İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
Yatsı21:22 İmsak04:37 Güneş06:10 İşrak06:50 Öğle13:08 İkindi16:53 Akşam19:54
Hava - Hava durumuÇok Bulutlu 13°C Nem %86
Türkçe
11 Şevval 1445 19 Nisan 2024 Cuma
11 Şevval 1445
Akşam
19:54
Yatsı
21:22
İmsak
04:37
Güneş
06:10
İşrak
06:50
Öğle
13:08
İkindi
16:53
Giriş Yap

Cuma Sohbeti, ‘Helal Kazanç ve Sünnete Sarılmak‘

Özel Haber
Özel Haber
10.11.2023    |

Hocamız, Gönül Dostumuz, Mürebbi'miz Mahmud Es’ad Coşan'ın; 'Helal kazanç, doğru arkadaş edinmek, Kur'an ve sünnete sarılmak' hususlarındaki hadis-i şerifleri açıkladığı Cuma Sohbetinin metninin bir bölümünü istifadenize sunuyoruz.

Dinlemek için:

es-Selamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh.

Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den İbn Asâkir ve Tayâlisî Huzeyfe radıyallahu anh’ten rivayet etmişler ki Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir mübarek hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlar;

Se-ye’ti aleyküm zemanün lâ yekûnu fî-hi şey’ün e’azzü min-selâsin dirhemün halâlün ev ehun yüste’nesü bi-hî ev sünnetün yu’melü bi-hâ. Sadaka Resûlullah fî-mâ-kâl ev ke-mâ-kâl.

Se-ye’tî aleyküm. “Sizin üzerinize gelecek”, zemânün, “bir zaman.”

Yani asırlar, çağlar geçecek, zaman ilerleyecek, böyle bir devre, böyle şeylerin olduğu bir zamana ulaşacaksınız. Peygamber Efendimiz, olacak şeyi, kendi zamanından ileriyi anlatıyor.

Diyor ki; o zamanda, lâ yekûnu fî-hi şey’ün e’azzü min-selasin. “Şu üç şeyden daha kıymetli, daha izzetli, daha değerli bir şey olmayacak.”

E’azzü izzetli demek, kıymetli mânasına gelir ama bir de Arapça’da azze’l-meta’u fi’s-sûki, derler, yani pazarda meta azaldı, nadirleşti, bulunmuyor, arıyorsun, arıyorsun yok o. Mâna burada daha bariz olarak görülüyor, yani şu üç şeyden daha nadir, daha az bulunur ve kıymetli şey olmaz; o zamanda azalacak, bunlar kolay kolay bulunmayacak.

Bir, dirhemün halâlün. Bu azalan kolay bulunmayan şeylerden birincisi, Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîfinde söylediği “helâl dirhem”, dinar ve dirhem o zamanın parasının ismi, o devrin parasının ismi ama mânayı umumî olarak anlamamız lazım. Türkiye için para birimi liradır, Amerika için dolardır, Fransa için franktır, dirhemün halâlün demek, helâl para, dirhem. Demek ki zaman geçince insanlar helâl para kazanma yollarından uzaklaşacaklar ve helâl para kazanan, parası helâl olan insan azalacak. Bu bir üzücü durum çünkü İslâm geldiği zaman toplumda büyük bir değişiklik meydana geldi. Herkes çok büyük bir heyecana yükseldi, çok büyük aşkla, şevk ile Allah’ın Kitabı’nı baş tâcı etti, Peygamber Efendimiz’in sünnetini rehber eyledi, toplum değişti, güzel bir ahlâk geldi. Ceziretü’l-Arab’dan şirk ve küfür sürüldü, çıkartıldı.

İslâm dört bir tarafa yayıldı. Hatta rahmetle anıyorum, Allah şefaatine erdirsin o mübarek mücahitlerin, Ukbetü’bnü Nâfi Afrika’yı boydan boya geçiyor ki -ne kadar büyük bir mesafe- o zamanın vasıtaları ile ne kadar muazzam bir iş. Mısır’ı, Libya’yı, Tunus’u, Cezayir’i, Fas’ı geçiyor, Atlas okyanusuna ulaşıyor ve devesini durdurmuyor, devesini sürüyor suyun içine, denizin içine. Atlas okyanusuna deve gittikten sonra, suyun içinde ellerini kaldırıp Allah’a dua ediyor;

“Yâ Rabbi benim karşıma maalesef bu deniz çıktı. Eğer karşıma bu denizi çıkartmasaydın Senin dinini daha uzaklara kadar götürürdüm, götürmek niyetindeydim.” diye.

O zamanın, İslâm’ı yaymak isteyen insanlardaki aşka, şevke, azme bakın ki kıtalar aşılıyor. Bir nefeste ancak okyanuslarda duruluyor, orada da durulmayacak belki ama o zamanın vasıtalarıyla oraları geçmek, o çağlarda mümkün olmadığı için, elini kaldırıyor;

“Yâ Rabbi kusurumu affet bu kadar yapabildim.”

O mübarekler, o mücahitler… Acaba bizim hâlimiz nice olacak?

Bu arada kendi kendimize sormalıyız; “Onlar İslâm için bu kadar çalışmışlar, biz İslâm için ne yapıyoruz?” diye, kendi kendimize şöyle bir muhasebe yapmalıyız, kendi durumumuzu ölçmeliyiz.

İslâm böyle yayıldı ve insanlar helâl lokma yemeye, dürüst insan olmaya, edepli, ahlâklı, zarif, kâmil, Allah’tan korkan, müttakî, salih insanlar olmaya döndüler ve kazançlarından zekât, sadaka verdiler, hayırlar yaptılar, hükümdarlardan para kabul etmediler, gelen paraları anında fakirlere dağıttılar. İslâm tarihinde böyle şahane olaylar, şahane ahlâk davranışları, yüksek fazilet âbidesi olacak çok göz kamaştırıcı güzel olaylar meydana geldi. Dağdaki çoban da haram yemiyordu, sürünün kuzusunu satmıyordu, satıp koyup da “kurt yedi” demiyordu, şehirdeki tüccar da dürüst davranıyordu. Herkes İslâmî ahlâka göre hareket ediyordu, bu yaygın idi.

“Sonradan bunlar değişecek…” diye Peygamber Efendimiz bildiriyor. Bir zaman gelecek helâl lokma bulunmaz, çok nadir bulunur, ender ele geçer bir meta hâline gelecek demiş oluyor bu hadîs-i şerîfte. Peygamber Efendimiz ashabın ümitsizlik içinde olduğu, müşriklerin kendilerine hunharca saldırdığı, işkenceler yapıp öldürdüğü, müslümanların mazlum ve mağdur olduğu Mekke devrinde bile diyordu ki;

“Sabredin, Allah yardım edecek ve bu İslâm dini yayılacak, kisraların, kayserlerin diyarları, müslümanların eline geçecek.”

Müşrikler hayret ediyorlardı. Alay etmek istiyorlardı; “Şunlara bak kendi varlıklarını korumaktan âciz, nelerden bahsediyor, kisraların yani Sâsânî İmparatorluğu’nun, kayserlerin yani Bizans imparatorunun saraylarını alacaklarmış.” gibi söylemlerde bulunuyorlardı, inanamıyorlardı ama öyle oldu işte.

İslâm öyle dünyanın her yerine yayılacak demiş oluyor Efendimiz hadîs-i şerîfinde ve bir zaman gelecek helâl dirhem bulmak mümkün olmayacak veyahut helâl dirhem çok az bulunacak, helâl para, helâl kazanç az bulunacak.

Hâlbuki zor mu helâlinden kazanmak?

Zor değil, zor değil ama mesela Ahmed-i Yesevî Efendimiz Pîr-i Türkistan, mübarek evliyâullah büyüğümüz ne yaparmış, kaşık yontarmış, kendisi de çarşıya pazara gitmezmiş, merkebinin sepetine, küfesine yaptığı kaşıkları koyarmış, merkebini dehlermiş, çarşıda kaşıkları alanlar, bakanlar, beğenenler, parasını sepetine koyarlarmış. Merkep geri döndüğünde kaşıkların parasını alır, yani helâlinden kendisi elinin emeğini yermiş, bir de fukarâya, dervişlere, tekkesindeki misafirlere, yoksullara onunla hayır hasenât yaparmış, yedirirmiş.

Yunus Emre’nin biliyoruz ilahîlerinde, “didiş kazan ye yedir” diye söylediği şeyleri, gayrete gel, kalk çalış çabala kazan, kendin de helâlinden ye başkasına da yedir. Başkasına da yedirmek, ikram etmek, ziyafet çekmek, yoksulun imdadına yetişmek, sadaka vermek, hayır vermek, o devirde çok yaygın. Şimdi elinin emeği ile geçinmek, helâl kazanç olur, dürüst tüccar çalışır.

Peygamber Efendimiz’in müjdesi var “Dürüst tüccar, doğru sözlü, dürüst hareket eden, ticaretine hile katmayan tüccar Arş-ı âlâ’nın gölgesinde gölgelenecek.” Çok yüksek mertebelere çıkacak, âhirette çok rahat edecek. Ticareti düzgün yapar, haram, hile katmaz, dürüst davranır.

Alışverişin nasıl yapılacağına dair teferruatlı bilgiler kitaplarda var. Bizim bu hadis kitaplarında da var hatta levha hâlinde kardeşlerimiz bastırmışlar, en hayırlı kazanç Etyabü’l-kesb yani kazancın en temizi, en hoşu şu tüccarın kazancıdır ki şöyle hareket eder, haram yemez, yalan söylemez vesaire diye şartlarını bildiriyor Peygamber Efendimiz.

Evet, ticaret yapar kazanır, ziraat yapar kazanır, sanat yapar kazanır. Hayırlı hizmet eder, hayıra matuf, kendisine yükletilmiş el-emru fevka’l-edeb devlet hizmetleri, memuriyetler, âmme hizmetleri onları dürüst yapar, hakkıyla yapar, sevapları kazanabilir, kazancı da temiz olur.

Peki, haram kazanç nasıl oluyor?

Haram kazanç aldatmakla oluyor, vazifeyi iyi yapmamakla oluyor, gayrimeşru yollarla kazanmakla oluyor, rüşvetle oluyor, hırsızlıkla oluyor, eksik tartmakla oluyor vesaire yollarla oluyor. Kötüler cezalandırılmadığı için,  dürüst insan da borcunun taksitini ödeyemediğinden, tüccar bütün sene çalışıp da sermayesini bile koruyamaz duruma geldiğinden. Tabii o zaman başka yollara sapıyorlar. İşte repo denilen korkunç faiz, aldatmaca, hile, gasp gibi çeşitli gayrimeşru yollarla paralar helâlliğini kaybediyor veyahut insanların gayriahlâkî davranışlarıyla ticaret bile yapsa, imalatını hileli yaptığından veyahut Allah’ın “çalışmayın” dediği zamanda çalışıp “yapın” dediği ibadetleri ihmal ettiğinden haramlaşıyor. O zaman dirhemi, helâl, aziz bir meta oluyor, yani helâl lokma azalıyor.

Biz bu ihtardan, bu ikazdan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in bu zarif hadîs-i şerîfinden kendimize hangi dersi çıkartacağız?

Birincisi, acaba ben kazancımı nerden sağlıyorum? Nasıl geçiniyorum? Boğazımdan yediğim lokma Allah’ın rızasına uygun, helâl bir lokma mı? İşim helâl bir iş mi? Allah’ın sevdiği bir iş mi yoksa Allah’ın yasakladığı haram maddeler mi satıyorum? Haram işler mi yapıyorum?

“Allah’ın istemediği yollardan kazanıyorum.” diye ilk önce kazancının şeklini, kârının menşeini düşünmesi lazım, bu bir. İlk düşüneceğimiz şey bu, eğer hatalı durum varsa, derhal helâl kazancın yollarına dönmesi lazım; çünkü bir insan haram lokma yedi mi, haram lokma ile vücudunda mutlaka bir şey meydana gelir, “Vücuduna fayda verir bir et biter.” diyor rivayetlerde. Ona da cehennem ateşi yakışır yani cehenneme mutlaka girer demek.

 

Neler haramdır? Hangi maddeler, maddenin kendisi dolayısıyla haramdır?

Mesela içki haramdır, domuz eti haramdır; mesela bilmem şu hayvanların etleri yenilmez. Bunları öğreneceğiz, bir de helâl mal bize kazanç yolu yanlış olduğu zaman, madde temiz olmakla beraber, kazanç yolu ters olduğundan haramlaşır. Kazancın meşru olmasına, gayrimeşru olmamasına, günah yollarından olmamasına dikkat edeceğiz. Haramları sıralayacağız, çoluk çocuğumuza öncelikle öğreteceğiz, “Evladım bak sakın ha haram yeme, sonra dünya ve âhiretin mahvolur.” diye, ilk önce bunları çocuklarımıza öğreteceğiz, kendimiz de öğreneceğiz.

Ne kadar güzel, eski hanımlar beylerini sabahleyin işe uğurlarken, “Aman efendi, bize helâl lokma getir, biz çok para istemiyoruz, helâl istiyoruz, çoluk çocuğumuza haram lokma kazanıp haram getirme…” diye tembih ederlermiş, kocalarına nasihat ederlermiş. “Ben altın, gümüş, bilezik, yüzük, kolye, bronş, elmas, yakut istemiyorum, helâl istiyorum.” diye bildirirlermiş, bu bir.

İkinci az bulunan şey, böyle zamanın bozulduğu ilerdeki devreleri anlatıyor Peygamber Efendimiz. O zaman az bulunan ikinci şey;

Ev ehun yüste’nesü bi-hî. “Kendisiyle oturup kalkılacak, ünsiyet edilecek bir dost çok az olacak.

Bakın bu da çok önemli. İslâm, müslümanlar arasında samimi bir kardeşlik meydana getiriyor, din kardeşliği meydana getiriyor, birbirini seviyorlar, birbirlerini evlerine davet ediyorlar, sahâbe-i kirâmın hayatını görüyoruz. Peygamber Efendimiz onları ayrıca kardeş etmiş muhacirle, ensarı. Birbirlerinin evlerine ziyarete gidiyorlar, birbirlerine fedakârlıkta bulunuyorlar, hadîs-i şerîfler var. Allah için bir âhiret kardeşi edinen ne kadar büyük sevaplar kazanır.

Bunları biz böyle uzun uzun geçtiğimiz sohbetlerde vurguluyoruz, anlatıyoruz.

Tasavvuf neden kıymetli?

Çünkü insanlar âhiret kardeşi oluyor, dünyevî menfaat üzerine değil, âhiret sevabı üzerine samimi, hasbî Allah rızasına dayalı bir kardeşlik meydana geliyor, ihvan oluyor, kardeş oluyor, fedakârlık yapıyor.

Evet, yani ne büyük bir nimettir insanın içine katıldığı bir muhabbetli arkadaş topluluğu olması, hatta bir tane bile oturup kalkıp konuşabileceği, samimi, derdini açabileceği, dertleşeceği bir kardeşinin olması çok önemlidir, hem dünyevî bakımdan hem uhrevî bakımdan önemlidir, hem ruh sağlığı bakımından önemlidir. İnsan arkadaşsız olursa, toplumda kendisine arkadaş bulamazsa, yalnızlıktan bunalıma düşer.

Ruh sağlığı bakımından da önemlidir, maddî bakımdan da önemlidir. Arkadaş insanın hasta olduğu zaman yardımına koşar, yapamadığı işlerde destek olur, zor işlerde yanına gelir, elle gelen düğün bayram dedikleri gibi o zaman hoş, güzel şeyler yapılır. Yani himmetli, samimi, dindar, aldatmayan, iyiliksever, Allah’tan korkan, salih bir arkadaş çok kıymetlidir, yani ağırlığı kadar altındır, mücevherdir, son derece kıymetlidir.

 

Eğer bizim böyle samimi, candan kardeşlerimiz varsa kıymetini bilelim. Kardeşler, kardeşlerinin kıymetini bilsin, çünkü dünyanın başka yerinde böyle güzel şeyler bulunmuyor, bu bizim dinimizin, medeniyetimizin, tarihimizin, ecdadımızın bize hazırladığı bir nimet. 

Ahlâk niye bozulmuş?

Din gevşeyince, ahlâk bozulmuş. Ahlâkın temeli, dayandığı temel, beton sağlam.

Temel nedir?

Dindir. O olmadığı zaman çamur üstüne bir bina yaparsın, hemen batar, eğilir, yamulur, çatlar, gider. Çürük araziye yapılan bina payidar olmaz, devam etmez, yıkılır, gider. Din gittiği için, dinin önemi çok büyük, o gittiği zaman arkadaşlık da gidiyor.

Sadece ezan oku, namaz kıldır, ondan sonra dînî hizmet bitti. Böyle şey olmaz, din bu değil! Böyle olmaması lazım, din her şeyin temeli olduğundan, insanı kavraması lazım. İnsanın içinde kendisini sevk eden, bir güzel duygu hâline gelmesi lazım. Bir müfettiş, bir murakıp, bir saik hâline, sebep hâline gelmesi lazım. Her şeyi Allah’tan korkarak, âhireti, sonunu düşünerek, sevabı umarak, cenneti isteyerek, cehennemden sakınarak yapması lazım insanın. Bu da eğitimle olur.

 

Dinin temeli nedir?

Her zaman söylüyorum, hep hadisleri okuyoruz, hadislere alıştırmaya çalışıyoruz 

“Aman, dini doğru öğrenmek istiyorsanız sünnet-i seniyyeye sarılacaksınız.”

Herkes bir laf söylüyor, dini bazıları da saptırmaya çalışıyor. Saptırmaya çalışanların karşısında dinin ne olduğunu, doğruyu, Allah’ın rızasını, Peygamber Efendimiz’in yolunu öğrenmenin çaresi, sünnet-i seniyyeye sarılmak, her şeyi sünnete uygun yapmak. Sünnete uygun yapan cenneti bulur, sünnete aykırı bid’at iş yapan hatta dînî bir şeyi yapıyorum sanarak bile.

Dinimizin iki temeli var.

Bir; Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın kelamı. Âmenna ve saddaknâ ve Cebrail aleyhisselam’ın, Peygamber Efendimiz’e indirdiği mukaddes kitabımız, Allah’ın en son hitabı, insanlığa gönderdiği en son mukaddes kitabı öteki kitapların da eksikliklerini, yanlışlarını, unutulmuşlarını, tahrifata uğrayan kısımlarını düzelten, insanlığın kurtarıcısı, Allah’ın sağlam ipi Kur’ân-ı Kerîm.

Tamam, bir bunu öğreneceğiz. Biz de Kur’ân-ı Kerîm öğrenme de yanlış bir uygulama: Kur’ân-ı Kerîm okunuyor, dinleniyor ama anlamadan. Anlanmıyor, anlamaya heveslenmiyor kimse. Kur’ân-ı Kerîmi anlamak için hem üzerinde çalışması lazım hem de bir de İngilizce kadar, Fransızca kadar, Almanca kadar hepimizin, Arapça’yı da sevip Arapça’ya da çalışmamız lazım. Bak ülkemizin komşuları. Ortadoğu’da bulunuyoruz. Arap. Çevremizde Araplar var. Başka ülkeler çevrelerindeki milletlerin dillerini sırf o sebeple öğreniyorlar. Benim çevremde şu var, şunları öğreniyorum diye. Koca bir kültür, koca bir tarih, koca bir mâzi, kütüphaneler dolusu kitaplar.

Arapça’yı mutlaka herkes öğrenecek. Arapça, Kur’an’ın anahtarı. Kur’ân-ı Kerîm de cennetin anahtarı. 

Millet yanlışı doğrudan ayırt etmiyor, yanlışı alkışlıyor, yanlışın peşinden gidiyor. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovuyorlar. O zaman olmuyor.

Bunun çaresi ne?

Bunun çaresi Kur’an’ın anlamını bilerek ve Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîflerini okuyarak doğruyu öğrenmek. Önce teslim olacak. İslâm teslim olmak demek. “Kur’an ne diyorsa, Peygamber Efendimiz ne diyorsa kabul edeceğim.” diyecek, ondan sonra kendisini ona göre ayarlayacak. 

Dinimizi öğreneceğiz. Dinimizi öğrenmek için Arapça çalışmak lazım, Kur’an’ı öğrenmek lazım, hadîs-i şerîfi öğrenmek lazım. Ondan sonra Kur’an ve hadis yolunda yürüyen hakîkî alimleri dinlemek lazım. Alim taslaklarının ortaya çıkıp da yalancı pehlivan gibi peşkeş çekenleri anlamak lazım.

Nasıl anlar?

Hakkı bilirse anlar. Hz. Ali Efendimiz buyurmuş ki;

“Adamlara bakarak hakkı anlamaya çalışma!”

“Şu adam şunu diyor, galiba bu haklı…” deme, adamlara bakarak hakkı öğrenmeye çalışma.

“Hakkı ilk önce öğren, kimin hak ehli olduğunu o zaman daha iyi anlarsın.”

Çok çok yüksek bir söz. Hz. Ali radıyallahu anh ve kerremallahu vecheh çok güzel söylemiş.

Önce hakkı hakikati öğrenecek, o zaman kimin palavracı, kimin gerçekçi olduğu, kimin gerçek alim, kimin yalancı olduğu, kimin memleketini sevdiğini, kimin memleketine düşmanlık ettiğini, kuyusunu kazdığını, kimin kendi temellerini tahrip ettiğini, kimin kendi bindiği dalı kestiğini daha iyi anlayacak.

Allah hepimizi sevdiği kul eylesin. Kur’ân-ı Kerîm’e sımsıkı sarılmayı nasip eylesin. Peygamber Efendimiz’e sarılmayı nasip etsin.

O kötü günler geldi mi nedir bilmiyorum. İnşaallah biz iyi olmaya çalışalım, helâlinden kazanmaya çalışalım, arkadaşlığımızı güzel yapmaya çalışalım, güzel arkadaşlarımız varsa kıymetini bilelim, ihvanlığın kadrini kıymetini bilelim, bir de en son konu sünnet-i seniyyeye sımsıkı sarılalım. Bir sünnetin bile uygulanması insana ne kadar sevap kazandırır. Her işimizin sünnete uygun olması lazım. Allah bize tevfîkini refîk eylesin, bizi Peygamber-i zîşânımız’ın mübarek yolundan, nurlu yolundan ayırmasın sünnetine aşinâ eylesin, yolunda dâim eylesin, âhirette ona komşu eylesin.

es-Selamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh.

Mahmud Es’ad Coşan - Cuma Sohbetleri / 06.11.1998 

 

­

 

© İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

Kabe
Canlı Yayın
Şuan canlı Yayın
Cuma Sohbetleri
AKRA CANLI
 / 
close icon close icon
AKRA CANLI
Cuma Sohbetleri
Cuma Sohbetleri Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close