Günümüzde haberin niteliğinin ayağa düşmüş olması, haberlerin ideolojik, siyasi, ticari ya da nefsi kaygılarla çarpıtılıyor veya kirletiliyor olması bilginin temel kaynaklarından biri olduğu gerçeğini değiştirmez. Sorunu üreten biz modern çağ insanlarının çarpık anlayışıdır, öyleyse haberin değerini düştüğü yerden kaldırmak da bize, bu çağın insanına düşer.
Medyanın ana varlık sebebi haberdir. Modern muhabirlik, uzun zamandır kendine bir tür kutsiyet alanı inşa etmiş, kamusal otoritenin ve toplumun da bu “inancı” tanımasını talep etmektedir. Fakat geldiğimiz noktada, nadir örnekler dışında tabi oldukları siyasi ya da iktisadi güç odaklarının bir takım ahlak dışı taleplerinden kendilerini koruyamamışlardır.
Hangi haber kutsaldır?
İşin aslı, “haberin dosdoğru iletilmesi” gerçekten kutsal bir görevdir ve gerçek temsilcileri peygamberlerdir. Resul, risale, bilgi, haber getirendir; İngilizce mukabili “messenger”dır. Onlar Hak adına, hakikatin sözcüsü olmak üzere seçilmiş habercilerdir. Bağlılarına da dosdoğru olma tavsiyesinde bulunmuşlardır. Dolayısıyla habercilik ancak bu bağlamı ile kutsal sayılabilir.
“Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların emin olduğu kişidir.” (Buhârî, Îman 4, 5, Rikak 26; Müslim, Îman 64-65)
Yorum serbest midir?
İmam Maturidi’ye göre haber, duyular ve akıl ile birlikte üç temel bilgi kaynağından biridir. Haberin anlamını sadece vuku bulan hadiselerin bir aktarımı ile sınırlamamak, emanet edilen bilgi, fikir ve tecrübeyi eksiltmeden, çarpıtmadan aktarmak olarak anlamalıyız.
Duyularımızın bizi yanıltabileceğini, hele bugünkü gibi gelişmiş görsel ve işitsel teknolojilerin gözümüzü rahatlıkla boyayabileceğini hesaba katarsak aslında akıl yürütme yani muhakeme ile birlikte en önemli iki bilgi kaynağından biridir (doğru) haber.
Günümüzde haberin niteliğinin ayağa düşmüş olması, haberlerin ideolojik, siyasi, ticari ya da nefsi kaygılarla çarpıtılıyor veya kirletiliyor olması bilginin temel kaynaklarından biri olduğu gerçeğini değiştirmez. Sorunu üreten biz modern çağ insanlarının çarpık anlayışıdır öyleyse haberin değerini düştüğü yerden kaldırmak da bize, bu çağın insanına düşer.
Muhakemenin duygularla imtihanı
İnsanın düşünme ameliyesinin karmaşıklığı ve çok yönlülüğü duygunun nerede bittiği, yorumun, fikri görüşün nerede başladığını anlamamızı oldukça güçleştirir. Bırakın mütefekkirlerin fikri kanaatlerinde nesnel olmalarını, bilim insanları dahi yaptıkları araştırmalarının sonuçlarını açıklarken tarafsız değildirler.
Genel olarak sarf ettiğimiz her bir cümlenin duygu durumumuz, karakterimiz, insani ve siyasi tercihlerimiz ve sahip olduğumuz bilgi, kültür ve ahlâkla doğrudan ilgisi vardır. Duygularımızı akıl terazisine vurmayı ve düşüncelerimizden ayrı tutmayı beceremeyiz pek. Yorumlarda hakkaniyetli olmak, sağlam bir muhakemenin iki önemli hasletini kuşanmayı gerektirir: izan ve insaf. Söz konusu kişiyi, olayı ya da mevzuyu olduğundan başka bir hakikat olarak kavrayıp kavrayamadığımız, düşüncelerimizi bildirirken olanın hakikatine müsavi bir dil kullanıp kullanmadığımız, şahsi duygularımıza ne kadar gem vurabildiğimiz düşüncelerimizin keyfiyetini belirleyecektir.
İki büyük günah
Yalan ve türevleri olan yalancı şahitlik, iftira İslam’da büyük günahlardan kabul edilir. Günümüz medyacılığında ise ister siyasi ister ticari kaygılarla olsun rakip ya da hasımlarla ilgili yalan üretmek, itibarlarını sarsmak için iftira etmek ve yalancı şahitlik yapmak adeta olmazsa olmaz bir kural haline gelmiştir. Hakkaniyet düsturunun tam tersine, aksi ispat edilene kadar her türlü yalan meşru sayılmaktadır.
Hind bin Ebu Hale’den rivayetle denir ki; Peygamberimiz (sav) bulunduğu ortamlarda nefsini şu üç şeyden men etmiş ve ashabından da bunlara dikkat etmelerini istemişti: “Münakaşa, mübalağa ve mugalata (boş laf, gevezelik).
“O kimseyi ayıplamaz, başkasının kusurlarını araştırmaz, sevap umduğu mevzunun dışında konuşmazdı.”
Günümüz medyacılığı ise çeşitli sebeplerle kişileri kamuoyunda küçük düşürmeyi haberciliğin en önemli ve verimli işlerinden sayar, kamuoyu ilgisini bu yönde kabartmayı marifet bilir. Nebevi olanla dünyevi olan arasında, dibinde cehennem olan bir uçurum vardır.
“Piyasa bu”
Siyasetten ticarete, eğitimden medyaya rahatsız edici, gayrı ahlaki tutum ve davranışların bir numaralı gerekçesi hep böyle ifade ediliyor artık: “Piyasa bu”. Oysa Cenabı Hak, insanı yaratırken kendisine bir halife tayin etmiştir.
“Onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık, nasıl davranacağınıza bakalım diye.” (10/Yûnus, 14)
Dünya hayatı bir Müslüman için manevi bir tekâmül yolculuğudur. Tekâmülü, yaşanılan çevrenin şartları karşısında aciz kalmak ve bu şartlara uymaya mecbur olmak olarak anlamak çok sık yapılan bir hatadır. Sadece çevresine uyum sağlayanın ayakta kaldığı fikri bir safsatadır.
En küçük canlıların dahi hayatlarını sürdürürken çevrelerini kendilerine uygun hale getirmeye ve yaşadıkları şartları değiştirmeye uğraştıklarını biliyoruz. Kendini şartların bir ürünü/sonucu görmek hatasına bir insan düşmektedir. Siyaset, ticaret, hukuk, kültür ve eğitim gibi tüm toplumsal faaliyet alanları için bu böyle. Öyleyse yeryüzünün halifesi küçük bir sinekten, minicik bir karıncadan daha mı acizdir?
Yeni Şafak