18. Bölüm
Peygamber Efendimiz (SAS) ashabıyla birlikte ömründe ilk ve son defa olmak üzere Haccetmişti. Haccı esnasında birkaç yerde hutbe de vermişti. Din kemale ermekteydi. Artık davet çemberi tamamlanmaktaydı. Vefatı yaklaşan Hz. Peygamber’in bu son hutbesiydi. Veda Haccı ve Veda Hutbesi ismiyle anılacaktı.
Hutbe esnasında vasiyetiydi: Tebliğ ettiği ilahi mesaj, tüm insanlığa ilan edilecekti. Zira yeni öğrenenler öğretenlerden daha iyi kavrayabilir ve uygulayabilirdi.
Bu son bölümde her canlı gibi Peygamber Efendimiz’in (SAS) de ebedi saadet yurduna yolculuğunu aktarıyoruz.
Hz. Muhammed (AS) Vedâ Hutbesi’nde; “Ey Allah’ın kulları, Allah’a karşı saygılı davranmanızı ve sâdece O’na kulluk yapmanızı tavsiye ederim. Size bunu öğütlerim” demişti. Her Peygamberin ilk daveti, böylece, son Peygamber’in son seslenişinde bir kere daha dile gelmişti. İlâhî davet çemberi böylece hikmet noktasından düğümlenmişti. “Allah’a karşı saygılı olmak ve O’na, sâdece O’na kulluk yapmak...” Davetlerin maksadı ve yaratılışın tek gayesi buydu. (Zariyat, 51/56) Kurtulan bu emre uyduğundan kurtulmuş, selamete ermişti. Mahv ve perişan olan da bu emri duymadığından, ona uymadığından olmuştu...
Her Canlı Gibi Son Günler
Hz. Muhammed (SAS) son peygamberdi. Fevkalâde büyük, zor ve başarılı bir tevhid daveti yürütmüştü. Ama nihayet o da bir beşerdi, bir insandı, bir canlı idi. “Sünnetullah”, Allah’ın kanunu; onun hakkında da geçerliydi. “Her canlı (nefis) ölümü tadacaktır.” (Ali İmran, 3/185) Bu ayet kesin gerçekti. Gerçekleşecekti. Onu da bize kendisi tebliğ etmişti. Ölüm, zorunlu istikâmet, yegâne, tek geçitti.
Herkes o geçitten geçecekti. Çünkü bekâ, sonsuzluk sâdece Allah’a aitti. “(Yer)üzerinde bulunan her canlı fânidir. (Yalnız) azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı, bâkidir....” (Rahman, 55/26-27)
Hz. Muhammed (SAS) Vedâ Haccı dönüşünde hastalandı. Şimdilik görülen bir baş ağrısıydı. Fakat giderek ağırlaşmaktaydı. Aslına bakılırsa, Muhammed (SAS) şimdiye kadar ciddi şekilde hiç hastalanmamıştı. Kendisi sağlığını koruyucu hemen bütün tedbirleri bizzat uygulamaktaydı. Az yerdi, temizliğe son derece dikkat ederdi. Az uyurdu. Tembelliği hiç sevmezdi. Devamlı hareket hâlindeydi. Ne var ki, ilâhî kanun işlemekteydi. O (SAS) da her canlı gibi ölüme yaklaşmakta idi... “Sünnetullah” karşısında tedbir ne etsindi?
Halkımız, ilâhî takdir karşısındaki çaresizliği ne güzel dile getirmişti: “Ecel geldi cihâne, baş ağrısı bahâne...”
Zaten Hz. Peygamber’e sona yaklaştığını gösterecek belirtiler, Nasr Sûresi ile öğretilmiş değil miydi? Evet, öyleydi:
“Allah’ın (vaadettiği) yardımı ve fetih (zafer) gelince, insanların Allah’ın (son) dinine akın akın girdiklerini görünce, hemen Rabbini hamd ile (överek) tesbih et ve O’ndan bağışlanma dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr, 110/1-3)
Allah Resûlü, bu sûrenin inmesi ile, “Sübhânallâhi ve bihamdihî, estağfirullâhe ve etûbü ileyh” duâsını çokça yapmaya başlamıştı. Vedâ Haccı esnasında da dinin kemâle erdiği bildirilmişti. Bu senenin Ramazanında Kur’ân Cebrail (As.) ile iki kez mukabele edilmişti. Bu haberler ve hastalığı Hz. Peygamber için, aslında en Yüce Dost’a kavuşma müjdesiydi.
Demek o, görevini yerine getirmiş, şimdi sıra vuslata, kavuşmaya gelmişti. Ancak dostları ve onu çok seven yakınları hiç kuşkusuz böyle düşünmüyorlardı. Onun ayrılığını akıllarına bile getirmek istemiyorlardı. Çünkü O’nu (SAS), kendi öz canlarından bile çok seviyorlardı. Ama artık son günlerdi. Sevgi de çaresizdi, üzüntü de...
Son Ziyaretler
Hz. Muhammed (SAS) hastalık günlerinin başlangıcında bir gece, kalkıp Medine’deki Bakî’ mezarlığını ziyaret etti. Onları selâmladı, dua etti: “Selâm size ey mü’minler diyârı, ey kabirler halkı. Sizler bizden önce gittiniz. İnşallah biz de size dahil olacağız. Allah’ım, Baki’ kabristanı halkını bağışla!”(Müslim, Cenâiz, 35; İbn Mâce, Cenâiz, 36)
O şimdiye dek hiç böyle davranmamıştı. Yanındaki Ebû Müveyhibe’ye “onlara istiğfar etmekle emrolundum” diye durumu açıkladı. Bu, bir bakıma da kabir ziyaretlerinde nasıl dua edileceğini ümmetine öğretmekti. Yani tebliğdi. Tevhid görevine devam etmekti. Bir anlamda da Bakî’dekilere vedâ etmekti...
Mezarlık ziyaretinden sonra Muhammed (SAS), Uhud imtihanında şehid düşmüş olanlar için dua etti. Hastalığı kendisini giderek hissettirmekteydi. O, hastalığının ilk günlerini Hz. Meymûne’nin (RA) odasında geçirmişti. Geri kalan günlerini de Hz. Âişe Validemiz’in (RA) hücresinde geçirmek istedi. Ancak bunun için bütün hanımlarından izin ve helâllik almayı da ihmâl etmedi. Bu ne nezâketti!
Toplam on üç gün sürecek olan hastalığı artık Hz. Peygamber’in mescide çıkmasına, imamlık yapmasına izin vermemekteydi. Emretti; Hz. Ebû Bekir (RA) toplu namazlarda imamlık edecekti... Kendisine mihrabta Ebû Bekir (RA) vekâlet edecekti. (Buhârî, Sahîh, 1/165).
Hastalığı oldukça şiddetli geçmekteydi... Sıkıntıların en büyüğünün peygamberlere verildiğini bizzat o (SAS) bildirmişti.(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/172, 174, 180, 185, 6:369) Şimdi kendisi de bu hâlinden soranlara aynı şeyi söylüyor ve asla şikayet etmiyordu.
Hz. Muhammed (SAS) bir gün kendisini iyi hissetti. Mescide geldi. Hz. Ebû Bekir’e (RA) uyarak namazını kıldı.
Son Sesleniş
Hz. Muhammed (SAS) bir başka gün iki Müslümana dayanarak mescide çıktı. Cemaate son kez seslendi. Sonra, kendisinin ahireti, refik-i a’lâyı, Yüce Dost’a varmayı dünyada kalmaya tercih ettiğini ima etti.
Vedalaşmakta olduğunu bildirmek istedi. Bu imayı fark edip ağlayan Hz. Ebû Bekir’i (RA) teselli etti, onu ne kadar sevdiğini belirtti. Mescide açılan kapılardan sâdece Hz. Ebû Bekir’e (RA) ait olanının açık bırakılmasını, diğerlerinin kapatılmasını emretti. Bu son ifadeleri ve namazda kendi yerine geçirmesi bir anlamda Hz. Ebû Bekir’in halifeliğine, kendisinden sonra Müslümanların ve devletin lideri olacağına işaretti. Kesin bir tayine gitmemişti. Çünkü kendisinden sonrakileri mecbur etmek istememişti.
Allah’ın takdirini hiçbir şeyin ve hiçbir kuvvetin değiştiremeyeceğini pek iyi bilmekteydi. Bu konuda ümmetinin yetişmişliğine de güvenmekteydi. Muhâcirleri ve Ensâr’ı ayrı ayrı ve birbirlerine vasiyet etti. Her iki grubun geçmişteki faaliyetlerini hatırlattı. Helalleşti. Kendisinde hakkı olanların istemesini, incittiği kimseler varsa, onların da gelip haklarını kendisinden almalarını ısrarla istedi. Hakkın mutlaka hak sahibine iade edilmesi gerekti. Dünyada kötü duruma düşüp mahcup olmanın, ahirette mahcup olmak yanında çok hafif kalacağını açıkça belirtti.
Daha sonra da Vedâ Haccı dönüşünde hareketle görevlendirdiği ordunun 20 yaşındaki genç komutanı Üsâme b. Zeyd (RA) hakkındaki tereddüt ve eleştirileri yerinde görmediğini bildirdi. Görevlere layık olanların getirileceğini, gençliğin bu konuda bir kusur oluşturmadığını öğretti.
Hz. Peygamber’in (SAS) bu davranış ve sözlerinin anlamı, Müslümanların eşitliğiydi. Bu, tevhid mücadelesinde yetişkin gençlerin en ileri derecede sorumluluklar yüklenebileceğinin fiilen gösterilişiydi. O, bu konuda sadece kuru bir tavsiyeyi yeterli görmemişti. Bizzat sorumluluk vererek gerçekleştirmişti.
Bilinmeliydi ki fikirler uygulandıkları ölçüde kıymet ifade ederdi. İslâm ise pratikti. Nitekim Üsâme’nin (RA) görevi, daha sonra devlet lideri Hz. Ebû Bekir (RA)’in döneminde hakkıyla yerine getirilmiş olacaktı...
Hz. Peygamber (SAS), mesciddeki bu son seslenişinde mezarlar ve kabirlerle ilgili uyarıda da bulundu. Geçmiş ümmetlerin yaptığı gibi kendi kabrinin asla bir tapınak hâline getirilmemesini kesin şekilde belirtti. Böyle yapacak olanlara Allah’ın lânet edeceğini bildirdi.
Sevinirken ve Üzülürken
Onun bu sözleri, en büyük tehlikeyi önceden önlemeye gayret etmekti. Gerçekti. Tevhid daveti kabirler çevresinde oluşan batıl inançlar ve asılsız uygulamalar yüzünden zarar görürdü. Çünkü insan, her türlü sınırı ya sevinirken ya da üzülürken çiğnerdi.
Kişi, dostuna merhamet ve sevgisinden; düşmanına da kin ve nefretinden dolayı aşırı gider, haksızlığa düşer, imanını tehlikeye iterdi. Oysa her iki halde de Müslümana orta yol gerekti. Çünkü itidal, orta yol, bir anlamda iman selameti demekti. Bu nokta hiç mi hiç göz ardı edilmemeliydi.
Yüzünü Son Görüş
Hz. Peygamber (SAS), tavsiyelerini bitirdikten sonra Hz. Âişe’nin (RA) odasındaki yatağına çekildi. Ertesi gün bir ara kendisini daha iyi hissetti. Sabah namazı vakti perdeyi aralayıp Hz. Ebu Bekir’in arkasında saf olmuş Müslüman topluluğunu görünce gülümsedi. Yüzü hastalığın şiddetinden bembeyazdı.
Hz. Ebu Bekir (RA), Hz. Peygamber’in (SAS) cemaate namaz kıldırmak istediğini sanarak imam mevkiinden gerilemişti. “Olduğunuz yerde durunuz! Namazınızı tamamlayınız!” diye eliyle işaret etti (Ahmed b. Hanbel, 3/163, Buhârî, Sahîh, 5/141).
“Ey insanlar! Muhakkak ki, Müslümanın göreceği veya ona gösterilecek salih, sadık rüyadan başka, peygamberliğin gönüllere sevinç verecek müjdecilerinden hiçbir şey kalmamıştır!” buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, 1/219, Müslim, 1/348)
Bu ashabın Hz. Peygamber’in (SAS) yüzünü son görüşleriydi. (Ahmed b. Hanbel, 3/202) Odanın perdesini indirtti. Bu artık vedâ görüşü idi. Son denetimdi. Ne var ki ashâb onu böyle yorumlamamıştı. Hz. Peygamber’in iyileştiğine hükmetmişlerdi.
Başta Hz. Ebû Bekir (RA) olmak üzere birçokları Hz. Peygamber’den (SAS) izin almış, işlerinin başına dönmüşlerdi. Üsâme (RA) de kuşluk vakti orduyu hareket ettirmek üzere Hz. Peygamber’le (SAS) vedâlaşmıştı. Ancak bu hafifliğin ölümden önceki son rahatlama olduğu biraz sonra anlaşıldı.
Vuslat
Hz. Peygamber’in (SAS) hastalığı iyice şiddetlendi. Baygınlık bile geçirdi. Kendisine geldiğinde konuşamayacak haldeydi. Ziyarete gelen bir Müslümanın elindeki misvakı görünce istekle baktı.
Hz. Âişe (RA) ne istediğini anlamıştı. Hz. Âişe’nin (RA) yardımıyla son kez dişlerini misvakladı. (Buhârî, Sahîh, 5/141-142)
“Lâ ilâhe illâllah. en yüce dostla olmak ne güzel”... derken misvakı elinden bırakmış, mübarek eli de yanındaki su kabının içine düşmüştü. Artık Hz. Muhammed (SAS) en büyük dosta kavuşmuştu. Yıllarca önce inen “Sen de öleceksin, onlar da ölecekler,” ayeti şimdi tecellî etmişti.
63 yıl yaşamıştı. Gün Pazartesi, ay Rabiulevveldi. Tıpkı doğumundaki gibi... Yıl, Hicrî 11’di... Vuslat gerçekleşmişti. Allah Rasulü dostuna kavuşmuştu.
Şimdi dünya Hz. Muhammed’in (SAS) getirip tebliğ ettiği ebedî gerçeğin, tevhidin hâkimiyetindeydi. Onun tebliği Kıyamete kadar geçerliydi. Çünkü ondan sonra bir başka peygamber gelmeyecekti. Bu anlamda Hz. Muhammed kıyamete kadar dipdiriydi. Zira devam edecek olan onun tebliği, onun tevhid davetiydi...
Hz. Ebû Bekir ne güzel belirtmişti: “Yüce Allah, Muhammed aleyhisselâma Allah’ın dinini ayakta dik duracak, Allah’ın emrini açıklayıp hâkim kılacak, tebliğ vazifesini yerine getirecek ve Allah yolunda mücadele edecek kadar ömür verip yaşattıktan sona, onu vefat ettirmiştir.” Başka ne denirdi? “O, sağlığında da ölümünde de bambaşka güzeldi...” (Buhârî, Sahîh, 4/194).
Allah’ın salat ve selamı O’nun üzerine olsun.
◀️ İlk Bölüm: Peygamberimizin Doğumu, Gençliği ve İlk Vahiy