlarla, bir toplum oluşturacaksınız. Mümkünse, bir yer tutacaksınız. Mümkünse, beraber namaz kılmaya çalışacaksınız.
Bir arkadaşımız geçtiğimiz günlerde Ruthenton’a gitti, Cuma günü, geldi. Orada bir Cuma namazı kılınan yeri iki buçuk saat aramış. Yani eskiden kılınan yerde bile, kılınmıyormuş. Koca bir şehirde, hem de müslümanlar varken, Cuma namazı kılınmaması, çok acı bir olaydır.
Ahiret çok önemlidir. Çünkü ebedidir. Dünya önemsizdir. Çünkü azıcıktır, fanidir. Bizim hepimizin ahireti kazanmaya, ahireti kaybetmemeye, ahirette iyi durumda olmaya çok dikkat etmemiz lazım. Her işimizi ona göre ayarlamamız lazım.
Falanca yerden bana teklif geliyor.
Ben gideyim mi gitmeyeyim mi?
Eğer orada müslümanlığını yaşayabileceksen, daha iyi yaşayabileceksen git. Yaşayamayacaksan gitme. Bir yerde müslümanlığı uygulayabilmek, gönlünce yaşayabilmek mümkün olmadığı zaman; müslümanın, o yerden hicret etmesi gerekir. Hicret o zaman mecburi olur.
Peygamber Efendimizin, Mekkeden ayrılıp Medineye gittiği gibi.
Nereye hicret edecek?
İslamiyeti uygulayabildiği bir yere.
Onun için Avustralya da Port de bir arkadaş, Darwin de bir arkadaş, orada yanlızsa, orada cami yoksa, kalkıp Brisbane gelecek, Siydneye gelecek, Melbourneye gelecek. Müslümanların yanında, yerini alacak. Amerikadaysa arayacak tarayacak; müslümanların yoğun olarak yaşadığı bir yere, camisinin olduğu bir yere gidecek. Orada işini kurmaya çalışacak.
Arkadaşı seçecek, iyi kimseleri değerlendirecek, etrafında konuştuğu kimseleri, iyilerle arkadaşlık kuracak, ahbap olacak, kötülerle ilişkisini geri çekecek. Varsa bile daha önceden, mektepten, tanışıklar, askerlikten tanışıklar falanca yerden filanca yerden ama adam berbat, adam tehlikeli. Onunla ilgisini kesmesi lazım.
Çünkü Efendimiz, kiminle arkadaşlık ettiğine kişi bakmalı buyuruyor, binâenaleyh diyor bakmalı diyor. Bu çok önemli bir husustur. Küçük bir çocuk, gittiği bir mektepte sınıfta kötü bir kimseyle arkadaş olursa, ayağı kayabilir. Sınıfta iyi bir çocukla arkadaş olursa, sınıfın çalışkanları arasına girebilir. İyi bir mektepte okursa, iyi aile çocuklarının olduğu bir mektepte okursa, iyi yetişebilir. Düşük bir okulda okursa, düşük çocukların arasında, kendisini ne kadar iyi eğitim, aile terbiyesi görmüş olsa bile, mutlaka kaybı olur.
Onun için çocuklarımıza da iyi muhit hazırlamaya, iyi mekteplerde okutmaya, onların arkadaşlarını; kimlerden seçtiklerini gözetmeye mutlaka dikkat etmek zorundayız. İyilerle ahbaplık kurmalarına da yardımcı olmalıyız. Onları çağırmalıyız evimize, evlerine gitmeliyiz vesaire.
İkinci hadîs-i şerîf;
اَلرِّزْقُ إِلَى بَيْتٍ فِيهِ السَّخَاءُ أَسْرَعُ مِنَ الشَّفْرَةِ إِلَى سَنَامِ الْبَعِيرِ. ابْنُ عَسَاكِرَ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ.
Er-Rızku ilâ beytin fîhi’s-sehâ- esra’u mine’ş-şefrati ilâ senâmi’l-ba’îri.
İbn Asâkir, Ebû Saîd hazretlerinden radıyallahu anh rivayet eylemiş ki;
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor; Rızk, insanın yediği, içtiği, kısmeti, nasibi, rızkı. İçinde cömertlik olan eve, bıçağın devenin hörgüç yağına girmesinden, yağın içine girmesinden daha kolay girer. Bıçak yağın içine, tabi orası Arabistan olduğu için mevcut yağı söylüyor, yani devenin hörgücünün yağı. Gevşek orası. Hörgücü gevşek. Yağ çıkıntısıdır o. Hayvanı kestin, yüzdün filan, hani nasıl koyunun arkasında kuyruğu oluyor, yağ oluyor. Onun gibi. Yani orası da ben görmedim hiç devenin hörgücünün yağı nasıl oluyor ama. Onun içine bıçak fırtt diye girer, kolay, zor değil, kolay girer.
İçinde cömertlik olan eve; rızk, bıçağın devenin hörgüç yağına girmesinden, daha hızlı gelir. Rızk gelir.
Neden?
Cömertlik var.
Cömertlik, Allahın çok sevdiği bir güzel ahlâktır. Kişi, kendisinin sahip olduğu zenginlikten, az da olsa varlıktan, başkasına ikramda bulunursa ona cömertlik deniliyor. Al kardeşim, yarım elma buyur. Yarısı senin, yarısı benim. Yarım elma, gönül alma. Ama tabi daha çoksa daha çok verir. Daha çoksa daha çok verir.
Bugün ülkemizde veya başka yerlerde, hatta Avustralya da toplumun istifade ettiği pek çok kıymetli şeyin sebebi, o binaları, o tesisleri, o imkanları birilerinin, cömert birilerinin, topluma bağışlamasından dolayıdır. Camilerde namaz kılıyoruz. Kim yaptırmış bu camileri? Falanca ağa, falanca padişah, filanca sadrazam, filanca vezir. E yaptırmamış olsaydı, orada cami olmayacaktı, camide kılıyoruz namazı. Halının üstüne rahatça namaz kılıyoruz, taşta kılsaydık ayağımız üşüyecekti. O halıyı seren, bir hayır yapmış. Bilmem hastanede tedavi oluyorsun. Valide Sultan, yaptırmış hastaneyi Allah razı olsun. Çeşmeden su dolduruyorsun içiyorsun kim getirdi?
İşte falanca hayır sahibi, falanca yerden getirmiş, istifade ediyorsun. Yani toplum;cömertlerin sayesinde rahat yaşıyor. Cömertler, hayırları yapıyor, cömertlikleri yapıyor, ikramlarını hediye ediyor birilerine de, onun için toplum rahat ediyor. Kimse kimseye zırnık vermese, koklatmasa, toplum çok sıkıntılara düşer.
Amerika da ödünç vermeyi bir kanun olarak meclisten geçirecekleri zaman, misal vermiş Reisi Cumhur. Bu kanunu oylayacağız şimdi, siz oy verin, mesela demiş; sizin evde yangın çıktı. Merdiven lazım ki, su fışkırtasınız yangının üstüne. Komşunuzda merdiven var, sizde merdiven yok. İşte ondan ödünç onu almak, işte budur diye. Haa öyle mi hemen imzalamışlar geçmiş kanun. Yani güzel misal vermişler. Evet yani birisi birisine olan şeyini verirse o adam rahat eder. Vermezse cayır cayır yanar evi. Yani suyu dökecek şeyi yok. Aman şu şöyle oldu, sende şu alet var mı, şurasını şey yapıvereyim. Olur, tamam.
Yani bizim sineklik telleri bile, ben yokken burada, takmakta çok zorlanmışlar arkadaşlar. Halbuki yuvarlak bir tekerleği var onun tırrrtt yapıveriyorsun, şöyle çerçeveye hemen yuvasına oturuveriyor. Alet. Seyitçiğim sende şu alet var mı ver bakim bilmem ne tırtt yapıverirsin olur biter. Çakın varsa ver, hemen çıkartır verir olur biter. Bende çakı yok. Ee birşeyle kesilecek, lazım oldu.
Yani kişi olarak cömerdi Allah sever. Bir evde de cömertlik varsa yani baba cömert, hanım cömert vesaire. O eve de rızık çok gelir. İçinde cömertlik olan eve, Cenâb-ı Hakk rızkı gönderir. Hem de hızlı bir şekilde gönderir. Nereden geldiğini anlayamazlar, şükrederler, hamdederler, Allah Allah şunlara bak neler geldi filan diye.
Onun için cömertliğe, dikkat edelim. Cömert olmaya, elimize hayır imkanı geçti mi, bir fakir muhtaç gördük mü, hayrımızı, hasenatımızı yapmayı nimet bilelim.
Kişinin evinin önünde, kapısındaki muhtaç fakir, dilenci; Allahın ona gönderdiği bir hediyedir diyor, Peygamber Efendimiz. Allah’ın hediyesi.
Niye?
Kapıya kadar gelmiş. Allah rızası için birşey ver diyor. Sende veriyorsun, bedavadan, yorulmadan. Yoksa sen arayacaktın. O kapıya kadar gelmiş. Çıkartıp veriyorsun. Hiç birşey veremezsen, ona dua ediver diye Peygamber Efendimiz. Paran yok, pulun yok, istediği şeyi verecek durumda değilsin. İşte o zaman kardeşim kusura bakma olsaydı verirdim ama Allah sana ihsan eylesin, bende muhtaç durumdayım, bendede yok filan. Şimdi bunu yanlış anlamışlar. Fakir geliyor istiyor. Allah versin diyor. Canım Allah herkese veriyor zaten. Ne demek Allah versin?
Zaten verirse verir. Allah versin. Yani ben vermiyorum demek o. Varsa vereceksin de yoksa, Allah sana, ihsan etsin diyeceksin. Yanlış kullanılıyor, bence. Öyle tahmin ediyorum.
Allah, cümlemizi her günahtan korusun. Her hayrı yapmaya muvaffak eylesin.
Sübhanekellâhümme ve bihamdik, eşhedü enlâ ilahe illâ ente vahdeke lâ şerîke leke estağfiruke ve etûbü ileyk. Sübhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ inneke ente’l-alîmü’l-hakîm.
Sübhâne rabbike rabbi’l-izzeti ammâ yesifûn ve selamün ale’l-mürselîn velhamdülillahi rabbi’l-âlemîn.
el-Fâtiha.