Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri;
Allah ibadetlerinizi kabul eylesin.
Bundan sonra ki cuma artık Ramazan bitmiş olacak.
Size birkaç hususu hatırlatmak istiyorum. Çok önemli bir ay geldi, geçti. Ramazan ayı safa ayıydı, vefa ayıydı. Safa; sâfîleşmek için, insanın içindeki bulanıklıkları süzmek için önemli bir aydı. Zâkirlerin, zikredicilerin ayıydı. Sabredicilerin ayıydı. Sâdıkların, âşıkların ayıydı.
İnsan her işin sonunda nasıl muhasebe yapıyor. Dükkân sahipleri "Bakalım ben bu sene sermayemi artırmış mıyım, kâr etmiş miyim?" diye bir sayım yapıyor, mallarını sayıyor, hesaplarını kontrol ediyor. Böylece kârı-zararı ortaya çıkıyor. Her işin önünde de Müslümanın ne yaptığını, niçin yaptığını, hangi niyetle yaptığını kontrol etmesi lazım. Besmeleyi çekip başlaması lazım, sonunda da neler yaptığını, bunun sonucunda eline ne geçtiğini düşünmesi, muhasebesini yapması, bir yekûn çıkarması lazım. Sonuç ne oluyor diye bakması lazım.
Eğer bu muhteşem, bu güzel ay insana tesir edememiş ise -bazı insanlara tesir edememiş olabilir- kalbi ıslah olmamışsa, günahlardan kendisini sıyıramamışsa, koparıp ayıramamışsa, kötü arkadaşlardan, şekâvet ve delâlet erbabından, suçlulardan, günahkârlardan uzaklaşamamışsa; artık bu güzel fırsat, muazzam ilâhî devre geçtikten sonra onun kalbine ne tesir edecek? Yani artık ondan ne zaman ıslah olması beklenebilir?
Öyle muazzam bir fırsat idi ki ancak on bir ay sonra bir daha ele geldiği zaman gelebilecek. Ama o arada da bir daha ki Ramazan'a acaba insanlar yetişebilecek mi, yetişemeyecek mi? Onu da bilemiyoruz tabii...
Teberrüken burada Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in bir hadîs-i şerîfini okuyalım. Efendimiz buyuruyor ki;
Rubbe sâimin leyse lehû min siyâmihî ille'l-cû'u ve'l-ataşu ve rubbe kâimin leyse lehû min kıyâmihî ille's-seherü. "Nice oruç tutan insan var ki oruçları kabul olmuyor da eline geçen sadece boşu boşuna aç kalmak, susuz durmaktan ibaret."
Yani ziyanda, sevap yok...
"Nice kıyâm-ı leyle yani gece ibadetine, teravihlere, teheccüdlere vesaireye kalkışan ama bundan eline bir fayda geçmeyip de sadece uykusuz kalmış olması elinde kalan insanlar var."
Bu hadîs-i şerîf böyle bildiriyor. Yani nice oruçlu insan var ki eline kâr geçmiyor; sadece açlık ve susuzluk çekmiş oluyor. Nice gece kalkıp güya ibadet eden insanlar var ki sadece uykusuz kalmış oluyor. Yani sevap yok.
Biz onun için her şeyden önce, amellerin kabul olmasının hangi şartlar altında mümkün olduğunu öğrenmeliydik. Bunu çocuklarımıza öğretmeliyiz.
"Evladım aman bak sen artık büyüdün, ağabey oldun, abla oldun. Bundan sonra artık senin kendi başına namazlarını kılman, ibadetlerini yapman lazım. Ama bu ibadetleri böyle iterek, zorlayarak yaparsan olmaz. Namazların, ibadetlerin kabul olması için ana, temel bazı şeyler var, onlara çok dikkat et."
İnsanın niyeti ihlâslı olacak. Ondan sonra, o ibadetin kabulü için gerekli şartlara sahip olacak. Haramlardan uzak olacak, haramlara bulaşmamış olacak, haram işlememiş olacak diye, ibadetin kabul olma sebeplerini biz kitaplarımızda, konuşmalarımızda, toplantılarımızda izah etmiştik. Bunları çocuklara küçükten öğretmek lazımdı. Tabii çocuklar kadar büyüklere de öğretmek lazım.
Şimdi burada, Harem-i Şerîf'te "Kandiliniz mübarek olsun.", "Ramazanınız mübarek olsun." diye başka ülkelerden misafirler nezâketen geliyorlar, musafaha ediyoruz, konuşuyoruz. Mısır'dan üç,dört alim geldi dün akşam. Bana diyor ki;
"Aziz kardeşim, biz Türkiye'ye gittik."
Ben dedim ki kendisine;
"A, gittiniz mi? Maşaallah... Ziyaret ettiniz mi? Çok güzel..." dedim.
"Defalarca gittim." dedi.
"Türkiye'de halkın arasında dolaşıyoruz; 'Siz Müslüman mısınız?' diye soruyoruz, 'Elhamdülillah Müslümanız.' diye cevap veriyorlar. 'Peki namaz kılıyor musunuz?' diye soruyoruz, 'Evet kılıyoruz, cumadan cumaya kılıyoruz.' diyorlar."
Yani böyle dediklerini naklediyor, öyle diyorlarmış; cumadan cumaya... Hani bazı insanlar var ki cumadan cumaya namaz kılıyor. Bazı insanlar var, bayramdan bayrama namaz kılıyor. Maalesef bunlar büyük kusur. İbadetler Allah'ın emrettiği zamanlarda ve emrettiği şekilde yapılacak. Allah-u Teâlâ hazretleri günde beş vakit namazı farz kılmış, namaz dinin direği; onu kılmıyor.
Bize "Siz niye böyle gruplar, heyetler teşkil edip, gidip köylerde, kasabalarda bu insanlara bunu niye anlatmıyorsunuz?" diyor.
Tabii ben uzun boylu ona ne diyeyim... İşte elhamdülillah radyomuz var onlarla anlatmaya çalışıyoruz. Zaman zaman da ziyaretler yapıyoruz, konuşmalar, konferanslar veriyoruz. Uzun anlatmak gerekecek...
Bir de insan yaptığı şeyleri sayıp dökmesi iyi olmuyor. Ben ona dedim ki;
"Bak, yabancı bir misafir gelirse bize, halkımız misafirperverdir, misafirleri çok severler, onun sözünü daha çok dinlerler. Siz Türkiye'ye çok gelin de bunları söyleyin."
Böylece o kardeşe cevap vermiş oldum.
Bizim halkımız gerçekten candan Müslümandır; Kur'an'ı sever, Ramazan'ı sever, ibadetleri sever, dindarları sever, evliyâullahı sever. Hatta vefat etmiş bile olsa kabirlerini ziyaret eder. İşte bunların hepsi güzel ama ihmalkârlık da var. Yani hem namaz kılmaz hem "Müslümanım" der. Müslümanlığın icabı namaz kılmak iken kılmaz. Hem oruç tutar; hem oruçlu iken oruçluya yasak olan şeyleri yapar. O zaman tabii bu gibi durumlarda bilgi noksanlığından veyahut gayret noksanlığından, sabır noksanlığından veyahut aşk noksanlığından diyeyim ben buna. İbadet aşkı içinde teşekkül edememiş veya Allah-u Teâlâ hazretlerine sevgi ve saygısı, Resûlullah Efendimiz'e bağlılığı kemâle ermemiş. Kemâle erse; tutsan, bağlasan durmaz, o ibadeti mutlaka yapar. Yani nerede olursa olsun; denizde, havada, karada vakti geldi mi namazı kılanlar var. Seccadesini yayıyorlar, tren istasyonunda namaz kılıyor, uçağın içinde namaz kılıyor; her yerde... İşte onu kazanamamış olunca, o bilgileri sağlayamamış olunca, bir de bu ibadetlerin inceliklerine nüfuz edemeyince, onları uygulamayınca tabii ibadetleri kabul olmuyor; namazı, orucu kabul olmuyor.
Mesela orucun kabul olmamasının sebepleri neydi?
Orucun kabul olmama sebeplerinden birisi; bir insan yalanı, yalan yere şahitliği, gıybeti, dedikoduyu terk etmezse Allah onun aç kalmasına muhtaç değildir. O orucundan bir sevap yoktur diye hadîs-i şerîf var.
Buradan anlaşılan nedir?
Demek ki oruçlu sadece aç ve susuz kalmakla yetinmeyecekti, dilini de tutacaktı mübarek... Yani diliyle de gıybet, dedikodu, yalan, dolan, iftira, bühtan yapmayacaktı. Onu bilemediği için orucun sevabı kaçtı.
Namaz [hakkında] da Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîfleri var. Mesela bir insan namaza durduğu zaman yönünü kıbleye, Kâbe-i Müşerrefe'ye, Mekke-i Mükerreme'ye dönüyor. Seccadeyi yayıyor, orada kıbleye doğru dönüyor.
Peki gönlü, kalbi, aklı ne tarafta?
Aklı bakkalda, aklı kasapta, aklı dünyanın başka işlerinde, aklı namazın dışındaki başka meselelerle meşgul. Hem Allah'ın divanında hem de gönlü başka şeylerle meşgul. O zaman tabii namazı kabul olmuyor. Allahu Ekber dediği zaman, Allah-u Teâlâ hazretleri kulunun karşısındadır. İnsan secde ettiği zaman Allah'ın önünde secde etmiş oluyor.
Sübhâneke Allahümme ve bi-hamdik. "Seni noksanlıktan tenzih ederim yâ Rabbi!" diye Allah'a hitap ile namaza başlıyor. Fâtiha'yı okurken;
İyyâke na'budu ve iyyâke nesta'în diyor. "Ancak sana ibadet ederiz, başka kimseye eder miyiz, etmeyiz. Ancak senden yardım dileriz!" diyor.
Yani muhatabı Allah'ın huzurunda olduğunu bildiği, huzurunda olduğu için muhatabına sesleniyor. Diliyle böyle söylüyor. Aklı bağda, bahçede, çarşıda, pazarda, dünyada, başka şeylerde... O zaman Allah-u Teâlâ hazretleri gözü ve aklı başka yerlere kayanlara, huzuruna girdiği halde başka yerlerle meşgul olanlara sevap vermiyor. "Ey kulum, ne tarafa teveccüh ediyorsun? Ben teveccüh edilenlerin en kıymetlisiyim. Bana teveccühü, bana yönelmeyi bırakıp da nerelere dönüyorsun ey kulum sen?" diye o zaman namazını kabul etmiyor. Tabii namazın kabul olmamasının başka sebepleri de olabilir.
Demek ki çoluk çocuğumuza ve kendimize asıl neleri öğretmeliyiz?
"Bir namaz kılınıyor, boşuna yorgunluk olmasın. Şu şu tehlikeleri vardır, onları yapmayalım da kabul olsun. Bunlar namazın âfetleridir. Namaz kılındığı halde kabul olunmaz, aman şunlardan kaçınalım." demek lazım. Orucun da kabulünü engelleyen âfetleri vardır. Zekâtın da âfetleri vardır. Zekât verir ama yine kabul olmaz. İşte onları öğretmemiz lazımdı.
Şimdi Ramazan geçiyor, sonuna geldik. Şöyle bir arkamıza dönüp bakmamız lazım.
Yirmi küsur gün yaşadığımız bu Ramazan'da acaba bizim halimiz ne oldu?
Gözyaşları içinde geçen vakte ağlamamız lazım. Bir de kalbimiz yanık, el açıp Allah-u Teâlâ hazretlerine dememiz lazım ki;
Allahümmec'alnâ min men kabile's-siyâmu ve salâtühû. "Yâ Rabbi, namazı, teravihi, orucu kabul olanlardan eyle beni." Ve buddilet seyyiâtühû bi-hasenâtihî. "Seyyiâtı silinip, günahları defterden temizlenip yerine sevaplar yazılan kimselerden eyle yâ Rabbi bizi." Ve edhaltehû bi-rahmetike fî cinânike. "Rahmetinle cennetine soktuğun kimselerden eyle." Ve refa'te derecâtihî yâ Erhame'r-râhimîn! "Derecesini yükselttiğin kimselerden eyle yâ Rabbi!"
Bir insan bir de hesap yaptı ki "Eyvah! Ben bu Ramazan'ı bu hocanın söylediği gibi bir düşündüm geriye doğru, çok boş geçirmişim. Kaç tane teravihe gidemedim. Kaç namazın vaktini kaçırdım. Sabahları evde uyumuş kalmışım. Oruçta inceliklere, orucun kabulüne sebep olacak şeylere riayet etmemişim."
Tabii o zaman, bunu anladığı zaman ne yapması gerekiyor?
Zararın neresinden dönülse kârdır. Allah-u Teâlâ hazretleri tevbekâr kullarını sever. Hiç olmazsa şu son günlerde biraz kendisini toparlasın.
İnne'l-umûra yani işler bi-avâkibihî sonuçları itibariyle önemlidir. En son, yılın sonundaki karne önemli olduğu gibi okullarda, her işin de sonu önemlidir. Başında hatalı işler yaptıysa bile, artık hiç olmazsa son günlerde Müslüman kardeşlerimiz aklını başına devşirmeli, "Ramazan kaçıyor, fırsat gidiyor, bir daha ya kavuşurum ya kavuşamam..." diye gözyaşları içinde boşa geçirdiği zamanlara ağlamalı, Allah-u Teâlâ hazretlerine yalvarmalı ve affını, mağfiretini istemeli. "Yâ Rabbi, bu Ramazan geçiyor, gidiyor; ben bu Ramazan'da affolanlardan olmazsam yazık olur bana!" diye kendisinin Allah'ın affettiği kimselerden olmasını dilemesi lazım. Bunu dualarımızda gözyaşları içinde sık sık söyleyelim.
Aziz ve sevgili kardeşlerim.
Bir başka hadîs-i şerîfe geçmek istiyorum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuşlar ki;
"Dört güzel -amel, ibadet- iş vardır ki bunların mükâfatını Allah bire yedi yüz misli olarak verir."
Bunlar nelerdir?
Nafakatüke fî sebîlillâhi. "İnsanın Allah yoluna harcadığı paralar."
Allah yoluna harcanan paraların mükâfatı bire yedi yüzdür. Kur'ân-ı Kerîm'de bu bildiriliyor. Bu hadîs-i şerîfin söylediği husus âyet-i kerîmede var.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Meselü'llezîne yünfikûne emvâlehüm fî sebîlillâhi. "Mallarını Allah yolunda sarf eden, hayırlara veren, fî sebîlillâh parasını harcayan kimseler..." Ke-meseli habbetin enbetet seb'a senâbile fî külli sünbületin mietü habbetin. "Bir tahıl tanesini yere dikmiş, o tahıl tanesinden yedi başak çıkmış, her başakta da yüz tane tane var."
Yani 700 tane. Yedi başak 100 tane olursa, 700 tane eder. Ona benzer, diyor âyet-i kerîme.
Allah yolunda malını sarf edenler yere bir tohum ekip de -yedi başak ama her başakta da 100 tane o tohumdan var- 700 kazanmış insanlar gibi olur. Kur'ân-ı Kerîm'de bu bildiriliyor.
Demek ki Allah yoluna canlarımız, mallarımız, kazançlarımız verilecek, infak edilecek, sarf edilecek ki o büyük mükâfata erilsin. İşte bu Ramazan ayında da böyle hayırlar çok büyük mükâfatlarla mükâfatlandırılıyor. Yani başka aylarda yapılanlara göre daha çok mükâfat veriliyor. Onun için hatırlatmak istediğim bir husus;
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Ramazan geçiyor. Geçtikten sonra aynı parayı vereceksin, aynı hayrı yapacaksın ama Ramazan'ın içindeki kadar mükâfat olmayacak. Çünkü Ramazan'a mahsus özel tarifesi var; Cenâb-ı Mevlâ'nın, Allah-u Teâlâ hazretlerinin, Rabbimiz'in Ramazan'da ikramı daha çok oluyor.
Zekâtlarınızı ayırın, fakirciklere verin. Onlar da o paraları alsınlar, bayrama hazırlasınlar diye bunu bir hatırlatmak istiyorum.
Tabii Allah yoluna harcananın mânasını da açıklamak gerekiyor. Allah yolunda harcanan para nedir?
Hac ve umre yolculukları. Tabii bu da Allah için yapılan bir yolculuk. Onlar da bire yedi yüzdür.
Sonra, ikinci yedi yüz [kat] sevap kazandıran şey nedir?
Nafakatüke alâ ebeveyke. "İnsanın anne ve babasına verdiği paralar, eşyalar, yaptığı masraflar da bire yedi yüzdür."
Onun için anneniz, babanız sağsa Allah'a şükredin, "elhamdülillah" deyin. Annenizin, babanızın gönlünü almak için onlara -mâlî bakımdan- hizmet edin, hediyeler alın, ihtiyaçlarını görün, masraf yapın, güzel yedirin, güzel giydirin, güzel bakın, gönlünü hoş edin, duasını kazanın. Onlara yapılan masraflar da bire yedi yüz oluyor. Hem de annenin, babanın duasını aldı mı insan cennete giriyor.
"Ana babasına yetiştiği halde cenneti kazanamamış insana yazıklar olsun!" diyor Peygamber Efendimiz.
Duasını alamamış demek ki... Duasını alsa cennete girecek. Çünkü annenin, babanın çocuğu hakkında duası onun cennete girmesine sebep olur. Demek ki anne babalarımıza da hürmet ve riayet göstereceğiz, sevgi ve saygı göstereceğiz, ikramları artıracağız. Bayram da yaklaşıyor, "Babacığım, anneciğim al şunu." filan diyerek... Sevindirmenin çeşitli yollarını siz daha iyi bilirsiniz, düşünürsünüz. Allah buldursun, bildirsin. Anne babanıza güzel hayırlar yapın.
Sonra, nafakatüke alâ ehlike. "İnsanın aile fertlerine yaptığı masraflar da bire yedi yüzdür."
Onun için korkmayın, sevindirecek şekilde eve bol bol yiyecek, giyecek getirin. Hanıma, çocuklara bir şeyler alın. Çünkü o masraflar da bire yedi yüz sevap kazandırıyor. Evde bir muhabbet olsun. Hanımefendi beyefendiyi sevsin, saysın, hürmet etsin, sevgi göstersin, bağlansın. Efendi hanımını sevsin. Çocuklar ana babalarına hürmet etsinler. Şahane bir müessese, aile müessesesi... Aile müessesi olmasaydı ne olurdu halimiz?! İyi ki, elhamdülillah ki Allah insanoğlu denilen mahluku böyle aile hayatı yaşayan bir mahluk olarak yaratmış. Elhamdülillah... Anne var, baba var, yuva var sıcacık, evlatlar var, hepsinin arasında çok sıkı ilişkiler var...
Ya dışarıda gördüğümüz diğer yaratıklar gibi aile şuuru olmayan mahluklar olsaydık, ne olacaktı halimiz?..
Ailenin bu muhabbetinden nice nice faydalar oluyor. Anneler, babalar yaşlandığı zaman çocuklar tarafından bakılıyor. Küçükken hiçbir şeye gücü yetmeyen yavrular, bebeler, anneler, babalar tarafından bakılıyor. Yani ne türlü faydalar var. Aile muhabbeti çok önemli.
Dördüncü yedi yüz misli sevap kazandıran şey nedir?
İşte tam bugünlerde söylemem gereken işlerden birisi. Biliyorsunuz ben sizinle yaptığım konuşmalarda, size bazı şeyleri olmadan önce, yapacağınız zamandan önce hatırlatıyorum. İyi dinlerseniz, not alırsanız, defterinize yazarsanız, akıl defterinize yazarsanız, aklınızda tutarsanız, onları yaptığınız zaman çok sevap alacağınız şeyleri söylüyorum.
Nedir şimdi söyleyeceğim?
“Ramazan Bayramı’nda bir insan kurban keserse” Kurban Bayramı’nda herkes kesiyor. Ramazan Bayramı’nda bir insan kurban keserse onun da sevabı bire yedi yüzdür. Siz de eğer imkânınız müsaitse bu Ramazan Bayramı’nda bir kurban kesin. Evde bir bolluk olsun, bereket olsun. Soğanları doğrarsınız, ciğer yahnisi yaparsınız. Etleri ayırırsınız, çoluk çocuğunuza pirzola yedirirsiniz. Misafirlere "buyurun" dersiniz, "soframız hazır, yemeğimiz var, gitmeyin, bizde yemeği yiyelim de ondan sonra gidersiniz." dersiniz. Misafirlere göğsünüzü gere gere davetinizi kuvvetli yapabilirsiniz. İkramlarınız olur, sevap kazanırsınız. Evde hakikaten bayramdan dolayı bir şenlik var. Bir de mis gibi et kokularından, yemek kokularından bir bayram havası, misafirlere bir fazla ikram imkânı olsun. Bunu hatırlatmak istiyorum. Bu günlerde onun da tedbirlerini alın.
Ondan sonra bir de bayramdan önce söylemem gereken bir şey var:
Zekât-ı fıtr denilen, sadaka-i fıtr denilen bir miktar para fakirlere bayram namazından çıkmadan önce verilmesi lazım. Bir insanın oruçları sadaka-i fıtrın -fıtır sadakasının- verilmesine bağlıdır; gökyüzünde durur, o verilirse o zaman iş tamam olmuş olur. Onun için sadaka-i fıtrlarınızı bol keseden ayırın. Müftülükler ilan ediyor; arpadan şu kadar, buğdaydan bu kadar, kuru üzümden şu kadar, hurmadan şu kadar tutar bir fitre miktarı diye... İşte en çoğunu yüksek seviyeden tutturun, fukarâcıklara, tanıdığınız, çevrenizdeki, köyünüzdeki bildiğiniz hakiki fakirlere onları verin. Böylece sadaka-i fıtrı da sağlamış, vermiş olursunuz. O sevabı da kazanmış olursunuz.
Bunları size hatırlatıyorum.
Bu Ramazan ayı nedir, biliyor musunuz?
Ramazan ayı bir bakıma dervişlik ayıdır, tasavvuf ayıdır. Çünkü tasavvufun her şeyi yapılıyor. İbadet diye dervişlerin yaptığı her şey var; oruç var, zikir var, Kur'an var, geceleri ibadet etmek var, her şey var. Tabii nefsi terbiye etmek de var. Nefsin terbiyesi, yani tezkiye-i nefs deniliyor, nefsi temizlemek. İnsanın nefsi, nefs-i emmâre olduğu zaman insanı kötülüklere sürükler; taştan taşa çalar, yerden yere vurur, yüzünü kara eder, Rabbinin huzurunda istenmeyen bir kul haline getirir.
"Bu Ramazan ayı nedir?" diye bana sorsanız:
"Ramazan ayı dervişlik ayıdır, insanın ahlâkını düzeltmesi, nefsini ıslah etmesi ayıdır." diye tarif etmek mümkün.
Allah-u Teâlâ hazretleri bizi senede bir ay dervişçe yaşamaya böyle farzlarla, sünnetlerle alıştırmış oluyor. Nefsimizin ıslah olması lazım.
Artık şunu bir sorun kendinize;
Bak, oruç tutabildiniz, karnınız acıktığı halde yemek yemediniz, su içmediniz, eşinize yaklaşmadınız; Ramazan ayında iradenize hâkim oldunuz. Bundan sonra nefsiniz mi sizi istediği tarafa sürükleyecek, nefsinizin hevasına uyup o azgın nefsin peşinden mi gideceksiniz, sürükleneceksiniz; yoksa bundan sonra nefsiniz sizin emrinize girecek de, nefsinizi siz mutmainne nefis yapmış olacaksınız da hayırlara mı koşturtacaksınız, onu hayırda mı kullandıracaksınız?
Bunu bir ölçün bakalım, Ramazan sizin üzerinizde tesirini yapmış mı, yapmamış mı?
Bunu yapmamış ise Ramazan'dan sonra yine eski günahlara, haramlara bağlı olarak kalacaksanız tabii o zaman da bu bir mânevî işarettir. Ramazan'dan hiç istifade etmemiş. Ramazan geçtikten sonra, bayramdan sonra Ramazan'dan önceki insan gibi oldu, eski halleri devam ediyor. "Eski hamam, eski tas" dediği gibi değişen bir şey yok.
Bu neyi gösterir?
Bu bir göstergedir. Ramazan'dan sonra bir insanın halinin iyiye dönmemesi, daha güzele yükselmemesi bir göstergedir.
Ne göstergesidir?
Bir alarm, ikaz sesidir, işaretidir.
Neyi gösteriyor?
Ramazan ibadetleri tutmamış, kabul olmamış; onu gösteriyor.
Ramazan kabul olsaydı Ramazan'dan sonra insan Ramazan'daki güzel ibadetlerini, alışkanlıklarını bir tarafa koymayacaktı. Artık Ramazan'dan önceki halinden daha güzel bir hâli kazanmış, iktisap etmiş olması gerekiyordu. Edememişse o zaman oruçlarda kusur var, namazlarda kusur var. Orucu boşuna tutmuş, aç susuz kalmış. Namazı boşuna kılmış, uykusuz kalmış. O Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîfinde ki durum kendi üzerinde görülmüş. Bir kusur var.
Hani elektrikçiler şebekeyi eve bağlıyorlar da, her şey tamam fakat siz düğmeyi çeviriyorsunuz, yanmıyor. Şebekeden cereyan geldi. Çeviriyorsunuz düğmeyi, yanmıyor. Bir kusur var; döşemede bir eksiklik var, kablolarda bir kopukluk var, bağlamada bir yanlışlık var, düğmede bir şey var, prizde bir kusur var ki olmuyor. İşte o kusur sizde. Eğer değişmediyseniz kusur sizde. Çünkü çok güzel bir ay geçti, çok mübarek bir ay geçti, çok faziletli bir ay geçti. Buna da dikkat edin.
Ben şöyle söyleyeyim:
Ramazan'dan sonra mutlaka değişmiş bir insan olmanız gerektiğini aklınıza kuvvetle yerleştirin. "Ben artık Ramazan'dan sonra başka bir insanım." İsminiz Ahmet'se, "Ramazan'dan önceki Ahmet, Ramazan'dan sonraki Ahmet" demelisiniz. Hani "milattan önce- milattan sonra" der gibi... Ramazan'dan sonra mutlaka başka bir insan olun.
Nasıl başka bir insan?
Daha dindar, daha kâmil, daha olgun, daha sevimli, daha sabırlı, daha güleç yüzlü, daha hayırlara koşan, daha vazifelerini güzel yapan bir insan. İşte bu hâle gelmek lazım.
Bu da çok önemli bir husus.
Diğer en önemli hususa sözü getirmek veya buradan sözümü bağlamak istiyorum.
İnsanoğlunun bu dünyaya yaratılıp gönderilmesinin sebebi ne? Niye insanoğlu var kılınmış, yaratılmış, dünyaya gönderilmiş?
Bunu Kur'ân-ı Kerîm'de Allah-u Teâlâ hazretleri âyet-i kerîmeyle bildiriyor:
Vemâ halaktü'l-cinne ve'l-inse illâ li-ya'büdûn. "Ben insan cinsini, mahlûklarım arasındaki insan neslini, Benî Âdem'i, insanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım." buyuruyor.
İbadet sadece dar mânalı; namaz kılmak, oruç tutmak demek değil. İbadet, Allah'a kulluk yapmak demek. Allah'a Allah'ın istediği şekilde kulluk yapmak demek. Her yönden kulluğunu güzel yapması demek. İbadetin mânası bu. Yani "uyu" dediği yerde uyuyacak, "uyan" dediği yerde uyanacak, "ye" dediği yerde yiyecek, "yeme" dediği yerde yemeyecek, sabredecek. Allah'ın her emrini tutacak. "Kalk" dediği zaman kalkacak, "yat" dediği zaman yatacak.
Askerde bize anlatırlardı:
Askerde komuta, emir verme çok önemlidir. Komutan der ki; "Hazır ol!" Askerler bir gürültü, topuklarını birbirlerine takıştırırlar, bir ses gelir kıtadan, herkes hazır oldu. Ondan sonra "İleri, marş!" der mesela, rap rap askerler yürümeye başlar. "Sağa dön!", sağa döner; "Sola dön!", sola döner. Yani komutları anında doğru olarak uygulamaya alıştırırlar. Günde kaç defa yaparlar. Artık o şuuruna işler, alt şuuruna geçer, onu muntazam yapmaya başlar.
Hatta bazen öyle oluyor, o kadar askerleşiyor ki askere gitmiş arkadaşlar; mesela üzerinde yedek subay elbisesi var, beni ziyarete geliyor.
"Hocam falanca yerde yedek subaylığımı yapıyorum. Yıllık iznimi aldım, bayram iznimi aldım, ellerinizden öperim, hürmetler ederim." diyor.
Böyle başlıyor söze, laf arasında "Sen ne yaptın?" filan diye sorduğun zaman "Evet komutanım." diyor. Halbuki ben komutanı değilim, yani hocasıyım. "Evet komutanım." diyor.
Neden?
Şartlandı, artık iyice ona alıştı.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Bizim esas yaratılış gayemiz, Allah'a kulluk etmek. Allah ne emrediyorsa Allah'ın emrettiği şeyleri emrettiği vecih ile yapmak. Hayatın her faaliyetinde, gecemizde-gündüzümüzde, gençliğimizde-yaşlılığımızda, bekârlığımızda-evliliğimizde her zaman, her yerde Allah'ın rızasını düşünmek. Kulluk bu!
Onun için bizim açıp da dalgalandırdığımız bayrağımız nedir?
İlâhi ente maksûdî ve rıdâke matlûbî sözüdür.
Ne demek bu?
"Yâ Rabbi, maksudum sensin, ben senin rızânı kazanmak istiyorum. Her işte düşündüğüm, senin rızanı kazanmak, rızâ-yı bâri'ye ermek. Yaptığım her işi ondan yapıyorum."
İşte bu kulluğu güzel yapmak lazım. Allah'ı önce tanımak lazım. Tanışmadan, gafil, yabancı kalmamak lazım. Tanıdıktan sonra... Zaten Allah kendisini tanıttırırsa, yani mârifetullah sahibi kılarsa kulunu, kul Rabbini tanıyan, bilen bir kul haline gelirse muhabbetullah da hâsıl olur. Allah sevgisi içine dolar. Bakar ki her şeyin en güzeli Mevlâ. Allah-u Teâlâ hazretlerinin bütün güzellikleri yaratan olduğunu görür, bilir ve o zaman bütün kalbiyle Allah'ı sever.
Şimdi birçok insan Allah ile bağlantılarını düzenleyememiştir. Allah'ı bilememiştir, bulamamıştır. Allah-u Teâlâ hazretlerinin mârifetine erememiştir, mârifetullahı kazanamamıştır, ârif olamamıştır. Âşık olamamıştır, Allah'ı sevememiştir. Dışarıdaki şeylerle oyalanmaktadır.
Dışarıdaki şeyler nedir?
Allah'tan gayri olan şeylere ğayrullah, mâsivallah derler. Mâsivallahla uğraşmaktadır. Asıl hizmet etmesi gereken yere hizmet etmemektedir.
Ramazan'da en önde gelen bir husus işte budur. Biz Ramazan'da Mevlâmızla muamelemizi öğreniyoruz. İnsan "Kul olarak ben Rabbime nasıl kulluk etmeliyim, nasıl davranmayalım?" diye Allah'ı sevmeyi, Allah için fedakârlık yapmayı, tenhalarda, camilerde, gece yarılarında kaldığı zaman Allah-u Teâlâ hazretleri ile nasıl ünsiyet edeceğini Ramazan'da öğrenmiş oluyor.
Ramazan'ın en önemli [özelliği] bu! Ramazan mârifetullah ayı olmuş oluyor.
İşte Ramazan'da insan bu lezzeti aldı mı, ibadetin lezzetini, zevkini, şevkini kazandı mı, tabii ondan sonra artık iyi bir insan olacak, Ramazan'dan sonraki durumu mükemmel bir insan olacak. Ârif olacak, âşık olacak, Mevlânâ hazretleri gibi, Yunus Emre hazretleri gibi, Eşrefoğlu Rûmî hazretleri gibi, Hacı Bayrâm-ı Velî hazretleri gibi, Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri gibi olacak. Binlerce evliyâullah büyüklerimiz var, her birisi bulunduğumuz, yaşadığımız şehirlerde medâr-ı iftihârımız. Üftâde hazretleri Bursa'da, Aziz Mahmud-u Hüdâyî hazretleri Üsküdar'da, Abdülehâd-i Nûrî hazretleri Eyüp Sultan'da, daha daha nice nice büyüklerimiz... İşte onların yolu bu mârifetullah, muhabbetullah yolu.
Ramazan da bunu sağlayan bir ay idi.
Allah-u Teâlâ hazretleri Ramazan ayında, kullarını içinde Allah aşkı, Allah için ibadet etmek, yalnız kaldığı zaman O'nu tesbih eylemek, O'na hamd etmek, O'na şükretmek, O'nu zikretmek alışkanlığına getirmiş oluyor. İşte o tanışıklığa göre, bundan sonra artık ârif kullar olarak, âşık-ı sâdık kullar olarak yaşamanızı Allah-u Teâlâ hazretleri cümlenize nasip eylesin. Oruçlarınız, ibadetleriniz, hayırlarınız, sadakalarınız, zekâtlarınız makbul olsun. Dualarınız müstecâb olsun.
Orucun maddî faydaları da var, sıhhî faydaları da var. "Oruç tutun ki sıhhat bulasınız." diye buyuruluyor.
Allah vücutlarınıza sıhhat afiyet versin, dinçlik versin, neşat versin, bir şevk ve zindelik ihsan eylesin. Sevdiklerinizle, çoluk çocuğunuzla, büyüklerinizle, dostlarınızla nice nice Ramazanlara, Kadir gecelerine ermeyi nasip eylesin, nice nice bayramlara kavuştursun. Tabii bayramların en kıymetlisi, bayramların en önemlisi de âhiretteki bayramdır. Allah-u- Teâlâ hazretlerinin affettiği kullardan olduğu anlaşıldı mı bir insanın, mahkeme-i kübrâdan sonra cehennemden âzat olduğu, cennetlik olduğu anlaşıldı mı, asıl bayram odur. O en büyük bayrama da Allah-u Teâlâ hazretleri sevdiği kul olarak ulaşmayı, o bayramı da görmeyi, Allah-uTeâlâ hazretlerinin ikramlarına ermeyi, cennetiyle, cemâliyle müşerref olmayı Allah cümlenize nasip eylesin.
Cumanız mübarek olsun. Bayramınız mübarek olsun. Her şey gönlünüzün dileğince olsun. Allah dileklerinizi, muratlarınızı kabul eylesin.
Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!