el-Hamdülillah, sümme el-Hamdülillah, el-Hamdülillahillezî hedâna li-hâzâ ve mâ künnâ li-nehtediye lev lâ en hedânallah.Ve mâ tevfîkî illâ billâh aleyhi tevekkeltü ve ileyh ünib. Neşhedü en lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerike leh. Ve neşhedü enne Muhammeden abduhû ve habîbuhû ve resûluh. Allahümme fe-salli ve sellim ve bârik alâ haze’n-nebiyyi’l-kerîm ve’r-Resûli Seyyidi’s-senedi’l-azîm fi’l-kalbi’r-rahîm seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.
İnne hâze’l-kur'âne sa’bün müstas’abün li-men kerihehû müyesserun li-men tebi’ahû.
Burada hâze’l-kur'ân, yani şu elimizdeki kitabımız Kitâb-ı Azîmüşşân olan Kur'ân-ı Azîmüşşân sa’bün. Sakim, zor. Evâmir-i ilâhiyye ile dolu içi, yasaklarla dolu içi. Bir taraftan evâmir-i ilâhiyyeyi yapacaksın, bir taraftan da menâhîden sakınacaksın. İkisi de nefse hoş gelmeyen şeyler. Nefis onlardan hoşlanmadığı için ağır geliyor.
Bakma.
Kime?
Hiçbir kötü nâmahreme bakma.
Ne yapacaksın?
Kafana önüne eğeceksin.
Ya olur mu canım bu devirde hocaefendi?
Onun için sa’b.
Kızım Allah yasak etti bunları dersen, oğlum yasak etti dersen, amaan der. Ne kadar ağır bir iş bu.
Müstas’ab da onu tekid edici geliyor.
Ne için bu?
Li-men kerihehû. Hoş görmeyenler için. Zorluk onlar içindir.
Müyesserun li-men tebi’ahû. Fakat Kur'an ne zordur ne ağırdır.
Kime?
Kur’an'a uyanlara.
Cenneti gözleyenlere, rızayı ilâhîyeyi gözleyenlere Kur'an bir nurdur, bir hidayet kaynağıdır, bir tebşîrât kaynağıdır.
Onun için şurada şöyle izah etmiş:
Bu Kur'an okunduğu vakitte manasını da aşina olmadığımız halde hele güzel bir ağızdan okunursa o Kur’an, hepimize bir huzur, bir neşe, içimize bir korku az da olsa vermektedir yani. Bunu ramazanlarda hep bilmekteyiz ve görmekteyiz. Bir korku, bir tâzim. Tâzimimiz çok şükür yerindedir. Fakat Kur’an'ı tekzip eden insanlar için Kur'an okunduğu vakitte sıkılırlar. Sıkılırlar, bunalırlar. Kesse de şuradan çıksak derler, uzattı da çok uzattı da derler, hemen kaçmak için fırsat arar ve tenkide hemen yol arar. Bu Kur'an'dan hoşlanmadığının alametidir. Çünkü içerisinde o nur yok.
Ve yezîdühüm nüfûran. Nefretleri artar böyle. Ve yevveddûne inkıtâ’ahû li-kerâhetihim. Hemen kessin diye bakarlar. Herkes ondan telezzüz edecek, zevk alacak, nur alacakken o bir an evvel kesilmesini ister.
Hazreti Allah celle ve alâ bunu haber veriyor. Diyor ki;
Ve izâ zekerte rabbeke fi’l-kur'âni vahdehû vellev alâ edbârihim nüfârâ. Hoş görmeyenlerin alameti bu. Kaçmak isterler daima, hoş görmezler.
Aksi gibi;
Ve izâ zükirallâhu vahdehü’ş-meezzet kulûbüllezîne lâ yü'minûne bi’l-âhirah. Ürkmezler. Ürkmek, nefret etmek, münkabir olmak, sıkılmak ve daralmak. Bu Kur'an okunduğu vakitte bu gibi haller kendisinde olan insanlar münafıklığın alameti oluyor. Ve izâ zükirellezîne min dûnihî izâ hüm yestebşirûn. Bir hikâye, bir vâkıa, sevindirici şeyler böyle söylediğimiz vakitte, ooo herkes sürur içerisinde dinliyor. Ama Kur’an'a gelince bunalıyor, sıkılıyor, daralıyor. Çünkü işine gelmiyor.
Müyesserun li-men tebi’ahû. Kur'ân'a tâbi olan, tasdik eden mü’minler, takşa’ırru minhü cülûdüllezîne yahşevne rabbehüm. Bu Kur'an okunurken böyle terler. İçlerinden dışlarından da terlerler. Sümme telînü cülûdühüm ve kulûbühüm ilâ zikrillâhi. Ondan sonra Allahu Teâlâ'nın zikriyle sakin olurlar.
Hadisim de böyledir.
Ve inne hadîsî sa’bün müstes’abün li-men kerihehû müyesserun li-men tebi’ahû.
Şimdi mesela yukarıda paralar sizi helâk edecek dediğimizde, bizim de gönüllerimiz sıkılıyor.
Neden?
Parayı seviyoruz. Para hepimizin işine geliyor. Yaşama parada. Para olmazsa hiçbir şey olmaz parasız.
Men semi’a hadîsî fe-hafizahû ve amile bi-hî câe yevme’l-kıyâmeti me’a’l-kur'âni. Her kim ki benim sözümü dinler, onu beller ve onunla amel ederse, o da ehl-i Kur'ân ile beraber haşr olacaktır kıyamette.
Ve men tehêvene bi-hadîsî fe-kad tehêvene bi’l-kur’âni. Hadisime kıymet vermeyen insanlar, Kur'an'a kıymet vermeyen insanlara müsavidir.
Ve men tehêvene bi’l-kur’âni hasira’d-dünyâ ve’l-âhirate. Kur'an'a kıymet vermeyenler, hoş görmeyenler, onun ile amel etmeyenler dünyası da ahireti de berbât ü perişandır.
Allah muhafaza eyleye.
İnne rabbî tebâreke ve teâlâ ersele ileyye en akra’e’l-kur’âne harfin fe-radedtü ileyhi en hevvine alâ ümmetî fe-ersale ileyye en akra’ahû harfeyni fe-radedtü ileyhi en hevvine alâ ümmetî fe-ersale ileyye en akra’ahû alâ seb’ati ahrufin v zâlike bi-külli raddetin mes’eletün tes’elünîhâ fe-kultü Allahümmağfir li-ümmetî Allahümmağfir li-ümmetî ve ahhartü’s-sâlisete li-yevmin yerğabü ileyye fî-hi’l-halku hattâ ibrâhîmü.
Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Kur'an [okumakla ilgili bilgi veriyor]. Bilmiyorum aşere okurlarken hafızlar görmüşsünüzdür, çeşitli kıraat ile okurlar; esre okur, ötre okur, ikisini birbirine karıştırır okur. Altından üstünden kesreli okur. O ilmi bilenler için çok çeşit okumaları var.
O hafız geldi de, Mısır'dan gelmiş. Verş kıraat diyorlarmış, ne bilelim biz. Okurken, ya burasını yanlış okudu dedim ben de, bizim hafız Haydar Efendi var. Ha dedi bu verş kıraat ile okuyor, bunlarınki böyledir dedi. Aynı kıraat, aynı manadır, fakat bazı yerde çekiyor, bazı yerde kısa yapıyor, bir şeyler.
Hazreti Übey b. Ka’b bir namaz kılıyorlarmış. Bakmış ki birisi bir kıraat okuyor duymamış onu. Allah Allah böyle Kur'an da olur mu? demiş. Bir birisi daha gelmiş, bir başkası. O da bir başka kıraatten, onunkinin başkası. Aaa demiş, bu da ayrı bir kıraat, bu nasıl bir şey? Bunların ikisinin önüne katmış Resûlullah'a götürmüş, demiş yâ Resûlallah! Bunlar bizim bilmediğimiz bir Kur'an okuyorlar. Hiç duymadık biz sizden demiş.
Nasıl okudunuz okuyun bakayım demiş. Okutmuş, pek güzel demiş. Pek güzel, iyi, güzel okudular.
Ka’b diyor ki, benim içime şeytan vesvese verdi. Ben tekzib ettim Resûlullah'ı, böyle olmaz dedim. Resûlullah anladı benim bu halimi. Göğsümü şöyle elini bir vurdu. O hal derhal üzerimden gitti. Bir ter boşandı üzerimden. Ondan sonra özür diledim artık Resûlullah'tan diyor.
Demiş, Kur'an bana geldi, yedi harf üzerine okumaya Cenâb-ı Hak'tan müteaddid defalar ricam ile kabul edildi. Her defamda Cenâb-ı Hak ayrı bir kıraat ile [okumaya müsaade etti.] Tabii Arap kavmi çeşitli lügat kullanıyor. Her kavmin lügati üzerinde okunmasına Kur'an müsait olmuş demek ki. [Ankara’daki Hacı Bayram Velî camisinin imamı] Hafız Zekai efendi, ben hacca gittiğim vakit de orada, oralı. On yedi sene orada oturmuş. Dedim ki Hafız abi bir Kur'an oku da dinleyelim dedim.
Bize buradaki Kur'an gibi mi Kur'an okudu. Canım dedim buradaki Kur'an gibi Kur'an'ı her zaman dinliyoruz. Siz on yedi senedir buradasınız dedim. Bir Arap şivesi üzerine elbette daha güzel okursunuz. Yoo dedi, hiçbir Türk Arap gibi okuyamaz dedi. Şimdi Arapça okuyacağım diyerekten ne Türkçe olur ne Arapça olur dedi. Türkçe’ye de benzemez, Arapça’ya da benzemez. İkisi de arasında aşûre gibi bir şey olur dedi. Onun için kendi dilimi çevirmedim dedi. Çünkü kabiliyetimiz dilimizin iktizası bu kadar. Tam Arap gibi konuşabilmek için küçük yaştan itibaren orada olmak lazım. Şimdi mesela Arapça konuşan birçok gençlerimiz var. Fakat Arab'ın konuştuğu gibi konuşamaz yine. Daima belli olur.
İn künte tühibbünî fe’t-tehız li’l-belâi ticfâfen….
Bu Müslümanların bayramlarının en büyüğüdür. O Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gelmeseydi bu dünyada hiç hayır olmazdı. Bu dünyanın hayrı o Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazretleridir. O mevlitte hafızlar ne güzel okuyorlar, aman bayılıyor insan. O peygamberi metheden ne güzel methiyeler, mersiyeleri var, sesleri de güzel. Maşallah insan bayılıyor.
Cenâb-ı Hak Peygamber burada diyor ki; eğer sen beni seviyorsan, bu sevmen de sadıksan belalara hazır ol. Zaruretlere, sıkıntılara hazır ol.
Sebebi?
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatını nasıl geçirdiğini siyerlerde hep duymuş, işitmişsinizdir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatı çook böyle sade. Çok sade ve bazen aç, bazen tok kalmak suretiyle ümmetine bir örnek olaraktan geçirmiştir hayatını. Dünya saltanatlarından hiçbir saltanata kıymet vermemiştir.
Böyle olduğu için, şimdi onu seven onun hâlini alacak. Onun hâlini alabilirsen sevginde sadıksın. Hâlini alamadıkça sadık olamıyorsun.
Resûl-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem niçin bu dünyaya iltifat etmedi?
Her şey elindeydi yani. Allah da veriyordu. Dünyanın nesini istersen vereceğim altınını, gümüşünü, nesi varsa vereceğim diye vaat de etmişti. Öyle olduğu halde bir gün tok kalayım sana şükredeyim, bir gün aç kalayım sana tadarru niyaz edeyim diyerekten istemedi dünya saltanatlarından hiçbirisini.
Acaba neden istemedi?
E çünkü akl-ı evvel. Akl-ı evvel, akl-ı kül de desen de olacak. Bütün Cenâb-ı Hak aklı ona vermiştir. Bize zerresi düşmüştür o aklın, tozu düşmüştür yani.
O, o kadar aklıyla beraber bu dünyayı neden tenkit etti, neden kıymet vermedi?
Çünkü onun yegâne gayesi Allah ve O’nun rızası ve âhirettir dolayısıyla. Bunu ümmetine duyurmak için dünyaya iltifat etmedi.
Dünya ne olacak?
İşte demin de arz ettiğim gibi saltanat. Bu dünyada nice saltanat sahipleri işte tarihlerde besbelli. Adem aleyhisselam’dan bugüne kadar ne saltanat sahipleri gelmiş ama hepsi yerin altında bugün inlemişler.
Ne olacak, üç gün beş gün saltanat göreceksin. Fakat ebedî bir azap içerisinden kıvranmak mı akıldır, yoksa bu dünyanın üç beş günlük cefasına tahammül edip de âhiretin ebedî saadetini kazanmak mıdır hüner? Elbette bu dünyanın ufak tefek cefalarına sabredip âhiretin ebedî hayatını kazanmak herkes için en büyük çare odur. Resûl-ü Ekrem bize orada örnek oldu ki, ey ümmetim bu dünyaya fazla iltifat etmeyin.
Milyonlarımız olsa, milyarlarınız olsa ne olacak?
Dünyanın hepsine de hâkim biz olsak ne olacak?
Yine burasını bırakacağız o ebedî âhiret hayatına döneceğiz. O âhiret hayatına döndüğümüz vakitte eğer Allah'ın rızasını kazandıysak ne mutlu! O cennetin içerisindeki çeşitli nimetleri bize de verilecek. Yook, bu dünyayı aldanmış da imansız ve amel-i salihsiz olarak öte tarafa götgüyse ne yazık ki o artık ebedî hüsran orada işte başlıyor.
İn künte tühibbünî. Eğer sen beni seviyorsan. Fe’t-tehız li’l-belâi ticfâfen, ey sabran. Belaya sabret.
Ne gelecek?
Her şey gelir.
Fe-vellezî nefsî bi-yedihî. Nefsin yed-i kudretinde olan Allah'a kasem ederim ki. Le’l-belâü esra’u ilâ men yuhibbünî. Beni sevene bela o kadar çabuktur ki. Beni sevene, beni sevene hakikaten candan sevene bela o kadar çabuktur ki. Mine’l-mâi’l-cârî min kulleti’l-cebeli ilâ hadîdi’l-ardı. Dağın üstünden aşağı doğru su nasıl süratle akıyor, ondan daha süratlidir bela beni sevene.
Sebebini sor?
Allahümme. Dua cümlesi.
Sen de peygamber gibi sabırlı olacaksın bütün metanetinle. Peygamberin azmi, sabrı sayesinde nasıl muvaffak olduysa emeline, Müslüman da ancak bu sabırla peygamberini örnek alacak.
Allahümme. Ey benim Allah'ım! Fe-men ehabbenî. Kim beni seviyorsa. Fe’r-zukhü’l-afâfe. Ona iffet ver. İffet ver, haramlardan kaçsın. İffet yalnız namus değildir. Bütün haramlardan kaçmakla olur.
E bugün iffetini [nasıl koruyacak?] İffet çok büyük bir şey. Müslümanlıkta iffet çok büyük mertebedir. Bu iffetini muhafaza etmeyen insan, haramdan kaçınmayan insan ki o da fiilidir. Bu fiilinin cezası olarak düşmanın musallat olmasına sebep olur. Bu haramların irtikabı.
Fe’r-zukhü’l-afâfe. Haramlardan [kaçsın.]
Haram; içki haram, zina haram, kumar haram, hırsızlık haram.
Daha ne var?
Say, bir sürü haram.
Bunların hepsi haramdır.
Nasıl haram?
Haram-ı katîdir. İnkâr eden [kâfir olur.]
İçki de olur mu haram canım Hocaefendi, dünkü üzümdendi bu?
Müslüman demek Allahu Teâlâ'nın emirlerini dinleyen ve ona itaat eden adamın adıdır.
Yâ Rabbi! beni sevenlere sen bu iffeti ver haramlardan kaçsınlar, haramlardan korunsunlar, haramlara sokulmasınlar.
Ve’l-kefâ. Kanaatkâr olsunlar. Elindekine kanaat etsin.
Şimdi bak bu kanaat çok uzun. Biz ibadethanedeyiz. Burada ister Allah diyelim ister Kur'an okuyalım ister nasihat edelim, hepsi bunun zikrullahtan ibarettir. Bu zikrullah olan meclislere Cenâb-ı Hakk'ın rahmeti iner. Melekleriyle Cenâb-ı Hak bizi böyle ihata etmiştir. Bu ihata ta semanın üst katına kadar çıkar. Oradaki meleklere de haber verirler, filan yerdeki camide böyle bir Allahu Teâlâ'nın zikri oluyor. Habibullah Resûlullah'ın sözleri konuşuluyor. Yahut Kur'an'dan konuşuluyor diye birbirlerini şey yaparlar. Bize de böyle Cenâb-ı Hakk'ın rahmeti yağar, iner. Nasıl ki insanlar yağmur olmazsa şey olurlar. Dünya yağmuru olmazsa felaketi yaşarlar, kıtlık olur, su bulunmaz, ölürler insanlar rahmet olmazsa. Bu rahmet sayesindedir ki biz yaşıyoruz. Bu da manevî rahmettir.
Ve men ebğadanî. Eğer kim ki beni sevmiyorsa, bana buğuz ediyorsa. Fe-eksir malehû ve veledehû. Onun malının parasını çok et Yâ Rabbi! Çoluğunu çocuğunu da çok et.
Dua. Bana buğuz edenin malını, çoluğunu çocuğunu bol et Yâ Rabbi! Bu bedduadır.
Yine başka bir hadis.
İn künte tuhibbünâ fe-e’ıdde li’l-fakri ticfâfen...
Orada bela dedi, burada da fakir olaraktan diyor ki, eğer bir bizi sevmekte doğru iseniz, haklı iseniz, sabit iseniz, bela ve fakirliğe hazır olun. Hazırlanın. Ticfâfen. Sabretmek zor. Fe-inne’l-fakra. Çünkü fakirlik. Esra’u ilâ men yuhibbünâ. Bizi seveni pek çabuk gelir.
Yahu şimdi insanlar tersini anlarlar bunun. Sen madem ki Allah'ı seviyorsun, Peygamberi de seviyorsun, nedir senin çektiğin zaruretler derler. Zannediyorsun ki Allah'ı sevince peygamberi sevince insan en mesud bir hayatta yaşayacakmış. En mesud hayat, evet insanı Allah'tan uzaklaştırır, unutturur Allah'ı. Yaşayacak yer arasın. Allah felaketi vermez hıyanetliği elden bırakmadıkça.
Onun için dedi ki, afâf. Medet et yâ Rabbi sen benim ümmetime, iffet sahibi olsunlar, haramdan korksunlar, kaçınsınlar.
Ne yapalım? Elimizden ne gelir bizim?
Söylemekten başka hiçbir hakkımız yok.
Yine derste [geçti], Cenâb-ı Hakk'ı sevmek lazım ya.
Vazife farz, fakat Allah'ı nasıl seveceğiz?
Allah'a bizi kim sevdirecek?
Resûlullah sevdirecek.
Binâenaleyh Resûlullah’ı sevmeyince Allah sevilmez ki. Allah'ı sevmek için onun Resûlünü seveceksin. Resûlullah sana nasıl sevileceğini, Allah'ın nasıl sevileceğini bildirecek, gönlüne aşıyı yapacak. Yani güneşe pertavsız aynasını tutup da onun nurunu nasıl öte tarafa aktarıyorsunuz. Peygamber aynı bir pertavsız gibi ayda, güneşten aldığı nûr-u ilâhîyesini o mü’min kulların kalbine [aktarır.] Ta kıyamete kadar bu ama, bugün için değil. Peygamber o gün ashabının arasında var idi başka. Kıyamete kadar onun nuru bakidir. Onun nuruna teveccüh edenler, nâr-u ilâhîden alınan nur onun kalbine aktarılır ve o aktarılma dolayısıyla o kul da sevgi artar. Yoksa kendiliğinden olmaz o.
Onun için peygamberi sevmek de nasıl olacak?
Peygamberi bize sevdirebilecek alimler vasıtasıyla olacak.
Peygamber işte 1400 sene evvel dünyadan gitmiştir. Eğer bize onu tanıtacak ilim sahipleri olmasa biz peygamberi nereden tanıyacağız? Binâenaleyh kıyamete kadar da bunların ardı arkası kesilmeyecektir. İnşallah onlar vasıtasıyla da biz de peygamberimizi sevebileceğiz.
Peygamberimizi şimdi böyle ulemalar vasıtasıyla sevdiğimiz gibi Peygamberimizin sevdiklerini de sevmek. Bu mü’minlerin bazı kâmilleri çoktur. Öyleyse biz de mü’minleri ve kâmil olan mü’minlere karşı eğilip, bükülüp tadarru ve niyaz ile onların da sevgisini kazanmamız lazımdır ki hakk-ı Resûlullah'ın sevgisine ve dolayısıyla da Cenâb-ı Hakk'ın sevgisine mazhar olabilelim.
Şimdi bak, bunun kıymetine bak. Bu mü’min-i kâmil. Her mü’min-i kâmil alimdir. İlimsiz kemâl olmaz. İlimsiz kemâl olmaz, her kâmil görüyorsanız mutlaka ilim sahibidir o. İlim sahibi olmayan da kemâl olmaz. Çünkü Allahu Teâlâ'nın sıfatı ilimdir. Kemâline matuf Allahu Teâlâ'nın. Binâenaleyh her kâmil de alimdir. Alim olmadıkça [kamil olunmaz] ama alim manen de olur. Onun için onları da sevmemiz muhakkak lazımdır.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e sormuşlar ya Resûlallah. İşte Efendimizin bir şeysi var. Lâ îmâne li-men lâ muhabbete lehû. Üç defa bunu tekrarlamışlar. Allah'ı sevmeyenin imanı iman değil. Zayıf bir iman. Demiş, lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlüllah. Ehl-i imandır, cehennemde yanmayacak inşallah. Cennetlik olacaktır ama maksat olan, makbul olan kemâldir. Bu kemâl sahibi olan iman sahipleriyse muhabbet-i ilâhîyeye mazhar olmadıkça olmaz. Binâenaleyh Allah'ın muhabbetini bilmeyen adam, Allah muhabbetini bilmeyen adam sen yani hiçbir adam değildir.
Onun için büyükler demişler ki insanlar doğar ya; elli yaşında, altmış yaşında, yetmiş yaşındasın derler. Büyükler bunu makbul saymamışlar. İnsanın yaşı Allah'ı bildiği günde başlar demişler. Allah’ı ne zaman tanıdı insan? Muhabbet ne zaman O’na kaynadı, ne zaman O’nunla itaate başladı, o zamandan itibarendir onun yaşı. Ama doksanda anlamış, ama seksende anlamış, ama yüzde anlamış.
Ve Efendimiz’e sormuşlar yâ Resûlallah ne zaman Allah'ı severiz?
Ha, ne zaman bilirseniz o zaman seversiniz.
Ne zaman biliriz?
Resûlünü ne zaman severseniz Allah'ı o zaman seversiniz. Resûlünü ne zaman severseniz Allah'ı o zaman sevebilirsiniz.
Resûlünü nasıl sevebiliriz?
Resûlünün tarikına ne zaman girerseniz, yoluna ne zaman girerseniz, onun sünen-i seniyyesine ne zaman uyarsanız o zaman Resûlü sevmiş olursunuz.
Daha?
Resûlünün sevdiğini sever, Resûlünün sevmediklerinden de siz de sevmezseniz işte o zaman Resûlüllah’ın sevgisine ve dolayısıyla da Cenâb-ı Allah'ın sevgisine mazhar olursunuz. O da sizi sever. O bizi muhakkak seviyor. Allahu Teâlâ sevmese yaratmaz. Bu yaratma sevgiden dolayı. Bak bizi ne güzel şekillerde [yaratmış,] elhamdülillah bir de iman ile müşerref olarak, bizi bir de secde-i Rahman’a kabul ederekten yaratmıştır. Demek ki seviyor ve her gün nimetlerini başımızdan aşağı yağdırıyor. Sevmese bu nimetleri de vermez bize. Veriyor, seviyor iman ile de müşerref kılmış. Bir de nûr-i iman vermiş elhamdülillah.
Bundan dolayı kulun da Allahu Teâlâ'yı sevmesi lazım ve gerektirir.
Allah kusurlarımızı afv u mağfiret eylesin. Tevfîkât-ı samedâniyesine mazhar eylesin. Cümlemizi fazl u keremiyle nefsin, şehvetin, şeytanın elinden kurtulup o güzel cennetine müstahak, istihkak getiren kullarının zümresine kabul buyursun.
el-Fâtiha!