Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla…
Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri (oyun ve eğlence olsun da) “oynayalım” diye (boşuna) yaratmadık. (Duhan, 38)
Gözlerimizi kapattığımız zaman, dünya karanlık bir yer haline gelir. Etrafımızdaki hiçbir şeyi göremeyiz. Oysaki biz göremiyoruz diye etrafımızdaki şeyler yok olmuş değildir. Hepsi yerli yerinde duruyor ve kâinatta her şey aynı anda hem var oluyor hem de varlığını sürdürüyor.
Göklere baktığımızda görürüz ki; içinde yaşadığımız gezegenden çok daha büyük kütlelere sahip olan gök cisimleri, birbirlerine çarpmadan, beraberce ve büyük bir hız ile intizamlı bir şekilde yer almaktadır. Güneş, ay, bitkiler, hayvanlar, dağlar, bulutlar, yağmur damlaları… Hülasa tüm yaratılmışlar, kâinatta kendilerine verilmiş olan vazifeyi layıkıyla yapmakta ve yaratılış gayesine uygun hareket etmektedirler.
Cenab-ı Hak (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de, varlıkların yaratılış gayesini şöyle bildirmektedir:
Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri (oyun ve eğlence olsun da) “oynayalım” diye (boşuna) yaratmadık. (Duhan, 38)
Şüphesiz biz yeryüzünde olan şeyleri, onun üzerinde ziynet/süs yaptık. Böylece insanların hangisinin amel bakımından daha güzel olduğunu denemek istedik. (Kehf, 7)
Kâinatta var olan her şeyin bir yaratılış gayesi vardır. Tüm varlıkların yaratılış amacı ise insana hizmettir. Mahlûkatın hizmetine verildiği, akıl, kalp ve irade sahibi insanın da varoluş gayesi Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır:
O, ölümü ve hayatı, amel/davranış bakımından hanginizin daha güzel olacağını imtihan etmek için yarattı. O mutlak galip, çok bağışlayandır. (Mülk, 2)
Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan Hocaefendi yaratılış gayemizi, ayet-i kerimenin ışığında, şu cümleyle özetlemektedir:
“Elhamdülillâh Müslümanız; gayemizin kaynağı imanımızdır. Biliyoruz ki, dünya bizim asıl yurdumuz değil, muvakkat bir imtihan yeri... Ömrümüzün rüzgâr gibi süratle geçip gittiğini gördükçe, ahiretimiz için halisane ve yoğun salih ameller işlemek gerektiğini daha kuvvetle hissediyoruz. Fırsat kaçmadan insanlık için faydalı işler yapmalı; dinimize ve din kardeşlerimize bütün imkânlarımızı kullanarak hizmet etmeliyiz.”
Görüldüğü üzere, sayısız nimetin verildiği insanoğlu yeryüzünde başıboş ve amaçsız bir şekilde bırakılmamış, bilakis yeryüzü hayatı onun için bir imtihan yurdu kılınmış ve diğer birçok mahlûkatın aksine, insanoğlu mükellef/sorumlu bir varlık olarak yaratılmıştır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde insanın yaratılış serüvenini, ümmetine şöyle anlatmaktadır:
Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mes'ud’dan (r.a) rivayet edilir:
Doğru sözlü ve doğru sözlü olduğu tasdik olunan Rasulullah (s.a.v.) bize şunu anlattı: “Sizden her birinizin hilkati, annesinin karnında kırk gün süre ile nutfe olarak bir araya getirilir. Sonra bunun kadar bir süre alaka (sülük gibi yapışan ve kan emen bir kan pıhtısı) olur. Sonra bunun kadar bir süre mudga (bir çiğnemlik et) olur. Sonra ona melek gönderilir, melek ona ruh üfler ve şu dört hususu yazmakla emrolunur:
Rızkını, ecelini, amelini, bedbaht mı, mutlu mu olacağını…” (Buhâri, Kader, 1, VII, 210; Müslim Şerhi, V, 496)
Hadis-i şerifte yaratılış serüveni anlatılan insana, Allahu Teâlâ’nın emirleri ve yasakları amaç ve hedef vermekte, bunun aksine emir ve yasaklardan bağımsız olarak yaşayan insan ise yaratılış gayesinden uzaklaşarak başıboş ve amaçsız bir kişi haline gelmektedir.
İnsanoğluna düşen görevi, Mahmud Esad Coşan Hocaefendi ne güzel dile getirmiştir:
“İnsanın hedefi: Yaratılış gayesini sezip, görevini idrake başlaması, sorumluluğunu hissetmesi, aziz ve celil Rabbimiz olan Allah’a mahbûb ve makbul kul olmaya yönelmesi, numûne-i imtisâlimiz, rehberimiz, Rasulullah Efendimiz’e (s.a.v.) has halis ümmet olmaya çalışmasıdır.”
İnsanın bu dünyada var olma gayesinin ilk basamağı, her şeyi yaratan Allah’ın kudretine teslim olarak ona varan yollar aramasıdır. Bu da ancak Allah’a ve Resulü’ne itaat etmekten geçer.
Kur’an-ı Kerim’de yüce Rabbimiz bu hakikate dikkat çekmekte ve kullarına şöyle seslenmektedir:
(Ey Resulüm!) Hani Rabbin meleklere: “Ben, yeryüzünde (hükümlerimi yerine getirecek) bir halife (yetki ve yöneticiliğe elverişli insan) yaratacağım.” demişti. (Melekler de: “Yâ Rab!) Biz seni hamd (övgü) ile yüceltip ve seni bütün noksanlıklardan tenzih edip ulularken, orada (senin emirlerini tutmayıp) bozgunculuk çıkaracak ve kan akıtacak birisini mi yaratacaksın?” dediler. (Allah da): “Şüphesiz ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim.” dedi. (Bakara, 30)
Biz (onlara): “Hepiniz (Âdem, zevcesi ve şeytan) oradan (cennetten) inin. Eğer benden size (ve neslinize) bir hidayet (Peygamberlik/Kitab) gelir de, kim hidayetime/rehberime tâbi olursa, artık onlara hiçbir endişe yoktur ve onlar bir üzüntü de duymayacaklardır.” dedik. (Bakara, 38)
İşte yaratılışın asıl gayesi budur. İnsan, dünyevi zevkler için değil, sadece ama sadece Allah’a itaat edip O’nu ibadette tevhid etmek için yaratılmıştır. Tüm Kitaplar bunun için indirilmiş, Adem (a.s)’den beri tüm Peygamberler de, bu amaç için gönderilmiştir.
İnsanlık tarihi, varoluş amacından uzaklaşmış, yanlış yönlere yollara sapmış ve neticesinde hüsrana uğramış insanlarla da doludur. İnsanlığın ebedi hüsrana uğramaması içinse tek kurtuluş yolu, tevhidi hayatlarının merkezine almaları ve bu doğrultuda yaşamalarıdır.
Mahmud Esad Coşan Hocaefendi Allahu Teâlâ hazretlerine güzel kulluk yaparak yaşamanın ibadet olduğunu bizlere şöyle hatırlatıyor:
“İbadet deyince bizim hatırımıza hemen namaz geliyor, Ramazan günü orucu geliyor, haccetmek geliyor. Halbuki bu ayet-i kerimede de "Yaratılışın gayesi ancak ibadettir." diye anlatılıyor, bildiriliyor. Peki, biz hep namazla, oruçla, bu ibadet diye düşündüğümüz zaman, hatırımıza ilk gelen şeylerle mi meşgul olacağız?
Hayır! İbadetin manası bizim Türkçe'de düşündüğümüzden, hemen aklımıza ilk gelen şekillerden çok daha geniştir.
İbadet, Allahu Teâlâ hazretlerine güzel kulluk yaparak yaşamak demektir. Hayatın her anı Allah'a itaatle geçiyorsa ibadettir; Allah'a bağlı olarak geçiyorsa, Allah'ı hatırlayarak, Allah'ın rızasını kazanmak yolunda hareket ederek geçiyorsa bu ibadettir. Ve eğer Allah'a itaat etmeden, âsi olarak, sözünü dinlemeden geçiyorsa bu da ibadet etmemektir.
O bakımdan ibadeti, Allah'ı bilerek, Allah'ı severek, Allah'ın rızasını düşünerek yaptığımız her hareket olarak tarif edebiliriz. O halde insanın yemesi, içmesi, hatta uyuması, uyanması dahi, niyetine göre ibadet sevabı kazanmaya sebep olabilir. Dükkânında çalışması dahi ibadet sevabı kazanmasına sebep olabilir.
Demek ki biz yeryüzüne Allah'a itaat etmek ve bu imtihan olan hayatımızı Allah'ın rızasına uygun geçirmek üzere denenmek için indirilmiş varlıklarız.
İbadeti güzel yapmak için, hayatı Allah'ın rızasına uygun geçirmek için de, hemen görülüyor ki bilgi lazım. İnsan ne yaparsa Allah'ın rızasına uygun olur, ne yaparsa Allah'ın rızasına aykırı olur, nasıl hareket ederse Allah sever, nasıl hareket ederse Allah'ın gazabına uğrayabilir, bunları bilmesi lazım.”