Allah'ın nimetleri karşısında kullanılan kelimelerden 'hamd', 'şükür'den daha kapsamlıdır. Kur’an’ın ilk suresi Fâtiha, “Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur” ayetiyle başlar. Rasulullah da (SAS.) “Hamdetmek, şükrün başıdır" buyurmuştur.
Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette yer alan, bazı durumlarda beraber zikredilen hamd ve şükür kavramları yakın anlamlı olsalar da kapsamları farklıdır. Hamd, nimete kavuşmanın veya gelecekte kavuşulacak olan bir nimetin sevincini, huzurunu duyup, nimet sahibine övgüde bulunmak iken, şükür ise, ulaştığı/elde ettiği nimete karşı teşekkür etmektir. Buna göre hamdetmek için nimetin, hamd eden kişiye ulaşmış olması şart değildir. Şükürde ise, nimetin şükreden kimseye ulaşmış olması şarttır.
Hamd ve şükür arasında ne fark var?
Genelde “hamd” kelimesi, “şükür” kelimesiyle birlikte kullanılsa da hamd, şükürden daha kapsamlıdır. Her hamd bir şükür olmasına rağmen, her şükür bir hamd sayılamaz. Dolayısıyla hamdeden kimse, aynı zamanda şükretmektedir. Bir hadiste Rasulullah (SAS.), “Hamdetmek, şükrün başıdır, Allah’a hamdetmeyen şükür de etmemektedir” buyurur.
Allah bir kula nimet verdiğinde şükretme, ancak o nimeti aldığında ise hamdetmek gerekmektedir.
Şükür, daha çok verilen nimetlere, yapılan iyiliklere karşı bir teşekkür ifadesi olurken hamd, her zaman ve her durumda en güzel övgülere lâyık olan Yüce Allah’ı tazim ile yâd etmek, O’nun yüceliğini, Rab oluşunu, verenin de alanın da O olduğunu itiraf etmektir.
Kur'an-ı Kerim'de hamd nasıl geçmekte?
Rabbimiz kitabına besmele ve hamdele ile başlar. “Giriş” ya da “başlangıç” anlamına gelen ve Kur’an’ın ilk suresi olan Fâtiha “Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur” ayetiyle başlar. Kur’an’da hamd hepsi de Allah’a nispet edilmiş olarak kırk üç yerde geçer.
İbnü’l-Cevzî, Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan hamd kavramının şu manalara geldiğini söyler: Övgü, emir, minnet duygusu, şükür ve namaz. Allah’a kulluk ifadesi olan hamd, insanlık tarihi boyunca Rabbine karşı şükran ve minnettarlık bilinci içinde olan bütün insanların ortak vasfı olmuştur. Zira Peygamber Efendimizin bildirdiğine göre, “Allah’ın verdiği nimet karşısında kulun “Elhamdülillâh” diyerek hamdetmesi, o nimetten daha da değerlidir.”
Peygamberlerin hamd ve şükrü
Kur’ân-ı Kerîm, yaşlandığında kendisine verilen çocuklardan dolayı Hz. İbrâhim’in; “Yaşlılığıma rağmen bana İsmâil’i ve İshak’ı armağan eden Allah’a hamdolsun! Şüphesiz rabbim duaları kabul edendir.” (İbrâhîm, 39)
Kendilerine verilenilimden dolayı Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman “Şüphesiz biz Dâvûd’a ve Süleyman’a da bir ilim verdik. “Bizi mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah’a hamdolsun!” (Neml, 15) hamdedişlerinden bahsetmektedir.
Yine Kur’an, ideal müminlerin niteliklerini sayarken onların “hamdedenler” olduğunu da ayrıca zikretmektedir. (Tevbe, 112)
Ayetlerde cennet ehlinin nasıl hamdettikleri şöyle anlatılır: “Derler ki, hamd, bizden hüznü gideren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.” (Fâtır, 34)
Cennettekilerin dualarının son cümlesi de hamd iledir: “Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” (Yûnus, 10)
Kur’an’da Fâtiha’dan başka, En’âm, Kehf ve Sebe surelerinin yanı sıra “Elhamdülillâh” ifadesiyle başlayan yirmi üç ayet bulunmaktadır.
Namazda hamd
İslâm’ın en önemli ibadeti olan namaz, baştan sona Allah’a hamd ifadeleriyle doludur. Muhtemelen bundandır ki kudsî hadiste geçen, “Ben namazı kendim ile kulum arasında iki kısma ayırdım” ifadesinde namaz ile Fâtiha Sûresi kastedilmiştir. Zira günde beş vakit namazın her rekâtında tekrarlanan, “Elhamdülillâh” diye başlayan Fâtiha Sûresi ile Yüce Allah’a tam kırk defa hamdedilir.
Namaza başlandığında “Sübhâneke Allâhümme ve bihamdik...” duası okunurken, rükûdan kalkıldığında “Semiallâhu limen hamideh. (Allah, kendisine hamdedeni işitir.)” derken, Salli-Bârik dualarında “İnneke hamîdün mecîd” derken ve namaz sonrasındaki tesbihatta hep Yüce Allah’a hamdedilmektedir.
Peygamber Efendimizin dilinden hamd
Rabbimizin en güzel isimlerinden biri de “Hamîd’dir. Sevgili Peygamberimizin isimleri olan Ahmed, Muhammed ve Mahmûd, “çok övülen, övülmüş” anlamlarını taşır. Ayette Peygamberimize verileceği vadedilen makam, “Makâm-ı Mahmûd (Övgüye lâyık makam)” olarak, bazı hadislerde geçen Resûl-i Ekrem’in kıyamet gününde taşıyacağı sancak da “Livâü’l-hamd (Hamd Sancağı)” olarak isimlendirilir. Çünkü Allah’ın salih kulları için hamd makamından daha üstün ve daha yüksek bir makam yoktur.
Peygamber Efendimiz (SAS.) dünyada ve ahirette övgüye en lâyık kişi olduğundan dolayı ona “Livâü’l-hamd” verilecektir. En yüksek makamın övgüye en lâyık olan kula verilmesi, Muhammed ümmetinin yanı sıra geçmiş ümmetlerin de bu sancağın altında bir araya gelmesi içindir.
Peygamberimizin hayatı, tamamen hamd ile bezenmişti. Hayatının her ânını hamdederek geçiren Ahmed-i Mahmûd, hem kulluğunu yerine getiriyor, hem de bizlere örnek olacak bir bilinç inşa ediyordu. Onun hamdi sadece nimet ve sevinç zamanında değil, bela ve musibet anlarını da kapsayacak derinlik ve genişlikteydi.
Peygamber Efendimiz (SAS.) hutbesine başlarken, uykudan uyandığında ve yemekten sonra Allah’a hamdederdi. Müminleri de güzel bir rüya görünce ve aksırınca hamdetmeye teşvik ederdi. Sevgili Peygamberimiz, “Allah Teâlâ, kulunun bir şey yedikten sonra hamdetmesinden veya bir şey içtikten sonra hamdetmesinden hoşnut olur” buyurur, yemeği yediği zaman da “Hamd, bizi yediren, içiren ve Müslüman kılan Allah’a mahsustur” derdi.
Yeni Şafak