Eûzubillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi’l-âlemin ve’l-âkibetü li’l-muttakîn es-salâtu ve’s-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn. İ’lemû eyyühe’l-ihvân fe-inne efdale’l-kitâbi kitâbullâh fe-enne efdale’l-hedyi hedyu Muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem ve şerre’l-umûri muhdesâtuhâ ve külle muhdesin bid’ah ve külle bid’atin dalâleh ve külle dalâletin fi’n-nâr fe bi’s-senedili muttasili ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kâl:
E tedrûne mâ ekseru mâ yüdhılu'n-nâse'l-cennete? "Biliyor musunuz insanların çoğunu cennete koyan şey nedir?"
İnsanların çoğunu cennete koyan şeyin ne olduğunu biliyor musunuz?
Bilmiyoruz.
Takvallâhi ve husnü'l-huluki.
"İki tanecik şey: Allah korkusu ve güzel ahlak."
Güzel ahlak gıybet ettirmez adama, kimsenin aleyhinde konuşturmaz. Çünkü bende de var birçok kusurlar yahu. Ben kendi kusurlarımı düzeltemiyorum ki o karşımdakine diyeyim ki sen ne için düzeltmiyorsun. Ve onu niçin teşhir ediyorum. Hepimizde var çeşitli kusurlar.
Binâenaleyh güzel ahlak böyle olduğu gibi bir de takvâ olması lazım. Çok okursun, çok bilirsin, yeri de bilirsin göğü de bilirsin, aya da gidersin güneşe de gidersin belki. Çok bilgin var. Fakat Allah korkusu olmazsa hiçbiri fayda etmez vesselam.
Onun için Akif demiş ama Akif de onu cebinden dememiş. Kur'ân-ı Azimüşşân diyor da Akif de o Kur'ân-ı Azimüşşân'dan aldığı ilhamı bize söylemiş.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfi Yezdan'ın.
Ne irfanın kalır te'sîri kat'iyyen, ne vicdanın.
Hayat artık behîmîdir. . . Hayır ondan da alçaktır;
Onun için Allah korkusu başta geliyor. Şurada;
Re'sü'l-hikmeti mehâfetullah. "Hikmetin başı Allah korkusudur."
Senin hikmetin çok. Nereye gidersen git! Allah korkusu olmadıktan sonra hepsi hava. Allah bu mülkü bize musahhar kılmıştır. Mülkü Allah cemîan tâbiriyle bütün insanlara müsahhar kılmış. Bunun yeri de bize musahhar, göğü de bize müsahhar, emrimize âmâdedir, her şeyi yapabiliriz. Fakat Allah korkusu olmayınca hiçbir şeye yaramaz.
Onun için Allah bu korkuyu bize ihsan buyursun.
Allâhümme e'innâ alâ edâi şükrike ve zikrike ve husni ibâdetike. "Yâ Rabbi! Senin şükrünü zikrini ve sana güzel ibadet etmek için bana yardım eyle yâ Rabbi!"
Ben acizim; nefsim var, şehvetim var, şeytan var, bu kadar beşeriyet içerisinde dertler var. Bunların içerisinden sana ne güzel şükredebilirim, ne güzel ibadet edebilirim, ne de zikredebilirim. Ama sen yardım edersen hepsi olur.
Bunu istemek mecburiyetinde olduğumuzu Cenâb-ı Peygamber bize duyurmak için Hz. Mu'az'a bunu tarif etti. Hz. Enes radıyallahu anh de bize bunu beyan buyurdu.
Bu iki şey cennete sokacak.
Şimdi altında yine buyuruyor ki;
E tedrûne mâ ekseru mâ yüdhilü'n-nâse'n-nâra? "Adamı cehenneme sokan şeyleri de biliyor musunuz?"
Cennete gidenleri söyledim: Takva ve hüsnü'l-hüluk olursa cennete gidersiniz.
E bir de cehennem var, cehenneme gidenler de ne için gider bilir misiniz?
El-Ecvefâni. "İki boşluktan giderler."
Ecvef boş, ecvefân iki boş.
"İki boşluğuna hakim olamayanın yeri cehennem."
"Boşluklardan birisi ağızdır."
Buradan haram lokma da gider kötü sözler de çıkar. Bu kötü sözlerin çıkmasına, gıybet gibi şeylerin çıkmasına, fena hareketlerin çıkmasına burası sebep olur. Buna hakim olan cennetliktir hakim olamayan cehennemlik. Yani bulduğunu yiyor, helal haram demiyor.
Siz dünyaya o kadar meyil etmeyiniz. Dünyanın bin bir türlü hali var. Zenginliğe alışırsınız rahatlığa alışırsınız sonra bir gün gelir de elinizden bu rahatlık elinizden gider, bu zenginlik giderse o zaman o rahatı bulmak için haramlara irtikap edersiniz, nereden olursa olsun aman o rahatlık elimizden gitmesin dersiniz. İşte en büyük felaket buradan doğar.
Binâenaleyh şimdi bu iki ecveften birisi;
El-Femü. "Ağız." diyor.
Buradan boğaza, bu ağız işte. Bu ağızlardan ne felaketler geldiği malum.
İkincisi de;
El-Fercü. "İffet yeri."
Bu iki yere sahip olamayan insanların yeri cehennem.
Onun için buyuruyor ki;
E tedrî mâ temmâmün en-ni'meti? "Nimetin tamamı nedir bilir misiniz?"
Nimetin tamamı işte paralar var, her şey var yani.
Bu nimetin tamamı olmaz.
Nimetin tamamı nedir?
Dühûlü'l-cenneti ve'n-necâtü mine'n-nâri. "Cehennemden kurtulup cennete girebilmektir."
Nimetin tamamı bu.
Eh evin var barkın var, paran var, her şeyin var yani. Çok müreffehsin fakat nimet tamam değil.
Çünkü ölürken nasıl öleneceksin ya da âhiretteki yerin ne olacak meçhul. Binâenaleyh âhiretteki yerin cennet olduğu ve cehennemden kurtulduğun gün tam bir nimete mazhar olursun.
Allah cümlemizi bu nimete mazhar olan kullarının arasına kabul etsin inşallah. Hiç olmazsa bazı senelerde de Ramazan-ı Şerif'leri Mekke-i Mükerreme'de tutabilmeyi de nasip etsin cümlemize.
Şimdi bak, Bir namaza 100.000 sevap var. Buradaki gibi on değil, 100.000 sevap var.
Ben kitap okuyordum, İmam Gazzâlî'nin kitabı ile bir de Hazînetü'l-esrâr diye bir kitap var. O kitabı okuyordum o sırada. Dedim ki;
"Delil Bey! Bak dedim ne diyor burada? Gece kalkar da bir insan, gece kalkar da iki rekat gece namazı kılarsa 100.000 rekât kılmışcasına sevap var. Ne diyeceksin?"
Gece kafaları da ölçmüşler, üç saat güzel uyku uyuyormuş kafa. Üç saati geçince, hani kalp çarpıntısı oluyor ya. Onu da hemen ölçüyorlar. O kalp çarpıntısı bozuk bozuk filmleri çıkarıyor.
Binâenaleyh kafa da üç saatten sonra uykusunda bozuluyor. İşte o üç saat sonra, 2-3 saat sonra kalkar da bir abdest alır iki rekâtlık, dört rekâtlık bir namaz kılarsın ki sünnet-i seniyyedir, Peygamberin sünnetidir. Niçin?
İşte bak, o bir abdest alıp dinlenmeden sonra ikinci yatış yine rahat bir uykuya sebep oluyor. Halbuki şimdi biz sağa dönüyoruz sola dönüyoruz rahat edemiyoruz. Canım elbette edemeyeceksin çünkü uyuya uyuya kafa yoruldu artık. Şimdi o bir abdest bir namaz istiyor. O abdesti alıp namazı kıldın mıydı, yattın mı yine rahat uyursun.
Bunu doktorlardan da dinledik. Teheccüdün beyne bu kadar fevâidi var, hem de sünnet-i seniyyeyi de icra etmiş oluyoruz.
Şimdi burada el açıp yalvaracağız Cenâb-ı Hakk'a ama bu gecenin sessiz sedasız. Hadi bizim memlekette gürültüler oluyor ama arabaların gürültüleri filan. Dış memleketlerde mesela arabaların olmadığı yerlerde ses seda yok, in cin yok.
"Yâ Rabb! Ben senin divanına geldim. Beni affet! Ben kusurlar ettim, beni affet! Nimetlerin bana pek çok ama ben kadrini bilemedim, beni bağışla yâ Rabbi!" diyerekten böyle içten gelen bir yalvarmalarla kılacağın biz namazın faziletine acaba erişmek mümkün mü olur?
Dikkat edelim bu söze!
İttehazû inde'l-fukarâi eyâdiye.
Eyâdiye, el, yani elin cemi,
"Fukaraların yanında el edininiz."
Fukaraların yanında el edininiz ne demek yani?
Fukaralara yardım ediniz ki bu fukaralar da kıyamet gününde sizin sahibiniz olsun. Siz bugün onların elinden tutunuz, onları himaye ediniz, muhafaza ediniz, yardım ediniz, onları müzayakalardan kurtarınız, ki yarın âhirette o fukaralar sizin için şefaatçi olsun.
Allah göstermesin bir devir gelecek ki o zaman bu paralara sahip olanlar yaşarlar. Fakat bu paralara sahip olamayan fukara zuafâ bunalır, bunalır çok bunalır.
Onun için Cenâb-ı Peygamber yine bize merhameten diyor ki;
"Siz bu fukaraları himaye ediniz. Himaye ediniz ellerinden tutunuz, ki onlar da yarın sizin elinizden tutsun."
Fe-inne lehüm devleten yevme'l-kıyâmeti. "Çünkü sizin onlara himayeniz, yardımınız kıyamet günü sizin için bir devlet olacak."
O müzayakanızın esnasında onlar sizin elinizden tutacak;
"Yâ Rabb! Bu kulun bize çok yardım etti. Affet bunu!" diyecek.
Kıyamet gününde birçok şefaatçiler olacak, şefaatçillerden birisi de bu fukarâ ve zuafâlar olacak ki bu fukaralara Hz. Allah;
"Durun şu köprünün başında. Buradan geçerken size yardım edenleri gösterin." diyecek.
Kendisi biliyor ama Cilve-i Rabbânî! Onların da bizim tarafımızdan himaye edilmesi için Cenâb-ı Hak böyle bir teşvik yapıyor bize.
Allah hepimizi affetsin.
Ne güzel bir iştir ama!
Zuafâ, fukarâ kendi haliyle kavrulurken kavrulamıyor yanıyor yakılıyor. Cenâb-ı Peygamber ne güzel teşvik ediliyor ki siz fukaralarınızı bırakmayın ha! Zengin olduk diyerekten kenarlara köşelere çekilip de zevk ü sefanızda bunları unutmayın. Bugünün arkasından yarın var. Bugünün bu zevk ü sefası senin elinden gidecek. Ama bugün gider yarın gider. Hiç kimsenin elinde saltanat kalmamıştır. Herkesin elindeki saltanat birgün nihayete erer. Hepinizin bildiği şey işte, söylemeye lüzum yok.
Binâenaleyh yarınki âhiret gününün şefaatçileri olan bu fukaraları da boş bırakmayın. İşte bugün bir sürü kavga gürültüler hep bu fukaraların acılarının sızılarının neticesinde oluyor.
Grev yapıyor.
Neden yaptın sen yavrum grev?
"Efendi, eskiden bu kadar para ile geçiniliyormuş ama bugün geçinilir mi bu kadar parayla? E bu adama da iş görüyoruz. Binâenaleyh bizi doyursun. Hiç olmazsa biz bu kadar para isteriz." diyor.
Hazreti Fatih, külliyesini yapmış, oradaki hocalarına da 1000 akçe tahsis etmiş. Sen 1000 akçeyi belki bilmezsin ben de bilmem 1000 akçeyi. Biz akçeyi bilmiyoruz. Akçe devri o zaman. Para yok. Bir pul yani bir para. Bir para üç akçe ediyor. Üç akçe üç pul ediyor.
Aradan 500 sene geçmiş ne muazzam fark var demek ki. O gün akçe ile geçiniliyor. O akçenin geçinildiği devirde Fatih [külliyenin hocalarını] 1000 tane akçe veriyor. Yani bugünün parasıyla 1000 lira veriyor demektir.
Niçin?
Kimseye muhtaç olmasınlar, el açmasınlar. Zuafâdır, fukaradır, beslensinler diyor. E sen ise bugün için, hepimiz böyle, hiçbir fukaranın elinden tuttuğumuz yok. Azıcık şey varsa bunların çeşit dilenci adını da takarız;
"Ne dilenci herif be! Başımıza musallat be! Ne saygısız adam bu!" filan diyerekten de bir sürü acı acı sözler söyleriz.
Allah esirgesin.
Etehavvefü alâ ümmeti'ş-şirke.
Üstünde koyun besleme hakkında bir hadis var okumadım. Tabi o köylere ait bir iş. Şehirlerde bu imkan yoktur, onun için onu atlamıştım.
Etehavvefü alâ ümmeti'ş-şirke. "Ümmetimin en çok korktuğum şey, müşrik, şirk etmelerinden korkarım."
Ümmetimin şirk etmelerinden korkarım.
Ve'ş-şehvete'l-hafiyyete. "Gizli şehvetlerinden korkarım."
Şehvetin gizlisinden bir de şirk etmelerinden ümmetim üzerine çok korkarım demiş.
"Demişler ki." Yâ rasûlallâhe e tüşrikü ümmetüke. "Yâ Resûlallah! Senin ümmetin şirk eder mi? Müşrik olur mu senin ümmetin hiç?" Mim ba'dike. "Yani sen dünyadan gittikten sonra senin ümmetin senin dinini bırakır da şirke döner mi? Asla!"
Kâle neam. "Evet şirke girerler." İnnehüm lâ ya'büdûne şemsen. "Ama biliniz ki güneşperestler gibi güneşe ibadet etmezler." Ve lâ kameran. "Kamere de ibadet etmezler."
Yıldızlara tapanlar filan var ya.
Ve lâ haceran. "Taşlara ibadet edenler, put yapanlara da, onlara da tapmazlar." Ve lâ vesenen. "Putlara da tapmazlar."
Taşa tapmaz, aya tapmaz, güneşe tapmaz, yıldıza tapmaz.
Velâkin yürâûne'n-nâse bi-a'mâlihim. "Lakin insanlara mürailikle işlerler."
Mürailik, hani hepimizin bildiği bir mürailik var ya, gösterişçilik. Bu gösterişçilikle onların amelleri şirktir.
Ve'ş-şehvetü'l-hafiyyetü. "Gizli şehvet."
Şimdi şehvet-i hafiyye.
Akşamdan insan oruca niyet eder. Sabahleyin de birisi;
"Ya buyurun bize bir kahvaltı yapalım." der, "Ben oruçluyum." diyemez. Yahut o adam biraz daha zorlar, gider orada yemeği yer. Ama farz oruç için değil. Farz oruç bozulmaz tabiatiyle. Nafile oruçların bozulmasında cevaz var ise de, nafile oruçların bozulmasında cevaz var ise de hatta bir rivayette dostunu sevindirmek için orucunu yerse o oruç 200 mü, 2000 mi oruç sevabı alır tuttuğu zamanda, kaza ettiği vakitte. Çünkü kaza vacip oluyor. Nafile iken nafile sevabıydı. Vacip ise ödemek vacip oluyor çünkü. Bozduğun orucu ödemek vacip oluyor. Vacibin sevabı ise tabi nafilenin sevabı ile ölçülmez.
Onun için şimdi şehvetü'l-hafiyyeh. Böyle birisi sana dedi ki; "Gel bu sabah kahvaltıyı biz de yapalım veyahut öğlen yemeğini biz de yiyelim." dedi. Sen de oruçluyum diyemedin gittin yedin. İşte bu şehvet-i hafiyyedir diyor.
Ona söylersin, "Ben bugün oruçluyum kardeşim." dersin. Oruçluyum desen, bu sefer de nâs arasında insanın kıymeti artar. Bir riyakarlık olur diyerekten bunu da saklarsın.
Allah kusurumuzu affetsin.
En yusbiha ehadühüm sâimen fe-te'rudu lehu şehveten min şehevâtihi fe-yetruku savmehû.
Yine buyuruyor;
Etehavvefe alâ ümmeti'sneyni. "Ümmetim üzerine iki şeyden daha korkarım, iki şey." Yettebiûne'l-eryâfe. "Köy ve kasabalar, köylerde yeşillik bahçelik meyvelik yerlere dağılmak."
Şehirlerde bunalıyor insanlar, bu bunaltı dolayısıyla işte güzel yerler arıyor oralara gidiyor.
Yettebiûne'l-eryâfe. "Böyle köylere giderler, bahçesi güzel, meyveleri güzel, suları güzel, ha buraya dağılırlar." Ve'ş-şehevâti. "Ve şehvetlerine de tâbi olurlar."
Tabi köylerde, her köyde cami yoktur, her köyde imam yoktur, her köyde nasihat edici yoktur. Varsa da köy bir yerdedir senin bulunduğun bahçe bir yerdedir. Oradan kalkıp da camiye gitmek her zaman mümkün olmaz. Binâenaleyh;
Ve yetrukûne's-salâte. "Camiye gidemezler, namazı terk ederler."
E o bahçelerin içerisindeki nefse hoş gelen haller onu camiye gitmeye de mani olur, namazını terk etmesine sebep olur.
Ve'l-kur'ânü. "Kur'an'ı da teallüme mani olur bu zevk ü sefa."
Oralara gidiş zevk ü sefanın bir alameti. Bu zevk ü sefa senin Kur'an öğrenmene de mani olur, çocuğuna da öğretmene mani olur.
Binâenaleyh bunlardan çok korkarım demiş. O zaman sen okuyamazsan;
Yeteallemühü'l-münâfikûne. "Bu sefer münafıklar öğrenirler." Yücâdilûne bihi ehle'l-ilmi. "Ehli ilim ile mücadele ederler."
Yine buyuruyor ki;
E tedrûne me'l-ğıybetü? "Gıybeti biliyor musunuz siz?"
Bu en büyük günah aziz kardeş! Bundan kurtulmanın çaresini bulmak çok da zor diyeceğim yani. Cemiyetin içerisine giren insanların bu gıybetten kurtulmaları nadirattan bir şeydir.
Allah muhafaza etsin.
Çok sağlam bir insan olacak ki bu gıybetlere müdahale edebilsin, kendisini koruyabilirsin. Çünkü sen gıybete karışmasan da dinlemen kâfi. Sen gıybete karışmıyorsun fakat dinliyorsun, susturamıyorsun onları. Buradaki günah sana da ait.
Binâenaleyh bunu biliyor musun?
Zikruke ehâke bimâ yekrahu. "Arkadaşının, kardeşinin hoşuna gitmeyen şeyleri 'Filan şöyledir falan böyledir' diyerek zikrediyorlar orada."
"Müslümanlar kardeştirler." diyerekten duvara yazmışlar. Herkes biliyor ya ama koca bir yazıyla da yazmışlar caminin duvarlarına: "Müslümanlar kardeştir!"
Kardeş kardeşin etini yer mi?
Kardeş kardeşinin etini yer mi?
Olmayacak şey bu. Gıybet demek kardeşinin, ölmüş de onun etini yiyorsun demektir. Hazreti Allahu celle ve alâ gıybeti ölü kardeşinin etini yemeye benzetiyor. Binâenaleyh sen müslüman kardeşinin arkasından dedikodu olaraktan söyle yapmış, böyle yapmış, şöyledir böyledir diye zemmetmek. İnsan da bir acayip! Pek hoşuna gitmedi mi bir adam onun aleyhinde konuşmayı adeta mübah sayıyor, fayda sayıyor. Yarısı yalan yarısı yanlış adamın aleyhinde ağzına geleni söylüyor.
"Demişler ki." E fe raeyte in kâne fî ehî mâ ekûlu? "Yâ Resûlallah! Bu bizim söylediklerimiz zaten o adam da var. O adam öyle adam!"
Haa!..
Kâle in kâne fîhi mâ tekûlu fe-kad iğtebtehu. "Doğru söylüyorsun. Eğer o senin dediklerin o adamda varsa, gıybet şimdi oldu işte. "Eğer yoksa o yalan zaten, bühtan, iftira oluyor o zaman."
Yoksa iftira oluyor, hakikaten varsa asıl gıybet o ya.
Binâenaleyh müslüman müslümanın ayıbını örtmek ile mükellef. Müslüman ayıbını örtmek ile ve ona yardım etmekle mükellef. Sen ne yardım ediyorsun, ne ayıbını örtüyorsun, daha açıyorsun ayıpları meydana.
Allah!..
Bu zaman çok tehlikeli bir zaman. Bu artık çığırından çıkmış; nasihat edersin kabul etmez, söylersin kabul etmez. Bu ancak kafasında neler besledi ise onları yaymak için kendisini seferber etmiş.
Allah kusurlarımızı afv u mağfiret eylesin. Tevfîkât-ı samedâniyesine mazhar eylesin. Cümlemizi fazl u keremiyle nefsin, şehvetin, şeytanın elinden kurtulup o güzel cennetine müstahak, istihkak getiren kullarının zümresine kabul buyursun.
El-Fâtiha!