Eûzubillahimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillahi Rabbil âlemin ve’l-âkibetü li’l-müttekîn vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.
İ’lemû eyyühe’l-ihvân enne efdale’l-kitâbi kitâbullah ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem ve şerra’l-umûri muhdesâtühâ ve külle muhdesin bid’ah ve külle bid’atin dalâleh ve küllü dalâletin fi’n-nâri. Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kâl;
İzâ erâdellâhu teâlâ en yûhiye bi-emrihî tekelleme bi’l-vahyi...
Sadaka Rasûlulah fimâ kâl ilâ âhiri’l-hadîsi.
Allah-u Teâlâ hazretlerinin sevmediği şeylerden birisi bina yapmakla meşgul olmak. Ömrünü ve servetini bu yolda zâyi etmek.
En büyük zararlardan olmasına binâen Cenâb-ı Peygamber buyuruyorlar ki;
İzâ erâdellâhu bi-abdin şerran haddara lehû fi’l-lebeni ve’t-tîni hattâ yebniye. “Bina yapmak için lazım olan edevat hazırlanır ve o adam bina yapmakla meşgul olur.
Müslüman daima âhireti için çalışır.
Bugün insan beşyüzbin lira veriyor bir ev alıyor, ne demek bu?
Beşyüzbin lirayı biz versekte bir fabrika kursakta o fabrikada beşyüzbin kişi çalışsa nasıl olur?
Bu beşyüzbin liraya yaptırdığımız bir ev; bundan bir yapan istifade ediyor bir de içine girip oturan istifade edecek, beş-on tane de amele ondan sonra bitti. Fakat bir fabrika kurduğumuz vakitte, senelerce o fabrika durduğu müddetçe orada binlerce insan, belki yüzbinlerce insan çalışmak suretiyle maişetini temin edecek.
E bize yüzbin liralık bir ev kafi gelebilirdi fakat bu yüz bin liralık eve, hiç kimse tenezzül etmiyor, ille beşyüzbin, olmassa milyonluk ev! Tantanası yerinde, debdebesi yerinde, saltanatı yerinde... Onun içinin mobilyası da ona göre olacak tabii, milyonlar milyonlar üzerine katlanacak... Bu havaya uçan sigaranın dumanından daha beter.
Bu tabii biribirimize de sirayet ediyor, filan yaptı da ben yapamam mı?
“Filan yaptı da ben yapamam mı?” derken memleket taşlardan mürekkep taş devrinin şeyleri gibi oluyor.
E canım yapılmasın mı?
E ihtiyaçtır tabii yapılacak ama asıl yapılması lazım gelen evvela memleketin fabrikalarına, işyerlerine..
Çocuklarımızı niye Almanya’ya yolluyoruz, niye Fransa’ya gidiyor, niye şuraya buraya gidiyor?
Bizim memlekette birçok paralarımız var demek ki, beşyüzbin lirayı hatta milyonu verebiliyoruz da bir ev için. İçinde beş-on gün oturacağız; alt tarafı bu kadar... Ondan sonra ecel geldi mi alıp götürecek bizi.
O ev?
Eh ne olacaksa olacak işte! Mirasçıların elinde yağma olacak. Binâenaleyh Cenâb-ı Peygamber’in sözüne mum yapıştır.
Alttaki hadiste de yine;
İzâ erâdellâhu bi-abdin hevânen. diyor. Hevânen, hakaret,
Böyle bir şey murad ettiği vakitte;
Enfeka mâlehû fi’l-bünyâni. Bu yapmasına değil de yapılmışına, hazırına veriyor paraları.”
Yapılmış binaya paralar vererekten alıyor veyahut yaptırıyor nasıl yaparsa, alsın yaptırsın; bunların ikisi de caiz olmayan şeylerdir.
Topraktan yapmış gayet basit kubbeli evler; kiremit istemez bir şey istemez, içerisinde madem barınacaksın, işte barındırır da seni, sıcacık da...
Bugün bunlara tenezzül edemiyoruz da servetlerimizi bu yollarda harcadığımızdan dolayı, bunun âhiretteki mesuliyetinin ağırlığından nasıl kurtarırız kendimizi bilmem.
Şimdi bugünkü dersimizde Cenâb-ı Hakk’ın vahyinden bahsediyor.
Cenâb-ı Hak nasıl vahyederdi?
İzâ erâdellâhu teâlâ en yûhiye bi-emrihî. “Cenab-ı Hakk bir şeyi, bir emri mahlukatına bildirmek istiyor. Tekelleme bi’l-vahyi. “Enbiyalara karşı bir konuşma yapar Cenâb-ı Hak, tekellüm eder.” Fe-izâ tekelleme bi’l-vahyi. “Cenâb-ı Hak bu sözünü duyurmak için seslendiği vakitte, tekellüm ettiği vakitte.” Ehazeti’s-semâvâti recfetün şedîdetün. “Gökler şiddetli bir titremeye geçer, gökler şiddetli bir titremeye, bir ıstıraba kapılırlar bu arada.” Min havfillâhi teâlâ. “Titreme, korku Allahu Teâlâ’nın korkusundan ki acaba Cenâb-ı Hak ne diyecek, ne buyuracak?”
Fe-izâ semi’a bi-zâlike ehlü’s-semâvâti. “Bu vahyi semavât, göklerin mahlûkâtı duyar duymaz.” Sa’ikû ve harrû sücceden. “Bayılıp secdeye kapanırlar, hepsi secdeye kapanır.” ve harrû sücceden. “Hepsi böyle secdeye düşerler.”
Havf u ilâhîyenin kendilerini istilâ etmesinden dolayı düşerler secdeye.
Fe-yekûnü evvelühüm yerfe’u re’sehû cibrîlü. “İlk önce başını kaldıran Cebrail aleyhisselam oluyor.” Fe-yükellimühüllâhu teâlâ. “Allah-u Teâlâ ona söyleyeceğini söyler.” Min vahyihî bimâ erâde. “Murat ettiği şeyler neyse söyleyeceği onları Cibril aleyhisselam’a söyler.”
Fe-yentehî bihî cibrîlü ale’l-melâiketi. “Cenâb-ı Cibril de bu aldığı emirleri meleklere duyurur.” Küllemâ merra bi-semâin. “Her semadan geçtikçe.” Seelehû ehlühâ. “O semanın ehli sorar ki Cibril aleyhisselam’a Cenâb-ı Hak ne dedi, ne buyurdu?” Mâzâ kâle rabbünâ. “Sorarlar ona, ‘Yâ Cibrîl’ Ne dedi Rabbimiz?’ söyle bakalım.”
Fe-yekûlü cibrîlü kâle’l-hakka ve hüve’l-aliyyü’l-kebîr. “Hak olan emirlerini söyledi.” Fe-yekûlü küllühüm misle mâ kâle cibrîlü. “Hepsi Cebrail aleyhisselam’ın dediği gibi ‘Cenâb-ı Hak, hak buyurdu.’ Ve hüve’l-aliyyü’l-kebîr.” diyor.
Fe-yentehî bihî cibrîlü haysü ümira mine’s-semâi ve’l-ardı. “Ondan sonra gökte veya yerde nereye emir tebliğ olunacaksa -hangi peygambere hangi şeylere- onları yeryüzüne eriştirir.”
Allah-u Teâlâ kusurlarımızı affetsin.
Onun için bu yeryüzünde, gökyüzünde ne hadiseler oluyorsa hepsi Allah-u Teâlâ’nın emri iradesi ile olur.
Onun için diyor ki:
İzâ erâdellâhu bi-ehli beytin hayran. “Allah celle ve âlâ herhangi bir evin halkı hakkında hayır murad ederse.”
Bir evin halkında hayır murad ederse, ehlibeyt yani hangi bir ev olursa olsun.
Fakkahahüm fi’d-dîni. Bu evin insanlarını fakih kılar.”
Bu evin adamlarını fakih kılar, din profesörü yapar, din profesörü olur, fakih olur.
Fakih ne demek?
El-Fıkhu lügaten el-fehmü. “fakih anlama manasında.”
Anlama manasında onlara idrak verir, anlayış verir, kabiliyet ihsan eder. Örfen fıkıhın manası;
El-Ilmü bi’l-ahkâmi’ş-şer’iyye. “Ahkâm-ı şeriyyeye vukuf hasıl olur.”
Ahkâm-ı şeriyyeye vukuf olur ve marifetü nefs hasıl olur, nefsini bilir, kendini bilir. Nefsini bilince de Allah’ı bilir.
Binâenaleyh Gazâlî hazretleri diyor ki, “Allah-u Teâlâ bunlara bir fehm verir, bir idrak verir, bir anlayış verir, ki bu anlayışla ‘Bu emri niçin verdi?’ onu anlarlar.”
Namazı niçin emretmiş? Orucu niçin emretmiş? Zekatı niçin emretmiş?
Bu idrak onlarda hasıl olur, emrin ne demek istediğini anlarlar.
Zekatı emretmiş, faizi neden haram etmiş?
Onu anlar.
Günahların hepsindeki yasaklar neden yasak olmuş, bunda bizim faydalarımız da var idi, bu yasak neden olmuş onu idrak eder.
İdrak eder ama bu idrak ne ile olur?
Ha!..
Bi-nûri rabbâniyyi. “Bu ancak Allah-u Teâlâ’nın vereceği bir nurun neticesidir.”
Nursuz insanlarda bu idrak, bu fehm, bu kabiliyet hasıl olamaz. Okur, bilir, görür, söyler işe yaramaz. Çünkü idraki, kabiliyeti yoktur, nuru yoktur. Nur olmayınca idrak olmaz. Güneş olmayınca nasıl ki biribirimizi görüp anlayamayız, ışık olmayınca nasıl okuyamayız, yapamayız. Nur da ışık demek, nur demek. Nur olmayınca da, içimizdeki nur olmayınca da hiçbir şey yapamayız.
Bu nur da ne ile olacak?
Allah-u Teâlâ’nın vermesiyle olacak.
Allah-u Teâlâ kime verir nurunu?
Sevdiklerine verir. Nuru sevdiği insanlara verir.
Senin elinde güzel bir tohumluk buğdayın var, götürür de çamura atar mısın onu?
Tarlanın hangisi güzelse, hangisi iyi mahsul yapacaksa o tarlaya korsun tohumu, diğer şeylerde böyle. Cenâb-ı Hak da bu nurunu sevdiği kullarının gönlüne ihsan eder.
Allah-u Teâlâ’nın sevgisine mazhariyet büyük bir devlettir.
Bize birisi ufacık bir ikram ediyor, ufacık bir ihsanda bulunuyor ve bu adamın yaptığı ikramın Allah-u Teâlâ’nın kuluna verdiği ikramın yanında nedir?
Zerre bile olmaz. Şu gözümüze bak, kulağımıza bak, kafamızdaki idraklere bak, gönüle bak! Ooo hepsi hadsiz hesapsız nimetler... Bu nimetleri bize vermiş.
Aramızda bazen deliler oluyor, bu deliler boş yere yaratılmamıştır.
Bunlardan uyan da intibah ol! Sen de böyle olaydın ne yapardın bakayım! Haydi git doktor doktor, memleket memleket dolaş da bakalım senin kafana bir akıl koyan olacak mı?
Kör olanlar var, neden?
Allah-u Teâlâ onları da ibret için vermiş.
Ya benim de gözüm kör olaydı? Kim yapacak bana, kim verecek göz?
Onun için onları hor görme de onlardan ibret almaya bakmak lazım.
Binâenaleyh dininde fakih kılar da; Ve vakkara sağiruhüm kebîrahüm.
Dikkat edin!
Ve vakkara. “Hürmet eder, saygı gösterir, tâzim eder.”
Kim?
Sağiruhüm. “Küçükler.”
Neye?
Kebîrahüm. “Büyüklere.”
Bizim anladığımız Türkçe tâbir, sağîr kebîr. Sağîr; küçük, kebîr; büyük. Fakat büyüklerimiz demiş ki;
Ey, cahilehüm âlimehüm. Cahiller sağirdir, isterse yaşı doksan olsun, isterse ne olursa olsun, cahil mi, sağîrdir.
Buradaki cehaletten maksat, Allah-u Teâlâ’yı tanımamak, onun emrine inkıyad etmemektir. Allah’ı tanımayan ve O’na inkıyad etmeyen herkes cahildir.
“Binâenaleyh o cahiller hürmet eder, saygı gösterir.” Kebîrahüm. “Alimlerine.”
Ve rezakahümü’r-rıfkı fî maîşetihim. “Onlara geçimlerinde rıfk ihsan eder. Kazançlarını kolay, rahat kazanırlar, zahmete sıkıntıya düşmezler.”
Geceleri sabahlara kadar, sabahlara akşamlara kadar kendilerini yormaya lüzum kalmaz.
Ve’l-kasde fî nefakâtihim. Kasd iktisat, maîşette iktisat. Zengin olsun fakir olsun ne olursa olsun maişette iktisat edecek.
Benim bu kadar param var, harcayabilirim!
Hiç de harcayamazsın. O paralar senin değil milletin parasıdır onlar. Onları hep hak yolunda harcamak, âhireti kazanmak lazım.
Daha?
Ve bassarahüm. “Cenâb-ı Hak o hayır murat edip de fakih kıldığı insanlarda aynı zamanda da bir basîret halk eder.”
Basîret halk eder ki görüş, bu gözün görüşü değil de, bu gözün içindeki manevî bir görüşü -gönül gözü diyorlar ona- o gönül gözlerini ihsan eder de;
Ve bassarahüm uyûbehüm. “Başlar bu sefer ayıplarını görmeye, başkasının ayıbını değil kendi ayıplarını görmeye başlar.”
Tam bizim tersimiz; biz hep karşımızdakinin ayıbını ararız.
Kendi ayıplarımız melektir, bizde ayıp yok.
Bu öyle değil.
Ve bassarahüm uyûbehüm. “Ayıplarını kendilerine gösterir.” Fe-yetûbû minhâ. “Onun üzerine”
Hatadan hiçbir zaman salim değilsin. Her gün hata içerisindesin, ne olursan ol, her gün hata içerisindesin.
Bir insanın bir nefesinin boşa gidişi büyük bir hatadır. E bundan kim salim olur?
Kimse salim olamaz! Dünya kadar ömürlerimiz boşa gidiyor her gün için. Bu boşa giden ömürlerimiz birer zâyiattandır, hem en büyük zâiyattandır, çünkü onun kıymeti yok, ölçülemez.
Binâenaleyh böyle ehlibeytle hayır murad ettiklerine Cenâb-ı Hak bu lütfu insan eder; “Dinde fakih kılar, büyüklerine karşı saygı gösterirler, küçüklerine karşı hürmet ederler, şevkatle bakarlar ve maişetlerinde de bir yumuşaklık, bir kolaylık bir güzellik olur, iktisada da riayet eder, kendi günahlarını görmekle onlardan da tevbe edip kurtulmaya çalışırlar.”
Fe izâ erâde bihim ğayra zâlike terakehüm hemelen. “Eğer onlarla hayır murat etmiyorsa, kendi hallerine bırakıverir onları.” Artık ne ayıbını görür, ne kusurunu görür, ne de büyüğüne karşı saygı gösterir, ne de küçüğüne karşı şevkati merhameti vardır, ne dediğinde bir ilerleme yapabilmiştir, böylece helak olur gider ortadan.
Allah kusurlarımız affeylesin.
Hz. Enes’in rivayetidir bu.
Emselühüm bilâ râ’in. “Koyun, çobansız kalan koyunun hali ne olursa, bu murat edilmeyen insanlardan da hayır murat edilmeyen insandan da başka bir şey olmaz. Helak olurlar hepsi, kurtlara yem olurlar.
Bakınız bak yine;
İzâ erâdellâhu bi-ehli’l-ardı azâben. “Yeryüzündeki insanlara da kızmış Cenâb-ı Hak, azap murat ediyor.” Fe-nazara ilâ mâ bihim mine’l-cû’i ve’l-ataşi. “Açlara ve susuzlara bakar, onlara acır, onların hürmetine yeryüzündeki insanlara azaptan uzak olur, yapmaz azap.” Sarafa anhümi’l-azâbe. “Azabı onlardan”
Ne sayesinde?
Aç ve susuzların yani oruç tutanların, birçok oruç tutanların veyahut muzâyıkada kalmış, karnına koyacak bir şey bulamıyor, yiyecek bir şey bulamıyor ve onunla kimseyi de rahatsız etmeyerekten Allah-u Teâlâ’ya boynunu bükmüş ne zavallılar vardır dünya üzerinde! Bunlara merhameten Cenâb-ı Hak kullarına da azaptan sarfediyor. Binâenaleyh bu zuafâyı fukarâya hor bakmamak lazım! Bu zuafâyı fukarânın hürmetine Cenâb-ı Hak bizi envai çeşit azaplardan da muhafaza etmektedir.
Yine buyuruyor ki;
İzâ erâdellâhu teâlâ en yuhavvife halkahû ezhara li’l-ardı minhü şey’en. “Cenâb-ı Hak yerdeki kullarına korkutmak istediği vakitte yere emreder.”
Ne yapar?
Fe’r-terte’adde. “Yer sallanır. Teharrük eder zelzele olur, başka şeyler olur.”
Şimdi tabii hepimizin malumu yerdeki bu hareketlere çeşitli bahaneler buluyoruz; maden patladı diyoruz, göçtü diyoruz, şu diyoruz bu diyoruz. Bunlar hepsi laftan ibaret olan şeylerdir. Murâd-ı ilâhî taalluk etmiştir öyle olacaktır o. Binâenaleyh iltica edin, sığının, “Aman ya Rab! Muhafaza et bizi!” deyin, emrinden dışarıya da çıkmayın.
İzâ erâdellâhu bi-kavmin nemâen razekahümü’s-semâhate ve’l-afâfe. “Bir kavmin gelişmesini murad ediyorsa Cenâb-ı Hak o kavme iki tane haslet verir. Birisi cömertlik, ikincisi de iffetlerini muhafaza etmek.”
Bir kavim, cemaat iffetini muhafaza ediyorsa, kendisinde de cömertlik varsa o Allah-u Teâlâ’nın murad etmesiyle olmuştur, onun şükrünü ifa etmek lazımdır. Onlara Cenâb-ı Hak genişlik istiyor, genişlik istediği için bu cömertlikle iffet denilen şeyi onlara ihsan etmiş, herkes malının zekatını veriyor, ayrı ayrı hasenatlar yapıyor bol bol, onun için rahatlık içerisindedirler.
Ve izâ erâde bi-kavmin iktitâen feteha aleyhâ bâbe hıyânetin. “Eğer o neslin Cenâb-ı Hak genişlemesini istemiyorsa o kavme hıyanetlik kapılarını açar, o kavim hain olur, hiyanet sahibi olur.”
Biribirlerini aldatmak, biribirine külah geçirmek, haramdan helalden demeden servet toplamakla meşgul olurlar ki arkası yoktur yani, arkası yoktur, kesilir.
Şimdi suyu yukarıdan kesersin bir vakit su akar ama kesildiği için arkası gelmez bakarsında değirmen işlemiyor.
Niçin?
Su kesildi.
Suyun daima akması iki şeye bağlı, cömertlikle iffete. Değirmenin durması da hıyanetliğe bağlıdır. Hıyanetliğin bizim Türkçe’de, “Hıyanetin mumu yatsıya kadar yanar” derler.
Onun için Cenâb-ı Hak hepimize cömertlik ve iffet nasip etsin.
İffet kolay bir şey değil ha! Bunun için yalnız edepsizlik yapmak değil; iffetsizlik aynı zamanda gözlerin muhafazası, onlarla olan sohbetler, muhabbetler, konuşmalar...bunlarda netice itibariyle insanları günaha doğru sürükleyen şeylerdir. Bunlardan da insanın korunması lazım.
Bunları hepiniz bilirsiniz. Mesela bunun en âdisi bakmak.
“Bakmada ne olacak?” dersin.
Bakmak suretiyle, gözlerin bakışı suretiyle şehvetler harekete gelir. Şehvetlerin harekete gelmesiyle neticenin neye varacağını Allah bilir artık.
Allah kusurlarımızı afv u mağfiret eylesin. Tevfîkât-ı samedâniyesine mazhar eylesin. Cümlemizi fazl u keremiyle nefsin, şehvetin, şeytanın elinden kurtulup o güzel cennetine müstahak, istihkak getiren kullarının zümresine kabul buyursun.
El Fâtiha!