Elhamdülillahi Rabbil âlemin ve’l-âkibetü li’l-müttekîn vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.
İ’lemû eyyühe’l-ihvân enne efdale’l-kitâbi kitâbullah ve enne efdale’l-hedyi hedyü Muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem ve şerra’l-umûri muhdesâtühâ ve külle muhdesin bid’ah ve külle bid’atin dalâleh ve küllü dalâletin fi’n-nâri. Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kâl kâle resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem;
Cenâb-ı Peygamber kadının namaz kılışını tarif ediyor;
İzâ celeseti’l-mer’etü fi’s-salâti. “Namaza oturduğu vakitte kadın.” Vada’at fuhzahâ alâ fuhziha’l-uhrâ. “Bizim gibi ayaklarını ayrı ayrı koymazlar. İki ayağını, biri biri üzerine ekleyerek sol uyluğu üzerine oturur. Oturduktan sonra.” Fe-izâ secedet. “Secdeye vardığı vakitte.”
Biz böyle kollarımızı açarız, karnımızı da kaldırırız yerden uzak, bacaklarımızdan da uzak kollarımıza dayanaraktan öyle namaz kılarız. Kadın ise kollarını yapıştırır, karnını da bacaklarına yapıştırır açmaz. O da onun tesettüre riayetinin bir alameti oluyor da;
Ke-esteri mâ yekûnü lehâ fe-innellâhe teâlâ yenzuru ileyhâ. “Çünkü o haldeyken Cenâb-ı Hak ona nazar ediyor diyor ki.” Yekûlü yâ melâiketî. “Ey meleklerim!” Üşhidüküm. “Siz şahit olunuz, ben sizi şahit tutuyorum.” Ennî kad ğafertü lehâ. “Ben bu kadını mağfiret ettim.”
Niçin?
Bana karşı bir ibadet yaptı.
Bize de öyle. Ama burada kadın ibadet ederken tesettüre daha ziyade mecbur olduğundan böyle büzülerekten kılıyor namazını. Büzülerekten, kendisini örterekten, kendisini kapayaraktan...Ondan dolayı mağfireti ilahiyeye mazhar oluşuna melekleri şahit kılıyor Cenâb-ı Hak.
İzâ celestüm ile’l-mu’allimi. “Ders dinleyeceksiniz. Bir hocaefendinin karşısında oturduğunuz gerek vaaz meclisi gerek ders meclisi.” Ev fî mecâlisi’l-ilmi. “Yahut ilim meclislerinde oturduğunuz vakitte.” Fednû ve’l-yeclis ba’düküm halfe ba’din. “Böyle toplu oturunuz. Biriniz burada diğeri orada, o orada, dağınık olmayın. Toplu olarak oturunuz.” Ve lâ teclisû müteferrikîne. “Ayrı ayrı oturmayınız.”
Biliyorsunuz ki; eskiden babalarımızdan dedelerimizden gördüğümüz evlerimizde herkes minderlerin üzerine yan yana sıkışa sıkışa oturur. Gelen olursa o da sıkışır aramıza.
İnsanların biribiriyle temasının mükafatı büyük. Namaz kılarken ayakta dikiliyoruz ya, o dikildiğimiz vakitte biribirimize yanaşmak mecburiyetindeyiz. Bu yanaşmanın fevâidi çok da onun için; “Sıkışın, arada boşluk bırakmayın. Araya şeytanın girmesine meydan vermeyin. Sıkışın. Bu sıkışıklıkla Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti imamın üzerine iner, imamdan da imanın arkasındaki cemaate dağılır.” Tel koptuğu vakitte nasıl ki ceryan kesiliyorsa aradaki boşluk gelen feyze mâni olur. Onun için le’anellah. Namazın saflarını boşluk bırakanlara; Allah “yazık olsun onlara!” buyurulmuş.
Neden?
Feyzin kesilmesine mâni oluyorlar.
Beyazid camisinde bir vaaz dinledim. Hatırımda ve kulağımdadır aynı ders. Hocaefendi diyordu ki:
Verem hastalığına tutulmuş birçok hastaları, safların arasına sokmak suretiyle, hatta felce uğramış hastaları saf arasına sıkıştırmak suretiyle az zamanda tedavi ettiğini söylerdi.
Sebebi?
Bu gelen feyzi ilahiyle insanlardaki elektriği biribirlerine geçmek suretiyle, onun vücudundaki bozukluğun düzelmesine sebep oluyor. Bize de elektrik tedavileri yapıyorlar ya, bu elektrik tedavilerinin tam manasıyla saflar tatmin ediyor. Saflar ne kadar büyük, cemaat ne kadar çok olursa elektrik tesiri öyle biribirlerimize geçiyor. Biribirlerimize geçiyor onun için safları sık tutacaksınız, arada boşluk bırakmayacaksınız ki bu rahmeti ilahiye biribirimizden geçerekten içlerimizi düzeltir dışlarımızı da düzeltir. İçimizin de düzelmesine dışımızın da düzelmesine yegane sebep bu namazdır.
Onun için namazı kılmanın fedâili kadar büyük bir fedâil yok! Her gün imdadi ilahiyeye mazhar oluyorsun. Günde beş vakit imdadı ilahiyeye mazhar oluyorsun sen, ne demek bu yahu!
Bir abdest alırken günahlarımız dökülüyor, camiye girerken günahsız olarak giriyoruz, namazı kıldıktan sonra günahsız olaraktan camiden çıkıyoruz aynı zamanda da Cenâb-ı Hakk’ın feyizlerine nail olunca bu gönüllerimiz parıldıyor.
Yalnız şu kadar var ki bu gönüllerimiz nurdur. Gönül nurdan ibarettir. Kalplerimiz burada, vücuttaki makine değil. Vücudu işleten makine değil. Gönül dediğimiz makine, bir nurdan ibarettir. Bu nur işte insanların zekasında, tedbirlerinde, işlerinde, onların her şeysinde ona yardımcı olur. Çünkü Allah-u Teâlâ insanı nurdan yaratmıştır, yenzuru bi-nûrillâhi. “Halkolunduğu nurdan nazar eder” O nazar ile hakikate doğru yürür. Bu nurdan mahrum olan insan karaya ak diye yürür. Karaya bu beyaz diyor, beyaza da kara diyor.
Niçin?
Bu nur yok kendisinde hakikati göremiyor, kör bir adamın hakikati göremediği gibi. İnsanın yalnız gözü kafi değil. Göz maddeyi görür.
Duvarın arkasını görebilir miyiz?
Göremeyiz! Çünkü imkanımız yok ama nur olunca duvarın arkasını değil kâinatı da görür.
Yalnız şu kadar ki o gönlümüzdeki nur levhası, nur havzının beş tane kanalı var. Göz bir, burun iki, ağız üç, el dört, ayak beş. Bu beş azanın getirdikleri muzahrefat da gönle dökülür. Onun için gönülün etrafına -gönül kuyusunun etrafına- bir çember yapacağız ki dışardan gelen sular o gönle akmasın. Eğer bu çemberi yapamazsak dışardan yağmurlar vasıtasıyla, rüzgarlar fırtınalar vasıtasıyla akıntıların pis suları kuyuya dökülür.
İşte bu bizim gönlümüze dökülen bu gözden gelen bakışlar ki harama bakışlar... Harama bakışlar gönüle irin indirir, cîfe indirir o güzel su berbat hale gelir. Kulak kötü şeyleri dinliyor gönle iner gönül bozulur. Lokma haram gidiyor gönül bozulur o nurlar. El fena iş yapar gönle gider gönül bozulur. Ayak fena yere gider gönle gider o da akıntısı gönlü bozar bu güzel nur ortadan kaybolur gider. Onun mesulü o zaman onun sahibi olur. Onun için bunları men etmek için Cenâb-ı Hak diyor ki;
Ğuddû ebsâraküm. “Gözlerinizi kapayın da kadınlara bakmayın.” diyor. Yalnız kadınlara değil haram olan şeylerin hiç birisine bakmayın.
Kulağınla kötü şeylerin hiç birisini dinleme. Ağzından kötü söz çıkmasın ve katiyen haram lokmayı ağzından aşağı indirme. Çünkü bu senin nur olan gönlün mülevves bir hale gelecek, ne yazık!
İnsan evini boyatır da o boyanan evine birisi ufacık bir leke sürse üzülür insan, “Vah vah kimin çocuğu geldi de bunu yaptı? diyerekten darılır.
Neden, ne oldu yahu bir boya daha vurursun üzerine?
E senin gönlün ondan da mı aşağı?
Binâenaleyh gönlün muhafazası her şeyin muhafazasından daha güçtür, onun için Allah’a çok yalvaralım da bu gönlümüzü, bize verdiği nur gönlünü nur olaraktan âhirete kadar muhafaza edip öyle göçmek Cenâb-ı Hak cümlemize nasip etsin.
İşte tevhid ile ölebilmek budur ha! Din, İslâm yolunda yaşayabilmedikçe olmaz bu iş.
Oturduk evde, bir güzel hocaefendimiz var, bize nasihat ediyor güzel şeyler söylüyor ama biribirimize temas ediyor olsak hepimize bu nur dolaşır, gönlümüzde mamur olur gözlerimiz de yaşlı olaraktan bir daha şu meclise gitsek de şu hocaefendiden bir daha dinlesek diye insan öyle can atar.
Ve lâ teclisû müteferrikîne kemâ celese ehlü’l-câhiliyyeti. “Cahiliyet devrindeki insanların yaptıkları gibi siz de ayrı ayrı oturmayın.” diyor.
Gecenin karanlığında yapılanları da biliyor, geleceği de biliyor, ileride yapacağımızı da biliyor her şeyi biliyor.
Ya’lemü mâ fi’s-sudûr. “Gönüllerdeki her şeyi biliyor!”
Allah böyle Allah! Esmâ-i Hüsnâ’sını okusanıza, 99 tane Esmâ-i Hüsnâ’sı ne güzeldir! Her sabah okuyoruz elhamdülillah. Ama insan, bunun mânalarını da bilirse o Allah ki varlıkların sahibi...İşte bize bu güzel saltanatı vermiş elhamdülillah.
Bu kıyamet gününde bizi topladığı vakitte herkesin, her zalimin, her büyüğün bir bayrağı olacak. Her büyüğün her kötünün bir bayrağı var. Mesela Nemrud’un elinde bir bayrak, Firavun’un elinde bir bayrak ve bunlara benzeyenlerin ellerinde birer bayrak, onlara uyanlar, “Gelin bakalım arkamızdan!” diyecekler, sürüklenip gidecekler.
Peygamberlerin de hepsinin ayrı ayrı bayrakları var, bizim Peygamberimizin bayrağı da Livâülhamd.
Allah onun altında toplanmak cümlemize nasip etsin.
Bu şefaat bayrağıdır, peygamberin vekilleri olan zâtların da ellerinde bayrakları var. Bunlar da peygamberin bayrağının altına cemaatleri toplayaraktan giderler. İşte o gittikleri günde derler ki;
Hâzihî râyetü fülân fülânü’bni fülân. “Bu filanın bayrağı, haydi bakalım toplanın.” Bu da peygamberin bayrağı onun altında da iman edenler toplanacak.
Nereden tanıyacaksın yâ Resûlallah?
Yüzlerinin beyazlığı, kollarının beyazlığı, o abdest azâları parıl parıl ay gibi. Yabancının girmesine imkan yok. Ancak o yüzü parlayan, kolları parlayan abdestliler girecek oraya. Onun için kafirler de diyecekler ki;
Biz de girelim buraya yahu?
Yevme tera’l-mü’minîne ve’l-mü’minât yes’â nûruhüm beyne eydîhim ve bi-eymânihim yekûlûne rabbenâ diyerekten o nur ile cennete gidiyorlar, komşusu diyecek ki;
“Ya Ahmet! Dur bakalım senin nurundan, ışığından istifade edelim biz de arkandan gelelim!”
Yoo, dünyada kazandık biz onu, siz de dönün dünyaya kazanın da öyle gelin!” diyecekler.
Onun için o nur burada kazanılacak. Evâmir-i ilâhiyeye imtisal edenler bu nur ile gidecekler cennete.
Allah onun için hepimizi affetsin. Bu iman bayrağı altında şefaati Resûlüllahın bayrağına, Livâuülhamd bayrağının altına girebilmek devlet ve şerefine cümlemizi nail etsin.
İzâ cema’allâhü’l-evvelîne ve’l-âhirine. “Ta Adem aleyhisselam’dan son insana kadar bir anda toplanılan bir gün ki kıyamet günü o gün.” Li-yevmün lâ raybe fîhi. Elham’dan sonra gelen Sûre-i Bakara’nın başında da;
Elif lâm mîm zâlike’l-kitâbü lâ raybe fîhi. “Şüphesiz, şüphe yok! Bu kitabın Allah’tan olduğuna şüphe yok.”
Binâenaleyh o kıyametin de olduğuna olacağına şüphe yok hiç. Yani acaba olur mu diye bir şüphe gelmesin içinize. Muhakkak bu olacak o gün. Bu bahisler boşuna yazılmamıştır. Onun için bugün geldi mi;
Nâdâ münâdin. “Bir münâdî nida edecek o kıyamet gününde.” Men kâne eşrake fî amelihî amilehû lillahi ehaden fe’l-yatlub sevâbehû min indihî. Gösteriş için namaz kılıyor, beğensinler diye namaz kılıyor, bir maksatla bir gaye için gelmiş, hep kendini camide gösteriyor namaz kılıyorum diye. Ama gayesi başka, maksadı başka, işi başka. Onun için ondan bir sevap almak imkanı yok. Ona diyecekler, “Sen hangi maksatla kimin için yaptıysan onu git ondan iste sevabını.”
Fe’l-yatlub sevâbehû min indihî fe-innehû ağne’ş-şürekâi ani’ş-şirki. “Çünkü Allah şerik kabul etmez.”
Onun için şirk en büyük günah.
Ahmed b. Hanbel’in, İbn Mâce’in, Neseî’nin, Taberânî’nin, Beyhakî’nin, Begavî’nin, İbn Sa’d’ın an ebî Sa’îd b. Ebî Fudâle’den rivayetidir.
Yine buyuruyor ki;
İzâ ceme’allahü’l-halâika yevme’l-kıyâmeti. Cenâb-ı Hak kıyamet gününde tüm mahlukatı topladığı zamanda.” Üzine li-ümmeti muhammedin sallallahu aleyhi ve selleme fi’s-sücûdi. “Ümmet-i Muhammed’e secde ile izin verilecek, haydi secde edin bakalım.”
Bu namaz kılmayanların onlar da isteyecekler secde etmek mecbur, korku var. Fakat bellerine kazık kakılacak beli bükülmeyecek. Belini bükemeyecek ve secdeye inemeyecek. Çünkü dünyadayken secde etmemiş ki o gün etsin. Bu beli tutulacak, bükülme imkanı bulup da secdeye kapanamayacak. Binâenaleyh ehli secde de secdeye kapanacaklar.
Fe-yescüdûne lehû tavîlen. “Ama bir secdede. O günkü secde bir secdedir. Ama çok uzun olacak bu secdede duracaklar.” Sümme yükâlü lehüm. “Sonra diyecekler ki o zaman onlara.” İrfe’û ruûseküm. “Kalkın artık, kaldırın başlarınızı.” Kad ce’alnâ ıddeteküm mine’l-küffâri fidâen leküm. “Sizin de kabahatleriniz, kusurlarınız var idi. Fakat bu secdeden dolayısıyla hepsi affolmuştur”
Çünkü cennette de yerimiz var, cehennemde de yerimiz var. Yaratılış itibariyle Cenâb-ı Hak bir cennete bir de cehenemmede iki yer yaratmış bize. Burada hangi yeri kazanırsak o yeri gideceğiz öteki yer boş kalacak. Bu boş kalan yer de işte imansızlara verilecek. İmansızların yeri iki olacak, imanlıların da yeri iki olacak. Bir kendine hakkı bir de küffarın kazanamadığı hakkı. Onun için orada iki nimete mazhar olacağız.
Fe-yescüdûne lehû tavîlen sümme yükâlü lehüm ırfe’û ruûseküm kad ce’alnâ ıddeteküm mine’l-küffâri fidâen leküm mine’n-nâri.
İbn Mâce, Beyhakî ve Taberânî’nin Hz. Ebû Musa’dan rivayetleridir bunlar.
Allah cümlemizi affetsin, tevfikât-ı samadâniyesine mazhar eylesin de bizi de sevdiği ve razı olduğu kulları arasına kabul etsin. O kıyamet gününde secde-i Rahmân’a kapanaraktan affa uğrayan kulların arasına kabul etsin inşallah.
Şimdi buyuruyor ki;
İzâ hacce’r-racülü. “Bir adam hacca”
Şimdi hacca kolay gidiyor ya herkes, boyna hacca gidiyoruz.
İzâ hacce’r-racülü an vâlideyhi. “Anası babası ihtiyar gidememiş yahut ölmüşler de hacta edememişler, fakirlik halleriyle gidememişler.” İzâ hacce’r-racülü an vâlideyhi. “Oğlu, anama babama bir hac yapayım diyerekten hacca gitti”
İki hac yapması lazım. Birisini anası için, birisini de babası için yapması lazım.
Tükabbilü minhü ve minhümâ. “Bu hacılık; hem o çocuktan hem de anasından babasından kabul olur.”
Çocuğuna sevap verilir anasına babasına da hac etmişcesine haccı yapmamak şeysinden kurtulmuş olurlar.
Ve’bteşera bihî ervâhuhümâ fi’s-semâi. “Bunların ruhları sevinirler. Elhamdülillah oğlum benim için hac yapıverdi. Ben de hacılık nimetine mazhar oldum diyerekten sevinirler.”
Yine buyuruyor ki;
İzâ hacce’r-racülü bi-mâlin min ğayri hıllihî. “Helal olmayan parayla hac etmiş, kazancında hile var haram parayla kazanmış öyle gidiyor.” Fe-kâle lebbeyk Allahümme lebbeyk.
Oradaki en güzel duamız budur: Lebbeyk Allahümme lebbeyk lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk inne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk lâ şerîke leke.
Lebbeyk mâna itibariyle çok güzeldir. Lebbeyk demek; “Yâ Rabbi! Fermanın, emrin başım üzerinde. Tekrar tekrar söz veriyorum yâ Rabbi! Senin sözünü kırmam, bozmam. Sözünü tam tutacağım. Lebbeyk! Emret, ferman senin yâ Rabbi!”
Birçok mânaları taşıyan. Bunu böyle orada diyoruz da orada bile bu sözü tutamıyoruz. Çok hacılar vardır ki gelince, oradan gelir gelmez daha yolda hacılıklarını kaybederler. Çünkü ağızlarından çıkan bir kötü söz haccın ve nikahın fesadına sebep olur; hacılık da gider nikah da gider. Onun için diline hakim olup Allah’ın razı olmadığı sözü ağızdan çıkarmamak lazım.
O zaman diyor ki Cenâb-ı Allah;
Kâlellahu lâ lebbeyk ve lâ sa’deyk. “Ne diyorsun adam! Senin lebbeykini kim dinler, senin sa’deyk dediğini kim dinler! Sana ne lebbeyk ne sadeyk!” Hâzâ merdûdün aleyke. “Senin bu haccın senin olsun, al başına çal!”
Neden?
Bir hac yapıyoruz ama paramız haram olduğu için bu acıyla karşılaşıyoruz.
Şimdi bir vücuda da bir haram lokma girince vücud da aynı böyle der, haram lokmadan.
Onun için hactan gelince hiç salâh u hâl göremiyoruz üzerimizde.
Niçin?
O kabul olmamış haccın alâmetidir. Eğer salâh u hâl ile döndüyse onun haccının makbul olduğunun alâmetidir.
Onun için Allah hepimize helal lokmalar nasip etsin.
Gözün günahı olduğu gibi. Zina beş çeşit oluyor. Gözün zinası var, dilin zinası vardır, elin de zinası var.
Allah kusurlarımızı affetsin de haramlardan gönlümüzü muhafaza etsin.
Bu haram başka şey için değil, gönüllerimizdeki o nur gönlüdür o nur gönüllerimizi berbat etmemek için haramlardan sakınmak mecburiyetindeyiz.
Onun için günah kitabını yazarken orada diyor ki; “En büyük fazilet terkü zerratü min mahârimillah hayrün min ibâdike’s-sekaleyni. “Bir parçacık haramın, günahın terki yer gök sevabına muadildir ya!”
Yer gök, insin cinnin meleklerin ibadetlerine muadildir. Hayrun diyor, İmam Birgivî diyor bunu, hadis olarak nakletmiş.
Binâenaleyh;
El-muhâciru mâ hecera mâ nehallah. El-Muhacir. “Muhacir kimdir?”
İşte Bulgarya’dan gelmiş, Rusya’dan gelmiş, şurdan gelmiş bu adamlara biz muhacir deriz, bu hakiki muhacir değil.
“Hakîki muhacir.” Mâ hecera mâ nehallah. “Allah’ın yasaklarından kaçan insandır.”
Memleketten kaçan, buradan biz Mekke’ye gitsek Medine’ye de gitsek yine buyuz. Huyumuz neyse yine orada da onu icra edeceğiz. Asıl kötü huyları terk edebilmektir hicret.
Onun için Allahu celle ve alâ kötü huylardan cümlemizi muhafaza etsin. Bizi nur olarak yaratmıştır, o nur ile bizi yaşamak ve o nur ile âhirete göçmek nasip etsin inşallah hepimize.
İki tane hadis kaldı;
İzâ hacce’s-sabiyyü.
Çocukları getirirler bazı hacılar, evlatlarını. Bu evlatlarına da hac yaptırırlar, ihram giydirirler; omuzunda taşır babası, anası arkasında taşır, kucağında taşır, o çocuk da hacıdır; sevabı da anasının babasının defterine yazılır. Fakat çocuğun hacılığı buluğa erinceye kadardır. Buluğa erdi miydi bu hacılık biter, ondan sonra yeniden bir hacca gitmesi borçtur. Bu farz olan bir hacılık olmadı nafile bir hacılık. Onun için;
İzâ hacce’s-sabiyyü ve hiye lehû haccetün hattâ ya’kıle. “Bu akıl buluğa erinceye kadar.” Fe-izâ akale aleyhi hıccetün uhrâ. “Bundan sonra tekrar bir hac bunun üzerine borç olur.” Ve izâ hacce’l-a’râbiyyü. “Arabî diyerekten bedevî olaraktan çöllerde yaşayan insan.” Onu da babası almış götürmüş hacca yahut büyük adam, arabî ama, bedevî halinde çöllerde yaşıyor. Onun için çöllerde yaşamak, bedevî halde yaşamak ölüm halidir. Ölüyle müsavi kılmışlar bunları; ha ölü ha o.
Canım insan o da, diri işte yahu?
O diriliğinin kıymeti yok, onda insanlık tîneti yok. İnsanlık hılkati yok; sertlik var, korkunç haller kendisi üzerinde filan, insanlıktan medeniyetten haberi yok. Onun için onu ölü saymışlardır. Topluluk âleminde yaşayan insanlar da onlarla kıyas olunamayacak derecede ayrıdırlar. Onların da bazı meziyetleri vardır ama o meziyetlerinin kıymeti yoktur. Binâenaleyh insanları toplum halinde yaşamaya davet için;
Ve izâ hacce’l-a’râbiyyü. “Bu arabî gitti hacı oldu geldi, hacı oldu geldi.” Fe-hiye lehü hiccetün “O onun için hacılıktır, hacı olmuştur. Fakat.” Fe-izâ hâcera. “Ne zamanda o arabîlikten çıkar da Medine’ye şehre gelir, şehirde ikamet eder.” Fe-aleyhi hiccetün uhrâ. “O zaman ona ayrı bir hacılık lazım.”
E evvelki hacılığı ne oldu bunun?
O evvelki hacılığı onun gürültüye gitti. Çünkü bedeviyet halindeki hacılıktı. Şimdi şehre girdi, şehre girmeye davet ediyor Cenâb-ı Peygamber. Çünkü insanlar her an için yardıma muhtaç, binâenaleyh ta çölden gelip de bir baskına uğrayan müslümanların kurtulmasına yardım edecek kimsenin hali yok. Ancak toplu olurlarsa biribirlerinin yardımına koşabilirler.
Binâenaleyh o bedeviyet halinde o uzak yerlerde yaşayan insanlar şehre gelsinler, harp halinde olsun diğer hallerde olsun hem insanlık öğrensinler hem de muharebelere hazır bulunsunlar diyerekten onları da teşvik sadedinde;
Fe-izâ hâcera fe-aleyhi hiccetün uhrâ. “Yani onun eskiden yaptığı hacılığının kıymeti yok, artık o da yeniden bir hac yapacak.”
Bir tanecik daha kalmış;
İzâ haddese’r-reculü’l-hadîse sümme’l-tefete fe-hiye emânetün.
Ravileri; Taberânî, Ahmed b. Hanbel, Ebû Davud, Ebû Yâlâ, Beyhakî, Ziyâ-i Makdisî, Tirmizî, Hasenün an Câbir ve Ebû Yâlâ ve İbn Asâkir an Enes. Uzunca bir ravilerle beraber diyor ki;
“Bir adamla konuşuyorsunuz. Adam size bir şeyler söylüyor, söylerken iki tarafına bakınıyor şöyle ki duymasınız kimse bizim konuştuğumuzu. Bizim konuştuğumuzu başkası duymasın diye iki tarafına böyle iltifat ediyor kimse olmasın. Bu söz emanettir.” diyor.
Bu adam böyle iki tarafına bakınarak sana söylediği söz sana emanettir sakın bu sözü başkasına duyurma. “Filan yerde filanca bana böyle dedi.” desen sen hıyanetlik etmiş olursun.
Allah kusurlarımızı afv u mağfiret eylesin. Tevfîkât-ı samedâniyesine mazhar eylesin. Cümlemizi fazl u keremiyle nefsin, şehvetin, şeytanın elinden kurtulup o güzel cennetine müstahak, istihkak getiren kullarının zümresine kabul buyursun.
El Fatiha!