Ecdâdımızın Buhara-ı Şerif ismini verdiği bu değerli şehri ziyaretimizin bir başka gününde târihî mekânları; câmî, medrese, saray ve çarşıları ibret nazarıyla geziyoruz.
Eski şehir merkezinde Türk İslâm târihî, kültürü ve sanatı, ilmi ve irfânı bir arada..
Haydi buyrun sokaklar arasında dolaşırken târih havası solumaya…
Buhara’nın eski şehir merkezine yolu düşenler için Poyi Kalon Külliyesi, Kalan Minaresi, Mir Arap Medresesi, Ark Kalesi, Leb-i Havuz Camisi, İsmail Samâni Türbesi, Eyyüb Peygamber Çeşmesi ve Türbesi ve Çâr-Minâr Medresesi görülmeye değer yerler.
Po-i Kalon Külliyesi ve Minâre-i Kelân
Bir kelâm-ı kibârda geçtiği üzere dünyaya ışık yukardan gelirken Buhara’nın kendisi ışıkmış. Poyi Kalon Külliyesi, şehrin kalbinde oldukça heybetli, ihtişamlı yapılar topluluğu. Merkezinde Kalyan Minare, çevresindeki meydanda Cuma Camii, Han Medresesi ve Mîr-i Arab Medresesi bulunan bir külliye.
Kalyan Cami, Karahanlı hükümdarı Muhammed Arslan Han tarafından 1121 yılında yaptırılmış. Poyi Kalon Külliyesi’nin merkezinde yer alan câmîde 208 kolon ve 288 kubbe bulunuyor. Vaktiyle aynı anda 12.000 kişinin toplu namaz kılabildiği câmî günümüzde ibâdet amacıyla kullanılmıyor.
Minâre-i Kelân, Kalyan Minâre, nâm-ı diğer Büyük Minâre, 12. Asırda Kalyan Camisi için yapılmış, uzun yıllar Orta Asya’nın en yüksek minâresi olarak kalmış, asırlar öncesinde tıpkı bir deniz feneri gibi İpek Yolu’nda, Kızılkum Çölü’nde seyahat eden kervanlara yol göstermiş, onları âdetâ Buhara’ya davet etmiş. 1918’de İstanbul işgal edildiği vakit, dost ve kardeş Özbek halkı, Minâre-i Kelân’ın çevresinde toplanarak İstanbul’un işgalini protesto etmişler. Bugün 47 metre uzunluğunda, 9 metre çapında, üzerinde 13 ayrı şekilde işlenmiş kuşak bulunan, Moğol istilâsında Cengiz Han’ı bile etkileyip sağlam kalan bir âbide.
Aynı külliyede yer alan asırlık ilim merkezine doğru adımlıyoruz şimdi.
Mîr-i Arab Medresesi
Kalyan Camii’nin hemen karşısında yer alan Mîr-i Arab Medresesi, dört eyvanlı avlusu, iki mavi kubbesi ve harika mimârîsi ile dikkat çekiyor. Medrese 1530-1536 yılları arasında mânâ büyüklerinden Abdullah el Yamânî için yapılmış. Sovyetler Birliği’nde faaliyetine devam etmesine izin verilen az sayıdaki dinî merkezlerden biri. Günümüzde hâlen Rusya, İran ve Orta Asya’dan öğrencileri bulunan medrese İslâmî eğitim açısından önemli bir yere sahip. Dört kat ve 114 odadan oluşan medresenin avlusunda âlim Mir Arab’ın ve dönemin Hânı’nın kabirleri yer alıyor. Medrese eğitim saatleri dışında ziyâret edilebiliyor.
Külliyede bulunan diğer bir medrese: Abdulaziz Khan Medresesi. İran, Çin ve Hindistan mimari özelliklerini barındıran yine taç kapısı gösterişli 17. asır eseri değişik bir medrese.
Hemen yanındaki 17. asır eseri Uluğ Bey medresesi de bu külliyede yer alan, asırlar boyunca tüm dünyanın ilim yuvası olmuş medreselerden bir diğeri.
İsmail Sâmânî Türbesi
Buhara’nın en eski yeri, târihî nişânelerinden biri, Orta Asya’nın ilk Müslüman türbesi olarak bilinen İsmail Samânî Türbesi hâlen dimdik ayakta. Göz alıcı süslemeleriyle mimârî ve sanatsal bir şâheser. 2 metre kalınlığında pişmiş topraktan yapılmış duvarları bulunuyor. Samâni hanı İsmail Samâni tarafından aslında babası için yaptırılmış, sonra kendisi de oraya defn edilmiş. 905 yılında tamamlanan türbe, erken dönem İslam mîmârîsinin en önemli eserleri arasında sayılıyor. Anlatılanlara göre Moğolların istilâsı sırasında toprağa gömülerek korumaya alınmış, bu suretle bugüne kadar sağlam gelebilmiş.
İsmail Samânî Türbesi’nin ardındaki yemyeşil parkta bir türbe ziyaretine gidiyoruz.
Çeşm-i Eyyub Türbesi
10. asırda Samâniler döneminde yapılmış iki kubbeli Harezm mîmârîsi eseri bir türbe burası. Hz. Eyyub (As)’ın halkın çektiği susuzluğu görünce duâ ederek asâsını yere vurup su çıkarttığı rivâyet edilen dünyanın farklı yerlerindeki mekânlardan biri. Bu sebeple de Chasmi Ayyub, yani Hz. Eyyub Çeşmesi adıyla anılıyor. Türbenin üç bölümü üç ayrı asırda yapılmış. İlk bölümü 12. asırda Arslan Khan tarafından, ikinci bölümü 1380 yılında Emîr Timur tarafından, üçüncü bölümü ise 16. asırda Şabânî Hanlığı döneminde yapılmış. Türbenin içinde pınardan çıkan suyun şifâlı olduğu söyleniyor ve içilebiliyor.
Bir zamanlar Buhara Hanları’nın sarayı olan “Ark Kalesi”ne doğru ilerliyoruz.
Ark Kalesi
Buhara Emirliği’nin etrâfını kaplayan surlar Ark Kalesi’ni oluşturuyor. Kalenin ilk yapılış târihi milâttan önce 4. asra kadar gitse de bugünkü hali son Buhara Hanlığı döneminden kalma. Kalenin 1893 tarihinde yapılmış giriş kapısından gezimiz başlıyor. Buhara Hanı’nın ikâmet yeri olan İç Kale’ye yine devâsâ bir ahşap kapıdan giriliyor. Zamanın resmî mekânları, tüm yönetim birimleri, zâbıta kuvvetleri, câmisi, haremi, dahil olmak üzere bu ark içinde yer alıyormuş. Günümüzde ise ark, ev eşyaları ve kıyafet satılan hediyelik eşya dükkanlarından oluşuyor. Müzede ise târihî bir yolculuğa çıkılıyor.
Kalenin içinde ilk olarak Cuma Câmî bizi karşılıyor. 18. Asır eseri bu caminin üç tarafı özel işçilikle işlenmiş ahşap sütunlar ile çevrili. Sekiz giriş kapısı ve dört mihrâbı bulunan câmînin tavanında da geometrik desenli ahşap işçiliği göz alıyor.
Taç Odasında hânın mermerden yapılmış tahtını da görmek mümkün. Önemli törenler için ayrılmış bu salonun bodruma açılan kapısının ardında kalenin hazînesi saklanıyormuş.
Kalenin müze olarak ayrılan bölümünde Buhara bölgesinin İlk Çağ ve Orta Çağ eserleri sergileniyor. Bu müzeyi gezerken tarih kitaplarında okuduğumuz pek çok bilgiye dair eserler ve minyatürler görmek mümkün. Bunlardan bir tanesi olan İslâm’ın Orta Asya’ya yayılması ile ilgili minyatür hem sanatseverler hem târih meraklıları açısından görülmeye değer.
Eski şehir merkezi gezimizde sırada Leb-i Havuz külliyesini ziyâret etmek bulunuyor.
Leb-i Havuz Camisi
Lebi Havuz külliyesi, meydanında üç farklı medresenin ve câminin yan yana bulunduğu, ortasındaki havuzun kenarında bir tarafta İpek Yolu yük develerinin diğer tarafta Nasrettin Hoca'nın heykelinin yer aldığı bir külliye. Burası asırlar boyunca kervanların en önemli uğrak yerlerinden biri olmuş. Burada bulunan Nâdir Divan Bey Medresesi, ilk etapta kervansaray olarak yapılıp sonradan medreseye çevrilmiş, girişte taç kapısı üzerinde çiniler, hayvan ve güneş figürlerinin yanı sıra âyet-i kerîmelerin yer aldığı bir târihî yapı.
Günümüzde hediyelik eşya dükkanlarından oluşan odaları bir zamanlar ilim yuvasıymış. Külliyede yer alan diğer medreseler Kükeldaş ve Hanaka medreseleri. Meydanda 1620 yılında yapılmış bir havuz, etrafı dekoratif develerle süslenmiş. Şehrin dört bir yanında dört tarafı açık, havadâr çarşıların birinin diğer tarafında bir havuz ve etrafında ferahlamak için oturulan ikrâm mekanları işte bu meydanda yer alıyor. Nasrettin Hoca’nın Özbek kültüründe de benzer şekilde yer aldığını öğrenmek ilk defâ duyanlar için biraz şaşırtıcı.
Havuzun mavi sularından ayrılıp her biri değişik figürlü mavi minâreleriyle göz dolduran bir başka yapıyı ziyâret etmek için eski şehrin kuzey doğusuna doğru birkaç dakika yürüyoruz.
Çâr-Minâr Medresesi
Dört minâreli medrese anlamı taşıyan “Chor Minör: Çâr Minâr” 19. Asır eseri, Buhara Hanlığı’nın son döneminde hânın yaptırdığı son medrese olarak biliniyor. Burası aslında arkasında yer alan medresenin giriş kapısıymış. Anıtın mimarisi klasik Buhara mimarisinden farklı, Hint mimarisinin etkisini taşıyor. Binânın üzerinde dört ayrı minarenin her biri farklı figürler içeren mavi çiniler ile kaplı minâreler. Orta Asya’nın ilmi merkezi olan bu şehrin her köşesinde bir medrese ve câmi görmek mümkün ancak hepsini detaylı incelemek mümkün olmuyor.
Bu medreseler dini ve fenni ilimlerin doruk noktasında işlendiği mekânlardı ki bizlere meşhur Müslüman ilim adamı İbn-i Sînâ (980-1037) gibi pek çok âlim Buhara’dan neşet ettiğini hatırlatıyor.
Buhara asırlar boyunca ilim merkezi olduğu kadar İpek Yolu güzergâhında önemli bir kavşak olarak ticâretin de merkezi konumundaydı. Bu ticaret ve kültür merkezini Özbek lehçesinde “chorsu” denilen çarşılarında gezerek daha yakından tanıyalım.
Çarşı İçre Kültür ve Gelenek
Tarihi Buhara şehrinde çok sayıda kervansaray ve hâlen kullanılan çok sayıda yüksek kubbeli kapalı çarşılar karşınıza çıkıyor. Günümüzde faâliyette olmayan medreselerin hücreleri dükkan olarak işletiliyor. Bu târihî doku içinde sizi yaşadığınız güne geri getiren unsur, hemen her köşede görebileceğiniz hediyelik eşya dükkanları yahut satıcıları olabilir.
Kapalı çarşılarda dünyaca meşhur Buhara Halıları için ayrı bir bölüm ayrılmış. El yapımı ve özel motifli ipek halıları incelemek oldukça zevkli. Bu çarşılarda gelenekleri tanımak da mümkün. Özbek lehçesinde elbiseye “liboş” deniyor. Pamuk üretiminde dünya çapında önemli bir yere sahip olmalarına rağmen Özbekistan’da tekstil gelişmemiş. İpek üretimi çok gelişmiş, “Suzânî” isminde bölgeye özgü, geleneksel, ipek veya pamuk kumaştan nakış işlemeli şallar göz dolduruyor.
El işi nakışlı örtüler, altın işlemeciliği, ipek dokumacılığı, bakır işlemeciliği, el emeği bıçaklar, çini ve seramikler, oymacılık ve ahşap boyama eserleri, geleneksel müzik aletleri sergileniyor ve satılıyor.
Bilhassa seramik ve çiniler birer sanat hârikası, ahşaplar da hâkeza öyle. Özbek kültüründe meşhur olan haliyle Nasrettin Hoca’nın resmedildiği süs eşyalarını da hediyelik eşya olarak tercih edebilirsiniz. Ayrıca kapalı çarşılarda taze meyve-sebzeler de satılıyor ve bunların içinde yerli tohumlar da bulunuyor.
© İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.