Elhamdülillahi Rabbilâlemin ve’l-âkibetü li’l-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.
İ’lemû eyyühe’l-ihvân enne efdale’l-kitâbi kitâbullah ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem ve şerra’l-umûri muhdesâtühâ ve külle muhdesin bid’ah ve külle bid’atin dalâleh ve külle dalâletin fi’n-nâri. Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve sellem ennehû kaal:
Bu bid'at denilen, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in zaman-ı saadetlerinden sonra dinde hâdis olan hareketler, ahvaller. Çünkü din tekemmül etmiştir. Tekemmül ettikten sonra ne ziyadeyi, ne noksanı... Binâenaleyh dine yapılan ekler, mesela üç kere yıkayacağına dört kere yıkamak, üç kılacağımıza dört kılmak nasıl olacak bir şey değilse, bu bid’atların envai pek çok. Bunları teker teker saymaya imkân olmaz. Fakat şöyle bir kâide koymuşlar ki, bu bid’atlar, ilaveler küfrü mucip oluyorsa, küfrü mucip olacak bid’atlarsa; bu bid’atların sahiplerinin yaptıkları ibadetlerin hiçbirisi kabul olmaz.
Şimdi bid'at deyince bakınız camimizdeki minareler, altımıza yaydığımız halılar, caminin ziynetleri, mefruşatı... Hatta kendimizde bile olan hareketler de birer bid’attır. Fakat bu bid’atlar bid'at-ı hasene ve bid'at-ı seyyie diye ikiye bölünmüştür. Bid’at-ı hasene ki zamanına göre lüzumu kanaat getirilmiş. Şimdi halı olmasa camide, camiye kimse gelip oturmaz. E sesler de etrafa uzun yerlere kadar duyulsun diye minarelerde ihtiyaç görülmüş bunlar da yapılmış. Birer bid’attır ama küfrü mucip değildir.
Mesela öldükten sonra dirilmeye inanmaz Bu da bid’at-ı seyyiedir. Ve buna mümasil. Bunların yaptıkları güzel amellere hiç kıymet verilmez, ehemmiyeti yok çünkü.
Lâ yakbelü kabûlen hasenen. “Bunların ibadetleri kabul olmaz. Sahib-i bid'attırlar.”
Sayıyor, savm oruç, salat namaz, sadaka sadaka, hac bildiğimiz, umre bildiğimiz.
Ve lâ sarfen ve lâ adlen.
Sarf nafile, adl farz.
“Ne nafilesi, ne farzı, ne vesaire ibadetleri makbul olmaz. Çünkü hududun dışına çıkmıştır.”
Bununla beraber tabi onlar o kadar ileriye giderler ki;
Hattâ yahruce mine’l-islâmi. “O İslâm'ın dininden de çıkarlar.”
Nasıl?
Kemâ tahruce’ş-şe’ratü mine’l-acîni. “Hamurun içindeki kılı çektiğiniz vakitte nasıl hiç habersiz çıkar ve birşey bulaşmadan çıkar. İşte bunun gibi onlar İslâm'dan uzak kalmışlardır, çıkmışlardır, haberleri de yoktur yani.”
Adlarını koyarlar İslâm adı, biz de müslümanız derler. Fakat Müslümanlık onları atmıştır dışarıya.
Onun için Allah kusurlarımızı affetsin.
Bid'at çok kötü bir şeydir. Onun için İmam Ali diyor ki. Daha İmam Ali'nin devri yani 25, 28, 30 sene arasındaki şeyde.
“Bugün ben, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in zamanında gördüğüm insanlardaki ibadete, dine gayreti bugün göremiyorum.” diyor.
Onlar ibadetlerini o kadar meraklıydılar ki, dinlerine o kadar haris idiler ki demek ki, biraz sonra gevşeme başlamış daha.
Hz.Ömer radıyallahu anh Sûre-i Tekvîr okuyormuş kendisi.
Ve ize’s-suhûfu nuşirat. âyet-i kerîmesine geldiği vakitte.
Âyet mâlum ya, birgün kıyamet kopacak, kıyamette herkesin kitabı önüne konacak,
İkra’ kitâbek. “Oku kitabını.” diyecekler.
Hz. Ömer, “Ne olacak halim?” diyerekten öyle bağırmış, feryat etmiş ve nihayet bayılıp düşmüş.
Hz Ömer'i düşün, bir de bizi düşün. O, o günün dehşetinden o âyet-i celilenin şeysine kendisini kaptırarak bayılmış, günlerce ayılamamış. “Nedir, hastalığın nedir?” diyerekten ziyaretine gitmişler.
Hastalığı Allah'a olan korkusunun ifrat derecesine varışı. Biz bugün ne günahları işliyoruz da hiç umurumuza bile gelmiyor. Çünkü çok aziz muhterem kardeşler!
Allah hepimizin imanını muhafaza etsin.
Bugün müslüman olarak yaşıyoruz ama itibar hep sonadır derler. Hatimeyedir. Hatimede bakalım müslüman olup gidip gidip müslüman olarak geçecek miyiz, geçemeyecek miyiz, buna karşı elimizde bir senedimiz yok. Çünkü önümüzde birçok hadiseler apaçık duruyor ki, birçok müslümanlar zaman itibariyle dinlerini kaybediyorlar, İnsanda buna karşı şaşırıyor;
“Yahu ne kadar müslümandı, anası babası müslümandı, hocaydı hacıydı.” filan ama bugün bakıyorsun ki büsbütün tersine dönmüş.
Binâenaleyh Allah cümlemizin kalplerini muhafaza etsin de böyle terse dönmekten muhafaza buyursun.
Bunun sebebi korkusuzluktur. Allahu celle ve alâ'dan hakiki korkular insanda olmazsa, insan envai çeşit fenalıkları yapmaktan, Günah-ı kebair belki işlemez ama günahı sagireleri işlemekte de beis görmez. Allah Gafur’dur der. İşte hocalar da diyor ya, abdesti alındıkça günahlar dökülür, namaz kılındıkça günahlar dökülür, işte zikirler yapıldıkça sadakalar da karşılar filan. Kerim'dir Allah diyor gidiyor. Fakat bilmiyor ki bir evi bir kıvılcım yakıyor. Bir koca ateş değil, ufak bir kıvılcım bakarsın ki koca bir evin yanmasına sebep olur. Allah esirgeye mahallenin yanmasına sebep olur.
Onun için bid’atlardan son derece kaçınmamız şarttır. Bunun için de bilgi lazım. Bu bilgiyi bilmek lazım. Bilgi de kâr etmez. Ha şimdi burada iş dolanır nefse. Onun için insanlarda nefis tekemmül etmedikçe, insanlarda nefis tekemmül etmedikçe -kâmil bir insan olmadıkça- bu insanın hareketleri bütün zarardadır.
Şimdi yine muhabbet şeyimiz. Fakat bugün beş milyon insan eğer sigara içiyorsa, beş milyon lira birgünde uçuyor havaya.
Bu da amelî bir bid’attır. Amelen bid’attır.
Onun için;
İnnallâhe lâ yenzuru ilâ suveriküm ve emvâliküm velâkin innemâ yenzuru ilâ kulûbiküm ve a’mâliküm.
Bu birçok raviler de var. Buhârî, Ahmed b. Hanbel, İbn Mâce, Ebû Hüreyre'den de rivayet etmişler.
Cenâb-ı Hakk'ın kullarına olan tecellisi onların zahiri hallerine değildir. Boyumuz var, posumuz var, güzelliğimiz var, zenginliğimiz var, çeşitli hal. Herkesin bir çeşit hareketi var. Bunların hiçbirisine Cenâb-ı Hak iltifat etmez. Zengin ol, güzel ol, kuvvetli ol, ne olursan ol.
Lâ yenzuru ilâ suveriküm. “Suretlerinize.” Ve emvâliküm. “Mallarınıza da hiç” Velâkin innemâ yenzuru ilâ kulûbiküm ve a’mâliküm. “Ancak kalplerinize ve yaptığınız işlere bakar Allah.”
Hayırlı bir iş midir yaptığınız, gönlünde Allah duruyor mu, durmuyor mu? Ne ile meşgulsün?
Gönül nazargah-ı ilahî.
Bu nazargah-ı ilahî olan gönlünde dünya mı var Allah mı var?
Dünya varsa ne yazık! Çünkü dünya ile Allah bir arada olmaz.
Dünya ile Allah bir arada olmaz. Dünya Allah-u Teâlâ'nın sevmediği, sevmediği ama bizi buraya imtihan için yolladığı bir ülke işte. Ama hiç de sevmez Cenâb-ı Hak dünyayı. Onun için günahların en başı dünyayı sevmedir. Günahların en başı dünyayı sevmeden ibarettir. Çünkü bütün günahları arkasından o seyrettirir. Dünya sevgisi mıknatıs gibi bütün günahları arkasına takar. Mıknatıs gibi bütün günahları çeker çeker götürür.
Onun için Cenâb-ı Hak amellere bakar. Bu kulum bakayım meyili ne tarafa? Dünya tarafında mı ağırlık yoksa âhiret tarafında, Allah tarafında mı?
Onun için büyüklerimiz kalbin Allah'tan ayrılmamasına dair çok güzel kaideler, usüller koymuşlar. O kaideler ve o usüller dairesinde insan çalışırsa o zaman dünyaya iltifatı azalır. Dünyanın kıymeti ancak dini iledir. Dini varsa o işlerde hayran. İnsan hizmetler eder, kendisinden faydalar olur. Eğer dini yoksa ne yazık o âleme.
Bunu daha açık bir suretle ikinci bir hadiste diyor ki;
İnnallâhe lâ yenzuru ilâ ecsâmiküm. Ecsâm, suveri belki herkes bilmez ama ecsâmı herkes bilir.
“Cisimlerinize bakmaz sizin Allah.”
Ve lâ ilâ ahsâbiküm.
Ahsâb, hasep nesep. Ben filan şeyhülislamın oğluyum. Ben de falan Paşa'nın oğluyum. Ben de filan milyarderin oğluyum. Biraz da insan kendilerine şey takar ya.
“Bunların hiçbirisinin kıymeti yok.”
Ve lâ ilâ emvâliküm. “Mallarınızın çokluğuna da şuna da buna da hiç bakmaz Allah.”
Hiç ehemmiyeti yok. Çünkü onlar bakılacak şey değil!
Velâkin yenzuru. “Allah celle ve alâ bakar.” İlâ kulûbiküm. “Sizin kalplerinize bakar.”
velâkin yenzuru Allah bakar, ilâ kulûbiküm.Sizin kalplerinize bakar, kalp merkezdir çünkü. Merkezin hareketine bağlıdır vücut. Merkez bozuk olursa o vücuttaki hareketler tamamıyla bozuktur. Merkez güzel olursa tabiatiyle diğer âzâ da ona uyduracaktır kendisini.
Fe-men kâne lehû kalbün. “Kimin bir kalbi var ki.” Sâlihun. “Kalb-i salih.”
Şimdi bu mühim iş. Kalb-i salih, temiz, salih. “Bu süt içilmeye salihtir.” “Bu et yenmeye salihtir.” “Bu ekmek yenmeye salihtir, lâyıktır yani.” O kalbin sahibi ki, salih kalp, temiz yani işe yarar.
Tehannenallâhu aleyhi.
Tehannene, te’attafe, terahhame.
Allahu celle ve alâ’nın merhametine, atûfetine, ihsanına lâyıktır demek. Ona Cenâb-ı Hak verdikçe verir.
Ve innemâ entüm benû âdeme. “Sizin hepiniz Âdem oğlusunuz.”
Hz. Âdem'in evladıyız.
Ve ehabbeküm ileyye. “Sizin, bu Âdem oğullarının içinden bana en sevgili olanınız.” Etkâküm. “Allah'tan korkanlarınızdır.”
Allah'tan korku nispet dahilinde tabi. Kimin korkusu fazlaysa Allah-u Teâlâ'nın sevgisi o kula daha fazladır. Binâenaleyh Allah korkusunu gönlüne sokabilen insan namazını kaçırmaz, orucunu hiç kaçırmaz. Sadakasını hiç kaçırmaz. Dünyanın haram lokmalarına da iltifat etmez.
İnnallâhe azze ve celle yübğidu’l-âkile fevka şibeihi İnsan doyduktan sonra yemeyi arzular ya. Bazı nefisler imkanım var daha çokça yiyeyim diyerekten “Bunları Cenâb-ı Hak sevmez.” diyor.
Mide üç bölük olacak. Birine su, birine hava, birine de gıda olacak. Diğer bir kısmı da boş kalacaktır. Ki insanın hazmı da kolay olsun rahat da etsin.
Daha?
“Bu çok yemesi ile beraber.”
Ve’l-ğâfile an tâati rabbihi. “Rabbisine taatten de haberi yok, taat de edemiyor Cenâb-ı Hakk’a.”
Daha?
Ve’t-târike sünnete nebiyyihi. “Cenâb-ı Peygamberin sünnetini de icrâ etmiyor.”
Sünneti Peygamberi icrâ edemedi, Allah-u Teâlâ'ya itaat edemiyor. Boyuna boğaza gidiyor. İşte bunları da Cenâb-ı Hak sevmez.
Daha?
Ve’l-muhfira zimmetehu. “Bir de sözünde durmayan, ahdini bozan, sözünde durmayan ahdini bozan insanlar.”
Dün bir arkadaş vardı da sigara içiyormuş, sigarasına tevbe etmiş. Fakat bu her zaman olan şey, tevbe ettikten bir müddet sonra tekrar başlamış. Tevbe etmiş yine, yine başlamış. Bunu bana diyor ki;
“Ben böyle oldum. Tevbe ettiğim halde bozdum tevbemi.”
E tevbeyi ettikten sonra tevbeyi bozmak birinin yerine 70'e bedeldir. Ondan sonraki günah 70 misli olur.
Ama bu o demek değildir ki, sakın bu 70'ten korkup da tevbe etmemek değildir ha. Tevbeyi yine insan yapmalı ve sözünde sâdık olmalıdır. Tevbe demek, Allah'a söz veriyor, ben bunu yapmayacağım diyor.
Ve’l-mubğida itrate nebiyyihi.
“Cenâb-ı Peygamberin efradı ailesini; Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Ali, Hz. Cafer, Akil, bunlar ashab-ı âbâ dedikleri zâtlardır ki bunlara dil uzatanlar.”
Ve’l-mü’ziye cîrânehu. “Bir de komşularına eza edenler.”
Onun için İslâm ahlakçılarının kitaplarında en evvela diyorlar ki biz îsâra malikiz. İsâr var bizde. Yani tercih... kardeşimizin hayatı dururken onu başka yere harcayamayız. Kendimizin lokmasından keser onun ağzına veririz. İsâr demek, tercih. Bununla beraber eza gelirse ona da sabr u tahammülümüz vardır. Ezaya da mukabele yapmayız. Lokmamızı ona verir, eza gelirse ona da tahammül eder, ona mukabele de etmeyiz. Büyük bir fark vardır.
Onun için ve’l-mü’ziye cîrânehu deyince komşularına eza edenler de Allah-u Teâlâ’nın mebğud kullarıdır.
İnnallâhe teâlâ yübğidu’l-bezihîne’l-ferihîne’l-merihîne.
Bezîh; mütekebbir, ferîh; sevinen, merîh; tuğyan eden.
Cenâb-ı Hak sıhhat vermiş, mal vermiş, devlet vermiş, şunu vermiş bunu vermiş. Ondan dolayı seviniyor ve kibirleniyor, “Bunların sahibiyim ben!” diyerekten büyükleniyor.
“İşte bunları da Cenâb-ı Hak sevmez.” diyor.
Ve yühibbü. “Sever, onları sevmez bunları sever.”
Kimi?
Külle kalbin hazînin. “Her mahzun kalbi de sever.”
Mahzun kalplerin sahibini de sever. Ekmeğini bulamamış, evinin idaresini temin edememiş, şu cihetten bir sıkıntısı var, bu cihetten bir sıkıntısı var. Üzüntülü, üzgün kalp. İşte bunları sever.
İnnallâhe yühibbü selâseten ve yübğidu selâseten. “Yine Allah celle ve alâ üç kişiyi sever, üç kişiye de buğzeder.” Selâseten. “Sevdiği üç kişi.” Raculün ğazâ fîsebîlillâhi “Allah yolunda gaza ediyor.”
Kim bilir 40’ta bir rast gelir muharebe. Fakat nefisle muharebe hergün için lazım. Binâenaleyh hergün için nefsine karşı gazaya müslüman hazır olmalıdır.
Niçin?
Nefis her şeyi ister.
Aziz kardeşler!
Şimdi bu çok açık bir derstir.
Nefis o kadar kötü bir şey ki, a’dâ adüvvüke. “Bütün düşmanların düşmanı. En büyük düşman.”
Onun için insanlar nefisleri ile gazaya alışmaları lazım. Mücahede. Bakın benim nefsim nereye sevk ediyor beni.
Ğazâ fîsebîlillâhi sâbiran muhtesiben. “Bunu yapıyor ama hem sabırlı olmakla beraber ecrini de Allah'tan bekliyor.”
Ve raculün kâne lehû cârun yü’zîhi fe-sabera alâ ezâhu. “Bir racülüdür ki, komşusu var ama ona eza ediyor bu komşu. Huysuz bir komşu.” Fe-sabera alâ ezâhu. “Onun ezasına sabrediyorsa Allah onu da sever.” Hattâ yekfiyehullâhu iyyâhu bi-hayâtin ev mevtin. “Onu Allah kurtarıyor onun ölümüyle yahut başka bir sebeplerle kurtarır.”
Ve raculün. “Üçüncü bir adam da.” Sâfera mea kavmin. “Misafirliğe gidiyorlar.”
Farzet hacca gidiyorlar bir cemaat halinde.
Fertehallû hattâ izâkâne min âhiri’l-leyli. “Yürüdüler, gecenin âhiri oldu.” Vekaa aleyhimü’l-kerâ. “Yorgunluk üzerlerine çöktü.” Fe-nezelû. “İndiler, atlarından, devrelerinden, arabalarından.” Fe-darabû bi-ruûsihim. “Şöyle biraz dinlenelim dediler, yattılar.” Sümme kâme. “Derken biraz kendilerini kestirir kestirmez kalktılar.” Fe-tetahhara ve salle rahbeten lillâhi ve rağbeten fî mâ indehu. “Allah'ın indinde ki o sevabı mazhar olabilmek, rızasını kazanabilmek için o yorgunlukları ile beraber kalktılar Allah rızası için abdest aldılar namaz kıldılar.”
İşte bu üçünü Allahu celle ve alâ sever.
Şimdi burada bir mühim bir şey vardır. Sefer halinde bile ki yorgunluk halidir. Yorgunluk halinde namazlar ikiye indirilmiştir. Oruçlarda af gibi yani başka zaman da tutulmalıdır. Tehir edilmiştir. İsterse tutar ama tutamayacak durumdaysa sonra tutmak üzere ruhsat verilmiştir kendisine. Bu misafirlik halindeyken iken bile namazını, o gece namazını bırakmıyor yani.
Eh siz bizim evimizde rahatımız iyi elhamdülillah, kaloriferlerimiz de var çoğumuz da şimdi. Sobalarımız var kaloriferimiz yoksa. Sularımız evlerimizde hazır elhamdülillah şarıl şarıl. İnsanların fırsatı kaçırmaması lazım. Nasıl düşmanın gafletini fırsat bilip de ona hamle edilir. Bu fırsatı da Allah bize vermiş geceler uzamış. Gece artık oturup da çene yapmaktansa...Boş laflar çok acı!
Yine bir büyük şöyle bir ev görmüş. Bir ev görmüş güzel. Şöyle bakmış bakmış demiş ki;
“Acaba kim yaptı bu evi ne zaman yapıldı bu ev?”
Sonra Allah kendisine bir uyanıklık vermiş, demiş;
“Yahu bana ne? Ne diye ben bu evi böyle gözledim ve ne diye sordum? Beni ne alakadar eder, ne vazifem?” demiş. Bundan dolayı, kendisine bir daha başını kaldırmamak üzere ölünceye kadar yemin etmiş. Vazifem olmayan şeye karıştım diyerek...
Müslümanın kalbi için bakmalar ve fuzulî laflar çok zararlıdır. Çünkü bir kalp iki şeyle meşgul olamaz. Bir kalp iki şeyle meşgul olamaz. Laflarla konuşulurken Allah kalır. Çünkü lafları sıralayacaksın. O lafları sıralarken bazı insan da heyecanlı meyecanlı olur da üstün bir gafletin içerisine düşer. Kahvelerde, şuralarda buralardaki olan haller gibi. E sen de buna çevirme evi, evin içini de buna çevirme. Gönlün perişan olur o halde.
Binâenaleyh Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem demiş ki;
“Yatsıdan sonra yatın. Gecenin yarısı geçtikten sonra kalkın. Allah'a sessiz sedasız o karanlıklarda bir yalvarın, bir teheccüd namazı kılın.”
Borcumuz var hepimizin dünya kadar. Borcumuzdan hiç olmazsa bir günlük iki günlük...
Birisini okudum. Gecede 1000 rekât kılıyormuş. Adını unutuyorum tabii. Gazzâli'nin İhyâ'sında adları var. 1000 rekât namaz kılıyormuş. Sonra ihtiyarlamış kılamamış, 500’e indirmiş üzülüyor, “Ah!” diyor, “Gençlik elimden gitti namazım 500'e indi.” diyor.
Allah yâ Rabbi!
Ne cesur, ne fedakâr adamlar var. O yatsı namazı ile sabah namazını kılanların sayısı çok ama. Yatsı namazında aldığı abdest ile sabah namazını kılanların sayısı çok: Lâ ya’dû ve lâ yüshab.
Niçin?
Hep âşık adamlar yahu! Allah aşkıyla. Bu dünyayı hiç kıymetli görmemişler, terketmişler.
Ne güzel bu Abdülaziz'e nasihat edermiş de nasihatçinin birisi;
“Senden evvel giden halifeler öldü. Yeter işte! aklını başına al, sen de öleceksin.”
Fazla nasihate ne lüzum var. Âbâ u ecdât gitti ama bizim ölümden haberimiz yok. Ölümden sonrasını da düşündüğümüz yok, kabir azabını hiç hatırlamıyoruz. Âhiretteki bank, bank diye kabirde bir azap var, bir sorgu var. Bunlara karşı hiç lakaytız. Hiç hesaba katmıyoruz.
E âhirette ise huzur-u rabbil alemindeki gibi bir duruş var.
Allah kusurlarımızı afv u mağfiret eylesin. Tevfîkât-ı samedâniyesine mazhar eylesin. Cümlemizi fazl u keremiyle nefsin, şehvetin, şeytanın elinden kurtulup o güzel cennetine müstahak, istihkak getiren kullarının zümresine kabul buyursun.
El-Fâtiha!