Eûzubillahimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
El-Hamdülillahi rabbilâlemin ve’l-âkibetü li’l-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.
İ’lemû eyyühe’l-ihvân enne efdale’l-kitâbi kitâbullah ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem ve şerra’l-umûri muhdesâtühâ ve külle muhdesin bid’ah ve külle bid’atin dalâleh ve külle dalâletin fi’n-nâri. Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve sellem:
İzâ efsaha evlâdüküm fe allemûhüm lâ ilâhe illallâhu sümme lâ tübâlû.
“Çocuklarız konuşmaya başladığı vakitte, dili çözüldüğü vakitte, ilk evvel onları öğreteceğiniz ve söyleyeceği şey lâ ilâhe illallah olsun.”
Buna dikkat edin. Çocuk ilk konuşurken lâ ilâhe illallah demesini evvela öğretin.
“Çocuk ilk önce bunu söyleyebildi miydi.” Sümme lâ tübâlû. “Artık onu bırakınız.”
Kendi haliyle akıbeti iyi olur o çocuğun. Sonra iyi olur o çocuk. Bir kere lâ ilâhe illallah ile işe başlamıştır, onun işinin neticesi iyi olur.
Çocuk büyüdü, 9-10 yaşlarına geldiği vakitte, o dişlerinin, çocukluk dişlerinin dökülüp yeni dişler çıkmaya başladığı vakitte ki o zaman onun kemal devresi oluyor.;
Fe-murûhüm bi’s-salâti. “O zamanlar namazı emrediniz.”
Ondan evvel alıştırınız. Fakat o zaman geldikten sonra namazı kılmamasına müsaade etmeyin. Emrediniz namazı kıldırınız, elinizle getirin götürün kıldırın. Büluğa kadar alışsın. Büluğdan sonra borç olur tabii o zaman dikkatli şey yapar inşallah.
İzâ eflese’r-racülü fe vecede’l-bâi’u sil’atehu bi-aynihâ.
Bir adam iflas etti. İflas edince şundan bundan da mallar almış. Mallar aldıktan sonra da iflasını ilan etmiş. İflas ettiği vakitte alacaklılar kendi dükkanında sattığı malı aynen bulursa, “Bunlar benimdir” derse. Başka alacaklılar da var ama mal bu adamın. Bu adam o diğer alacaklılara bakmadan o malını istircâ eder, alacağını alır oradan. Ama başka alacaklılar da var ama onlar ehak değil, ehak olan malını bulan adam.
Buhari ve Müslim de Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiş.
İzâ ikterabe’z-zamânü. “Âhir zaman yaklaştığı zaman da.” Ve küsirati’t-ticâratü. “Ticaret de bol olur kazanç da çok olur.” Ve kesüra’l-mâlü. “Mal da çok olur.”
Paranın çokluğu da zaten malın çokluğundan olacak tabi ya. Mal da çok olur, ticaret de çok olur.
Ve uzzime rabbü’l-mâli bi-mâlihi. “Mal sahiplerine hürmet gösterilir, saygı gösterilir.”
Bu mal sahiplerine yani zenginlere herkes hürmet gösterir, tazim eder, büyükler onu.
Niçin?
Bi-mâlihi. “Malından dolayı.”
Ve kânet imâretü’s-sıbyâni. “Çocukların emirlik mevkilerine gençlikte otururlar.”
Küçük yaştadır, sıbyanlık yani daha henüz büluğa ermiş genç yaşlarında. O zaman emirlik ve mevkilerine otururlar.
Ve câra’s-sultânü. “Bununla beraber sultanlar da zulmederler.”
Ticaret çoğalır, mal çoğalır, mal sahiplerine saygı artar. Sübyanlar, küçükler gençler emir olurlar. Sultanların da zulmü artar. Sultanların yani idarecilerin zulmü artar.
Ve tuffife fi’l-mikeyli ve’l-mîzâni. “Terazide, ölçüde haksızlık yapılır.”
Teraziyi doğru tutmaz, ölçüyü doğru tutmaz.
Ve lâ yüvekkaru kebîrun. “Hiçbir büyüğe hürmet gösterilmez.”
Yaşlı adam, sinni, ak saçlı, beli bükülmüş. Buna hiç kimse kıymet vermez. Buna büyük saygı gösterilmez.
Ve lâ yürhamu sağîrun. “Çocuklara kimse acımaz.”
Çocuğa acımazlar büyüklere de hürmet göstermezler.
Allah!..
Ve yelbesûne culûde’d-da’ni. “O zaman herkes koyun derisinden esvap giyer. Yünlü elbiseler giyer.”
Yani burada bir teşbih var.
Alâ kulûbi’z-ziâbi. “Giyer, halbuki içleri kurt içi.”
İçi kurt, gönülleri kurt. Kurt üstüne koyun elbisesini giyiyor. Kendisi koyun gibi gözüküyor içerisi kurt gibi yani. Teşbih bu. Elbise giymek değil de içerisi kurt dışı koyun gibi görünen adam. Bakıyorsun hilebaz yani.
Ha şimdi bir efendi geldi. İşte bu güzel bir insan, iflasa doğru gitmiş adam. “Hasta oldum.” diyor. “Dükkanıma gidemez oldum. Dükkanımı dükkanımdakilere terk etmek mecburiyetinde kaldım. İşçilerim bakıyor dükkana. Ben gidemiyorum hastayım. Bu anda altından girip üstünden çıkmışlar. Ben iyi oldum ama dükkanda da bir şey kalmamış.” diyor.
İşte bu, “Beyim, paşam, efendim, ne güzelsiniz. Hürmet saygıyı gösteriyor güzel fakat içi kurt. “Fırsat geçse de şunun canına okusam.” diyor.
Alâ kulûbi’z-ziâbi. “Yani dışları gayet mülayim fakat içerisi kurt kalpli, kurt gönüllü.”
Kulûbü’l-kâsiye. “Katı gönüllü.” Ve hüm lâ yerhamûne. “Merhametleri hiç yok.”
Emselühüm fî zâlike’z-zamâni el-müdâhinü. “O zamanda ki insanların iyileri dalkavuklar olacak.”
İyisi dalkavuk. “Görmedim.” diyecek, bir kötülüğe “Niçin yapıyorsunuz?” demeyecek artık. “Bu olmaz.” demeyecek. Geçecek, başını sallayıp geçecek. Hiçbir meâsiyi men etmeye hiç kimse iktidar sahibi olamayacak, muktedir olamayacak yani. Günahlar işlenecek, “Niçin bu günahları işliyorsunuz?” diyen kalmayacak.
Allah kusurlarımızı affetsin.
Çok büyük bir âfat yani.
Taberani ve Hakim'in Ebû Zerr radıyallahu anhten rivayeti.
İzâ ikterabe’z-zamânü lem teked ru’ye’l-müslimi tekzibü. “Bu yine âhir zaman yaklaştığı zaman da müslümanların rüyaları yalan çıkmayacak.”
Gördüğü rüya, gördüğü gibi sadık.
Ve asdekahüm ru’yâ asdekahüm hadîsen. “Rüyaların doğruluğu sözlerin doğruluğuna bağlı.”
Sözü doğru olan adamın rüyası da doğru olur. Tevile hacet kalmaz.
Ve ru’ye’l-müslimi. “Müslümanın gördüğü rüya.”
Geceleri görüyoruz ya birtakım rüyalar.
Cüz’ün min hamsetin ve erbaîne cüz’en mine’n-nübüvveti. “Bu rüyalar nübüvvetten 45 cüzden bir cüzdür.”
Peygamberlik nübüvvetinden 45’te biridir, akşamları gösterilen rüyalar insanlara ki, Cenab-ı Hakk'ın o kula bir vahyi vermektedir.
Ve’r-ru’yâ selâsün. “Üç nevidir rüya.”
Rüya üç kısım üzerinedir.
Fe’r-ru’ye’s-sâlihatü. “Rüyay-ı saliha, iyi rüya.” Büşrâ minallâhi. “Allah’tan beşaret.”
Güzel görür; camilerde, Kâbelerde, denizlerde, ruha zevk veren, ruha neşe veren tatlı rüyalar. Rüyayı görünce sabahleyin insan böyle “Ah uyanmasaydım da biraz daha görseydim.” der. Peygamberleri görür, iyileri görür, güzel güzel rüyalar görür. Büşrâ minallâhi. Bu Allah'tan beşarettir. Sütler ve envai gibi.
Ve ru’yâ. “Bir rüya da daha vardır ki.” Tahzînün. “Adama hüzün verir.”
Adama hüzün verir. Ayy acaba ne olacak? Bir korku gelir içerisine, bir hüzün gelir, bir rahatsızlık gelir. O gördüğü rüyadan üzüntü duyar.
Mine’ş-şeytâni. “İşte bu rüya bu haktan değildir, bu şeytani bir rüyadır.”
Hiç kulak asma ona! Hiç kulak asma.
Ve ru’yâ. “Bir rüya daha vardır ki.” Mimmâ yühaddisü’l-mer’ü nefsehu. “İnsan gündüzleri bir şeylerle meşgul olur, o meşgul olduğu şeyler gece rüyasına intikal eder.”
Bu da nefsin rüyasıdır, bunun da kıymeti yoktur. Mesela insan tuzlu bir şey yer yürek yanar. Gece bakarsın suların başında, şuralarda buralarda.
Neden?
Canının harareti o sulara sevk ediyor. Bunun da kıymeti yok.
Buna çok dikkat edin!
Fe-izâ raâ ehadüküm mâ yekrahu. “Sizin biriniz bir rüya gördü ki size hüzün veriyor, keder veriyor, korktunuz rüyada.” Fe’l-yekum ve’l-yetfül. “Kalksın sağına veyahut soluna tü tü tü, desin.” Ve lâ yühaddisü bihâ en-nâse. “Söylemesin o rüyayı hiç kimseye.”
Kimseye söylemesin. “Ben böyle bir rüya gördüm.” diye söylemesin. Çünkü söylenir de dinleyen adam da onu tabire kalkarsa, o büyük, acı bir şey olur. Böyle rüyaların görüldüğü vakitte tabircilerin de uyanık olarak bu rüyanın içerisinde bir iyi tarafı vardır. O tarafına doğru meyil ederekten rüyayı iyiye tabir etmeli.
Rüyanın kendisine baktınız, hakikaten acı. Ama onun içerisinde bazı kaçamak yollar vardır. Bu kaçamak yollardan istifade ederekten rüyayı iyiye hamleder. İyiye hamleder ve o da öyle olur inşallah.
Ve ühibbü’l-kayde fi’n-nevmi. “Uykuda baktınız ki ayaklarınız bağlanmış.”
Ayaklarınız bağlanmış uykudayken.
Bu uhib, sevilen bir şey. Sizi bağlamış, günahlardan men olunacağınıza alâmet. günahları işlemeyeceğinize alâmettir. Ayaklarınızın bağlanışı sizin fenalık yapmalarınıza mani olacak demektir.
“Bunu severim.” buyurmuşlar.
Ve ekrahu’l-ğulle. “Ama boyuna takılan bir halka olduysa, onu sevmem.”
O çünkü canilerin boyunlarına takıyorlar ya.
“Onun için o iyi değil, onu sevmem.” demiş.
El-Kaydü sebâtün fi’d-dîni. “Ayaklara vurulan bağ diyelim, bağlantı dinde sebat edileceğine alamettir.”
O ayaklara vurulan bağ dinde sebat edeceğine alamettir.
Ahmed b. Hanbel, Buhari, Müslim, Ebû Davud ve Tirmizi’nin hadisidir
İzâ ikterabeti’s-sâatü. “Kıyamet yaklaştığı vakitte.” Tekârabe’z-zamânü. “Zamanlar da yaklaşacaktır birbirine.”
Zamanlar yaklaşacak. Dedelerimiz üç ayda hacca giderken şimdi üç saate indi iş. Belki yarın bir saate de inecek. Zamanlar yaklaşacak, kıyamet alametlerinden birisi oluyor demek. Zamanların yaklaşması kıyametin yaklaşması alametidir.
Fe-tekûnu’s-senetü ke’ş-şehri. “Bir sene, 360 gün geçiyor bir ay gibi geliyor.”
Daha yahu dün böyle idik, nasıl oldu da çabuk geldi bu sene. Bu kadar.
Ve’ş-şehru ke’l-cumuati. “Bir ay bir hafta gibi.”
Dündü be, dün. Allah Allah! Ay geçmiş, kapıya bekçi gelir, mal sahibi “Aylığı ver.” der. “Yav dün verdiydim daha!” der. Dün verdiydim, hafta oldu, bir hafta. Bir ay geçmiş aradan.
Ve’l-cumuatü ile’l-cumuati. “Cumadan cumaya olan hafta ise.” Ke’htirâki’s-seafeti fi’n-nâri. “Kurumuş yapraklar, marangozların talaşları nasıl çabucaktan yanar, çırpılar mırpılar. Bu çabuk yanıp ta nasıl geçiyorsa.
Odun mesela uzun zaman yanar. Fakat talaş çabucak yanar da geçer. İşte bu kuru yaprakların, çırpıların yanışı gibi bir cumadan bir cumaya kısacık, bir iki saat sonra bakıyorsun bir hafta olmuş.
İzâ akrada ehadüküm ehâhu kardan fe-ehdâ ileyhi tabekan.
Kardeşimiz geldi sıkışmış, “Bana 5000-10.000, 500 lira verir misiniz? Bir işim var. Bir hafta sonra, bir ay sonra veririm size.” diyor. Siz de “Buyurun!” dediniz, paraları verdiniz.
Dikkat edeceksiniz ama! Kardeşini sizden bir borç istedi siz de o borcu verdiniz. O borcu verdiğinizden dolayı kardeşini size teşekkür etti. Bir tabağın içerisine hurmadır, portakaldır, limondur, elmadır koydu çocuğuna verdi, “Götür bunu filan efendiye ver.” dedi, Teşekkür et.” dedi. 5-10 bin lira para verdi bir sıkıntısına giderdi.
Fe-lâ yakbelhu. “Onu sakın kabul etme!”
Sakın o hediyeyi kabul etme. Verdiğin paranın mükafatı olaraktan karşılık gelen o hediyeyi kabul etme!
Peki kabul etmedik.
Ev hamelehu alâ dâbbetin.
Arabası var adamın. Araba eskiden hayvanmış ya şimdi arabası var. Giderken rast geldi. Siz yayan gidiyorsunuz. O da arabasında giderken, “Buyrun beyefendi!” dedi arabasına. “Buyrun beyefendi arabama, beraber gidelim.” dedi.
Fe-lâ yerkebhâ. “Sakın arabasına dahi binme.”
Sakın arabasına da binme!
Külli şeyin yecirrü menfe’aten fe-hüve riban. “Herhangi bir şey bir menfaat celp ediyorsa.”
“Canım az para ver, %5, %3 zarar etmezmiş.” diyen kardeş iyi dinlesin bunu şimdi. %3 veriyor, %2 veriyor, faiz mi bu da! Ne olacak bir şey değil. 100 lira verecek de iki lira ben ona vereceğim. Bu da bir şey mi?
Bak ne diyor?
“Hediyesini de kabul etme.” diyor.
Hediyesini kabul etmeyince artık onun vereceği yüzdenin sonu ne olur bilmem artık.
Allah kusurumuzu affetsin.
İllâ en yekûne cerâ beynehu ve beynehu kable zâlike. “Ama aranızda bir dostluk vardı. Her zaman siz onun arabasına biniyordunuz. Parayı verdikten sonra buyurun dediği vakitte evvelce bindiğiniz için şimdi de binerseniz beis yoktur.”
Eskiden böyle bir şey yoktu da parayı verdikten sonra sizi davet ediyorsa, hayır katiyen.
Dört ravi ile beraber Hazreti Enes’den rivayet.
İza’kşearra cildü’l-abdi min haşyetillâhi.
Bütün ibadetlerin kökü bu haşyetullahın muhafızası, gönülde, gönüllerde yerleşebilmesi içindir. Haşyetullah! Namaz kılıyoruz ama hiçbir haşyet yok üzerimizde.
Oluyor mu dersin?
Ne kadar gösteriş olarak boynumuzu büksek, belimizi büksek, ağlasak sızlasak hep uydurma, hep yalancıktan kendi kendimizi aldatma. Korku Allah'tan içerden gelir. İçeriden gelen o korku insanı titretir, kendi zorla titretir yani. Öyle yapmacık olmaz.
İza’kşearra cildü’l-abdi. “Başladı vücuduna titremeye.”
Neden?
Min haşyetillahi. “Allah korkusundan.”
Âhireti gözünüzün önüne getirdiniz, yaptığınız kusurları gözünüzün önüne getirdiniz bir korku geldi içinize. Bu korkudan dolayı bir titreme hasıl oldu vücudunuzda.
Tehâttet anhu hatâyâhu. “İşte bu adamın günahlarını döker bu titreme.”
Nasıl?
Kemâ yetehâttü ani’ş-şecerati’l-bâliyeti ve rakuhâ. “Kuruyan yapraklar ağaçlardan nasıl dökülüyorsa bu adamın da günahları böyledir.”
Ama Allah cümlemize bu korkuyu ihsan etsin.
Bu sabah dualarımızda, bugünün sabah duasında çok güzel bir dua vardı. Bu duanın içerisinde istiyoruz Cenab-ı Hak’tan ki “Bizim içimize yâ Rab senin korkunu doldur. İçimiz senin korkunla dolsun. Allah dediğimiz vakitte titreyelim ve senin havf u haşyetin içimize sinsin.”
Öyle bir korku ver bize, yapmacık olmasın yani.
Bu güzel bir dua, ezberlenmeye de layık yani.
Onun için ilim istiyor.
Allahümme inni eselüke ilme’l-hâifîn.
İlim çok, sürülerle ilim var. Kur'an ilmi var hadis ilmi var. Bir sürü dünya ilimleri var. Var da var... Fakat bu ilimlerin içerisinde bak büyüklerimiz ilme’l-hâifin. Allah'tan korkanların ilmini isterim senden yâ Rabbi der. İçlerine korku, Allah korkusu sinen kimselerin bu ilmi nasılsa öyle bir ilim ver bana.
Yoksa dünyanın papağanı olmuşsun, her şeyi biliyorsun ama bu korku içinde olmazsa kaç para edersin sen?
Asıl ilmin meziyeti korkusu olan bir ilimdir. Onun için duada;
Allahümme inni eselüke ilme’l-hâifin. “Bu hâiflerin nâil olduğu ilmi isterim yâ Rabbi!” derken arkası da var uzun boylu.
İzâ ekalle’r-racülü et-tu’me. “Yemeğini azaltan insan.”
Azaltıyor yemeğini. Mesela bir parça ekmek yerken onun yarısını yiyor.
Mülie cevfuhu nûran. “Yemeğini az edenin için nur dolar.”
Ama imanlının içi dolar. İmansız olan insan ne kadar aç kalırsa kalsın hiç faydası yoktur onun. İsterse hiç yemesin. İmanlı olan insan yemeğine biraz azalttığı vakitte onun içinin nur dolacağını Cenab-ı Peygamber, mülie cevfuhu nûran. “İçi nur dolar.” diyor.
Onun için Süleyman ed-Dârânî hazretleri demiş ki;
“Ben çok yiyip de oruç tutacağıma, yine yiyeyim de, yemeği yiyeyim de, az yiyeyim de içim nur dolsun.”
Bazı insanlar tabi oruç tutmak için fazla yemek mecburiyetinde hissediyorlar. Fazla yemektense az yiyeyim de oruç tutmayıvereyim. Nafile oruçlar da tabi.
Allâhümme inne nes’elüke temamen nime ve devamel afiye ve hüsnel hatime. Bi hürmetil fatiha.