Eûzubillahimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
El-Hamdülillahi rabbilâlemin ve’l-âkibetü li’l-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.
İ’lemû eyyühe’l-ihvân enne efdale’l-kitâbi kitâbullah ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem ve şerra’l-umûri muhdesâtühâ ve külle muhdesin bid’ah ve külle bid’atin dalâleh ve külle dalâletin fi’n-nâri. Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kâl kâle;
Eyyühennâsü. İnnehû lem yebka mim mübeşşirati’n-nübüvveti ille’r-ru’ye’s-sâliha.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanı, o en mükemmel bahtiyarlık bir devre, en güzel zaman. O zamanki ashabı kiram da en büyük bahtiyar insanlar. O devri bir daha bulmanın imkanı yok. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gitti, Cenâb-ı Hak bir daha peygamber de yollamayacak.
Yollamayacağına göre e Peygamber’in mirasından bize ne kalacak?
Rüyalarımız kalıyor; mim mübeşşirati’n-nübüvveti. “Nübüvvetin tebşiratlarından bize ancak rüyalarımız kalıyor.” “O rüyalar ki.” er-ru’ye’s-sâliha. “Rüyayı saliha.”
Rüyalar kısım kısımdır: Nefsani rüyalar var, şeytani rüyalar da var, bir de insanın meşgul olduğu hadiselerle gördüğü rüyalar var. Bu rüyalar makbul değildir. Makbul olan rüya, rüyayı salihadır. Rüyayı saliha da insan kendisi rüya göremez, rüya gösterilir.
Yerâhe’l-müslimü ev türâ lehû. Ona gösteriliyor rüya, rüyayı görüyor.”
Ondan manalar alıyor, istikametine yol veriyor yani o gördüğü rüyayla istikametini tayin ediyor.
Ev türâ lehû. “Yahut başkası diyor ki; ‘Senin için böyle bir rüya gördüm ben.’”
O rüyadan da dersini alıyor. Bunlar mübeşşirât-ı nübüvvettendir. Rüya deyip geçmeyiniz.
Elâ ve innî nühîtü en akraa’l-kur’ân râki’an ev sâciden.
Şimdi ilk İslamlık tabii, herkes namazın nasıl kılınacağını daha henüz daha pek iyi bilmiyor. Onun için rükûya vardığı vakitte de mesela Elham okuyabiliyor, Kulhuvallah’ı okuyabiliyor rükûda. Secdede kezalik böyle yapabiliyor.
Efendimiz dedi ki; “Hayır, rükû ve sücud Kur’an yeri değildir.”
Rükû ve sücud ancak tesbih yeridir. Orada;
Fe-emme’r-rukû’u fe-azzimû fîhi’r-rabbi. “Sübhâne rabbiye’l-azim diyerekten Cenâb-ı Hakk’ı tazim, tesbih olarak da bu tesbih söylenecek.”
Asgarisi üç defa; sübhâne rabbiye’l-azim, sübhâne rabbiye’l-azim, sübhâne rabbiye’l-azim. Sonra beş yapabilirsin, yedi yapabilirsin, 11’e kadar yapılabilinir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri rükûlarını çok uzun yaparlardı. Hatta ashabı kiram o rükûlarında “Artık düzelmeyecek mi acaba?” derlerdi. Rükûdan kalktıktan sonra secdeye inmezler, rükûda ne kadar durdularsa rükûdan sonra yine, kavme diyorlar ona, o kadar beklerlerdi. Yani beş tesbihlik, sekiz tesbihlik, 10 tesbihlik zaman kadar ayakta durur, ondan sonra secde ederdi. Secdede kaç tesbih yaptıysa, iki secde arasında da o kadar yine bekler ondan sonra ikinci secdeyi yapardı. Bizim gibi Allahuekber Allahuekber... yok bu. Ama biz bir alışkanlığın kurbanıyız yani. Alışkanlığın kurbanıyız! Mesela hac vaktinde gidiyoruz, orada, beş on gün kıldırdığı namazdan biraz tesir oluyor, geliyoruz, birkaç gün burada devam ediyoruz, arkasından yine bozuluyor eski hale dönüyoruz.
Allah kusurlarımızı affetsin.
Fe-emme’r-rukû’u fe-azzimû fîhi’r-rabbi ve emme’s-sücûdü fe’c-tehiû fi’d-dâi. “O zaman da sübhâne rabbiye’l-âlâ, sübhâne rabbiye’l-âlâ, sübhâne rabbiye’l-âlâ de.” Fekamenün en yüstecâbe. Yahut fekimenün en yüstecâbe. Yani muhakkak layıktır, böyle namaz kıldığınız takdirde, sizin o namazlarınız indi ilahiyede müstecabtır.”
Kur’an’ınızı güzel okudunuz, tesbihinizi, rükûlarınızı da güzel yaptınız, onun arkasından yaptığınız dualar indi ilahiyede müstecabtır.
Yine buyuruyor Efendimiz;
Eyyühennâsü innî vallâhi mâ âmüruküm illâ mâ emerakümullahu bihî.
Bak burada Resûlullah Efendimiz’in güzel bir tenbihi var.
“Ey insanlar! Âgah, mütenebbih olun, iyi dikkat edin. Kasemle söylüyorum ki ben size hiçbir zaman kendimden bir şey emretmem. Şunu da şöyle yapın diye kendimden bir şey söylemem.” İllâ mâ emerakümullahu bihî. “Ancak Allahu Teâlâ’nın emrini tebliğ ederim.”
Söylediklerim hep Allahu Teâlâ’nın emirleridir. Onları tebliğ ederim size, onların manasını açıklarım.
Ve lâ enhâküm. “Kendimden hiçbir şeyi bunu da yapmayın demem size.”
Bunu yapmayın, etmeyin diye kendimden bir şey men etmem.
İllâ ammâ nehâkümullahü anhü. “Ancak Cenâb-ı Hak neleri yasak ettiyse onları ben de size yasak olaraktan tebliğ ederim.”
Onların yasaklarını bildiririm. Binâenaleyh dikkat edin.
Fe-ecmilû fi’t-talebi.
Hepimiz rızka muhtacız. Rızkın çok çeşit yolları var. Bin bir çeşit yolu var rızkın. “Binâenaleyh siz o rızık yollarından kazancınızın helal olan kısmından, helal olan kısmını kendinizi de öldürecek bir şekilde değil, kendinizi de öldürecek şekilde zorla değil de irfekû. Kendinize acıyarak da rıfk ile hem haramlardan korunarak rızkınızı bu suretle helal olaraktan talep edin.”
Ama az?
Az olsun da helal olsun.
Onun için orada eski zamanın hanımları efendilerine sabahleyin sokağa çıkıp, para kazanmaya giderlerken, nafakalarını temin için giderlerken derlermiş ki; “Efendi, biz açlığa tahammül ederiz. Açlığa tahammülümüz var fakat ateşte yanmaya tahammülümüz yok. Binâenaleyh haramdan lokma getirip de bizi yakmayın. Hem sen yanacaksın, hem ben yanacağım. Onun için getirebilirsen kuru ekmek de olsa bizim için kafi. Kendini bizim için cehenneme atma, bizi de atma. Çünkü biz de o haramı yeriz, bizde de hayır kalmaz. Sende de hayır kalmaz bizde de. Binâenaleyh helalinden kazan da getir. Ama az, ama çok!” derlermiş, eski zamanın hanımları!
Fe-kânetim’raetü’s-selef tekûlü li-zevcihâ iyyâke ve kesbü’l-harâm fe-innâ nasbiru ale’l-cû’i ve lâ nasbiru ale’n-nâri.
Eski zamanın hanımlarının ifadesi.
Onun için siz de rızıklarınızı talep ederken haramdan rızık talep etmeyin. Bugünkü hadiseler bunun çok canlı bir emridir. Dünya bugün serbesttir elhamdülillah. Bir pazarlık yapılır;
Efendi bugün benim evimde şu kadar bir iş var. Kaç liraya yaparsın bu işi?
Elli liraya çalışırım.
Eh bende 50 lira veririm deyip bir pazarlık yaparız, gelir çalışırsın.
Oo, benim bu yaptığım işle sen kocaman bir ev sahibi oldun, bu 50 lira da olur muymuş ya?
Ya!..
Bana 500 lira vereceksin.
Pazarlıkla girdin ya! Sen razı değilsen git, başka birisi gelir.
Bunu böyle zorla koparmak tabiatıyla haram olur.
Fe-vellezî nefsü ebi’l-kâsımi bi-yedihî.
Alnının teriyle kazanabilirsen, o senin için ne güzel bir nimettir. Sen ondan sıhhat de bulursun, afiyet de bulursun, âhiret saadetlerini de bulursun. Çünkü kanın temizdir. Haramdan beslenirsen kanın pistir, kendini hastalıktan kurtaramazsın. Paralar doktorlara gider, başka yerlere gider. Sıhhatinde de hayır olmaz hiçbirine de hayır olmaz. Âhiretinde de tabiatıyla hayır olmaz.
Onun için yine buyuruyor.
Fe-vellezî nefsü ebi’l-kâsımi bi-yedihî.
Kendisine Efendimiz “Ebu’l-Kâsım” derdi. Yani Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in nefsi Allah’ın elindedir.
“Nefsim elinde olan Allah’a kasem ederim ki.” Enne ehadeküm le-yatlubuhû rıkzuhû.
Bak ne güzel söz ama, ne güzel söz! Efendimiz Allah’a kasem ederek diyor ki;
“Muhakkak iyi biliniz, dikkat ediniz sizin her birinizin rızkı sizi talep eder.”
Rızkınız sizi talep eder, yani rızık seni arar. O rızık vaktiyle tayin olunmuştur, o seni arar bulur.
Ama Hocaefendi ne yaptın ya, ben oturursam evimde o gelip de beni nerden bulacak ya?
Esbaplar var. Esbaplara tevekkül de vazifedir. Esbabına tevekkül edeceksin, o rızık gelip seni bulacak, ama takdir neyse.
Kemâ yatlubuhû ecelühû.
Biz eceli mi arıyoruz ecel bizi mi arıyor?
Ecel bizi arıyor. Bazen yolda yakalıyor, bazen yatakta yakalıyor, bazen havada yakalıyor.
Ecel... Nerede yakalarsa, çünkü ecel arıyor bizi. Her gün beş defa yokluyor. Herkesi ecel günde beş defa yoklar. Defter elinde; hangi saat hangi dakikada bu adamın ekmeği bitecek, suyu bitecek, alacağı hava bitecek, dünyadan ilgisi kesilecek, elinde defter. Barometresi her şeyi güzel gösteriyor. Onun peşinde günde beş defa onu yokluyor ve nerede rast geldiyse, orada yakalayıp götürüyor.
“Ecel sizi nasıl arıyorsa, rızkınız da sizi böyle arıyor.” Fe-in te’assera aleyküm şey’ün minhü. “Oldu ya, baktı ki rızık zor geliyor. Arıyor bizi ama az buluyor, yetmiyor bize.”
Hele bugünün sıkıntıları içerisinde az rızık insanı bugün meşakkate sokar, paraların lazım olduğu bir devir bugün. İnsan bugün altını, gümüşü olmazsa hayatını zor muhafaza eder. Öyle dilencilikle hayat muhafaza olmaz. Ya onların tedariği de boynumuza borç.
Baktık ki şimdi olmuyor. Çalışıyoruz o işe gidiyoruz olmuyor, bu işe gidiyoruz olmuyor. Olsa da az paralı işler. Karnımızı doyurmuyor, çoluk çocuğumuzu refaha kavuşturamıyor.
Ne yapalım?
Fatlibûhü bi-tâ’atillahi azze ve celle. Öyleyse baktın ki rızkın zorlanıyor sana, az geliyor, sıkıntıdasın. Bunu haram yollara gidip de onun bunun evini soymak, cebinden parasını almak, gırtlağına sarılıp da parasını almak...
Mesela bir kardeş, yağmurlu bir gün, sabah namazına geliyor. Sabah namazı. Gayet şafak sökmüş, herkes işine dağılıyor. İki tane haydut şurada, eline geçirdiği zavallı kardeşin, çıkar paraları diyerekten gırtlağını sıkıyor. Canına dayamış, elini filan da kesmişler zavallının.
E bu?
Bu da rızık işte ama haram rızık bu.
Sen bu haramı ne yapacaksın?
Bununla hem kendini besleyeceksin hem çoluğunu, çocuğunu besleyeceksin.
Ne akıl bu yâ Rabbi!
Ama insanlar da bazen böyle zuâfa da var. Hikmeti ilahi!
“Binâenaleyh böyle sıkıntıya düştüğünüz vakitte sakın haram yollara gidip de, böyle rızık kazanmaya bakmayın.” Fatlibûhü bi-tâ’atillahi azze ve celle. “Gir ibadethaneye aman yâ Rabbi de.”
Kıl namazını, aç ellerini. Bu mülkün sahibi Allah! Allah!.. Onun için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem birtakım kimseler oturmuş Allah Allah Allah... diye bağırıyorlar. Lâ ilâhe illallah, lâ ilâhe illallah... Köpürmüşler böyle ter içerisinde. Dedi;
“Yahu niye bağırıyorsunuz böyle? Sizin sahibiniz Allah sağır değil, duymaz değil. Sizin içinizdekilerin en saklı köşesine bile vâkıf. Esrarınızın en saklısına, sizin haberiniz olmayan esrarınıza da vâkıf Allahu Teâlâ. Onları bile bilir.
Alîmün bimâ ta’melun, bimâ yesme’ûn. “Hepinizi, hepisini biliyor.” Ya’lemü mâ fi’s-sudûr. “İçinizdekileri de biliyor.” Binâenaleyh sen elini kaldırırsan ama meyhanede kaldırırsan olmaz. Allah’a el Allah’ın evinde açılır. Oraları Allah’ın evi teşbih edilmiş. Açtın mıydı, hele hacca gittin miydi, hacıya giden kimselerin rızıkları kat kat olur, artırılır. Halbuki beş bin lira filan harcadık gittik ya oraya. Belki daha fazla harcayanlar da olur. Eh, onun yerine bakarsın Allahu Teâlâ çok fazlasını vermiştir. Ama bazen vermediği de olur. Onun da sabrı vardır, onun mükafatını âhirette alırlar. Ama ekseriyetle rızıklar daima artar. Binâenaleyh siz de Allahu Teâlâ’nın taatiyle rızıklarınızın artmasını isteyin.
Yine Efendimiz’in sözlerinden bunun size bir çaresini söyleyeyim. Bir kimse sabah namazını cemaatle kılarsa, -camide kıldı- işrak vaktine kadar camisinde oturur. İşrak vaktine kadar camisinde oturur, ister Kur’an okur, ister tesbih çeker, ister uyuklar. Yatıp da uyuma değil ama. Böyle dalmış burada. Erkenden gelmiş ya, dayanamamış da dalmış öyle. Abdesti de bozulmadı, sadece daldı, uyukladı ama işrak vaktini bekliyor. Bayram namazını kıldığımız vakit de işrak vakti. O vakte kadar zikrullahla meşgul oluyor, Kur’an okuyor, tesbih çekiyor, bir şeyler yapıyor, yalvarıyor, yakarıyor vakit geliyor, iki rekat namaz kılıyor; “Yâ Rabbi! Sen kabul eyle, benim rızkımı da geniş eyle.” diyor, camisinden çıkıyor. Allahu Teâlâ bunun rızkını geniş eder, buna hem de bir hac ve umre sevabı verir. Çünkü bu vazife borç değil. Borç olmayan bir vazifeyi yaptığından dolayı mükafaten onun bu yarım saatlik, üç çeyreklik bir ihtiyarı zahmet edip de ibadethanede durmasına mükafaten, Allahu Teâlâ ona hem bir hac ve umre sevabını hiç eksiksiz olarak veriyor hem de rızkına genişlikler veriyor.
Diyeceksin ki rızık mademki taksimlidir, nasıl genişler?
Çeşitli yolları var. Bir kere Cenâb-ı Hak sahibine bereket verir. O 10 kuruştur hep ama o 10 kuruş bitmez bir paradır, bereketli bir paradır. İkincisi ona kanaat da verir, “Bu bana yeter” der. Onun için hayatı gayet daima mesuttur, hiç sıkılmaz. Yorganına göre ayağını uzatmıştır. Yorganına göre ayağını uzatmıştır, hiç bunalmaz. Öte tarafta 100 lira kazanır ama yaptığı iş bin lira, bak bin lira yorganından çok dışarıda. Yorganından çok dışarıda olduğu için 100 de kazansa yine sıkıntıdadır. Öteki 10 da kazansa yine rahattadır. Çünkü kanaati vardır, yorganına göre ayağını uzatmasını bilmiş, öğrenmiştir.
Öyleyse siz sıkıldığınız vakitte başka yerde değil, fatlibûhü bi-tâ’atillahi azze ve celle. Ancak Allahu celle ve alâ’nın taatiyle, ve burada bir de demiş ki; bi-takvallahi. “Allah’tan korkmak suretiyle.”
Ve yerzukhü min haysü lâ yahtesibü. “Hiç ummadığı yerden Allah ona rızık kapılarını açar.”
Bir yerde okumuştum da bir büyük, denizin içerisinden bir kaya parçası eline geçmiş. Deniz içerisinden... Kaya parçası nasılsa kopmuş, içerisinde bir kurt...
Onu geçen biz de bir müşahede yaptık, bir mermer parçası ortasından, kesilen yerinden yarılmış fakat içindeki kurda bir şey olmamış. Kurt mermerin içerisinde kendine göre geniş bir yer yapmış ve orada büyümüş. Epeyce büyük bir evi var, mermerde belli.
O adam da bakmış bu denizin içinde, bu kayanın içinde -her tarafı kapalı kayanın- bunu Allah burada besliyor. Bunu orada Allah besliyor, ya demiş beni niçin beslemez. Denizin içindeki kayanın içindeki mahlukunu besleyen Allah, daha ne kadar saklı yerlerde kulları varsa hepsine rızkını veriyor. Veriyor da bizim rızkımızı da muhakkak verir.
Onun için sen onu takva ile talep et ki, min haysü lâ yahtesibü, ummadığın yerden sana rızıklarını ihsan etsin.
Bu âyet-i kerîme çok canlıdır. Siz takva sahibi olun, günahlardan korkun evâmir-i ilahiyeye imtisal edin, yasaklardan kaçının, bakınız Allahu Teâlâ rızkınızda ne genişlikler verecektir. Hiç tecrübeye lüzum yok. Söz Allah’ındır.
Allah’ın sözü tecrübe edilmeye kalkılır mı hiç?
Allah esirgeye!
O şek olur, şekte de iman yoktur. İmanlılar şekten uzaktırlar. Madem ki Allah demiştir, o öyledir der.
Bakın şimdi buna da.
Eyyühennâsü zûrûhüm. Zûr, ziyaretten. “Ziyaret edin.” diyor Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem. Ve’tûhüm. “Ve onlara gidin.”
Ziyaret etmek lazım ya. Onlara gidin ve onları ziyaret edin.
Ve sellimû aleyhim. “Onlara selam da verin.”
Gidin, ziyaret edin ve onlara da selam verin.
Fe-vellezî nefsî bi-yedihî. “Nefsim yedi kudretinde olan Allahu celle ve alâ’ya kasem ederim.”
Lâ yüsellimü aleyhim müslimün ilâ yevmi’l-kıyâmeti illâ raddû aleyhi’s-selâme ya’nî şühedâi uhud.
Arabistan’da, Uhud denilen bir mevki var, burada düşmanlarla bir muharebe olmuştu. Hz. Hamza da orada şehit olmuştu. Ve bugün oraya gidenler görürler 5-10 ashabı kiram bir içerisinde yatıyorlar.
Onlara gidin de diyor, o Şühedâyı Uhud’a gidin de selam verin. Eğer oradaysanız onları ikide bir ziyaret edin. Hacca gittiğiniz vakitte de yalnız bir günde kalmayın, hemen elinizden gelirse her gün gidin. Orada çünkü kısa bir misafirsiniz, o kısa bir misafirliğinizde elinizden gelirse her gün gidin, onları bir ziyaret edin. Ve ziyaretinizle beraber ve sellimû aleyhim. “Onlara da selam verin.”
Efendi kardeş! Çok rica ederim! Hayat hemen bugünün hayatı değil. Asıl hayat gözü yumduktan sonra olan ebedi hayat.
Sen zannediyor musun ki insanlar buradan gözlerini yumunca mahvoldular, gittiler?
Artık nedir o merasim?
Hayır. Asıl hayat göz yumduktan sonra başlar. Bu yalancı hayat, bu muvakkat hayat işte! Kim ne olursa olsun. Burada bir müddet geldi miydi neticede ömür biter o da gider. Gittikten sonra burada hayır kazandıysa ne mutlu ona. Şer de kazandıysa ne yazık ona.
Bu ashabı kiram ki Uhud Muharebesi’nin şehitleri.
Orada şehit oldular. Bu şehitlere karşı diyor ki;
“Gidin ziyaret edin.” Ve sellimû aleyhim. “Onlara selam verin.”
Ama şimdi bu selamı Efendimiz te’kid ile, yemin ile söylüyor.
Fe-vellezî nefsî bi-yedihî lâ yüsellimü aleyhim müslimün ilâ yevmi’l-kıyâmeti illâ raddû aleyhi’s-selâme. “Ve aleykümüsselam diyerekten sizin selamlarınızı size reddederler.”
Ama sen duymazsın. Çünkü sağırlar duyuyor mu?
Sağır olan insanlarımız var mesela, duymaz. İşaret edeceksin onlara. Onlara göre biz de sağır mesabesindeyiz de duymuyoruz onları. Çünkü onlar başka âlemin insanı, biz başka âlemin insanıyız.
Onun için onların sözünü duyamıyoruz ama duyan kulaklar var. O duyan kulaklar diyor ki; “Muhakkak onlar size selamınızı reddedecekler.”
Halbuki bir insan günde 20 kişiye selam verirse ehli cennettir diyerekten de tebşir olunmuştur ayrıca. 20 kişiye selam veren. Çünkü herkes gördüğüne esselamü aleyküm. Çünkü Allah’ın ismidir. Selam Allah’ın ismidir. Allah’ın selamını hatırlıyoruz ve ona da hatırlatıyoruz. O da sana diyor ki, Ve aleyküm selam. Allah’ın selamı. Yani Cenab-ı Hakk’ın ismi iki kere tekrarlanıyor iki tarafta.
Onun ismi gönüllerde tazeleniyor. O selam dolayısıyla Allahu Teâlâ selamına göre 10, 20, 30 sevap veriyor. Binâenaleyh o selamın elden gitmesi, ruhun da gitmesiyle beraber ruhsuz bir ceset gibidir. Selam cesedin, İslamiyet’in ruhudur. Onu ortadan kaldırmak, cansız bir İslamiyet olur. Onun için Efendimiz’in sözüne dikkat buyurunuz.
Sahabe-i kiram ki şimdi bir tanesi de Eyüp’te yatıyor. Fakat biz ne yazık insanlarız ki, o Resûlullah’ın misafir olduğu evinin sahibi, mihmandâr-ı Resûlullah olan zât ayağımızın dibinde de kaç defa gidiyoruz da ziyaret ediyoruz. Bir bahane olacak da gideceğiz. Medine-i Münevvere’de olsak yine halimiz bu. Çünkü gönüllerimiz daima dünyaya bağlanmış da ondan.
Allah kusurumuzu affetsin.
Şimdi ashabı kirama selam verdiğimiz vakitte o bize selamımızı reddederse, ya Allah’ın Resûlü’ne selam verdiğimiz vakitte!
Ashabı kiram duyuyorlar yani hayatları var demek.
Hayatı olmayan insan duyar mı, reddedebilir mi?
Edemez.
Demek ki onun bir hayat ona hayatı maneviye diyorlar. Biz uykudayken, ölümün bir eşidir uyku da, bir şeyden haberimiz yok. Ama böyle bize söylenen sözleri duyuyoruz ve onunla konuşuyoruz. Cevap da veriyor bize ama ölü gibi yatakta uyuyoruz, hiçbir şeyden de haberimiz yok. Sabahleyin kalktığımız vakitte de ben böyle bir rüya gördüm diyerekten nakil de edebiliyoruz. Hafızamızda demek saklanmış o rüya.
Demek ki bunun böyle bir misali var. İşte onlar da âhiret âleminin insanları, bizim selamımızı bize reddediyorlar, ve aleyküm selam diyorlar. Onların o selamlarına mazhar olabilmek, iltifatlarına mazhar olabilmek en büyük bahtiyarlıklardan birisidir.
Onun için biz mesela bazen Konya’ya gideriz, bazen bu meşhur olan büyükleri duyduğumuz vakitte oraya gideriz.
Niçin?
O büyüğe bir selam verelim de, onun mezar taşını görecek değiliz ki biz. O mezar taşı her yerde var.
Ya?
Onun şahsına... Ona buradan verdiğimiz selam da gidiyor ama bir insana mektup yazmak suretiyle selam göndermek başka bir de kapısını çalıp da “Esselamü aleyküm filan efendi ben de geldim” diyerekten bir hediyeyle onun evine gitmek yine başka. Onun başına gider bir Kur’an okursan bir de selam verirsen elbette bunun mükafatını daha fazlasıyla alırsın.
Onun için ne bahtiyar insanlardır ki onlar Medine-i Münevvere’de otururlar ve her gün sabah akşam Resûlullah’ın huzurundan geçerken ona selam vererekten bir huzur-u tazim huzuru ile önlerinde durur, selamını da verir, geçer. Mukabilinde Resûlullah’ın da selamı onlara reddolunur. Resûlullah’ın selamını alabilmek de ne büyük bir devlet.
Allah cümlemizi affetsin. Tevfikatı samadaniyesine mazhar eylesin. Dünyanın fâni, âhiretin bâki olduğunu öğrenip, hayatını ona göre tanzim edebilmek imkanlarını cümle ümmeti Muhammed’e, bizlere de bahş ve ihsan buyursun.
Lillahi’l-Fâtiha.