Elhamdülillahi rabbilâlemin ve’l-âkibetü li’l-müttekîn vesselâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.
İ’lemû eyyühe’l-ihvân enne efdale’l-kitâbi kitâbullah ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem ve şerra’l-umûri muhdesâtühâ ve külle muhdesin bid’ah ve külle bid’atin dalâleh ve küllü dalâletin fi’n-nâri. Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kâl;
Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri buyuruyorlar ki;
“Ümmetimin üzerine korktuğum şeylerden üç şey daha vardır ki; ümmetimin nefsi hevâlarına uymaları, şehvetlerine -gerek yemekte gerek diğer mamüllerde- uymalarından, bir de kendilerini beğenmelerinden; gerek fikirini, gerek harekatını, gerek herhangi cihetten olursa olsun kendini beğenip üstün görmesi.”
Yine bunun üzerine üç şeyden daha korkarım ki buyurmuştu;
Birisi şuhhun mutâ’un. “Sıkılık.” İkincisi, hevâsına ittibâ. Yine aynı ibareleri başka lafızlarla. Birisi de heven müttebe’un. “Hevâsına ittibâ.” Bir de îcâbü külli zî ra’yin bi-re’yihî. “Herkes kendi reyini beğenmesi.”
Kendi fikrini kitaba, sünnete tatbik etmeden “Benimki doğrudur” diyor. Yani altını, kalp para altın altının değerinde fakat onu altıncıya verdin mi buna bakınca bunun ne mal olduğunu sana söyler “Bu altın değil kalptır” der. Sen ona müracaat etmiyorsun kendi kendine diyorsun ki “Bu altındır.” ama altın olmadığı o mihenk taşına vurulunca meydana çıkıyor.
Onun için bu çok fena bir şeydir ki külli zî ra’yin bi-re’yihî. “Herkesin kendi reyini beğenmesi” çok acayip bir şeydir. Hepimiz için güzel bir derstir.
Biliyor musunuz bir vakit vergi tüccarlara, zenginlere kondu. Umumiyetle bir vergi verildi. Bu vergiyi tabii herkesin haline göre taksim ettiler ama bu parayı Yahudiler vermediler.
“Parayı vermeyen Erzurum’da bilmem Aşkale’de taş kıracak.” dediler.
“Biz taş kırmaya razı oluruz bu parayı veremeyiz.” dediler.
Niçin?
Hahamı öyle dedi de onun için. Haham dedi ki onlara, “Paraları vermeyin. Gidin taş kırın, ne olacak paradan, parayı vermekten! Taş kırarsınız ödersiniz borcunuzu, vermeyin paraları.” dediler.
Onlar hahamını dinledi parayı vermedi sonra paçayı da kurtardılar. Ama biz böyle değiliz!
Onun için Cenâb-ı Peygamber’in korktuğu şeylerden birisi de; herkesin kendi reyini beğenip kendine göre yol tutması.
Allah kusurlarımızı affetsin.
Şimdi bir cemaat geliyoruz burada işte 40-50 kişi, 100 kişi; imam efendi Allahu ekber diyor uyuyoruz, namazı kılıyoruz ama namazda uyarız, başka şeyde uymayız! Namazda uyarız ama reyimize gelince oo orada müstesna, orada uymak yok! Halbuki;
Ve mâ erselnâ min rasûlin illâ li-yütâ’a bi-iznillâhi. “Peygamberlerin gönderilişi ve onların vekillerinin gönderilişinin sebebi itaat olunsun” diyedir.
İtaat etmedikten sonra yalnız namaza gelmişsin,
Allah kusurumuzu affetsin.
Onun için bu çok güzeldir, mihenk taşına vurmak lazım fikrini, “Benim fikrim doğru mudur değil midir?
O mihenk taşı da kimdedir öyleyse?
Kuyumcudadır, herkesin elinde mihenk taşı yoktur ki! Bana satarlar alırım altını, oh bak sana güzel bir beşibirlik alıverdim diyerekten takarım hanımın boynuna ama sarrafa yahut kuyumcuya gidince onu mihenk taşına vurunca, “Bu kalp efendi, aldatmışlar seni.” derler ama iş işten de geçmiş olur.
Onun için Allah kusurlarımızı affetsin.
Mihenk taşı?
Mihenk taşı da ulemalardır. Nasıl altının mihengi kuyumcuların elindeyse, dinin de mihenk taşı da ulemadır. Ama onlar da bu yolda değildir onlar da her birisi âhenkte, ayrı bir yol... Onlar da herkes kendi reyinde.
Allah-u Teâlâ’nın bir gadabından korkarız bir gadap olmasın.
Çünkü Müslümanlıkta çeşit bölünmelere imkan yok, cevaz da yok. Ama bizim demek ki bu hale düşüşümüz, bir felaketin içine düştüğümüzün başlıca alâmetlerinden birisi.
Allah bu şuursuzluktan bizi kurtarsın.
Acemistan fetholundu, birçok ganâim elde ettiler getirdiler, bir hisse de Hz. Ömer’e ayırmışlar. Sofrasına işte orada ki konverselerden filan neler getirdiyseler sofraya koymuşlar. Hz. Ömer yemeğe gelmiş, bakmış ki sofra süslenmiş, görülmedik yemekler var sofrada.
“Ne bunlar?” demiş.
İşte bunlar Acemistan’dan getirdiğimiz ganâimden, size de bir hissecik ayırdık.
“Bu memlekette fakir mi kalmadı da bunu benim soframa getirdiniz?” derken bugünkü hale bak sen, bugünkü hale bak! Bugün herkes yaşamanın nerede olduğunu böyle arayıp duruyor. Yüksek para nerede, yüksek zevk nerede, yüksek sefâ nerede herkes o tarafa doğru bir hücum ediyor. Öteki zuafâ ne olursa olsun, kimin umurunda!?
Allah kusurlarımızı affetsin.
Biz biribirimize kardeş olup da böyle bir kaidenin altına girersek kavga mı olur, gürültü mü olur, dövüş mü olur, kim kimi vurur?
Hııh, bugünkü zihniyetle İslâm zihniyetine bir bakın barıştırabilir misiniz yan yana?
Bugünkü kafalar nerelerde geziyor, İslâm bize ne telkin ediyor!
Allah kusurlarımızı affeylesin.
Bu rivayeti hepimiz için büyük bir ders.
Eddi mefteradallâhu aleyke.
Cenâb-ı Peygamber buyuruyor ki;
“Size farz olunan, emrolunan ibadetleri edâ ediniz.”
Allah neler farz etti?
Beş vakit namaz, ramazanda oruç, hac, zekat, farzlar nelerse bunları edâ ediniz.
O zaman ne olur?
Tekün min a’bedi’n-nâsi. “Bütün insanların en âbidi sen olursun.”
Bundan evvelki hadiste; itteki’l-mehârimellah “Allah’ın haramlarından kaçınız” ki bunlarda farzdır. Nasıl namaz kılmak farzsa haramdan kaçmak da öyle farzdır. İtteki’l-mehârime. “Allah’ın haramlarından kaç ki nâsın âbidi olasın.” Burada da, eddi mefteradallâhu aleyke tekün min a’bedi’n-nâsi. “Nâsın en âbidi olmak istiyorsanız Allah-u Teâlâ’nın farz ettiği emirleri hiç şüphesiz tut.”
Emir iki türlü; birisi yap, birisi yapma.
Bizde de öyle değil mi?
Binâenaleyh ibadetler farz olunca günahlardan kaçmak da farzdır. Mesela içkiyi terk etmek farzdır, kumarı terk etmek farzdır, zinayı terk etmek farzdır. Farzdır bunlar, haramdır çünkü. O haramı terk etmek borcumuzdur. Ne kadar günah varsa...
İkincisi;
Ve’ctenib mâ harramellâhu aleyke. “Cenâb-ı Hakk’ın haram ettiği şeylerden de kaç, Neleri haram etti?
Evvela faiz başta.
Kaçan var mı bugün faizden? Faizden kaçan var mı?
Bu faizin aleyhinde konuşanları sevmezler. Çünkü “İşimiz rast gitmeyecek, parayı nerden alacağız sonra?” diyor.
Parayı nerden alacağız, bu fabrikayı nasıl çevireceğiz?
Ama faiz veriyorsun, günaha giriyorsun?
“Olsun ne yapalım, Allah kusurumuzu affeder.” der. Nasıl derse artık, kendisini kurtarmaya çalışır.
Öteki de der ki; “İyi ama, size faiz verdirmeyeceğiz ama farz edelim ki banka faiz dağıtmak suretiyle bir milyar iki milyar kazanç temin ediyor. Biz bunu fabrikalara vereceğiz. Fabrikaların kazancından, bu banka iki milyon kazanırken on milyar, yirmi milyar kazanacak. Senin menfaati şahsiyenden, menfaati âmme efdaldir. Menfaati âmme efdaldir. Ammenin menfaati için şahsın menfaatleri göze alınmaz. Bunu ama kimse dikkat edemez, “Benim işim rast gitmeyecek olmaz bu iş. Bu iş iyi bir fikir değil!” der.
Halbuki Hz. Allahu celle ve alâ’nın faiz hakkında emirleri çok şiddetli. “Harbe kalkar” diyor Allah. İşiniz yoksa, harbe cesaretiniz varsa Allah’la harp ediniz de bakalım kurtarın yakayı! Olur iş değil yani. Onun için Cenâb-ı Peygamber de;
Ve’ctenib. “Sakın!”
Neden?
Mâ harramellâhu aleyke. “Hepsi birden, neleri haram ettiyse o haramın hepsinden kaçmak lazım.” ki işte okuyoruz ki haram olan şeylerin ne kadar fena olduğunu. Ki bugün 1200 taneye çıkarılmış sayısı az çok, ve bunların hepsi haram. Bunlardan hep sakınmak lazım.
Bunların en büyüğü 70 tane diye sayılır, o ahlak kitaplarının içerisinde hep yazılı bunlar.
Ne olacak haramlardan kaçarsak?
Tekün min evra’ı’n-nâsi. “O zaman verâ denilen, müslümanların en Allah’tan korkanlarından olursun.”
Verâsız müslüman cansız insan gibidir. Hani insanın canı çıkacak gibi, ölmemiştir ama hayrı da yoktur yatıyor yerde nerdeyse canı çıkacak.
Bu insan mı?
İnsandır.
İnsan dediğin, bu haramlarla beslenen insanlar ki verâ denilen Allah korkusu yok içlerinde, Allah korkusu olmayan insanların hali bu yatakta ölmeye hazırlanan insan gibidir yani işe yaramaz; kalk desen kalkamaz, vur desen vuramaz, tut desen tutamaz. Yardıma muhtaç bir insan, işi bitmiştir. Bu verâsız insanlar da işi bitmiş müslümana benzer.
Allaah!..
Verda bi-mâ kasemellâhu leke. Bir de Allahu celle ve alâ’nın hepimize taksim ettiği bir taksim var; taksimât-ı ilâhî. Kimisine beş, kimisine on, kimisine bin, kimisine yüzbin. Bu Allah’ın taksimi. “Bana beş veriyorsun da ona neden bin veriyorsun” demeye kimsenin hakkı yoktur. Çalış, sen de bin al.
İllâ mâ se’â. “Çalıştığın nispette alacaksın” ama o da takdîr-i ilâhîyeye bağlıdır, her çalışan buna muvaffak olamaz. Mektepten bu kadar çocuk çıkar, her çalışan bir memuriyete giremez çoğu da açıkta kalır.
Sebebi?
Taksimât-ı ilâhî. Karışmayız ona. Binâenaleyh;
Verda bi-mâ kasemellâhu leke. “Sen Allah-u Teâlâ’nın verdiği rızkın, rızıktaki taksimine razı ol.”
Kimsenin ekmeğinde gözün olmasın.
O bin lira alıyormuş, öteki yüzbin lira alıyormuş.
Almış, bana ne!
Allah’ım bana da bunu takdir etmiş; “Yâ Rabbi! Sana çok şükür, aç değilim, susuz değilim.” Onun için kendinden aşağılarına bakarsın ki o zavallı evi yok, barkı yok, üstünde yok, başında yok, belki akşama çorbası da yok. Eh bana elhamdülillah Cenâb-ı Hak bir çorba da nasip etmiş diyerekten teşekkür edersin Allah-u Teâlâ’ya. Ama başını kaldırıp yukarıya bakarsan o zaman da işin altından çıkılmaz elbette.
Allah-u Teâlânın takdirine razı olursak ne olacak?
Tekün min ağne’n-nâsi. “O zaman insanların en zengini; Allah-u Teâlâ’nın taksimine razı olanlardır.”
Ötekinin yüzbini vardır, yüz milyonu vardır fakat hâlâ gözü doymaz. Onun için o razı olmadığından dolayı fakirdir, zengin değildir.
Allah kusurlarımızı affetsin. Tevfîkât-ı samadâniyesine mazhar etsin de verdiklerine razı olan ve haramlardan son derece sakınıp kaçınan kullarından eylesin.
Haramın çok çeşidi var, mesela zina haramdır onu herkes bilir. Fakat zina haram olduğu gibi göz zinası da var. Sen ona dikkatli dikkatli, tekrar tekrar bakarsan o da senin için bir zina olur, yani zinanın günahı gelir. Zina etmediğin halde zina günahı gelir. Elinle değersin, temas edersin, huylanırsın muylanırsın bunlar da ayrıca vebal. Onun için hepsinden kaçınmak lazım.
Allah-u Teâlâ’nın tevfikine, inâyetine, lütfuna muhtaçız. Onun için beş vakit namazda; “Yâ Rab! Bizi bize bırakma!”
Bizi bize bırakma!
Ne kadar?
Göz açıp yumacak kadar az bir zaman olsa da bize bizi bırakma! Çünkü aciziz, zaifiz, nefis var, şeytan var, şehvet var; düşmanların çoğu üzerimizde. Bunlardan kurtulmak kendi elimizden gelmez.
Biz âciz mahlûkuz, binâenaleyh bizi yardımından bırakma yâ Rabbi!
Eddi’z-zekâte’l-mefrûdate.
Şimdi hepimizin bir az çok geliri var, serveti var. “Bu servetten 40’ta birini Cenâb-ı Hak emretmiş ki fukaralara veriniz ki onlar da zaruretten kurtulsun.”
Bakınız bu çok mühimdir. Şimdi bizim çok zengin kardeşlerimiz var ki zekatın adını bile bilmezler ve zekatı vermeyi bile hiç düşünmezler. Sonra çok acaip fikirler de söylerler ki şaşılacak şeylerdir.
Hem sanki kendisi kendisine hakimmiş de o paraları kendisi kazanmış, binâenaleyh ondan meteliği dışarı çıkarmak için korkar. Ama yüzbinlerce israf yapar, günahlara harcar, fena yerlere harcar ama emrolunduğu farz olan zekatı vermekten kaçınır. Kaçındığı için de en büyük günahı yüklenmiş olur.
Onun için Hz. Allah celle ve alâ namaz âyetleri ve ekîmü’s-salâte diye namazın kılınmasını emrederken ve âtü’z-zekâtı da arkasında ilave ediyor ki namazla beraber zekatı da vereceksiniz. Çünkü İslâm iki kaidenin altında; Allah-u Teâlâ’nın emrine itaat, mahlûkâtına şefkat.
Mahlûkâtına şefkati olmayan insanın ne hayır olur artık?!
Senin istersen yüz milyonun değil yüz milyarın olsa kıymeti yok. Allah’ın mahlûkuna şefkat edeceksin. O mahlûkâtın içerisinde insan olmakla beraber, hayvan da Allah’ın mahlûku, hayvana da acımak vazifemizdir. Mesela kurban keseceğiz. Keserken öyle canavarca hayvanı hırpalayarak kesmek caiz değil. Onu usûletle, güzel güzel, okşaya okşaya, bıçağımız bilenmiş, hazırlanmış, uysallıkla güzel güzel yatırır, tekbirler getirerekten güzelce kesersin, birden de kesip hayvanı incitmezsin. Her zaman olmaz bu iş. Ona da hayvana da acımak.
Biliyorsunuzdur ki bir adamı cennete koymuşlar. Sebebi de; bu adam bir zaman bir kuyuya gitmiş, susamış yüreği yanmış bir kuyunun başına gitmiş. Tabii insan olduğu için kuyuya inebilmiş, suyunu içmiş kuyudan çekilmiş gitmiş.
Bakmış ki bir köpek de kuyunun etrafında dolaşıp duruyor, dilini çıkarmış kuyunun etrafındaki taşları yalıyor, soğuk, ordan istifade etmek için, zavallı...
İnmiş kuyuya, bir kovası filan da yok elinde, ayağındaki mesti yahut pabucu çıkarmış onun içine suyu doldurmuş, çıkarmış o köpekcağızı sulamış. Köpektir ama Allah’ın yarattığı Allah’ın mahlûkudur.
Onu suladığından dolayı Cenâb-ı Hakk’ın hoşuna gitmiş onu affetmiş.
Binâenaleyh kullarına şefkat de vazifemizdir. O kullarına şefkat etmek için de “Ben bunu seviyorum bunu sevmiyorum” olmaz, hepsi Allah’ın kulları. Bak bu köpek, köpektir işte ama şefkat ettiğinden dolayı paçayı kurtarmış adam.
Sonra birisi de kedisini evde hapsetmiş, kedinin yemeğini suyunu vermemiş, kapamış kapıyı gitmiş.
Kedi içeride ne yapsın?
Aç acına ölmüş, o da cehenneme yuvarlanmış; o mahlûka olan şefkatsizliğinin acısını çekmek için.
Mahluklara şefkat herkesin Onun içinde en şefkate layık olan tabiatıyla insandır.
İnsan kardeşini böyle zaruretlerde görür.
Şimdi bugün memleketimizde ne kadar zaruret sahipleri insanlar var ki evsiz barksız sokaklarda, şuralarda buralarda yatar gezer. Bunlar elbette hırsızlık da yapacak, yan kesicilik de yapacak, yol soyup da paramızı alacak cebimizden, hepsini yapmaya çalışacak.
Niçin?
Zaruret yaptırır insanlara.
Vazife kimin?
Biz vazifemizi yapmadık, onu kurtarmadık o zaruretten; o çirkinlikten, o pislikten kurtarıp elinden tutmadık, onu bir ev sahibi bir iş sahibi yapmadık. Okutmadık, bir şeyler yapmadık tabii o da bugün vazifesini yapacak.
Bu bizim kusurlarımızdan neşet ediyor, onun için Müslümanlıkta bunlara, tabii fertlerin gücü yetmez bu işlere. Cemiyetleri yapıp, meydana getirip bunları kurtarmak lazım. Onun için de;
Eddi’z-zekâte’l-mefrûdate. “Farz olan zekatını edâ et.”
Herkes edâ edecek onu.
Fe-innehâ tuhratün tutahhiruke. Hamama gidiyoruz, yıkanıyoruz kirlerimizi emizleniyoruz.
Bu dış kirlerimizin temizlenmesi sularla olur, mümkündür.
Fakat içimizin de temizlenmeleri?
İçimizin temizlenmeleri sularla olmaz. Onun temizlenmesi de bu muhtâcîne Allahu Teâlâ’nın emri olan zekatı vermekle olur.
Halbuki bu zekat da bugün, versek kafi ya, bu zekatımızı verdikten sonra böyle zaruretteki insanları görünce; “Biz zekatımızı verdik artık, nemimize lazım!” demek de o da ayıp. O da ayıp! Çünkü elimizden geldiği kadar yardım edeceğiz.
Ve âti sılate’r-rahmi. “Zekatını vermekle beraber sıla-i rahmi de terk etme.”
Akrabâ-i taallukatınla ilgini kesme. Evet onlar kusurludur, eksiklidir, hatalıdır, şudur budur ne olursa olsun. Sen o ağacın kökünden çıkmış dallarsın. Bir ağacın kökü; beş -on tane dalı var bu dallardan biri sensin diğerleri de senin akrabâ-i taallukâtın, kök bir. Ama, binaenaleyh sen kendini beğenip de bu köklerden fışkıran dalları kestireceksin “bunlar lazım değil” diyeceksin, onlarla alakanı keseceksin... Bu insanlığı da yakışmaz Müslümanlığa hiç yakışmaz.
Onun için sıla-i rahime, Müslümanlık çok ehemmiyet vermiştir. Herkes akrabâ-i taallukâtını arayacak bulacak. Zarurette olanların ihtiyacını gidermeye çalışacak, zarurette değillerse onların hatırlarını hoş etmek için ziyaretlerine gidecek, onlara iltifatta ikramlarda bulunacak.
Şimdi sılai rahimin en mühimi Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Onun ziyareti hepimizin üzerine farzdır. Bir kere değil ama,! Allah onu bir kere farz etmiş o ayrı; hac borcu.
Fakat babasını insan ziyaret etmek istemez mi canım?
Babasının ziyaretine, amcasının ziyaretine, dedesinin ziyaretine her sene gidip bir bayramdan bayrama “babacığım ne yapıyorsun” demek istemez mi?
Mesela birisi Erzurum’da, birisi de farz edelim ki İzmir’de. Olsun, nerede olursa olsun babandır, dedendir, amcandır, teyzendir gidip onları ziyaret edeceksin. Bugün imkanlar da çok; verdin miydi beş-on parayı bir saatte ordasın.
Binâenaleyh onu ziyaret ederken senin dininin, Cenâb-ı Hakk’ın en sevgilisi, habibi, sevgilisi olan bizim dinimizin de başı olan o iki cihan serverine;
“Yâ Resûlallah! Essalâtü vesselâmü aleyke yâ Resûlallah! İşte ben geldim, biliyorsun ya o uzak memleketten.” deyip de onun huzurunda bir salât ü selâm okumanın acaba şeysi ödenir mi?
Allah kusurlarımızı affetsin.
İmkanlar nispetinde insan bunu vazife bilmeli. Ama imkan olmazsa o zaman mesul değil tabiatiyle. Ama imkanı olduktan sonra, bugün Avrupa’ya insan “bir şeyler öğreneceğim, yapacağım” diyerekten her sene gidiyor hiç düşünmüyor da peygamberine giderken, “Bu kadar para harcayacağım olur mu? Memlekette bu kadar ihtiyaç var” diyor.
E benim gönlüm karanlık. Karardıktan sonra, taş olduktan sonra benim paralarım ne olacak?
Hiçbir işe yaramaz.
Onun için sıla-i rahime Cenâb-ı Peygamber, Hz. Allah çok ehemmiyet vermişler, üzerinde durmuşlar, bizim de durmamız lazım. Akrabâ-i taallukâtı bırakmamak lazım!
Ama bazısı şöyle olur bazısı böyle olur?
Olsun. Bir ağacın dallarıyız.
Allah kusurlarımızı afv u mağfiret eylesin. Tevfîkât-ı samedâniyesine mazhar eylesin. Cümlemizi fazl u keremiyle nefsin, şehvetin, şeytanın elinden kurtulup o güzel cennetine müstahak, istihkak getiren kullarının zümresine kabul buyursun.
El-Fâtiha!