Allah’ın en seçkin elçisi Muhammed-i Mustafa (SAS) Medine’yi şereflendirmesinin ardından bir şehir devleti kurmaktaydı. Devlet lideri olarak çeşitli tedbir ve tasarruflarda bulunmuştu. Birey ve toplum hayatını ideal düzeye taşımak için Hz. Peygamber (SAS)’in özendirdiği ve sakındırdığı davranışlarla devam ediyoruz.
14. Bölüm
Örnek bir Müslüman nasıl olurdu, insanın hem dünyada hem asıl yurdu olan ahirette mutlu ve huzurlu olması nasıl mümkündü?
Peygamber (SAS) önderliğinde toplumsal hayatın esasları maddelerle belirlenmekteydi. Bunun yanı sıra hem kişisel hem toplumsal hayatta manevi açıdan düzeni ve huzuru sağlayan bazı davranışlar gündeme gelmekteydi. Namaz, oruç ve zekat gibi ibadetler özendirilmekte, Müslümanlar bu faydalı ibadetlerle yükümlü tutulmaktaydı. Canın, aklın, malın, neslin ve dinin korunması esastı (Buhârî, İlim, 37, Hac, 132; Müslim, Hac, 147).
İslam’ın öngördüğü ideal toplum düzeninde sakınılması gereken bazı davranışlar da vardı. Akla ve mala zarar veren alışkanlıkları terk etmek bunların başında gelmekteydi.
Oruç ve Ramazan
İslâm, yeni unsurlarıyla giderek belirginleşmekteydi. Oruç ibadeti farz kılınmıştı. Oruç, yıllık ve ümmetler arasında ortak bir ibadetti. Hükümleri Kur’ân’da açık açık bildirilmişti.
“Ey iman edenler! Sizden önceki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç tutmak yazıldı (farz kılındı). Olur ki bu sayede takvâya erersiniz. (Farz kılınan oruç) sayılı günlerdir. Sizden kim, (o günlerde) hasta veya seferde ise o, (tutamadığı) günler sayısınca başka günlerde (oruç tutar. İhtiyarlığından veya tedavisi mümkün olmayan bir hastalıktan dolayı) oruç tutmaya gücü yetmeyenlere, (her güne karşılık) bir yoksulu (sabah akşam) doyuracak bir fidye vermesi (gerekli)dir. Kim de gönülden gelerek (daha fazla) bir ihsanda bulunursa, bu, onun için daha hayırlıdır. Bununla beraber (zor da olsa, işin önemini) bilirseniz, oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara 2/183-184)
Orucun zamanı da şöyle bildirilmekteydi: “(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki Kur’an; insanlara hidayet (doğru yol) rehberi, doğru yolun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak onda(ki Kadir gecesinde) indirildi. Sizden kim (mazereti olmaksızın) bu ay(ın ilk hilâlin)e erişirse/görürse hemen orucunu tutsun, kim de hasta veya seferde (olup da yer) ise, tutmadığı günler sayısınca (caiz olan) başka günlerde (orucunu kazâ etsin). Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez. Bu da, o sayıyı (kazâ ile) tamamlamanız ve size yol göstermesine karşılık Allah’ın yüceliğini tanımanız içindir. Olur ki (düşünür de) şükredersiniz.” (Bakara 2/185)
Farz olan oruç, ancak Ramazan ayında tutulurdu. Zamanı değiştirilemez, başka aylara alınamazdı. Ancak orucun kazası diğer aylarda tutulabilirdi. Oruca başlama ve oruç açma zamanını da
Allah şöyle bildirmişti: “…Beyaz iplik siyah iplikten (fecrin aydınlığı, gecenin karanlığından) seçilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin için; sonra da orucu akşam oluncaya (iftar vaktine) kadar tamamlayın.” (Bakara 2/187)
Oruca başlamaya imsak; orucu açmaya da iftar denilirdi. Oruç, İslâm’ın üzerine bina edildiği beş temel esastan biriydi. (Buhârî, İmân 1, 2; Müslîm, İmân 19, 22; Tirmizi, İmân 3; Nesâî, İmân 13) Müslüman, ergin, akıllı olanlar oruç tutmakla görevliydi. Bu nitelikleri taşıyanlar seve seve bu görevi yerine getirdi.
Zekât
Oruç, Bayram Namazı ve Fitre Sadakasından sonra şimdi zekâtın da yükümlülüğü bildirilmişti. Zekat, Müslüman zenginlerin seneden seneye mallarının kırkta birini Müslüman fakirlere vermeleri anlamına gelmekteydi. Geçmiş ümmetlerin de bunun gibi mali sorumlulukları vardı (Bakara, 2/83) Zekât ilâhî bir emirdi.
Zekat, İslâm’ın üzerine bina edildiği beş temel esastan biriydi. (Buhârî, İmân 1, 2; Müslîm, İmân 19, 22; Tirmizi, İmân 3; Nesâî, İmân 13) Zekât temizlikti.(Kehf, 18/81)
Maldaki ihtiyaç sahiplerine ait hakkı temizlerdi. Gönüllerdeki cimrilik hislerini giderirdi (Tevbe, 9/103).
Zekât, İslâm ekonomik sisteminin temel ilkesiydi. Zekât, servet dağılımı prensibiydi. Şöyle buyrulmuştu:
“...Bu da (bu malların), içinizden yalnız zenginler arasında elden ele dolaşan bir servet olmaması içindir.” (Haşr, 59/7)
Zekât malı arttırırdı.
“...Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekâta gelince; İşte on(u veren)ler, (sevaplarını ve mallarını) kat kat artıranlardır.” (Rum, 30/39)
Zekâtı müminler verirdi (Bakara, 2/277). Zekâtın kimlere verileceği de Kur'ân'da kesin şekilde belirtilmişti.” (Tevbe, 9/60)
Miras Taksimi
Maddi yapıyla birlikte İslâm sisteminin manevi yapısı da belirlenmekteydi. Aralarında kan bağı bulunmayan kardeşler arasında miras hukukunun geçersizliğini miras ayeti bildirmekteydi. (Enfal 8/75)
Medineli Müslümanların ileri gelenlerinden biri Sa’d b. Rebi vefat etmişti. İki kızı vardı, hanımı hamileydi. Sa’d’ın erkek kardeşi, İslam öncesi devirlerde olduğu gibi kardeşinin malının tümünde hak iddia etti. Miras erkeğin hakkıydı. Sa’d’dan kalan bütün malları aldı. Sa’d’ın hanımı, kızlarını alıp Peygamber’e (SAS) geldi. Durumunu arz etti. Peygamber (SAS) “Allah hükmünü bildirir” diyerek hanımı teselli etti. Çok geçmeden miras taksimi ile ilgili ayetler indi. (Nisa, 4/11, 12, 176).
Muhammed (SAS) Sa’d’ın hanımını ve kardeşini yanına çağırdı. Kardeşine: “Sa’d’ın kızlarına malın üçte ikisini, annelerine de sekizde birini ver, kalanı senindir” diye emretti. (İbn Kesir, I, 362) İslam’da ilk miras taksimi böyle gerçekleşti.
Değişimin getirdikleri
İçki
İslâm esasları, helâller ve haramlar birer birer belirlenmekteydi. İçki, kumar ve fal okları ile geleceğe dair bilgi edinme İslâm öncesi Araplarda pek yaygın âdetlerdendi. İçki ve kumar yüzünden çıkan kavgalar, can kayıpları hemen her gün yaşanmaktaydı. Henüz hiçbir yasaklayıcı hüküm gelmemiş olduğu için bazı Müslümanlar içki içmekteydi. Akli yetenekleri ortadan kaldıran bu alışkanlık, İslam’ın şerefli ibadetleriyle nasıl bağdaşırdı? Bazı mü’minler bu konuda ilâhî bir açıklama gelmesini beklemekteydi. Bunların başında Hz. Ömer (RA) gelmekteydi. Toplum, içki konusunda genel bir bekleyiş içindeydi. Allah katından gelen ilk açıklama içkideki günahların faydalarından daha büyük olduğunu vurgulamaktaydı (Bakara 2/ 219).
Konuyu dikkatlere iki yönüyle birlikte arz etmekteydi. Toplumda yaygın ve yerleşik kötülükleri iyiliğe çevirmek için onları işleyenlerin ikna edilmesi gerekti. Bu ilk açıklama etkisini hemen gösterdi. Bazı Müslümanlar, içki ve kumarı terketti. Çok geçmedi. İkinci bir ayet geldi. İçkinin sarhoş edici yönüne vurgu yapıldı. Müslüman ne söylediğinizi bilecek hâle gelmedikçe namaza yaklaşamazdı (Nisa 4/43)
Müslüman için namaza yaklaşmamak büyük bir yoksun kalmaydı. Buna sebep olan her ne ise, terk edilmeliydi. Hiçbir şeyin ibadetin önünde engel oluşturmasına izin verilmemeliydi. Derken: “Ey iman edenler, içki de kumar da dikili taşlara (kurban kesmek) de, fal oklarını kullanmak da şeytana ait olan murdar işlerden başka bir şey değildir. Bunlardan kaçının ki, felâh bulasınız. Şeytan içki ve kumarla aranıza ancak düşmanlık salmak, sizi, birbiri nize düşürmek, sizi Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan alıkoymak ister. O halde artık vazgeçiyorsunuz değil mi?” (Mâide 5/90-91) ayetiyle Allah içkiyi müminlere kesin olarak yasakladı. Hz. Peygamber durumu açıkladıktan sonra farklı yorumlara ihtiyaç kalmadı. Mü’minler emre uydu, içkiyi tamamen terketti. Allah ve Resûlünün koyduğu sınırlara uymaktaydılar.
Peki ya Öncekiler?
Müslümanlar içkiyi artık ne içtiler, ne ürettiler, ne sattılar, ne taşıdılar. (Ebu Davud, Eşribe 2) Bir anda Medine sokaklarında içki, seller gibi akıp gitti. Bazı Müslümanlar bu yasağa uyma imkânı bulamadan vefat etmiş önceki Müslümanları düşündüler. Acaba onların durumu ne olacak, dediler? Bu soru şöyle cevaplandı: “İman edip sâlih amellerde bulunanlara, takvâlı oldukları (Allah’ın emrine uygun yaşadıkları/günahlardan sakındıkları) ve hakkıyla iman edip sâlih amellere devam ettikleri, yine takvâlı olup kesin inandıkları, nihayet takvâ ile beraber güzel ve hayırlı harekette bulundukları sürece, (haram olunmadan önce) yiyip içtikleri (haram) şeylerden dolayı bir günah yoktur. Allah iyilikte ve güzel harekette bulunanları sever.”(Mâide 5/93)
Genel bir prensip belirlenmişti. Hükümler, ilân edildikleri andan itibaren geçerliydi...
Dikkat etmek gerekti. Hangi maddeden yapıldığı önemli değildi. Her sarhoşluk veren içki kabul edilmekteydi. Bunu Hz. Peygamber (SAS) bir hadîsinde şöyle belirtti: “Sarhoşluk veren içki haramdır.” (Müslim, eşribe 96) “Çoğu sarhoş edenin azı da haramdır”(İbn Mace, eşribe 10; Ebû Davud, eşribe 5) “Sarhoş eden her şey haramdır” buyurdu.(Müslim, eşribe 70) İçki, ne soğuktan korunmak ne de tedâvi olmak için içilmemeliydi. (Ebû Davud, eşribe, 5; Müslim, eşribe) Çünkü “içki, her kötülüğün anahtarı”ydı (İbn Mace, Eşribe).
Kumar
İçki ile birlikte sakındırılan ikinci zararlı iş kumardı. Bunların birlikte yasaklanması, her ikisi arasındaki ilişkiyi hatırlatmaktaydı. (Mâide 5/90-91) Çünkü birbirinden ayrılmazlardı. Çoğu kere birine başlayan diğerine de kolayca alışmaktaydı. Kumar, haksız kazanç elde etmek ya da mal kaybettirmekle kalmaz, diğer kötülüklere de kapı açardı. İçki ise, zaten “tüm kötülüklerin anahtarı”ydı (İbn Mace, Eşribe). İslâm, içki ile birlikte kumarın her çeşidini, şans oyunları ve benzerlerini de yasaklamıştı.
Sağlıklı bir toplum hayatı ancak dürüst bir hayat ve kazanca dayanırdı. Tevhid düzeninde elbette yerleri olamazdı.
Kalbî bir inanca dayanan esaslar, daha kesin ve rahat uygulanırdı. Eski toplumlarında yaygın olan bu konuları, Allah ve Resulü Müslümanlar belli ölçüde İslâm esaslarını benimsedikten, tevhid ölçülerini kavradıktan sonra yasaklamış, takipçilerini sakındırmıştı. Çünkü emir verildiğinde uygulanabilir kolaylıkta olması ilkeydi. Allah da kulları için güçlük istemez, kolaylık murad ederdi. (Bakara 2/185)
Onları, kendilerine faydalı olacak hususlara çağırır ve yöneltirdi...
Devam edecek...
▶️ Sonraki Bölüm: Hudeybiye'den Mekke'ye kalplerin fethi