İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
İmsak05:18 Güneş06:45 Öğle13:14 İkindi16:45 Akşam19:31 Yatsı20:52
Hava - Hava durumuÇok Bulutlu 17°C Nem %58
Türkçe
19 Ramazan 1445 28 Mart 2024 Perşembe
19 Ramazan 1445
Yatsı
20:52
İmsak
05:18
Güneş
06:45
İşrak
07:25
Öğle
13:14
İkindi
16:45
Akşam
19:31
Giriş Yap

Medine şehir devletinin kuruluşu

19.10.2022    |

Son Peygamber Hz. Muhammed-i Mustafa’nın (SAS.) Mekke’den hicret ettiği Yesrib’in Peygamber’in Şehri anlamında “Medinetün Nebi”ye dönüşme sürecini aktardığımız bölümün ardından adım adım ilk İslam devletinin kuruluşuyla devam ediyoruz.  

12. Bölüm

Kardeşlik

Hz. Muhammed (SAS) Medine’ye hicretlerini takip eden ilk günlerde Müslümanların hayatını ilgilendiren önemli tedbirler aldı. Bir yandan “Mescid-i Nebî” inşa edilmekte, öte yandan “kardeşlik antlaşması” ile Müslümanlar arası birlik perçinlenmekteydi. Kardeşlik antlaşması “muâhât” gereğince, her Muhâcir, kendisini kardeş edinen Medinelinin evinde kalacaktı. Bu kardeşler birlikte çalışacak, geçimlerini birlikte sağlayacak ve geliri paylaşacaklardı. Ölüm halinde de birbirlerine mirasçı olacaklardı.

“İman edip de hicret edenler, Allah yolunda (İslâm’ı savunma ve onu hayata hâkim kılma uğrunda) mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onlar, (şimdilik mirasta) birbirinin velîleridir.” (Enfal, 8/72)

Taraflar buna gönülden razıydı. Antlaşma bir yıl yürürlükte kaldı. Zira muhâcirler, kısa zamanda kendi geçimlerini temin eder hâle geldiler. Zaten onlar ticaretten anlamaktaydılar.  Ancak kardeşler, bütün bir hayat boyu birbirlerine bağlılıklarını sürdürmekte kusur etmediler.

Bir Başka Antlaşma: İlk Anayasa

Kardeşlik antlaşması ile Müslümanların sosyal güvenliği sağlandıktan sonra Medine’de yaşayan tüm kabilelerin taraf olduğu, hepsinin isimlerinin tek tek yer aldığı, özellikle Yahudileri de içine alan, yazılı bir sözleşme gereğince hazırlandı. (İbn Hişam, Siyre, I, 278)

Bu belge, ilk İslâm Devleti’nin resmen kurulduğunun da tesciliydi. Bu belge, Medine Sözleşmesi idi. Besmele’nin ardından şu cümle ile başlamaktaydı: “Bu, Peygamber Muhammed (aleyhisselam) tarafından, Kureyşli ve Yesribli (Medineli) mü’min ve Müslümanlar ile onlara bağlanmış ve katılmış olanlar ve onlarla birlikte savaşanlar arasında yazılan bir yazıdır.”

Medine Sözleşmesi özetle şu esasları belirlemekteydi:

* Mü’minler başlı başına bir ümmetti.

* Ümmet arasında yardımlaşma ve dayanışma gerekti.

* Bozgun ve hak bilmezlikler önlenecekti.

* Cinayet işlenmeyecek, diyet uygulaması yürürlüğe girecekti.

* Medine içinde ve dışında genel güvenlik gerçekleştirilecekti.

* Yahudiler din hürriyetine sahipti. Kendilerine müdahale edilmeyecekti.

* Müslümanlarla Yahudiler müttefikti, anlaşma ortağıydı.

* Savaş halinde birbirlerine yardım edeceklerdi.

* İki taraftan hiçbiri müşrikleri himâye etmeyecek, korumayacaktı.

* Bir tarafın yaptığı barışı öteki de kabullenecekti.

* Medine içinde savaş yasaktı.

* Dışarıdan bir saldırı olursa, taraflar bölgelerini savunacaklardı.

* Anlaşmazlık çıkarsa, mesele Allah’a ve Muhammed’e (SAS) götürülecekti. Dâva, Peygamberin hükmüne göre halledilecekti...

Bu, tam anlamıyla Müslüman toplumun Medine Şehir Devleti’ne siyasî hakimiyeti demekti. Bu, Mekke müşriklerinden gelecek muhtemel saldırıya karşı alınan ilk ve en sağlam tedbirdi. Medine’yi bütünleştirmekti.

Bu anlaşmayı, civardaki Arap kabileleri ile yapılacak saldırmazlık anlaşmaları izleyecekti. Medine’nin güvenliği resmi plânda giderek güçlenecekti. Dış kabileler tampon bölge görevini yerine getireceklerdi.

Hz. Muhammed (SAS) Medine’de hemen devlet kurma yoluna girdi. Çünkü devlet olmak, İslâm’ın gereğiydi. Çünkü İslâm hayat ile iç içeydi. İslâm’ın emirleri devlet gücüyle yürütülebilirdi.

Devletsiz ve hürriyetsiz İslâm toplumu düşünülemezdi. Peygamberimizin müşrikler karşısında “Ehli Kitab”a dâhil Yahudilerle saldırmazlık antlaşması imzalaması, ümmetine örnekti. Düşman karşısında, temelde yakınlığı bulunan gruplarla -geçici süreler için- saldırmazlık antlaşmaları imzalanabilirdi. Ancak bu anlaşmalar da dinden ve bağımsızlıktan ödün verilemezdi.

Onlarla “hedef birlemesi”ne gidilecekti. Yani kaleler teker teker fethedilecekti. Eldeki güç, daima, en tehlikeli noktalara yöneltilecekti. İçe dönük mücadeleye asla müsamaha edilmeyecek, meydan verilmeyecekti. Birlik ve beraberlik en güçlü kuvvet bilinecekti... Barış içinde birlikte yaşamanın gereklerine dikkat edilecekti.

Şu ayet bunun prensibini işâret etmekteydi: “Ehl-i Kitab’dan bir çoğu, (Kur’an’ın gelmesiyle) gerçek kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki kıskançlıktan dolayı, imanınızdan sonra sizi küfre döndürmeyi arzu ederler. (Ey müslümanlar! Savaş, cizye ve benzeri şeylerde) Allah’ın emri gelinceye kadar (şimdilik onları) affedin ve hoşgörün. Şüphesiz Allah, her şeye kâdirdir!” (Bakara, 2/109)

Peygamberimiz de bu ilk günlerde Müslümanlara şunu tembih etmişti: “Ehli kitabı ne tasdik ediniz (onaylayınız) ne de tekzib ediniz (yalanlayınız)!” (Buhari, Şehadet, 29, İ’tisam 25, Ebu Davud, cenâiz 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 387, IV, 136)

Ehli Kitaba bir şey sormayı (belli bir süre) yasaklamıştı. (Buhari, Tevhid, 42) Çünkü, Müslümanların saf zihinlerini karıştırabilirlerdi. Üstelik onların söyledikleri yanlışsa onaylamak, doğruysa yalanlamak da uygun olmazdı. En iyisi, bir süre tarafsız kalmaktı. Bu uygulandı.

Belli bir mesafe kondu, korundu. Çünkü olumsuz etkilerin savuşturulması bilhassa ilk günlerde çok daha büyük bir önem arz etmekteydi. Öz ve temiz bünyenin korunması gerekti. Bunun da yolu, Yahudileri oldukları yerde etkisiz halde tutmaktı.

Peygamberimizin Medine İslâm toplumunun oluştuğu ilk günlerde aldığı bu tedbirler, güzel bir örnekti: Önce mevcut Müslümanları koruma tedbirleri düşünülecekti. Sonra düşmanla teker teker boy ölçüşülecekti.

Harem; hürmet edilen korunmuş bölge

Toprağı olmayan devlet, devlet değildi. Hicretle gelen İslâm Devleti’nin arazisi Medine ve çevresiydi. O halde bu devlete bir emniyet düzenlemesi gerekti. Onu Hz. Peygamber geciktirmeden şöylece belirledi: “İbrahim (AS) Mekke’yi harem olarak ilân etmişti, ben de Medine’nin iki tepesi arasını harem ilân ediyorum.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 141)

Bu dokunulmazlık bölgesini taşlar diktirerek toprak üzerinde tesbit etti. Bu yüzden Medine’ye, Harem-i Resûl de denildi. Daha sonraki bütün uygulamada Medine vâdisi (“cevf”) harem statüsünü sürdürecekti. Zira bu statü, bizzat Hz. Peygamber tarafından belirlenmişti. (Buhârî, i’tisâm 5, 6; Müslim, hac 403, 467, 469; Ebû Davud, menâsik 96; Tirmizî, velâ 3; Nesâî, dâhâyâ 34)

Harem, hürmetli anlamına gelmekteydi. Harem, saldırıdan korunmuş, yasak bölge demekti. (Buhârî, Medine 1) İslâm’ın özünde mevcut olan barış ve esenlik ancak böyle bir bölgede gerçekleştirilebilirdi. Medine hareminin sınırları ve değeri ile ilgili bilgiler hadis kitaplarının “Fedailul Medine” bölümlerinde etraflıca görülebilirdi. Medine artık öncelikle Müslümanlar için daha sonra da dünyanın dört bir yanında yaşayan insanlar için çok çok önemli bir merkezdi. Medine şimdiden sonra gündemdeydi.

Çevre sağlığı

Medine’nin havası Mekke’ninkinden epeyce farklıydı. Bu da özellikle Mekke’den gelen muhâcirlere dokunmaktaydı. Yakındaki bataklık sıtma hastalığı yapmaktaydı. Şikayetler arttı. Bunun üzerine Muhammed (SAS) ellerini açtı.

Allah’a yalvardı: “Ya Rabb, Mekke’yi bize sevdirdiğin gibi Medine’yi de sevdir. Hatta Mekke’den daha fazla sevdir. Ürünlerimize bereket ihsân et! Ya Rabb, Medine’nin havasını güzelleştir, hummâ ve sıtmasını uzaklaştır!”(Buharî, Fedâilü’l-Medîne, 12; Merdâ, 22, Deavât, 43).

Peygamberin duası makbuldü, kabul görürdü. Bataklık kurudu. Medine’nin çevresi şimdi sağlığa uygundu. Muhâcirler şikayetten kurtuldu. Medine’ye artık ne Taun ne de deccal girebilirdi. Medine, “Tâbe”ydi, temizdi (Buhari, Megazi, 81; Müslim, Hac, 503-504; Ahmed b Hanbel, Müsned, V, 425).

Medine, Müslümanlar için bir taneydi.

Mescid

Mekke’de insanların ibadet ve ziyareti için kurulmuş ilk ev Kâbe vardı (Ali İmran, 4/96). Ancak Müslümanlar orada rahatça ibadet yapamamışlardı. Bu ihtiyaçlarını evlerinde ve ağıllarda karşılamışlardı. Medine’de topluca ibadet, eğitim, öğretim ve İslâm toplumunun yönetimiyle ilgili hizmetlerin görüleceği bir merkeze gerçekten ihtiyaç pek derindi.

Bunun için yeni bir yapı gerekti. Arsası satın alındı ve Mescid-i Nebi’nin inşaatı başlatıldı. Bu süre içinde Hz. Muhammed (SAS) Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensâri’nin (RA) evinde misafir kaldı. Mescid yedi ay içinde tamamlandı. Yapımında bizzat Peygamberimiz (SAS) de bedenen çalışmış, taş taşımıştı.

İbadethanesi olmayan bir din olmazdı; toplu ve kişisel ibadetsiz din düşünülemezdi. İslâm toplumunun ibadetgahı mesciddi, camii idi. Cami ve mescid yapmak mü’minlerin işiydi.

“Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, (İslâm’a uygun yaşamak için) Allah’tan başkasından korkmayan kimseler mâmur eder. (Onları yapar, cemaat ve âlimlerle şenlendirir)ler. İşte, onların doğru yola erenlerden olmaları umulur.” (Tevbe 9/18)

“(Allah’ı bırakıp da başka şeyleri yüceltip ona bağlanan) müşriklerin, kendilerinin küfrüne (yine kendileri) şahitlik edip dururken, Allah’ın mescidlerini imar etmeleri olacak şey değildir. İşte onların (hayır namına) yaptıkları boşa gitmiştir. Ve onlar, ateşte ebedî kalacaklardır.” (Tevbe 9/17)

Mescidlere Müslümanlar devam ederdi. Hz. Peygamber (SAS) haber verdi; “Mescide devam ettiğini gördüğünüz şahsın Müslüman olduğuna şehâdet ediniz.”(Tirmizî, İman 8, Tefsiru sûre (9), 8)

Medine’deki bu mescid, İslâm dünyasındaki bütün cami ve mescidlerin ilk örneğiydi. Malzemesi basit, kuruluşu ve görünüşü sade idi. Peygamber’in mescidi üç bölümden ibaretti:

•  Namaz kılmak için geniş bir alan;

• Suffe veya zulle denen eğitim-öğretim için kullanılan bir kısım;

•  Hz. Peygamber’in (SAS) muhterem eşlerinin odaları.

Suffe

Aynı zamanda misafirhane, yurt görevini de görmekteydi, mescid bu hâliyle yatılı bir mektep, okuldu. İslâm’ı öğrenmek için gelenler ve kimsesizler suffe imkânlarından faydalanırdı. İslâm’ın ilk tesisinde görülen bu özellikler dikkat çekiciydi. Okul, ibadethane içindeydi. Dinsiz ilim düşünülemezdi. İlimsiz din de inançlı kimseyi eğitemezdi. Okul ve ibadethane ikiz kardeşti. Biri diğerine mutlaka gerekliydi. Mescidlerin sadece ibadete ayrıldığı yerde ibadethane okulun içine götürülmeliydi.

İbadethanelerin önemi hakkında Allah katından şöyle haber geldi:

“Allah’ın mescidlerinde O’nun isminin anılmasını (ve hükümlerinin yaşanır hâle gelmesini isteyeni) engelleyen ve o mescidlerin harap olmasına koşan (uğraşan)dan daha zalim kim vardır? Onların oralara (istedikleri gibi değil) ancak korka korka girmeleri gerekir. Onlara dünyada rezillik, âhirette de büyük azap vardır." Bakara 2/114)

Kendisine “yeryüzünün tamamı mescid kılınmış” (Buhari, Salat, 56) bir ümmetin yine de ibadethanelerinin olması gerekirdi. Hz. Peygamber’in (SAS), Medine İslâm toplumunun oluşumunda, kurum olarak ilk kez mescidden işe başlaması bunu açıklardı. İslâm’da devlet, ibadethane devletiydi. İdareciye bağlılık yemini mescidde edilir, Cumaları halifenin/idarecinin ya da görevlendirdiği devlet temsilcisinin hutbesi dinlenirdi.

İslâm’da din ve devlet ayrılığı değil, aynılığı geçerliydi. Başlangıçta mescidin yaptığı her görev zamanla ayrı kurumlara kavuşsa da ibadethane havasıyla yaşardı. Mekânda ayrılık, manada da ayrılığı getirmezdi. Aksi halde her şey anlamını yitirir, devlet en büyük “yaptırım gücü”nden mahrum kalırdı.

İşi ehline vermek

Mescidin inşası sırasında görülen olaylardan biri pek ilgi çekiciydi. Hadremevtli Talk b. Ali Medine’ye gelmişti. Herkes mescidin yapımında çalışmakta idi. Kendisi çamur işçiliğinde iyi bir usta idi. Hemen işe girişti. Uygun malzemelerle çamur karmaya başladı. Onun yaptığı iş, Hz. Peygamber’in (SAS) dikkatini çekti. Beğendi. Kendisini tebrik etti ve, “Sen bu işe devam et!” dedi. Ashâbına da; “Çamur işini Yemâmeliye bırakınız. Çünkü o, sizin çamur işini en güzel yapanınız. İşi en sıkı tutanınız, En güçlü olanınızdır” talimatını verdi.( Diyarbekrî, 1/344)

İşi ehline vermek gerekti. Hz. Peygamber (SAS) bu davranışıyla ümmetine bu konuyu da öğretti. İşin veya sanatın hakkını vereni takdir etmek, öne geçirmek, tevhide davet yolculuğunda başarı sebeplerinin başında gelmekteydi.

Birinin “hatrı için”, diğerinin “gönlünü yapayım” derken bu önemli nokta gözden kaçırılmamalıydı. “İşler ehline verilmedi mi kıyameti beklemek gerekti”(Buhari, İlim, 2) ­

◀️ 11. Bölüm: Yesrib'den Medine'ye.. Muhacirler ve Ensar

 

 

Kabe
Canlı Yayın
Şuan canlı Yayın
Divan-ı Aşk
AKRA CANLI
 / 
close icon close icon
AKRA CANLI
Divan-ı Aşk
Divan-ı Aşk Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close