el-Hamdülillahi rabbilâlemin ve’l-âkibetü li’l-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.
İ’lemû eyyühe’l-ihvân enne efdale’l-kitâbi kitâbullah ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem ve şerra’l-umûri muhdesâtühâ ve külle muhdesin bid’ah ve külle bid’atin dalâleh ve külle dalâletin fi’n-nâri. Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kâl:
El-cumuatü alâ men semia’n-nidâe.
Sadaka rasûlü’llâh, fî mâ kâl, ev kemâ kâl.
Revaiul Ebû Dâvud, Beyhakî, An İbni Ömer.
Cuma, bütün müslümanların üzerine farz-ı sabittir. Cuma, gün ismi olmakla beraber, gün ismi verilmiş olmakla beraber, Cuma’dan murat, o gün kılınan Cuma namazı’dır.
Cuma günü çalışmayı bırakmak diye bir şey yok dinimizde.
Cuma günü yalnız Cuma ezanı okunduktan sonra, namaz bitinceye kadar haram olan vakit odur. O zaman çalışmak, kazanç haramdır. Onun gayrı da feizâ kudiyeti’s-salat fezkurullahe.
Feizâ kudiyeti’s-salat. Namazı bitirdikten sonra fenteşirû fi’l-ardı ( Cuma, 62/10) dağılın işlerinize. Onu çeşitli tefsirlerle tefsir etmişler ya. Fakat asıl şey olan, namazı ezandan daha cami içindeki ezandan namaz bitinceye kadar olan vakitteki alışveriş haramdır.
Cuma da bir istirahat günü diye bir gün yoktur. Cuma o gün kılınan namazın adı. Onun için hakkun vacibun ala külli Müslim. Her Müslümana bu Cuma vaciptir. Farzı sabittir demek. 4 kişi müstesna. Köleler, kadınlar, çocuklar, hastalar ve misafirler.
Cuma o günün adı olmakla beraber kıldığımız o gün namaz gelecek bir Cuma var ya o Cuma ile o Cuma arasındaki günahlarımızın da kefaretine sebep olur. O kadar kıymetli bir namazdır. Ramazandan Ramazana olduğu gibi, hacdan hacca olduğu gibi, cumadan cumaya olan Cuma namazının edasıyla o arada olan küçük günahlarımız af olur. Küçük günahlarımız. Büyük günahlar demiyor. Hatta üç günde ilavesi vardır.
Cuma eğer hac mevsiminde, Arafe gününe rast gelirse, yetmiş derece fazileti vardır o seneki haccın. Ona hacc-ı ekber deniyor ama o yanlış bir tabirdir.Bütün hac iki kısımdan ibarettir: Hacc-ı asgar, hacc-ı ekber. Yalnız umre yapılırsa, onun adı hacc-ı asgar’dır, ufak hac demek. Öteki, Arafat’ta olan umumi hac; ona da hacc-ı ekber denir.
Hacc-ı asgar hergün olur, senenin her mevsiminde olur. Hac mevsiminden başka zamanda her gün bu hacılık yapılabilir. Buna umre diyorlar. İmam-ı Şafi’ye göre farzdır. Bize göre sünnettir.Onuniçin;
(El-cumuatü alâ men semia’n-nidâe.)
Cuma ezanı okunan bir beldede, Cuma ezanını duyan herkes üzerine bu Cuma vaciptir. Cuma ezanı okunan o beldede bulunan insanların hepsine bu borç terettüp eder. “İsterse belde haricinden olsun!” diyor.
Şafîlere göre beldenin haricinde de olsa; kasabalarda, köylerde tarlası var, bahçesi var, oralara gitmiş de olsa Cuma’dır o gün. O Cuma ezanı okunduğundan dolayı, o beldeye mensup kendisi. Onun için Cuma’ya gitmesi lazım.
Fakat bizim İmam-ı Azam Hazretleri demiş ki:
“Ancak beldenin içerisinde olanlara vaciptir. Beldenin dışında olanlar müstesnadır.” demiş.
(El-cumuatü vâcibetün, illâ alâ mâ meleket eymânüküm, ev zî illetin………)
Cuma farzdır; sabittir herkesin üzerlerine, yalnız müstesna kölelere.
Mâlûm şimdi bur da yok ya, Arabistan da olan bir köle var ki o efendisine bağlıdır, hürriyeti yoktur. Cuma’da ise hürriyet şarttır. Bir insan ki hürriyet yoktur, o insana Cuma vacip olmaz. Yani başkasının hizmetine kendi nefsini satmıştır.
İkincisi zî illet, illeti var, hastalığı var. Buna da borç değil. Meselâ, oturak, yürüyemiyor yahut âma göremiyor yahut hasta, gidecek hali yok. Bunlar müstesna… Bunlardan gayrı olan herkes için Cuma vacip sayılıyor. Vacip demek yani farz-ı ayın.
Evvelki hadiste “Bir beldede ezan sesini işiten herkese vacip!” dedi. Burada da köye indi. (El-cumuatü vâcibetün alâ külli karyeh). Karyeh köy. Herhangi bir köy ki, o köyde imam vardır; fihâ imâmün üç-beş-on ne kadarsa sayısı o köyün halkına Cuma vaciptir.
(Ve in lem yekün fihâ illâ erbaatün). Köyde adam yok. Ancak üç kişi var, bir de imam dört. Bunlara vaciptir. Bunlar cemaat olurlar, dört kişiyle Cuma namazını kılarlar.
İmam-ı Şafi Hazretlerine göre zannedersem, hatta burada erkek olarak dört kişinin bulunmasını söylemiş, İmam-ı Şafi’ye göre 40 kişinin olması diğer rivayet. Büyük memleketlerde caminin doldurulması şart. Camiyi dolduracak kadar cemaat varsa, orada cumanın kılınması lazım!
Hatta büyük memleketlerde ancak iki yere hasretmişler. “Arada bir büyük su varsa, bizim köprüler gibi köprüler varsa, Beyoğlu tarafına bir, bu tarafa bir. Bütün halk bir yere toplanacak, ancak orda Cuma namazı kılınacak” demişler.
Sonra insanlar çoğaldıkça zorluklar başlamış. O zaman herkesin bulunduğu yerde namazını kılmasına müsaade edilmiş. Yani cemaatin az olunca cumanın kılınmasına mâni değil. Dört kişiye kadar müsaade etmiş, birisi imam üçü de cemaat oldu muydu, cumanın kılınması borç oluyor. Cemaat çok olursa, tabi çokluk miktarınca da sevap olur.
(El-cennetü mietü derecetin, mâ beyne külli dereceteyni, kemâ beyne’s-semâi ve’l-ardı, ve’l-firdevsü a’le’l-cenneti, ve vasatühâ, ve fevkahû arşu’r-rahmâni, ve minhâ tüfecceru enhâru’l-cenneti; feizâ seeltümu’llâhe fes’elûhü’l-firdevse.)
Cennet, Cenâb-ı Hak cümlemize lütfetsin, Cennet parayla alınır bir yer değildir. Allah-u Teâla’nın lütfuyla bizi oraya koyarsa koyacak. Amellerimizle de giremeyiz oraya. Ancak yine Cenâb-ı Hakk’ın lütfu olacak.
Cennet, yüz derece üzerine kurulmuş bir yerdir. Her derecenin arası da yer ile gök arası kadar uzak. Yani yüz dereceyi bu kadar düşünürsen, kim bilir ne kadar bir yer olacak.
Bunların sekiz tanesinin adı var. Bir tanesinin adı Firdevs, Firdevs denilen cennet, a’lâl Cenneh, cennetin en a’lâ yeri firdevs. İstersen Cenâb-ı Hakk’dan firdevsi isteyin diyerekten de ayrı bir teşvik vardır. Ve vasatühâ, Cennetin hem en âlâsı hem de ortası, güzeli.
Ve fevkahû. Bu Firdevs Cenneti’nin üstü Arşu’r-Rahmandır. Arşu’r-Rahman yani aklımız kabul edemezse , o kadar büyük bir yer ki, bu varlıkların hepsi, yani yalnız dünya değil ne kadar varlıklar varsa bu arş’ın önünde, büyük denizlerimiz üzerindeki bir saman çöpüne bir kayığa benzetmişler yani. Arş o kadar büyük bir yer. Yani büyüklük nisbeti aklımızın, hafsalamızın alamayacağı derecededir.
Ve minhâ.O cennet denilen cennetil firdevsden. Tüfecceru enhâru’l-cenneh. Cennetin suları Firdevs oradan akar. Feizâ seeltümu’llâhe. Siz Allah-u Teâlâ’dan bir şey dilediğiniz vakitte, fes’elûhü’l-firdevse o cenneti’ni isteyin! Yani Firdevs-i a’lâ da; “Senin makamını Cenab-ı Hak Firdevs-i Âlâ’da kılsın!” diye dua edilir.
Bunlar Efendimizin tavsiyesi üzerinedir.
(El-cennetü akrabü ilâ ehadiküm min şirâki na’lihî, ve’n-nâri misle zâlik)
Şimdi cennet dedi ki:
“Cennet yüz derece; her bir derecesinin arası yer ile gök arası kadar uzak.”
Bak şimdi burada da diyor ki:
“Cennet size ayağınızdaki giydiğiniz ayakkabının tasması —ki üstü demek— ondan daha yakın size. Cehennem de keza o kadar yakın.”
Cenneti kazanmak, Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nin rızasını kazanmaya bağlı. Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nin rızası kazanıldı mı, cennet onun için hazır.
Cennet bazı insanlara da müştak. Biz ona muştak olduğumuz gibi Cennet de bazı insanlara müştak. Kim? Allah-u Teâlâ rızası uğrunda ömürlerini ifa eden insanlara, Cennet her zaman müştak.
(El-cennetü akrabü ilâ ehadiküm). Sizin birinize cennet o kadar yakın ki, min şirâki na’lihî ayakkabısındaki tasmadan daha yakın sana. Uzakta değil cennet... Nedir? Hakk’ın rızasını gözeteceksin. Hakk’ın rızasının nerede olduğu bilinmez. Bilinmediği için Allah-u Teâlâ’nın bütün emirlerine dikkat, kullarına şefkat de arayıp bulmalıdır!
Bu ihlâs ve sadakata bağlıdır. İnsandaki ihlâs ne nisbette olursa, Allah-u Teâlâ’nın rızasına o kadar yakın olur. İhlâstaki kuvveti de sıdkına bağlı. İslâmiyet’teki sadakati ne kadar kuvvetliyse, ihlâsı o kadar olur, ihlası ne kadar çok olursa Allah-u Teâlâ’ya yakınlığı da o kadar olur. Allah-u Teâlâ’ya yakınlığı nispetinde de cennet ona yakın olur.
Fakat diyor ki:
“İhlâs kadar zor, ihlâs kadar zor bir şey yoktur.”
Adı kolay: İhlâs. Adı kolay ama Allah-u Teâlâ buyuruyor ki:
“İhlâs bir sırdır, bir nurdur. O nuru ben ancak sevdiğim insanların içine veririm. Kimi seviyorsam o nuru ona veririm. Kime verdiysem onu, verdiğim zaman ihlâs sahibi olur o…
Allah-u Teâlâ’nın sevdiği kul olabilmek kolay bir şey değil! Peygamber sallallahu aleyhi vessellem’i seveceksin ki orada da o şart var; Sen Peygamber sallallahu aleyhi vessellem’i seveceksin ki, o sevgi seni Allah’a götürecek. Allah da seni sevecek. Niçin? Peygamberin yolundan gittiğin için, onu sevdiğin için.
Allah’ın Habibini seviyorsun, onun yolunda gidiyorsun, ondan dolayı Allah-u Teâlâ seni seviyor, sevince de o ihlâs nurunu senin içine veriyor. İhlâs nurunu senin içine verdikten sonra, sana, cennet ayağından daha yakın.
Cehennem de bu kadar yakın. Uzak değil, ikisi de yakın. Nedir? İşte bu yolda iki ara var, bir tarafı Cennet’in, bir tarafı Cehennem’in… O tarafa atlarsan Cennet’e, bu tarafa atlarsan Cehennem’e. O da sana çok yakın.
Nedir o Cehennem’in yakınlığı? Allah’ın yolundan ayrıldı mı,Peygamber’in yolundan da ayrıldı mı, tamam işte. Cehennem arkasında hemen.
Allah hepimizi affetsin. Rızası yolunda, uğrunda çalışan bahtiyar kullarının zümresine bizi de ilhak eylesin.
İslam’ın bir adı var tabi: İslam. Bunun mânâsında çok geniş düşünceler oluyor. “Ben müslüman oldum!” diyoruz: Ne oldun?
“Lâ ilâhe illa’llah, Muhammedün rasûlü’llah!” dedim Müslüman oldum.
Ne demek bu?
“Ben Allah-u Teâlâ’nın yolunda yürüyecek bir insanım! Allah-u Teâlâ’nın rızası yolunda yürümeyi kabul eden bir adamım!”
Müslüman demek bu. Öyle olunca Allah-u Teâlâ’nın emirlerinin dışına çıkmaması lazım! Bir kere Allah-u Teâlâ’nın emirlerinin dışına çıkınca;
“Ben nasıl müslümanım ya? Bir kere söz verdim Allah’a, ben müslümanım, herkes benden selamette. ‘Ben senin emirlerini de kabul ettim, dinini de kabul ettim!’
Ha o zaman ne oluyor? Zayıf müslüman oluyor. Zayıf müslüman olunca, yine İslam’dan çıkmıyor yani. Zayıf müslüman olunca da bu devlete, şerefe mazhar olamıyor. O nur-u ilâhiyi Cenâb-ı Hak vermiyor.
Şimdi hepimizin arazileri var, mülkleri var, şunları var bunları var. İyi tohumu kötü yere atar mısın sen? İyi tohumu mutlaka yerin iyisini ararsın, orasını da güzel beller, hazırlarsın. O iyi tohumu oraya atarsın ki ziyan olmasın. Kötü yere atarsan tohum bir şeye yaramaz, kaybolur. Onun için insanın asıl itibarı, dışına değil içinedir. Çünkü, mâlûm bizim kuyumcular var. Kuyumcularda işte çeşitli altın, elmas, inci, yakut, birçok şeyler var, cevahir var. O cevahirleri birtakım süslü kutuların içine koyuyorlar. Onları teşhir ediyorlar orada, gösteriyorlar. Onun kıymeti, onun dışında olan kutuda mı, yoksa onun içerisine konan ufacık bir elmas parçasında mı? Küpesinde, o küpenin de taşında ya da altınında... Elbette biliyoruz ki kutusunda değil kıymet. O kutunun içindeki saklanan o küpe mi, yüzük mü neyse ondadır.
Binaen aleyh insanın kıymeti de insanın bu dışında değil insanın içerisindedir. Gönül dediğimiz o âlemdedir yani. O gönül dediğimiz alem ne kadar kıymetli, herkesin yetişme nisbetine göredir.
Herkesin gönlü bir değildir. Peygamberimizin gönlüyle, o Ashab-ı Kiram’ın gönlüyle bizim gönlümüz bir olur mu? Elbette olmaz. Ama nisbet dahilinde her birimizin Allah-u Teâlâ’ya bir gönlü vardır. İşte o gönül ne kadarsa, o kadar Cenab-ı Hak’kın yakınlığı hasıl olur insanlarda.
Allah cümlemizi affetsin… Şimdi hepimizin kabahati çok. Hepimiz üstündeki kutuyu süslemeye bakıyoruz. Kutuda iş yok. Kutuyu gösterirsin sen alıcıya, “İşte şu yüzük, ister misin al bakalım!” Hiç onun kapağıyla uğraşır mı yüzüğü satın alan adam. İçindeki yüzüğü tercih eder.
“Bakın bu yüzük, bu küpenin evsafı nedir?” diye kaç tane kuyumcuya gösterir.
Kaç ayardır, şudur budur… Ona emniyet getirirse, o küpesi için alacak o kutuyu. Kutu ne kadar olursa olsun. Asıl kıymet onun içinde saklanan o küçük parçada. Binaen aleyh bizim kıymetimiz de içimizde saklanan gönlümüzde.
Biz dışımızı ne kadar süslersek süsleyelim, ne kadar dikkat edersek edelim, bir gün ecel gelip alıp götürüyor bizi. Bunda kimsenin şüphesi yok. Götürdüğü vakit de o mezarlığa bizi koyuyorlar. Koyduktan sonra şu bedenin kaldığını kimse kabul etmez.
Bu beden, o toprağın içerisinde bir zaman sonra dağılıp gidiyor. Artık ona bakılacak bir hal bile kalmıyor yani. Açılsa da bir görsek! Hepimiz kaçarız oradan. Evvela toz kondurmadığımız o vücut, bak şimdi ne hale geldi? Demek ki o kadarmış onun kıymeti.
Asıl onun taşıdığı iç hali kıymetli, ona ölüm yok. Ölüm, bu cesede. Ceset geldi gidiyor, topraktan geldi toprağa inkılab ediyor. Ama içindeki ceset, o ruh kısmı, gönül kısmı o bakî. Ona bir şey yok.
Binaen aleyh onu burada nasıl beslediysen, orada o haliyle karşılaşacaksın. Onun için mezar; ya Cennet’in bahçesi ya da Cehennem’in çukuru. O, burada kazanışa bağlı. Kazandığın takdirde Cennet sana senden yakın. Cehennem sana senden yakın, cenneti kaçırdığın takdirde.
Allah cümlemizin muini olsun.
Cenneti çok istiyoruz. Neden? Cennet Cenab-ı Hak’kın rızasının yeri orası. Yoksa Cennet’e yemek içmek için, yaşamak için bir mahal diye özeniyorsa, o hayvanlar halidir derler. Orada yaşamak için cennet isteniyorsa, o hayvanların halidir.
İnsan cenneti ister, Cemalullah orada müşahede olunacağı için… Hakk’ın rızası orada olduğu için isteriz Cennet’i.
Şimdi bu cenneti bize tarif ediyor:
(El-cennetü binâühâ) “Cennet köşklerinin, binalarının yapılış tarzı, (lebinetün min fiddatin) bir tuğlası gümüşten, (ve lebinetün min zehebin) bir tuğlası altındandır. (Ve milâtuhe’l-miskü’l-ezferu) Onun harcı, arasına koydukları harç, çok güzel koku neşreden bir misktendir. (Ve hasbâühe’l-lü’lüü ve’l-yâkûtü) Aralarına koydukları ufak tefek taşlar da inciden ve yakuttandır. (Ve türbetühe’z-za’ferânü) Toprağı da misk kokulu safrandandır.”
(Men dehalehâ yen’amü lâ yey’esü) “Oraya giren kimse envai çeşit nimetlerle orada nimetlenir, yaşar. Artık bir daha ona yeis denilen bir şey arız olmaz. (Ve yahlüdü lâ yemûtü) Orada ebedî olarak yaşar, ölmez. (Lâ teblâ siyâbühüm) Elbiseleri eskimez, (ve lâ yefnâ şebâbühüm) gençliği de gitmez.”
Cennete 33 yaşında girilir, o 33 yaş daim olur insanda. Yani gençlik, gençliğin tam kuvvetli devri devam eder durur. Burası gibi 40-50-60 yaşına girer, 70 yaşına girer, hayatından bıkar, “Artık ölsem!” diye bakar, öyle iş yok orada.
(Lâ teblâ siyâbühüm, ve lâ yefnâ şebâbühüm). Ne esvabları eskir ne de gençliklerine bir yokluk gelir. Gençliği daima gençlik, giydiği esvab da her ne şekilde olursa olsun, eskimek gelmez kendisine.
Allah kusurlarımızı afv u mağfiret eylesin. Tevfîkât-ı samedâniyesine mazhar eylesin. Cümlemizi fazl u keremiyle nefsin, şehvetin, şeytanın elinden kurtulup o güzel cennetine müstahak, istihkak getiren kullarının zümresine kabul buyursun.
el-Fâtiha!