Ebeveynlerin sevgiyle paylaştığı bir fotoğraf, bir video ya da kısa bir anı paylaşımı… Bugün sosyal medyada masum bir hatıra gibi görünen bu içerikler, yıllar sonra bir okul başvurusunda, iş görüşmesinde ya da dijital arama sonucunda çocuğun karşısına çıkabiliyor. Uzmanlara göre bu durum, çocukların “dijital kimlikleri” ve “mahremiyet hakları” açısından ciddi riskler taşıyor.
Doç. Dr. Zafer İçer, çocukların dijital ortamlarda görünür hale gelmesinin sadece teknik bir mesele değil, aynı zamanda hukuki ve etik bir sorumluluk olduğunu vurguluyor.
Türkiye’de Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK) çocukların kişisel verilerini özel olarak koruma altına alıyor. Kanuna göre çocuklara ait fotoğraf, video veya kimlik bilgileri paylaşılırken “açık rıza, amaçla sınırlılık ve ölçülülük” ilkelerine dikkat edilmesi gerekiyor. İçer, bu çerçevenin sadece bugüne değil, geçmişe yönelik hukuki adımların da önünü açtığını belirtiyor:
“Kişisel verilerin korunması kanunu, ebeveynlerin bile çocuklarının verilerini paylaşırken hukuka uygun davranmalarını zorunlu kılıyor. Çocuklar ileride, geçmişte kendi rızaları dışında yapılan paylaşımlar nedeniyle hukuki süreç başlatabilir.”
Uzmanlara göre, çocuk 18 yaşını doldurduğunda hukuki süreçler açısından yeni bir dönem başlıyor. Bu tarihten itibaren çocuk, kendisiyle ilgili yapılan paylaşımlar veya maruz kaldığı dijital ihlaller konusunda dava açma hakkına sahip oluyor.
İçer, bu düzenlemelerin amacının “çocuğun geleceğini korumak” olduğunu vurguluyor:
“Çocuğun 18 yaşını bitirdiği tarihten itibaren dava zaman aşımı süreleri işlemeye başlar. Bu, çocuğun geçmişte uğradığı hak ihlalleriyle ilgili adalet arayabilmesini sağlar.”
Sonuç olarak, dijital dünyada bir paylaşım saniyeler içinde yayılabiliyor, ancak etkisi yıllarca sürebiliyor. Hukukçuların uyarısı net: Bir fotoğraf paylaşmadan önce, çocuğun dijital geleceğini de düşünmek gerekiyor.