Genç yaşta tasavvufa yönelerek bu alanda pek çok sinema filmi ortaya koyan yapımcı ve yönetmen Ovidio Abdullatif Salazar, filmlerinde İslam kültürü ve medeniyetini ortaya koyuyor.
Önceki yıl yayınlanan ve dikkat çeken bu röportajı içerdiği güzel mesajlarla yeniden paylaşıyoruz:
Yapımcı ve yönetmen Ovidio Abdullatif Salazar, tasavvuf konusuna 16 yaşında merak sarmış ve bu alanda çalışmalar yaparak zamanla sinemaya yönelmiş. Doğma büyüme Kaliforniyalı olan Salazar, aradığı tüm soruların cevabını tasavvufta bularak İstanbul ve Konya başta olmak üzere pek çok dergâhı ziyaret etmiş. İlmini arttırmak için gittiği Avrupa, Orta Doğu, Paris, İstanbul, Kahire ve Londra’da filmler çeken Salazar, tüm yapımlarında İslam kültürü ve medeniyetini yansıtmayı amaçladığını söylüyor. Yeni Şafak'ta yer alan röportajda Salazar, yolculuğunu anlatıyor.
“İslam’ın Yüzleri” ve “Hac-Hayatın Yolunda” ile “Mekke Yolculuğu” serisi dahil olmak üzere çok sayıda film yöneten Salazar, İslam dünyasının senaryo konusundaki açığını geçmiş birikimlerinden faydalanarak kapatması gerektiğinin altını çiziyor.
Tasavvufla ne zaman tanıştınız?
Kaliforniya’da büyüdüm. 16 yaşımda tasavvuf kitaplarını keşfettim. Feridüddin Attar’ı çok seviyordum. Tezkiretü’l Evliya’yı çok okurdum. Kız kardeşimin eşi bana “Eğer hakikati merak ediyorsan sufilerin peşinden gitmen lazım” diyordu. Gençliğim hep bu alandaki kişileri ve kitapları araştırmakla geçti diyebilirim. Kaliforniyalı bir genç olarak yaşıtlarımdan çok farklıydım. Dünyaya bakışım da böylelikle değişti. İki yıl Fransa’da yaşadım. Dağlarda bir hayat sürdüm. O dönemde sufizmi İslam’dan ayrı zannediyordum. 1973 yılında bir arkadaşım bana, “Konya’ya Şeb-i Aruz törenlerine gidiyoruz” dedi. Sonra Konya’ya geldim. Ardından manevi evim olan İstanbul’a gittim.
En çok ne etkiledi sizi İstanbul’da?
Her şey etkiledi beni. Çünkü Kaliforniya’dan geliyordum. Ama biraz daha ciddileşmeye başladım. Artık sufizmi yani tasavvufu İslam’la birleştirmeye başladım. İkisinin iç içe geçtiğini gördüm. Türkiye’de Kelime-i Şahadet getirerek Müslüman oldum. Sonunda da kendimi Kahire’de ve oradan da Kudüs’te buldum. Arapça öğrendim. Kudüs’te Londra’ya belgesel çeken bir gazeteci ekibine Arapça konusunda yardımcı oldum.
Başka kimselerde sizden etkilenip Müslüman oldu mu?
Eşimle 20’li yaşlarda Fransa’da tanışmıştım. O da İslamiyet’i kabul ederek Müslüman oldu. Araştırmalarım onun da dikkatini çekiyordu. Etkilenen arkadaşlarım da oldu tabi. Tasavvuf merakıyla gittiğim ülkelere eşim de benimle geldi. O da Mısır’da Kelime-i Şehadet’i getirdi.
Sinemaya olan merakınız nasıl başladı?
60’larda kendini arayan biriydim. Formel hayatın bir şekilde dışına çıkıp hayata ve olaylara çok geniş bakmaya başladım. İlk filmimde denizde sörf yapan bir gencin hikayesini işledim. Burada bir anlamda kendimi ve arayışımı anlattım. 1980’li yıllarda Londra’ya gittim. Orada iş bulamadım. Mekke ve Cidde’ye giderek Hac hakkında bir belgesel çekme çalışmalarına başladım. Mustafa Akkad ile tanıştım. Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Haram’ın genişletilmesinin film edilişlerinde bulundum. Orada Türklerle çok güzel anılar biriktirdim. Eşim de o dönem tasavvuf ile ilgili yayıncılık işiyle uğraşmaya başladı.
İSLAM MEDENİYETİNİ GÖSTERİYORUM
Filmlerinizde daha çok hangi temayı işliyorsunuz?
Filmlerimde daha çok İslam kültürünün güzel taraflarını göstermeye çalışıyorum. Politik konulara hiçbir zaman değinmedim. İslam dünyasını daha çok medeniyet temasıyla ele alan filmler çektim. Ben filmlerimde de mesajımı birebir göstermiyorum. Ben İslam kültürünün felsefesini göstererek mesajımı da bu şekilde iletiyorum. Örneğin “Gazali”, “Hac-Hayatın Yolunda”, İsveçli bir diplomat Müslüman oluşunu anlattığım “İki Dünya Arasında” çektiğim filmleri işte bu şekilde ele aldım.
Müslüman sinemacılar ne yapmalı?
Biz Müslüman sinemacılar inanılır karakterler ortaya koymalıyız. Bu karakterin hataları da olmalı, faziletleri de. Müslüman sinemacılara çağrım şu olur ki Allah’ın ipine sarılalım ve bölünmeyelim. Bu ipi kesmeye çalışanlara fırsat vermeyelim. Güç birliği yaparak bazı şeyleri aşmaya çalışmalıyız. Düşünen, duyan, kalbi olan, gören insanlar bunu fark edecektir. Bunun için büyük bütçelere ihtiyacımız yok. Yine de destekler bulmalıyız. Teknik anlamda ve senaryo konusunda Müslümanların aklını yansıtmak için çalışmalıyız.
Senaryo konusunda zayıf mıyız?
Senaryo konusunda geçmiş birikimlerimize bakmalıyız. Böylece senaryolarımızı güçlü kılabiliriz. Bunu da aynı zamanda görsel dile aktarabilmenin yollarını bulmalıyız.
Günümüzde sosyal medya toplumu yönlendirme ve algılarını etkileme konusunda oldukça etkili. Sinema da bu gücü elinde bulunduruyor mu?
O kadar etkili olduğunu düşünmüyorum. Örneğin benim Gazali filmim izlendiği zaman ilk etapta verilen mesajları seyirci anlayamaz. Yani bu belli bir dikkat gerektirir. Ama günümüzde seyirci şimdi bir yandan telefonla ilgileniyor bir yandan da film izliyor. Bu nedenle dikkatlerini filme tam olarak veremiyorlar. Ayrıca seyircilerin uzun çekimlere tahammüleri yok.
Müslüman gençlerin sinemaya olan ilgilerini nasıl buluyorsunuz?
Gençler özellikle kısa filmlere çok meraklı. Onlar ileride çok güzel işlere imza atacak diye düşünüyorum. Bu anlamda arka planda kendilerini geliştiriyorlar. Gençler sebatkar olmalı. Şu an Mevlana üzerine bir çalışma yapıyorum ve üzerinde 8 yıldır çalışıyorum. İbn-i Arabi üzerine de bir senaryo geliştirmek istiyorum ve bunlar için ciddi çalışmalar yapmak lazım.