Elhamdülillah, sümme el-Hamdülillah, el-Hamdülillahî hedâna lihâza vema künnâ li-nehtediye levlâ en hedânallah.Vema tevfîki illa billah aleyhi tevekkeltu ve ileyh.
Neşhedü en lâ ilâhe illâlahu vahdehu lâ şerîkeleh. Ve neşhedü enne Muhammeden abduhu ve habibuhu veresuluhu. Allahümme salli vesellime ve barik alâ hazen nebiyyu kariybu ve Resulu Seyyidul senedil azim fi kalbirrahim seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.
İzâ erâdellâhu bi-kavmin hayran. “Cenâb-ı Hak bir kavimle hayır murat ediyorsa, murat ederse.” Kessera fukahâehüm. “O kavmin ulemasını çoğaltır.”
O kavmin ulemasını çoğaltır. Hepsi alim, herkes dinin icaplarını biliyor.
Ve ekalle cühhâlehüm. “Bilmeyen pek azdır, bilmeyen az fakat ekseriyetle bilirler.” Fe izâ tekelleme’l-fakîhu. “Fakih olan, alim olan insan konuşuyor, şöyle yapın böyle yapın, emri ilâhî.” Vecede a’vânen. “Herkes ona yardımcı olur, herkes o alimin yardımcısı olur, bu filan hocaefendi böyle dedi, hep beraber yapalım bunu derler.” Ve izâ tekelleme’l-câhilü. “Cahilin birisi kalktı, ‘Yok yahu öyle şey mi olur şimdi bu devirde?’ filan hemen sustururlar onu konuşturmazlar.” Cahil de susar, yok yardımcısı.
Mesela gündüz de ki; “Televizyon yasaktır, herkes evinden kaldıracak bunu.”
“Uuu hocaefendi ne yaptın sen? Delirdin mi? Bu devirde kalkar mı o?” derler.
Neden bu?
Ve izâ erâde bi-kavmin şerran kessera cühhâlühüm. “Cahilleri çok olur” Diyemezsin ondan sonra, diyemezsin.”
“Gözünle ne bakıyorsun buna sen, günahtır.” desen, diyemezsin, “Sen de bu devrin insanı değilsin, git eski devire.” derler.
Fe-ekalle fukahâehüm. “Artık bunu söyleyecek bilginler azalır.” Fe-izâ tekelleme’l-câhilü. “Cahil konuşunca.” Vecede e’vânen. “Çok yardımcı çıkar ona.”
“Evet bu devirde bu böyledir, şu şöyledir, bunlar eski insanların kafasıdır.” filan diye birçok yardımcı çıkar.
Ve izâ tekelleme’l-fakîhu. “Bir alim konuşacak olursa.” Kuhira. “Sus! Durdururlar onu konuşturmazlar.”
Bunlar bu devirde görünen şeylerdendir.
İzâ erâdellâhu bi-kavmin hayran vellâ hulemâehüm. “Cenâb-ı Hak bir kavimle hayır murad buyururlarsa.” Vellâ aleyhim hulemâehüm. “Halimleri idareci olur.” Ve kadâ beynehüm ulemâehüm. “Alimleri de yani kadıları, hüküm verici hakimleri, hakimleri de ulemalar, dinini bilen insanlar olur, bilgisiz insanlardan değil, ulemadan olur.” Ve ce’ale’l-mâle fî sümehâihim. “Paralar da cömertlerin elinde olur.”
“İdarecisi halim olur, hâkimi alim olur, mal da cömertlerin elinde olur.”
Şimdi diyorlar ki; “Bir şey istediğimiz vakitte şu zengine gidiyoruz da vermiyor.” diyorlar. Ona demek ki “Ver” denilmiyor, ona “Ver” denemiyor, vermiyor onun için.
Ve izâ erâdellâhu bi-kavmin şerran. “Şer murad ederse.” Vellâ aleyhim süfehâehüm. Bak şimdi, “Murâd-ı ilâhî fena ise, şer ise onların başına süfehâ, sefihleri geçer başlarına.” Ve kazâ beynehüm cühhâlehüm. “Hakimleri de cahiller olur.” İki.
Üçüncüsü de, “Mal, servet de cimrilerin elinde olur.”
Koparamazsın elinden bir şey alamazsın. Bu da bermurâd olunan bir kavmin âdet, ananesi böyle olur.
İzâ erâdellâhu bi-kavmin hayran.
Bak burada şimdi çok büyük kabahatlarimiz var, Allah kusurlarımızı affetsin.
“Bir kavme, Cenâb-ı Hak bir aile, bir ev hayır murad olunuyorsa ona.” Üdhiye ileyhim hediyyete’d-dayfi. “O eve misafir çok gelir, o eve misafir çok gelir, o evin kadını da erkeği de gelen misafirden hiç üzülmez.”
Bu akşam evimize misafir gelmedi diye İbrahim aleyhisselam gibi kapılarda bekler. Şimdi bir eve iki defa misafir geldi miydi üçüncü günü; “Aaa çok oluyorsun ha!” demeye başlar insan. Bu demek ki artık biz de hayır yok, bizde hayır olmadığının alameti.
Gelirse ne olur?
Yenzilü bi-rızkihî. “Gelen rızkıyla gelir, gelen rızkıyla gelir.” Ve yertehilü. “Giderken.” Ve kad ğaferallâhu li-ehli’l-menzili. “O ehli menzil -o ev- mağfireti ilahiyeye mazhar olur.”
Onun için misafirin eve gelmesi bir rahmeti ilahiyedir ama hanımlar bu işte bugünkü ananelere göre çok zahmet çekiyorlar, bu zahmete de tahammülleri kalmıyor, eski ananelerimiz gibi değil. Eski ananelerimizde biliyorsunuz ki köylerde hep ev odalar vardı, o odalara hep köylüler misafir gelirdi mütemadiyen. O evin hanımı mütemadiyen ekmek yapar yemek yapar, ekmek yapar yemek yapar, yatak kaldırır, yatak yayar.
Neden?
Bereket ona göre. Ondan başka hayvanın yemini verirler, hayvanın samanını verirler, kendilerini yatırırlar kaldırırlar.
Sonra işler otellere bindi, otellere bindikten sonra, “Buyurun otele.” diyor ondan sonra misafire.
Allah kusurumuzu affetsin.
Bu da bizim aleyhimizde olan bir felakettir.
İzâ erâdellahu bi-kavmi âheten. Âhet, âfet demek. “Bir kavme Cenâb-ı Hak felaket, âfet, bela vermek istiyorsa, murad ederse.” Nazara ilâ ehli’l-mesâcidi. “Mescitteki insanlara bakar.”
Cenâb-ı Hak mescitteki insanlara, namaz kılanlara, ibadet edenlere bakar;
Fe-sarafa anhüm. “Onlara verecek azaptan vazgeçer.”
Bir üç beş ne ise, mescitte camilerde namaz kılanlar bulunduğu müddetçe. Demek ki namaz kılanların memlekete değil dünyaya faydası var. Dünyaya faydası var, Cenâb-ı Hakk’ın bu azabının üzerimizden atılmasına sebep oluyorlar.
Onun için Allah kusurlarımızı affetsin, bizim hepimizi de kendisine layık bir şekilde ibadet etmek ve rızasını kazanabilmeye çalışan kullarının arasına kabul etsin.
Bakın şimdi;
İzâ erâdellahu bi-karyetin helâken. Karyeh; köy olsun, şehir olsun, kasaba olsun ne olursa olsun insanların toplandığı yerlerdir. En küçüğüne köy diyorlar. Helâken. “Bir karyenin helakini murad ediyorsa Cenâb-ı Hak.”
Helak çeşitli oluyor, helak etmek mutlaka ölmekle helak, ölmek demek değildir helak. Dalalet de bir helaktir, imandan çıkış da bir helâktır, küfür de bir helâktır.
O zaman ne yapar?
Ezhara fîhe’z-zinâ. “Bir köyde, bir kasabada, bir karyede zina meydana çıktı mıydı, aşikâr olmaya başladı mıydı o karye helak olmuştur, hayır yoktur onlarda.”
İdrak kalmaz, basiret kalmaz, ruh kalmaz, adeta işte diğer mahlukların yaşadıkları gibi yaşarlar.
Neden dersiniz?
Kardaşlar!
Çok acıdır bu çok acıdır. Biz, istersen İslâm ol istersen olma, İslâmiyete mahsus değildir. Bir nesil var şimdi ortada evladımız var, bu evladın bir anası bir de babası olur.
Allah!
Bu hususta söylenmesi lazım gelen söz çok fakat fazlasını söylemeye de lüzum yok, herkesin idraki var.
Sonra ikinci bir şey; senin de kardeşin var, senin de kardeşin var senin de evladın var, senin evladına başka birisi taarruz ederse razı olur musun ona?
Razı olmuyorsan sen başkasının evladına nasıl taarruz ediyorsun?
Allah affetsin bunları.
Demek ki şuur denilen şey artık kalmıyor insanlarda. Çarşıda pazardaki mal gibi istediğin gibi alıyorsun istediğin gibi veriyorsun. Ama İslâm’ın, buna cevazı var mı yok mu orasını da hiç düşünmüyor insan.
Allah affetsin kusurlarımızı.
Binâenaleyh insan daha çocuklarını küçük yaşta yetiştirirken bunlara dikkat etmesini tavsiye etmeli. Mektepte okumasını öğrenmesi para etmez. Herkes okuyor bugün, fakat dîn-i İslâm’ı bilip ona göre yolunu tanzim etmesi lazım.
İzâ erâdellâhu kabza rûhi abdin bi-ardın ce’ale lehû bihâ hâceten.
İnsanların ecellerinin nerede geleceğini kimse bilmez, nerede nasıl öleceğini kimse bilmez. Fakat mesela bir adamın eceli Hindistan’da alınacak, adam da burada. Bu adamın Hindistan’da ecelinin alınması da yazılmış. Bu adam, ona ne olur olur bir hâcet türer, “Ben aman Hindistan’a gideceğim, orada şöyle para kazanılıyormuş, şöyle iyilikler varmış!” diyerekten tayyareye biner. Bakarsın gider, hop Azrail aleyhisselam orada yakalar gider.
Niçin?
Orada alınacak.
Bunun bir hikayesini dinlemiştim. Azrail aleyhisselam Süleyman aleyhisselam’ın yanında duruyormuş. Kimlerin ecelleri alınacak, canları alınacak ona malum. Bakmış ki orada Süleyman aleyhisselam’ın yanında birisi oturuyor. O adamda ta uzak bir memleketten, Çin’den minden. Süleyman aleyhisselam da mesela farz edin ki burada. Buradan Çin arası ne kadar uzak, o adamında yarın canının alınması lazım, Azrail aleyhisselama malum. İçine şey gelmiş, “Yâ Rab! Bu adam burada. Şimdi bunun da canının alınması Çin’de filan yerde. Düşünce tutmuş kendisini, gitmiş. Allah bakalım ne yapar demiş. Gidince, Süleyman aleyhisselam’a o adam demiş ki;
“Yahu ben bu adamdan korktum demiş, kim di bu adam? Beni aman şimdi Çin’e at demiş.
O zaman Süleyman aleyhisselamın tayyareleri var, gök tayyareleri, hemen bunu Çin’e atmış.
Bakmış ki saatinde orada.
Hiç Cenâb-ı Hakk’ın işine akıl ermez.
Allah kusurlarımızı affetsin.
Demek ki; mesela arkadaşımızdan bir tanesi hacta Arafat’tan döndük, işte Mina denilen yere geldik, orada bir yangın dolayısıyla arkadaşımız orada teslîm-i rûh eyledi. Eh takdîr-i ilâhî, murâd-ı ilâhî ecel burada yakalayacak, eh takdir böyleymiş, hükme razı olun dedik, teselli ettik gittiler.
Onun hiçbir şeyi yok, bir zahmet yok bir meşakkat yok, ecel burada onu yakaladı. Bu kadar, başka bir şey yok. Hani bir sıkıntıya düşer insan çiğnenir, yahut şöyle bir tazyikin altında kalır, vurulur murulur, öyle bir şey yok. Kalbi malbi de yok.
Allah, ecel geldi aldı gitti, hükm-ü ilâhî.
Ama neden?
Ona bu sene hacca git dediler. Hacı kendisi, bu sene gitmese de olurdu. Ama canı orada çıkacak, o saatte alınacak, binâenaleyh ona hac sevgisi verdirildi, hacca gideyim dedi, sevap kazanayın dedi. Eh Arafat’ta hacılığını da tamamladı, ondan sonra rahatça orada ruhunu teslim etti gitti.
Allah makamını âlî eylesin.
İzâ erâdellâhu kabza rûhi abdin bi-ardın ce’ale lehû bihâ hâceten. “Orası için ona bir hacet bir sebep halk olur. O sebep dolayısıyla oraya gider, orada ruhunu da teslim eder.”
Ravileri çok, Ahmed b. Hanbel, Hâkim, Taberâni, Ebû Naîm Fi’l-hilye, Buhârî Fi’l-edeb, An ebî Ğurrate’l-Huzelî, ve’l-Hâkim ve’l-Beyhaki an Urvete, ve’l-Hâkim an Cündeb radıyallahu anh.
Bir de şimdi mesâil-i dîniyeden;
İzâ erâde ehadüküm en yezhebe ile’l-halâi ve ukîmetü’s-salâtü.
Abdestimiz geldi, helâya gideceğiz, müezzin efendi Allahu ekber, Allahu ekber diye ezana başladı, kamet de olunuyor arkasından...
Şimdi halâya gitsem camiye yetişemeyeceğim. Haydi şu abdestle şu namazı kılayım da ondan sonra temizlenirim rahatlanırım.
Yok öyle şey!
İzâ erâde ehadüküm en yezhebe ile’l-halâi ve ukîmetü’s-salâtü fe’l-yezheb ile’l-halâi.
Namaz dursun, evvela git rahatla. Çünkü ibadette huzur lazım, böyle sıkışaraktan, bunalaraktan, darlık içerisinde namaz, namaz olmaz.
Ya?
Namazda huzur lazım olduğu için git rahatlan, ondan sonra Hakk’ın huzuruna rahatça dur.
Yemek de böyle. Açsın, iştahın da var, namaz vakti, yemek de konmuş ortaya, ezan da okundu ama benim iştahım da var yemeği yemeye... Öyleyse sen yemeği ye, karnını doyur, namaza durduğun vakitte yemekte aklın olmasın. Namaza durduğun vakitte yemekte aklın olmasın huzûr-u ilâhîyede olaraktan rahatça namazını kıl.
Onun için fe’l-yezheb ile’l-halâi. “Helâya git ondan sonra abdestini tazele.”
Eh ama cemaat kaçacak?
Ne yapalım, murâd-ı ilâhî.
İzâ erâde ehadüküm seferan. “Bir yere gideceğiz. İstedik. Gerek ticaret için olsun, gerek hac gibi olsun nasıl olursa olsun.” Fe-l-yüsellim alâ ihvânihî. Giderken usulcacık kaçıp gitmek caiz değil. Kimse duymasın gidivereyim, tayyareye biner giderim, nereye gittiğimi nereye geldiğimi kimse de duymaz.
Ha öyle değil! Fe-l-yüsellim alâ ihvânihî. “Selam ver arkadaşlarına.”
Ben filan yere gidiyorum hakkınızı helal edin, gidip var gelmemek var, gelip bulmamak var. Selamlaş.
Fe-innellâhe yezîdühû bi-da’vetihim hayran. Onlar da sana dua ederler; “Yâ Rabbi! Bunun yolunu açık et, selametle gitsin selametle gelsin, işte rızkına da bolluk ver!” filan bir şeyler derler, “O dualar sebebiyle sende güzel şeyler kazanırsın.”
Bir tanecik daha kalmış onu da okuyayım;
İzâ erâde ehadüküm en yu’tıye ehâhu ardan.
Çiftlik sahibi, arazisi bol, birisine diyor ki; “Al bu araziyi sür, ek. Ek ama yarısı benim olsun, yarısı senin olsun. Yahut ikisi benim olsun birisi senin olsun.” Neyse pazarlığa bağlı.
“Sakın ha bunu böyle yapmayın.” Fe’l-yemnahhâ iyyâhü. “Ona onu bağışla, ek hepsi senin olsun.” Ve lâ yu’tîhi bi’s-sülüsi ve’r-rubu’i. “Üçü, üçte dörtte hani öyle şey yapma.”
Bu İslâmiyet Mekke’den Medine’ye geldi ya, muhacirin fukara, zuafâ hepsi. Tabii Ehli Medine’nin bağları bahçeleri var. Şimdi onlara karşı ilk devirde Cenâb-ı Peygamber bu emri verdi, “Onlara verdiğiniz tarlalardan bir şey, bir hak istemeyin, eksinler biçsinler onların olsun. Senin de başka tarlaların var sen de onlarla meşgul ol.”
Fakat ne zaman ki Müslümanlık rahatlandı, genişlendi, servet sahibi oldu insanlar, bu emir kalktı, buna mensuh diyorlar. Bu nesh olundu, nesh olundu ama yine kıyamete kadar hükmü bakidir ki her zaman da fukara bulunur, her zaman da servet sahibi bulunur. Binâenaleyh bunları böyle bir yer verdiğin vakit bir fukaraya, bu fukaranın canını alırcasına; “Sen sür ek, yarısını da bana ver ben de rahat edeyim.” Bu doğru bir şey değil! Fukaraya ver o da geçinsin. Çok olanlar için...
Büyük çiftlikler var. Mesela bugün arazilerin taksimindeki davalar buradan geliyor, fukarada bir şey yok, ötekinin binlerce dönüm arazisi var. Bunu da fukarayı zuafaya veriyor ama yarılama veriyor, şu hesapla veriyor bu hesapla veriyor. Bu zavallı da ancak boğazını doyurabiliyor, öteki de otomobillerle sefâ sürüyor.
Binâenaleyh bu insaflı bir şey değildir. İnsan haddine göre hareket etmeli. Bunları yaparsa bundan dolayı da mesul olmaz sevapkâr olur, sevap kazanmış olur.
Allah kusurlarımızı affetsin.
Bundan tabii memleketin de çok faydası oluyor, milletin de faydası oluyor, sevgiye de büyük vesile olur. Şimdi bu araziden sana bu kadar yer verdim, on dönüm yirmi dönüm, al bunu sen sür dedi, herifte daha var yüzlerce dönüm... E o adam, bunu bana bağışladı diyerekten o adamı sever, elinden bir şey almıyor çünkü.
Cenâb-ı Hak cümlemize tevfik buyursun, ihsan buyursun, in’am buyursun.
Sübhâne rabbike rabbi’l-izzeti ammâ yesifûn ve selamün ale’l-mürselîn velhamdülillahi rabbi’l-âlemîn
El-Fâtiha.