17. Bölüm
Resûl-i Ekrem (SAS.) Hudeybiye Antlaşmasından sonra Bizans ve Sâsânî imparatorlarına, Mısır mukavkısına, Habeş necâşîsine ve bazı Arap emîrlerine mektuplar göndererek onları İslâm’a davet etmişti. İslam devleti davet ve siyaset ile hemen hemen bütün Arap yarımadasına hükmeder hale gelmişti. Allah’ın evi, ilk mâbed Kâbe’yi bağrında taşıyan Mekke de artık emin ellerdeydi. Din kemale ermekteydi. Hz. Ebu Bekir (RA) gibi derin idrakli sahabiler Hz. Peygamber’in (SAS.) vefatının yaklaştığını sezmekteydi.
Bu bölümde Peygamber Efendimiz (SAS.)’in ifa ettiği tek hac olan Veda Haccı ile devam ediyoruz.
“Lebbeyk”: Buyur Allah’ım
Hz. Muhammed (SAS.) yıllardır yürüdüğü tevhid yolculuğunun sonuna gelmişti. Kâbe, şirk kalıntılarından fetih günü temizlenmişti. Bütün Arabistan artık tevhide “evet” demişti. Şimdi sıra bu gerçeğin tüm dünyaya ilânına gelmişti. Bu ilan Hac esnasında gerçekleştirilecekti. Hem Hz. Muhammed (SAS.) şimdiye dek hac etmemişti. İmkanı olanlar için ömürde bir kez yapılması farz olan hac ibadetini de ümmetine öğretmesi gerekmekteydi.
Duyurdu: Bu yıl Hacc’a gidilecekti... Onunla birlikte hac etmek isteyenler hazırlanmalı idi. Hz. Muhammed (SAS) ile birlikte hac etmeyi hangi Müslüman istemezdi? Kim bu şerefe ermeyi dilemezdi? Kısa zamanda, Medine çevresinde şimdiye kadar görülmemiş sayıda çadırlar kümelendi. Hacca gitmek isteyenler civar beldelerden gelmiş, çadırlar kurmuşlardı. Doğrusu böyle bir manzara, birkaç yıl önce hayal bile edilemezdi. Şimdi tüm Arabistan sanki tek yürek, tek bir niyetti...
Allah neye kadir değildi ki
Ayet ne güzel ifade etmişti: “...Allah’ın üzerinizdeki (İslâm) nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman (kabileler) idiniz de (Allah) kalplerinizi (İslâm’da) birleştirdi. İşte onun (İslâm) nimetiyle (hepiniz) kardeş oldunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan sizi (İslâm ile) O kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böylece açıklıyor ki doğru yola eresiniz” (Ali İmran, 3/103)
Hz. Peygamber Zilkade ayının 25. günü ailesini yanına alarak Medine’den hareket etti. Yüz bine yaklaşan Müslüman topluluğu da beraberinde idi. Zülhuleyfe’de geceledi. Ertesi gün burada ihrama girdi. Hac niyetiyle dua etti. İki parça havludan oluşan ihram kıyafetine büründü. Hürmet edilen beldenin kurallarına uygun hareket etmeye başladı. Beraberindekiler de onu takip etti. Şimdi, dış görünüş itibariyle de bütün Müslümanlar birdi.
Dillerinde ise telbiye denilen tevhid düsturu yükselmekteydi: “Lebbeyk, Lebbeyk Allahümme lebbeyk... Lâ şerike leke lebbeyk İnnel hamde vennimete leke vel mülk, lâ şerike lek” “Ya Rabb, Sözümle, özümle emrine boyun eğdim, davetine icâbet edip geldim. Saltanatında eşin-ortağın yoktur senin. Rabbim, Bütün varlığımla sana yöneldim. Hamd sana mahsustur, nimet senindir, mülk senindir. Bütün bunlarda hiçbir ortağın yoktur senin!”
Dağlar, taşlar, vadiler, vahalar bu düsturun, bu ikrarın, bu kabulün, bu akışın, bu gidişin şahidi olmaktan son derece memnun gözükmekteydi. Her taraf bir başka güzeldi. Her şey tevhid ile bir başka dirilmişti. Dimdikti. Tertemizdi.
Hz. Muhammed (SAS) yol boyunca ve hac günlerinde ümmetinin bundan sonra nasıl haccedeceklerini göstermekteydi. Bu arada, Câhiliye devrinden kalma bir çok düşünce ve uygulama da düzeltilmekte, tevhide uygun hale getirilmekteydi. Kâbe ziyareti, hac ibadeti de özüne yabancı unsurlardan temizlenmekteydi.
Artık haccın, Hz. Muhammed’in (SAS) gösterdiği şekilde uygulanması ümmetin göreviydi. Çünkü Müslüman için sünneti izlemek, hem dini kimlik ve kişilik meselesi hem de en büyük şerefti.
Vedâ Hutbesi
Hz. Muhammed (SAS) bu hac esnasında üç ayrı yerde üç hutbe verdi. Bu hutbeler, onun son ve genel tebliği, bildirisi demekti. Tevhidin hakim olduğunun ve olgunlaşarak kemale erdiğinin bildirisiydi. O’nun (SAS) ümmetine son tavsiyeleri idi. Bu yüzden de bu hutbesine Vedâ Hutbesi dendi. Hz. Peygamber, Allah’a hamd etti, övgüde bulundu. Sonra şunları dile getirdi:
“Ey insanlar! Bilmiyorum, belki de bugünden sonra burada sizinle bir daha buluşamayacağım. Allah’ın rahmeti bugün sözümü işitip onu iyice kavrayanların üzerine olsun!
Ey insanlar! Bugününüz arefe nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes (Haram, hürmetli) bir ay ise, bu şehriniz Mekke (Harem-i Şerif) nasıl mübarek ve dokunulmaz bir şehirse, canlarınız, mallarınız; namuslarınız da öyle mukaddes ve dokunulmazdır, her türlü hak ihlalinden korunmuştur.
Dostlarım; Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketlerinizden muhakkak sorulacaksınız. Rabbiniz olan Allah’tan sakının, O’na kulluk edin. Beş vakit namazınızı kılın. Ramazan ayında oruç tutun, hac ibadetini yerine getirin, mallarınızın zekatını gönül hoşluğuyla verin. Yöneticilerinize Allah’ın kitabına uydukları sürece itaat edin ve böylece rabbinizin cennetine girin. Benden sonra küfre ve sapkınlığa düşüp birbirinizin boynunu vurmayın. Benden sonra hiçbir peygamber gelmeyecektir. Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildirilen kimse burada bulunandan daha iyi anlar, uygular ve korur..
Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin! Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lakin borcunuzun aslını vermek gerekir. Ne haksızlık ediniz ne de haksızlığa uğrayınız. Allah’ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Câhiliye Devrinden kalma bu çirkin adetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz amcam Abbâs b Abdulmuttalib’in faizidir.
Ashabım! Câhiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdülmuttalib’in torunu, amcazâdem Rebia’nın kan davasıdır.
İnsanlar! Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden etki ve hâkimiyetini kurma gücünü sonsuza kadar kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu sevindirir ve ona cesaret verir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!
İnsanlar; Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların, aile yuvasını sizin hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, ölçülü bir şekilde, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.
Mü’minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir, böylece bütün Müslümanlar kardeştir. Bir Müslümanın malı rızası olmadan diğer bir Müslümana helâl olmaz. Sakın haksızlık etmeyin.
Ashabım! Kendinize de zulmetmeyiniz. Kendinizin de üzerinizde hakkı vardır.
İnsanlar! Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını Kurân’da vermiştir. Vârise vasiyet etmeye lüzum yoktur…Herkes ancak kendi işlediği suçtan sorumludur. Ödünç alınan şeyler sahibine geri verilmelidir. Yararlanılmak üzere alınan şeyler de sahiplerine iade edilmelidir. Borçlar ödenmelidir. Birinin borcunu üstlenen kefil de o borcu ödemelidir. Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine iade etsin.
İnsanlar! Rabbiniz birdir. Atanız da birdir; hepiniz Âdem’in (AS) çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, ona en çok saygı göstereninizdir. Arab’ın Acem’e, Arap olmayana, beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takvâ ile, Allah saygısı iledir.
Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız takdirde bir daha asla yolunuzu şaşırmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı Kur’an’la peygamberinin sünnetidir.
Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar. O zaman ne diyeceksiniz?”
“Allah’ın elçiliği görevini yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun, diye şahitlik ederiz.”
(Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şehadet parmağını göğe doğru kaldırarak, sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)
Şâhid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Rab!”
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, VII, 307, 330, 376; Buhârî, “Ḥac”, 132, “Meġāzî”, 78; Müslim, “Ḥac”, 147; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 56, 61; Tirmizî, “Tefsîrü’l-Ḳurʾân”, 10)
Hutbenin Gündeme Getirdikleri
Bu hutbe, aslında sâdece Hz. Muhammed’in (SAS) değil, aynı zamanda bütün peygamberlerin dünyada yaşayanlara vedası niteliğindeydi. Hz. Âdem’le (AS) başlayan ilahi vahiy, artık bitim noktasına gelmişti. Nitekim bu vedâ haccı esnasında şu ayet indi: “..Bugün dininizi (hükümleriyle) kemâle erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak (hayat tarzı olan) İslâm’ı beğenip seçtim.” (Maide, 5/3)
Vedâ Hutbesi, bu anlamıyla kemâl, tamamlanma, olgunluk ifadesiydi. Son Resûlün, genel anlamda son nefesiydi. Alıcısı bulunursa, Arafat semâsında saklıydı onun sesi...
Vedâ Hutbesi, son peygamberin tüm insanlığa son tavsiyesi, İslâm’ın bir başka şeref abidesi, insan hakları beyannamesiydi...
Yaratılmışların en güzeli, bu hutbesinde şu konulara açıklık getirirdi: Sözlerinin iyi dinlenmesini, bellenmesini, burada bulunmayanlara da bildirilmesini istedi. “Bilmiyorum, belki sizinle burada bir daha buluşamam” dedi. Vedâ ettiğini bildirdi...
Bu yüzden de bu hacca Vedâ Haccı, bu hutbeye de Vedâ Hutbesi dendi. Can, mal ve nâmus dokunulmaz; sömürü, haksızlık, ahlâksızlık yasaktı; kesin şekilde ifade etti.
İnsan varlığına saygıyı öğretti. İnsanın değerini dünyaya ilan etti.
Emânetler sahiplerine mutlaka verilmeliydi. Faizin her çeşidi yasaktı. Kan davaları sona erdirilmişti. Cana kast etmek, canını kaybetmek demekti...
Kadınlar Allah emanetiydi. Kadın-erkeğin karşılıklı hak ve görevleri bulunduğu bildirilmişti.
Müslümanlar din kardeşiydi. İnsanlar Adem (AS) soyundan gelmişti. Aralarında Allah saygısından başka hiçbir açıdan üstünlük söz konusu değildi. (Hucurat, 49/13)
HZ. Muhammed (SAS) bir konuya daha dikkat çekmişti: “Gerçekten şeytan sizin şu topraklarınızda kendisine tapılmaktan ümidini kesmiştir. Fakat o, bunun dışındaki küçümsediğiniz iş ve davranışlarınızda kendisine uymanızdan memnun olacaktır.” O gün nâzil olan ayet de şu anlamdaydı: “..Bugün küfre sapanlar/inkârcılar dininiz(i ortadan kaldırıp sizi kendilerine çevirmek)ten ümidi kestiler, artık onlardan korkmayın, benden korkun!” (Mâide 5/3)
Hz. Muhammed’in (SAS) Vedâ Hutbesi’nde değindiği bir başka konu da takvim meselesiydi. Arapların, haram ayların yerlerini değiştirerek, zaman plânında çıkarlarına uygun yollar bulmaya çalışmalarını eleştirmişti. Ay yılının; kameri takvimin Yaratılış kanunlarına ve İslâm ibadetlerinde gözetilen hikmete uygun düştüğünü kesinlikle belirtmişti...
Son Resûlün son emrini dinleyenler, diğer mü’minlere aktaracaktı. Tebliğ, sürekli ve vazgeçilmez görevdi. Hem yeni duyacak olanlar eskilerden daha anlayışlı da olabilirdi. “Tebliğ ettim mi?” Şâhit ol, ya Rabb!” Bu, O’nun (SAS) bir çeşit hesap verişiydi. Çünkü o da sorumlu bir kişiydi. Ayet kesindi: “Kendilerine (peygamber) gönderilenlere, (sapmalarının sebebini) mutlaka soracağız ve gönderilen (peygamber)lere de (kendilerine uyup uymayandan ve tebliğ vazifesinden) elbette soracağız.” (A’raf, 7/6)
“Şüphe yok o (Kur’an), senin için de, ümmetin için de bir öğüttür. İleride (hepiniz, ona uyup uymadığınızdan) sorulacaksınız.” (Zuhruf, 43/44)
Allah’tan başka herkes için değişmeyen son, sorumluluktu... Sorumlulukta yüz aklığı, en büyük mutluluktu... Hz. Peygamber Rabbimize yüz binlerin “tebliğ ettin” şehâdetiyle gitti. O ne güzel gidişti...
Hz. Muhammed’in (SAS) yaptığı bu hacca, Vedâ Haccı dendi. Ona İslâm Haccı, Belâğ Haccı, gibi isimler de verilmişti. Bu isimlerin her birinin haklı gerekçeleri bilinmekteydi.
Aslında Vedâ Haccı’ndan sonra hüküm bildiren hiçbir vahiy de gelmemişti. Yani kemâl gerçekleşmişti... İslâm en mükemmel dindi. Onu Hz. Muhammed (SAS) getirip tebliğ etmişti. Özü, tevhiddi. Artık tevhid yolculuğu, “İslâm” adıyla sürdürülecekti...