İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
Öğle13:06 İkindi16:58 Akşam20:10 Yatsı21:44 İmsak04:11 Güneş05:51 İşrak06:36
Hava - Hava durumuAçık 11°C Nem %71
Türkçe
6 Zilka'de 1446 4 Mayıs 2025 Pazar
6 Zilka'de 1446
İMSAK GÜNEŞ İŞRAK ÖĞLE İKİNDİ AKŞAM YATSI
04:11 05:51 06:36 13:06 16:58 20:10 21:44
Giriş Yap

01.12.1990 - Hayatımızın Gayesi ve Şuurlu Olmak, Kendini Yetiştirmek

Konferanslar

Elhamdülillahi rabbi'l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yuhibbu ve yerdâ ve yenbeğî li-celâli vechihi'l-kerîm.

Ve's-salâtu ve's-selâmü alâ seyyidi'l evvelîne ve'l-âhirîn, şefîi'l ümmeti nebiyyi'r-rahmeti Muhammedini'l-Mustafâ ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin zevi's-sıdkı ve'l-vefâ. Emma bâ'd:

Çok değerli kardeşlerim!

Sohbetime Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle başlarım.

Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi hem dünyada hem âhirette üzerinize olsun. Allah-u Teâlâ hazretleri cümlemizi dâreynde bahtiyar eylesin.

Derinliklerini tespit edemediğimiz bir fezanın ortasında, O'na göre küçücük olan bir dünyada gözümüzü açmışız, aklımızı ve idrakimizi kullanmaya çalışıyoruz. Yaşamak denilen bir olayı sürdürüyoruz. Çevremizdeki insanların aramızdan birer birer ayrılmasıyla bu yaşamanın da sonlu olduğunu görüyoruz.

Gelişimizi pek merak etmesek bile -çünkü ortada bir anne ve baba sebep olarak görünüyor- doğum diye bir hadise var. Kısır düşünen insanların sorularını cevaplandırmakta birazcık kâfi geliyor. Kısa düşünen insan için "İşte annemden dünyaya gelmişim, doğmuşum." deyince sanki her şey hallolunmuş gibi oluyor.

Ama "Öldükten sonra ne oluyoruz?" diye sorulunca durum farklılaşıyor. "Benden önceleri, bu işin evveli nereye kadar dayanıyor? Babamdan, dedemden, dedemin dedesinden, daha evvelkilerden, en evvelkinden evvel bu iş nasıldı?" gibi sorular artık filozofların, düşünenlerin, meraklıların, merak etmese bile endişesi, kuşkusu olanların üzerinde durdukları konulara giriyor. İnanmayan insanlar veya bu soruların cevabını bulmak için yaptıkları çalışmalardan yorulanlar "boşver" gibi bir duruma düşmüşler.

Hâfız-ı Şîrâzî'nin bir şiiri var Farsça. “Hayat, başı da kopmuş sonu da kopmuş bir kitaptır." diyor. Nasıl başladığı belli değil. İlk birkaç fasikülü kopmuş, başı belli değil, konu yarım. Sonu da kopmuş, sonucu da belli değil. İnanmayan insan için sadece çevresine bakan insan için bu böyle.

Ama biz ve bizim gibi birçok insan; "Bu işin evveli nasıldır, sonu nasıl olacak?" biliyoruz. Çok tatmin edici, çok mâkul, insanları çok olumlu istikametlere götüren, çok müsbet, faydalı, hayırlı kimseler haline gelmesine sebep olan cevaplar verilmiş. O cevaplar mutluluk kaynağı, huzur kaynağı, sükûn kaynağı, iyilik kaynağı, hayır kaynağı, sevap kaynağı olmuş. Tabi gayb. Gerçekten sayfalar kopmuş ama sayfaların kopması o kitabın hiç bilinmemesi mânasına gelmiyor. Başka yerde nüshaları var, asıl nüshası var. Sendeki nüshanın cildi ve sayfaları kopmuş ama elinde başı sonu tamam nüshalar olan insanlar var.

Biz şuna inanıyoruz ki hayat sadece bu hayat değil. Bundan sonra, bundan çok daha uzun, devamlı -ona ebedî diyoruz- bir başka hayat var. Ve o hayatta bu dünyanın bir sorgusu, suali, hesabı var; cezası veya mükâfatı var. Bunu çok net biliyoruz. Şu ülkedeki insanlar, şu bölgedeki insanlar...Umumiyetle biz, bunu bilen insanlarız.

Bilmeyen, kabul etmeyen veya buna inanmayan insan muazzam bir boşluk içinde, çok muazzam bir stres içinde, çok tarifsiz bir huzursuzluk içinde mahvoluyor. Sorulara güzel cevap verememişse intihar ediyor. Mesela; Friedrich Nietzsche intihar etmiş. Hadiseleri nihilist bir felsefe ile çözümlemeye çalışmış. "Yok" demekle iş bitmediği için, "yok" cevap olmadığı için, "yok" demekle karın doymadığı için adam sonunda intihar etmek zorunda kalmış.

Elhamdülillahillezî fâtırı's-semâvâti ve'l-ard. Fatara; "yaratmak" demek. Fıtrat; hilkat, yaratılış mânasına geliyor.

"Şu yeryüzünü, yerküreyi ve bunun çevresinde bulunan semaları halk etmiş olan, yaratmış olan Allah'a hamd olsun veya hamd O'na, yerleri ve gökleri yaratmış olan Allah'a aittir."

Hamd, övgü ama reel olan, elle tutulur, gözle görülür bir iyiliğin, bir nimetin, bir şeyin, vâkıanın karşısında nimetten dolayı, elde edilen şeylerden dolayı, ihsanlardan, ikramlardan dolayı yapılan bir sevgi. Kuru bir sevgi değil. Palavradan dalkavukluk değil. Karşı taraf onu hak ettirecek bir şeyler yapmış da bunun üzerine bu taraf medyûn u şükrân olmuş, şükran duygularıyla dolmuş; ondan dolayı övgüsü, övgü duyguları cûşa gelmiş.

Allah'ın da üzerimizde nimetleri sonsuz olduğu için o nimetlerin karşısında insanoğlu da şükran duygularıyla dolduğundan tabi hamd edecek. Hatta sadece iyi durumlara değil her hâle hamd edecek. Kötü dediğimiz durumların içinde bile çeşitli güzellikler olduğu için, çeşitli hikmetler olduğu için hamd edecek.

Elhamdülillahi alâ külli hâl. Şu anda bana biraz acı ve ızdıraplı gibi görünse bile "Her hâlükârda hamd Allah'adır."

Şimdi "hamd olsun" diye bizim bir temennimiz de olabilir; sen ister temenni et ister etme, ister mü'min ol ister kâfir ol; o önemli değil ama hamd Allah'adır. "Her türlü övgü, her türlü senâ Allah'ındır." mânasına da gelir. Tabi bu daha güzel. Bir insan duygusallığından dolayı "teşekkür ederim" diyebilir. Ama teşekkür etse de etmese de ortada teşekkür edilecek bir durum varsa o daha önemli.

Onun için Allahu âlem elhamdülillah dediğimiz zaman, elhamdülillâhi'l-lezî dendiği zaman, "Allah'a hamd olsun" diye bir dua mânasından ziyade; "Bak bilin, haberiniz olsun ki siz kabul etseniz de etmeseniz de; anlasanız, idrak etseniz veya etmeseniz de her türlü övgü, medh ü senâ, şükür hep Allah'adır, Allah'a gider." diyoruz.

Neden?

Elhamdü diyor; kelimeyi tüm mânasıyla, bütün cinsi ihata edecek bir tarzda söylemiş. "Her çeşit hamd, her çeşit övgü Allah'a gider."

"Yapma ya! Nasıl gidiyor?"

 "Gider!"

Gülü görürsün, koklarsın, mest olursun; "Ne güzel koku!" dersin. Nereye gider?

Övgü güle mi gitti, gülde mi kaldı?

Hayır! Gülü yaratana gider. Kara topraktan gül gibi bir çiçeği yaratana gider. Rengine bakarsın, yaprağının kadifeden daha güzel oluşuna bakarsın; "Mâşaallah!" dersin. Biz mü'min olduğumuz için öyle diyoruz, "Ne güzel yâ Rabbi!" diyoruz.

Öyle demesen bile "Ne güzel!" dediğin zaman o sevgi yaprağa mı gidiyor?

Hayır! Yapraktan yaprağı yaratana gidiyor. "Hava ne güzel!" Havayı yaratana gidiyor. "Güneş ne kadar tatlı!" Güneşi yaratana gidiyor.

Onun için elhamdülillah çok muazzam bir sözdür. Yerleri, gökleri dolduran bir sözdür. İnsan elhamdülillahın şuuruna varıp da elhamdülillah dedi mi temleü'- mîzân "yerleri, gökleri içine alacak kadar büyük olan âhiretteki o Mîzân-ı Kübrâ'nın kefesi dolar; bastırır, ağır gelir. Yani o duyguda olan bir insan çok büyük sevap elde eder. Elhamdülillah böyle bir şey.

Ve bizim Kitabımız elhamdülillah diye başlıyor. Elhamdülillahi rabbi'l-âlemîn ile başlıyor. Yani ilk öğrenmemiz gereken şey. Önce; Bismillahirrahmânirrahîm diyoruz, "Allah'ın adıyla" ondan sonra elhamdülillah duygusu geliyor. Demek ki kulda çevreyi inceleme, çevredeki güzellikleri anlama, kendisine yapılan iyilikleri sezme ve bu iyiliğin karşısında iyiliği yapana karşı bir bağlılık, bir sevgi, bir şükran duygusu duyma en önemli olay. İlk önemli iş bu.

Bizim de hemen bu duygu içine girmemiz lazım. Çünkü münevver insanız, tahsil görmüşüz. Kimimiz doktoruz, kimimiz mühendisiz. Etrafımıza baktığımız zaman, etrafı taş olarak, ağaç olarak görmüyoruz. Biliyoruz ki taşın hücreleri var molekülleri var. Moleküllerin atomları var. İnce bir yapılaşmanın, bir düzenin sonucu olduğunu biliyoruz. Ağacı, odunu gördüğümüz zaman bir başkası odun der. Hatta kimisi hakaret makamında kullanıyor. “Odun!" dediği zaman karşı taraf sinirleniyor kıpkırmızı oluyor. Ama odun bir hücreler örgüsü muazzam yapı... İncelediğimiz zaman o düzensizliğin içinde muazzam bir düzen olduğunu görüyoruz.

Biz onun için hamd duygusuna erişmekte mutlu bir nesiliz. Çünkü münevver bir nesiliz. Çünkü cahil değiliz, her şeyi dümdüz görmüyoruz. Derinliğini ilmen biliyoruz veya elimize mikroskop geçmişse müşahede yoluyla biliyoruz veya kitlesel büyüklükleri görebiliyorsak uyumu fark ediyoruz.

Mesela; Süleymaniye camiini beğeniyorlar. Kitlelerin uyumu var. Kubbenin minarelerle, duvarlarıyla, istinat teşkil eden kısımlarıyla çevresine çok güzel bir uyumu var. "Şahane bir mimarî zevk var." diyorlar. Valide camii gibi dışında çok süs yok ama onun o sade duruşu, oturmuş bir kaplan gibi duruşu fevkalâde beğeniliyor. Mimarîden anlayan insanlar için hoş bir şey.

Onun için, bizim hamd duygusuna sahip olmamız lazım. Yaratanımız olduğunu idrak etmiş insanlar olmamız lazım. Mü'min insanlar olmamız lazım. Ondan bir adım öte, bizi yaratanın bize iyilik ettiğini anlamış olmamız lazım. Çeşitli iyiliklerinin içinde yüzdüğümüzü, varlığımızın O'nun iyiliklerinden kaynaklandığını, onunla devam ettiğini idrak içinde olmamız lazım. İşte hayatın en mühim işi bu. Tahsil değil, kazanç değil, kazancını keyfince harcamak değil, keyif yapmak değil en önemli duygu bu. Tahsilin de aslı esası bu. İlmin de aslı esası bu duyguya erişmek.

Sizin de bu duyguyu yakalamış olmanız lazım. Bu duyguyu, "elhamdülillah" duygusunu bel kemiği yapmanız, temel yapmanız lazım. Ama düz bir duygu olarak değil de derinlemesine, şuuruna vararak. "Elhamdülillah" dediğiniz zaman sevgi ve hayranlık dolu olan bir insanın "elhamdülillah" demesine ulaşmanız lazım.

Hani aktörlük yapacak insanlara jestleri, mimikleri, sesin tonunu, vurgularını derinlemesine öğretirler. Mesela; "alo" demekten "alo" demeye fark vardır.

Telefon çalar, birisi telefona bakar; "Alo!" Yani âdetâ "Beni niye rahatsız ettin? Ne istiyorsun, hadi söyle!" der gibi. Kabadayıca bir "Alo!" der. Veyahut "aloo." Ha, bunu kibar bir kızcağız açmış. Belki bir aktör sizin karşınızda otuz türlü "alo" der ve hepsinde de hangi duyguyla söylemiş olduğunu sezersiniz.

"Ne akıllısın sen!"

"Ha, bu bana hayran, aklımı çok beğendi, böyle diyor." dersiniz.

"Ne akıllısın sen!" Bu kızıyor, alay ediyor; anlarsınız. "Sen menfaatini gözetiyorsun güya kurnazlık yapıyorsun ama ben senin niyetini anladım." demek istiyor, değil mi? Ton farkı var. Duygu; söylenen sözün üslubuna, vurgusuna, tonuna tesir ediyor. Oradan anlıyoruz.

İnsan da "elhamdülillah" derken nasıl demeli?

Bu konuşmadan sonra tek başınıza kaldığınız zaman nasıl elhamdülillah diyeceğinizi bir talim edin bakalım.

Fâtıri's-semâvâti ve'l-ard. Güç kuvvet sahibi, sanat ve sonsuz bilgi sahibi. Mühendislerin doktorların, atom alimlerinin, filozofların, tarihçilerin bilgileri; her türlü bilgi lafta kalmamış semâvât ve arz meydana gelmiş. Karşınızda muazzam bir eser var. Muntazam, tıkır tıkır çalışıyor. Üstelik "Tıkır tıkır" yapmadan çalışıyor, sesi bile yok, ses bile sıfıra indirilmiş. Güneşin dönüşünü hesaplıyorsunuz; ay tutulmasını, güneş tutulmasını, güneşin doğuş saatini, batış saatini, baharı, mevsimi hesaplayabiliyorsunuz. Çünkü nizam var, güveniyorsunuz.

"İleride böyle olup olmayacağı ne mâlum?"

"Canım işte ortada bir nizam var. Bir düzen olduğu için böyle olacağı belli." diyorsunuz.

İşte bu nizamın bir tanzim edicisi vardır. Ortada bir düzen varsa, dizim varsa, bir dizi varsa, bir dize varsa bunun düzenleyicisi vardır. Bir mısra okuyorsunuz.

"Bunu kim yazmış?"

"Kimse yazmamış."

"Ne demek kimse yazmamış?"

"Çocuk okumayı yazmayı öğrensin." diye bir torba harf götürdüm, harfleri masanın üstüne şöyle bir döktü, sıraladı, bir mısra meydana geldi.

Buna inanır mısınız?

Mümkün değil.

Harflerin çocuk tarafından tesadüfen masaya dökülmesinden ve yan yana tren gibi dizilmesinden bir mısra, bir şiir meydana gelir mi?

Olmaz. Gelmez, mümkün değil. Bir isim bile zor meydana gelir. Milyarda bir ihtimal. Beş-altı harfli bir isim bile kim bilir ihtimaller hesabına göre kaç milyarda bir oluşur. Yani muhakkak bir intizam var, o intizamı tanzim eden var.

Elhamdülillâhi fâtıri's-semâvâti ve'l-ard. Yerleri ve gökleri yaratan Allah'a hamd edeceğiz. "Niye hamd edeceğiz?" diye bir duygu içine düşersen yerlere, göklere bak. Yere bir bak! Yüksek bir tepeye çık, Yûşâ Tepesi'ne çık; Boğaz'ın bir Kuzey tarafına bak, bir de Güney tarafına bak. Gör, Allah nasıl güzel yaratmış. Dağlar var, denizler var, çiçekler var, ağaçlar var, rüzgâr var, kokular var.

Bunlar nasıl oluyor? Hücre yığınından, atom yığınından bu kadar çeşitlenme nasıl oluşuyor?

Bir çuval hücre yok da ortada, bir ton hücre yok da, greyderle yığılmış hücre yok da bu güzellik, bu intizam ve bu gaye nasıl oluyor? Çam ağacı belli; çalışıyor, büyüyor, yaprakları, kozalakları var. Kozalakların içinden çam fıstığı yere düşüyor, oradan yavru çamlar meydana geliyor.

Tesadüf mü? Mümkün mü?

Değil.

Fâtırı's-semavâti ve'l-ard. "Bu gökleri, bu yeri ve bunların muhtevalarını, muhteviyatlarını –nereden başlarsan başla- yaratana hamd olsun."

Hamd Yaratan'ındır. Sen kabul etsen de etmesen de, hamd etsen de etmesen de hamd O'nundur.

Şu, kendi kendine mi oldu?

Hayır, bu bir fabrika eseri. Mutlaka bir fabrika eseri; kendi kendine olması mümkün değil. Semâvât ve arz da kendi kendine olmaz. Tabiatın eseri! "Tabiatın eseri" diyenler bir yorum getirmiyorlar, sadece inatlarından ismi telaffuz etmemeye inat ediyorlar.

Tabiatın eseri!

Tabiat ne? Tabiat dediğin ne?

Câili'l-melâiketi rusülâ. Ülî ecnihatin. "Nice kanatları olan melekleri elçi yapan." Mesnâ ve sülâse ve rubâa. "İki,üç, dört."

Yezîdü fi'l-halki mâ yeşâü. "Daha da dilediğini, daha fazla da yapar."

İnna'l-lâhe alâ külli şey'in kadîr. "Her şeye kâdirdir, sonsuz derecede kâdirdir, hiçbir şey ile mukayese edilmeyecek derecede, önünde imkânsızlık olmayan bir kudretle kâdirdir. Her şeyi; hilkati, yaratılışı arttırmaya, çeşitlendirmeye sonsuz güç sahibidir. Hamd; melekleri de iki kanatlı, üç kanatlı ve daha fazla kanatlı varlıklar olarak elçi olarak gönderen, gökleri ve yeri yaratan Allah'ındır."

Melekleri zikretmesinin hikmeti nedir?

Bizim görmediğimiz varlıklar var, biliyoruz. Göremediğimiz bazı varlıkları alet, edevat vasıtasıyla tespit edebiliyoruz. Görmememiz sebep değil; görmediğimiz pek çok şey var ama gerçekte var olduğunu biliyoruz. Onların varlığını biliyoruz. Melekler de öyle varlıklar.

Şu anda burada melek var mı?

Var.

Senin vücudunda melek var mı?

Var; 360 kadar melek var. Yerde gökte melekler var. Ve Allah, bunların bir kısmını elçiler olarak gönderiyor. Peygamberlerine elçi olarak göndermiş. Peygamber Efendimiz'e Cebrail aleyhisselam'ı göndermiş. Tabi bu da muazzam bir iş. "Melekler" diye varlıkları var, bu da enteresan. Bu varlıklar da insanlara haber getiriyor, peygamberlere Allah'ın emrini getiriyor. O da enteresan, şâyân-ı dikkat bir olay.

Mâ yeftehı'l-lâhu li'n-nâsi min rahmetin felâ mümsike lehâ. "Allah insanlara bir rahmet imkânı açtı mı onu kimse tutamaz, engelleyemez, mâni olamaz." Allah bir hayır kapısı açtı da, bir kuluna hayır vermeyi murat etti mi onu kimse engelleyemez. Peygamber Efendimiz'i seyyidü'l-evvelîn ve'l-âhirîn yapmış. Kimse engelleyemez; ne Yahudi’si ne Hristiyan ne Kureyşîsi, ne Mecusi’si. Ne krallar, ne ordular ne katiller hiçbir şey yapamaz. "Allah, insanlara bir rahmet kapısı açtı mı o rahmet kapısını açmayı murat etti mi kimse engelleyemez, kimse mâni olamaz."

Vemâ yümsik felâ mürsile lehû min ba'dihî. "Men etmişse, vermemeyi murat etmişse, kimse de o rahmeti, o engeli kaldırıp da insanlara ulaştıramaz." Mümkün değil. Verirse O verir, keserse O keser. Verdiğini hiçbir kimse engelleyemez. Engellenmiş olan, vermemeyi murat ettiği bir şeyi de kimse sağlayamaz.

Bu neyi gösteriyor?

Ve bi'l-kaderi hayrihî ve şerrihî mina'l-lahi teâlâ'yı gösteren bir âyet-i kerîme. Birçok âyetler arasında bir tanesi de bu. Allah; "Bak dilersem yaparım, dilemezsem yapmam; dilersem veririm, dilemezsem vermem." diyor.

Şu âyet-i kerîmeyi görmüyor musun?

"Allah insanlara bir rahmetin kapısını açtı mı kimse engelleyemez, vermeyecek oldu mu da kimse verdiremez." diyor.

Bu kader değil mi?

Kader.

Muhterem kardeşlerim!

Allah insana gerçekleri anlayabilecek nur vermeli. "Basîret" dediğimiz, "gönül gözü" açık olmalı. Gönül gözü kapalı oldu mu bu gözlerin görmüş olması kıymet ifade etmiyor. Âyeti görüyor ama atlıyor. Görüyor ama mânasını kavramadan geçiyor.

O halde birkaç hakikati buradan hemen çıkaralım: Bir kere müsterih olun, rahat olun. Rızık için, geçim için, meslek için endişe etmeyin. Allah size bir rahmet nasip etmişse kimse engelleyemez, gelecek. Rızkınız sizi eceliniz gibi arıyor.

Ecelden kaçabilir misin?

Kaçamazsın.

Rızkından kaçabilir misin?

Kaçamazsın. Gelir ağzına girer. Uyurken ağzına akıtırlar. Mutlaka gelir. Bir kere bu rahatlık içinde olun; harama, yanlış kazanç yollarına hiç tenezzül etmeyin.

Neden?

Sana rızık gelecek.

Niye haramdan gelsin?

"Haramdan gelmesini istemiyorum." de.

Haramdan gelmesini istemeyince helalden gelecek.

Allah insanın önüne iki imkân çıkarır; bir helal imkân bir haram imkân. Ama gelecek olan aynı şeydir, aynı miktardır. Eğer acele ederse, edepsizlik, imansızlık, günahkârlık, âsîlik ederse haramdan gelir. "Yok, ben helalinden istiyorum." derse aynı rızık döner dolaşır, helalden gelir.

"Hocam, misal ver! Böyle şeyleri nereden biliyorsun? Oturduğun yerden koca koca lafları nasıl söylüyorsun?"

Yusuf aleyhisselam'ın hikâyesine bakalım. Yusuf aleyhisselam'ın Zeliha validemiz ile mâcerâsını düşünelim. Bir mâcerâsı oldu. Yusuf aleyhisselam esir olarak saraya girdi ama çok güzel, çok ahlâklı bir insan, erkek güzeli, güzeller güzeli. Köle olarak satın alındı, evlatlık olarak benimsendi. Zeliha onu gördü, dayanamadı. Aklı gitti, gönlü takıldı. Ve kapıyı kapattı.

Ve kâlet heyte lek. "‘Haydi gel” dedi.

Ama O ne dedi?

"Ben Allah'tan korkarım" dedi, Allah'tan korktu. Bir kadına kavuşacak; imkân var, kadın asil, belki birçok kimsenin temenni edip de ele geçiremediği cinsten, müstesna, asaletli, soylu bir kadın.

Ama Yusuf aleyhisselam ne diyor?

"Ben Allah'tan korkarım."

Kadın hücum ediyor, Yusuf aleyhisselam kaçıyor. Kadın gömleğine yapışıyor, o zorluyor; gömleği arkadan yırtılıyor.

Tam kapıda da kadının kocası kapıyı açıyor, o manzarayla karşı karşıya geliyorlar.

"Bu ne hal?" diye soruyor.

Kadın diyor ki;

"Senin karın için kötülük isteyen bu kölenin hali ne olur? Sen bunu öldür” Yani bocalayıp durumu kurtarmaya çalışıyor.

Yusuf aleyhisselam gayet sakin, diyor ki;

"Hayır! O teşebbüs etti, ben de kaçtım."

O mu doğru söylüyor, bu mu doğru söylüyor?

Birisi diyor ki; "Bunun çözümü kolay; gömlek önden yırtılmışsa o zaman kadın doğru söylüyor. Arkadan yırtılmışsa erkek doğru söylüyor, kadın yalancı."

Bakıyorlar ki gömlek arkadan yırtılmış.

Sonra ne oldu?

Seneler geçti ama sonunda Yusuf aleyhisselam ile Zeliha hatun evlendiler. Kocası öldü, dul kaldı, o hapisten çıktı, neticede yine evlendiler. Demek ki kader bunların evliliklerini yazmış. Yazmış ama bu evlilik ya haramdan olacaktı ya helalden olacaktı. Yusuf aleyhisselam diretti, helali tercih etti. Allah helalinden nasip etti.

Ama orada bir ayrıntı var:

Ve lekad hemmet bihî ve hemme bihâ levlâ en raâ burhâne rabbihî. "Eğer Rabbinin burhanını, delilini, alâmetini, işaretini görmemiş olsaydı; O’da, O’nu istemişti." deniliyor. Ama Rabbinin burhanını, delilini gördü de onun üzerine durdu.

Kadere inanmış olacağız, rızık için endişe etmeyeceğiz. Çünkü Allah, rızkı da takdir etmiş. O da bir ölçü ile sana gelecek. Helali tercih edeceksin. Gelmeyene üzülmeyeceksin, esef etmeyeceksin. Gelenin şükrünü eda etmeye çalışacaksın. Lütuf ve rahmet Allah'tandır. Onun için insanın o şuur içinde olması lazım.

Ve hüve'l-azîzü'l-hakîm. "Allah-u Teâlâ hazretleri izzet sahibidir." Kimse O'nun fevkinde olamaz. Aziz olan O'dur, galip olan O'dur, sözü geçen O'dur, dediğini yaptırtan O'dur. Hakîmdir, her şeyi hikmetle yapar. Allah'ın her olayında, her hadisesinde hikmet vardır. Siz münevver kimseler olarak onları anlamaya çalışın.

Yâ eyyühe'n-nâsü'zkürû ni'meta'l-lâhi aleyküm. "Ey insanlar! Allah'ın size bahşetmiş olduğu nimetleri unutmayın, hatırlayın." "Benim üzerimde Allah'ın ne nimetleri var?" diye düşünün.

Falanca insan hasta, sen sıhhatlisin. Sıhhat bir nimet! Falanca adamın gözü kör, senin gözlerin görüyor. Göz bir nimet! Falanca adam tahsilini tamamlayamadı, ben üniversiteye geldim. Bu bir nimet! Elhamdülillah ben mü'minim. İman büyük nimet!

Nimetleri hatırlayın, Allah'ın nimetlerini unutmayın. Tabi o nimetlerin sahibine karşı vazifeniz de olacak.

Hel min hâlikın gayru'l-lâhi yerzükuküm mine's-semâi ve'l-ard. "Gökten, yerden sizi çeşitli nimetlerle rızıklandıran başka bir hâlık mı var, yaratan mı var?"

İşte Allah!

Yerden otları, sebzeleri bitiren, ağaçlarda meyveleri tatlandıran, gökten yağmuru yağdıran, güneşi çıkaran başka biri mi?

Hepsini yapan Allah. Lâ ilâhe illâ hû "O'ndan gayrı ilâh yok."

Fe ennâ tü'fekûn. "Ey insanlar! Nasıl da bu gerçekleri göremiyorsunuz, anlamıyorsunuz da aldatılıyorsunuz, kandırılıyorsunuz." Nasıl böyle bir iftiraya, Allah'a karşı yapılan yalan isnatlara kapılıyorsunuz, onları esas sayıyorsunuz.

Âyetin başında yâ eyyühe'n-nâs demesini şimdi anladık. "Ey insanlar!" diyor. Yani daha ziyade inanmayan insanlara ve tüm insanlara bir ihtar var.

"Ey insanlar! Şu etrafınıza baksanız gerçeği göreceksiniz. Nasıl oluyor da bu gerçekleri kavrayamıyorsunuz da kâfir olarak kalıyorsunuz, imana gelmiyorsunuz. Bu gerçekler varken nasıl aldanıyorsunuz?"

Demek ki insan aklını, duyu organlarını kullanırsa, mukayeseler yaparsa, çevresini iyi incelerse gerçekleri görebilecek. Bu, ifade ve işaret olunuyor, bu isteniyor. Dikkat edilirse Allah'ı tanımamıza, Allah'ın bize çok nimetler verdiğini anlamamıza teşvik var. Bizden bu isteniyor. Hayatın en mühim olayı budur, ilk mühim olay budur. Bunda bir kusurumuz, eksiğimiz varsa ötekilerin hepsi boşa gider, hiçbir şey elde edemeyiz. Bu husus en önemli husustur.

Biz de bunu anlamış insanlarız; elhamdülillah. Müslümanlar ve Mü'minler olarak hayatımızın gayesi, temeli, bütün duygularımız, düşüncelerimiz odur.

Bizi bu salonda toplayan da iman duygusudur. Bizi öteki gençlerden farklı kılan; sorumluluk duygusu taşıtıp da halkımıza karşı, öbür ortadan insanlara, nâsa karşı, görev duygusuna sahip kılan Allah'a hamd olsun! Bu güzel bir şey, teşvik ediliyor. En mühim işimiz bu.

Sonra, Peygamber Efendimiz'e bir teselli var:

Ve in yükezzîbûke fe-kad küzzibet rusülün min kablike. "Ey Muhammed! Ey resûlüm! Ey benim elçim! Ey mübarek insan! Ey güzel ahlâklarla mütehallik olan; hassas, duygulu, herkesin iyiliğini isteyen, ‘herkes imana gelsin de cennete girsin' diye çırpınan peygamberim! Onlar seni reddederlerse sözlerini yalan sayarlarsa, yalan söylüyorsun sanırlarsa, sen doğru söylüyorsun ama onlar seni tekzip ederlerse, yalan söylediğin kanaatiyle sana öyle yan yan bakarlarsa, inanmadan bakarlarsa; bak, bu ilk defa senin başına gelen bir olay değil.

Fe-kad küzzibet rusülün min kablike. "Senden önceki peygamberlere de böyle bu muamele yapıldı." İnsanoğlu karşısındakine kolay inanmıyor. Peygamberlere bile böyle şeyler oluyor.

Ve ila'l-lâhi türceu'l-ümûr. "Bütün işler Allah'a döndürülür, Allah'a râcîdir." Sonunda Allah'ın huzurunda iş belli olacak.

Peygamber Efendimiz'in; “bu peygamberdir, peygamberlerlik müessesesinden mezun olmuştur” diye bir şehadetnamesi, vesikası, belgesi; mühürlü, çerçeveli, kenarı süslenmiş bir diploması var mıydı? Böyle bir şey var mı?

Yok. Onlar "sen peygamber değilsin" dedikleri zaman Peygamber Efendimiz ne diyor?

Kefâ bi'l-lâhi şehîden beynî ve beyneküm. "Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter."

Sen ister kabul et, ister kabul etme.

Ve ila'l-lâhi türceu'l-ümûr. Sonunda Allah'ın huzuruna gideceksin, orada belli olur. "Er yarın Hak divanında belli olur." diyor şair. Er, yarın Hak divanında belli olur! Şimdi öyle deniliyor, böyle deniliyor. İftiracılar o zaman mahzun olacaklar, mahrum olacaklar. Yanlış söz söyleyenler görecekler.

Yâ eyyühe'n-nâs. İnne va'da'l-lâhi hakkun. "Allah'ın vaadi doğrudur, haktır." Allah "âhiret var" dediyse olacak. "Cennet var" dediyse vardır. "Ceza ve cehennem var dediyse, o da var. "Mîzan ve hesap var" dediyse, tartma ölçme var.

İnne va'da'l-lâhi hakkun. "Allah'ın vaadi haktır, gerçektir, hakikattir; olacak."

Felâ teğurrennekümü'l-hayâtü'd-dünyâ. "Sizin şu anda ki hayatınızın içindeki olaylar, meşguliyetleriniz, şu andaki rahatınız keyfiniz aldatmasın." Eviniz var, barkınız var, çevreniz var. İnkâr ediyorsunuz ama başınıza taş yağmıyor, bir şey olmuyor; yaşıyorsunuz. Hayâtü'd-dünya burada yeryüzü mânasında değil; "şu yakın hayat, içinde yaşamakta olduğunuz hayat" demek. Âhiret olacak, Allah'a döneceksiniz, işler Allah'ın huzurunda hallolacak, Allah'ın vaadinin hak olduğunu o zaman göreceksiniz. Bu dünya hayatındaki olaylar ve şu andaki imkânlarınız sizi aldatmasın.

"Yaşıyorum" diyorsunuz.

Öleceksiniz be! Toprak olacaksınız! Kemiklerinizle çocuklar oynayacak, mezarınız çökecek, üstüne ayyaşlar, esrarkeşler gelecekler. Gazetelerde vardı. Bazı açıkgözler çıkmışlar, mezarları kazıyorlarmış. Kafa tarafından uç tarafını açıyorlar, eski ölülerin kafatasını çıkarıyorlarmış. Altın diş varsa onları soyuyorlarmış. Yani mezar soygunculuğu. Eskiden kefen soygunculuğu oluyordu, "bezdir" diye kefen soyuyorlardı. Şimdi ölünün altın dişini soyuyorlar. Bir zamanlar ne adamdı ama şimdi kafatası hırsızlarının elinde geziyor, dişlerini söküyorlar. Allah'ın vaadi haktır, âhiret var; dünya hayatı sizi aldatmasın!

Velâ yeğurranneküm bi'l-lâhil ğarûr. "Allah'ın azabından, gazabından, cezasından şeytan sizi gafil etmesin."

Bazıları; "Allah gafûrdur, rahîmdir" diyor, Allah'ın rahmetine aldanıyor, cezasını unutuyor.

Bu günahı niye işliyorsun? Niye içki içiyorsun?

"Allah gafûrdur, rahîmdir, boş ver. Allah benim gibi bir kulu mu cezalandıracak?" diyor, rahmetinin genişliğine aldanıyor. Bu bir aldanma. Veya bazısı da; "Yok öyle şey canım! Hayat ancak bu hayattır, başka hayat yok. Yaşayacağız, öleceğiz; ölünce her şey bitecek, arkasından ikinci bir hayat gelecek değil. Vur patlasın, çal oynasın!" diyor. Usta bir aldatıcı olan şeytan veya çeşit çeşit aldatıcılar sizi Allah'ın cezasından da, azabından da, ikâbından da aldatmasın.

Dünya hayatı aldatıcıdır. İnsanı birkaç türlü aldatır. Keyifler, zevkler, manzaralar, mesire yerleri. Nerede güzel manzaralı bir yer varsa oraya bir gazino kurulur; panaromik, döner mekanizmalı. Bakarsın içki, kumar ve her türlü günah! Orada Allah'ın kudretini temaşa edip de ibadet etmek yerine olmayacak şeyler var. Eskiden nerede bir dağ başı varsa orada bir ibadethâne yapılmış. Bir âbidin, bir râhibin, bir zâhidin ibadethânesi olmuş. Şimdi nerede bir manzaralı yer varsa orada bir gazino yapıyor. En manzaralı yerlerde günah işleniyor. Allah insanı şaşırtmasın!

İnne'ş-şeytâne leküm adüvvün fe'ttehızûhü adüvvâ. "Aldatıcıların başı, insanı asıl aldatan şeytandır.O sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman edinin."

"Benim esas düşmanım şeytandır." diye siz de bu şuura erin ve şeytanın düşmanlığına karşı siz de ona düşmanlık edin.

"Seni kör şeytan seni! Sen beni aldatmaya çalışıyorsun” diye müslüman ona düşmanlık edecek ve onun dediğini yapmayacak.

İnnemâ yed'û hizbehû li yekûnû min ashâbi's-saîr. "O insanları kendisinin tarafına çağırıyor."

Li-yekûnû min ashâbi's-saîr. "Cehennem ateşi sahiplerinden olsun, oranın ahalisinden olsun diye insanların ayağını kaydırmaya çalışıyor, cehennemlik olsunlar diye uğraşıyor."

Ellezîne keferû le-hüm azâbün şedîd. "Kâfirlere Allah'ın şiddetli bir azabı vardır." Kâfir olanlara; gerçekleri, imanı inkâr edenlere.

Ve'l-lezîne âmenû ve amilü's-sâlihâti lehüm mağfiretün ve ecrün kebîr.

Ve'l-lezîne âmenû. "O kimseler ki iman ettiler" Ve amilü's-sâlihâti. "Salih, iyi icraatta bulundular, hayırlı işler yaptılar." Lehüm mağfiretün ve ecrün kebîr. "Onlar Allah'ın mağfiretine erecekler, onlara Allah'tan mağfiret ve büyük ecir vardır." İman ve imanının gereği olan eylem ve çalışma. Amilü's-sâlihât. "Çok, çeşitli, uygun icraatlar, hayırlı işler, sevaplı faaliyetler." Bir tane değil, tek yönlü değil.

Onun için çok yönlü çalışacaksınız! Fevkalâde aktif olacaksınız!

Salih ameller, salih icraatlar yapacaksınız. Salih, iyi işler yapacaksınız. Hayırlı işler yapacaksınız. Sizden öncekiler yaptılar, gittiler. Size camiler, vakıflar, medreseler bıraktılar. Şimdi bir tanesini kiraladığımız zaman sevincimizden uçuyoruz. Çeşmeler, yollar, köprüler yaptılar. Diyar diyar gezdiler. İnsanlara hakkı anlattılar, hayrı anlattılar. Allah rızası için daha bizim bilmediğimiz nice nice hayır hasenât işleri yaptılar. Açları doyurdular, çıplakları giydirdiler. Değil insanlar, yaralı hayvanları bile tedavi ettiler. Uyuz hastalığına tutulmuş hayvanı merhemlediler, köpeklere baktılar; ayağı kırık, kanadı kırık kuşları tedavi ettiler. Tüm insanlardan ayrı, tüm canlılara yönelik bir duygu içinde oldular.

Ve in min şey'in illâ yüsebbihu bi-hamdihî velâkin lâ tefkahûne tesbîhahüm. "Allah'ı zikr ü tesbih etmeyen hiçbir varlık yok ama siz onun zikrini, tesbihini sezemiyorsunuz." "Kuş da, ağaç da, çiçek de zikrediyor." diye Kur'an söylüyor. Şairler söylemiyor; edebî bir benzetme değil, duygusal bir yaklaşım değil.

Tabi o da bir varlık. Sen de bir varlıksan. Aslında sen bir varlık değilsin, milyar varlıksın. Senin içinde kan hücreleri, deri hücreleri, kemik hücreleri var. Sen bir konfederasyonsun. Federasyon bile az gelir! Sen bir âlemsin, sen bir kâinatsın. Sen bir devletsin. Sen bir imparatorluksun! Senin vücudun birçok şeyden müteşekkil. Onda daha az var.

Sen Allah'a kulluk edersin de o etmez mi? Sen Allah'ı zikredersin de o etmez mi?

O daha iyi eder. Çünkü onda nefis yok, çünkü onda Allah'ın emrine aykırı hareket etme temayülü yok. Allah ne derse ancak onu yapıyor. Allah sana bir kabiliyet vermiş, bir hürriyet vermiş, bir irade-i cüz'iyye vermiş; kâh hayra gidersin kâh şerre. Kâh o tarafa yalpalarsın kâh bu tarafa.

Evet, bir âlemsin ama farkında değilsin. Kendi kıymetinin, izzetinin, sana verilen nimetlerin şükründe değilsin. Yaratanının sana iyiliklerini kavramış değilsin. O'na kulluk etmenin gerektiğinin zarafetine, edebine ulaşmış değilsin de ondan yapıyorsun. Evet, birçok meziyetlerin var ama taştan bile gerisin. Allah'ı tanımıyorsan, Allah'ı bilemiyorsan, O'nu bulamamışsan, sevememişsen, hamd duygusu içinde değilsen, "elhamdülillah" derken sevgiden coşup gözlerin yaşarmıyorsa, Kur'an âyetlerini okuduğun zaman tüylerin diken diken olmuyorsa sıfırsın.

Muhterem kardeşlerim!

İşte hayat bu. İşte iman bu. İşte din bu; Allah'ı bilmek, bulmak, sezmek, sevmek, ona kul olmak, salih icraat yapmak; şeytanın düşman olduğunu bilmek onunla savaşmak, inkârın çıkmaz olduğunu, uçurum olduğunu bilmek, o tarafa yanaşmamak. İmanın hayat olduğunu nur olduğunu bilmek, ona yapışmak. Hayatın önemi, aslı, esası, gayesi, hedefi bu.

Li-yeblüveküm eyyüküm ahsenü amelâ. Allah bizi, ‘hangimiz daha güzel icraatta bulunacak, o ortaya çıksın.' diye, imtihan olunmak için yaratmış, dünyaya göndermiş." Bunu belirtmek için. Yani "biz bilelim" diye, yoksa elbette her şey O'nun mâlumudur. Acaba hangisi daha iyi amel icra edecek, salih amel işleyecek, hayırlı işler yapacak? Hangisi daha üstün kul olacak? Diye imtihan olunmak için insanlar buraya gelmiş. Bu hayat böyle devam etmeyecek; ne sizde ne bizde.

Bir bitmeyecek zevk verirken beste…

Bir tel kopar, âhenk ebediyyen kesilir!

"Bu hayat bir beste gibi çok zevkli bir tarzda devam edip dururken bitiverecek. Tel kopacak, ses kesilecek, ömür bitecek."

Ne zaman bitecek?

Kim bilir belki yarın,

Belki yarından da yakın.

Böyle bir toplantı oluyor, oradan çıkıyor. Allah hıfz eylesin. Karşı sokağa geçerken araba çarpıyor. Az önce toplantıda beraberdik!

İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn.

İzâ mâte'l-insânü fe-kad kâmet kıyâmetühû. "İnsan öldü mü onun kıyameti kopmuş demektir." Özel kıyameti, şahsî, kişisel kıyameti kopmuş demektir. İnsan öldü mü, öldü. Tamam. Onun kıyameti kopmuş, onun işi bitmiş.

İşte bu kıyamet hepimizin başında. Ama millet bu kıyametten hiç endişe etmiyor.

Sen asıl özel kıyametine hazırlan! Şahsî, kişisel kıyametin akbaba gibi başının ucunda dönüp duruyor. Sen ona hazırlan!

 İnsan o zaman ne yapacak?

Aklını kullanacak. Allah zaten akıl vermiş, yetmiyor mu? Aklını kullanacak.

Sizlerin mü'min-i kâmiller olmanızı istiyoruz. Kalp gözü açık insanlar olmanızı istiyoruz. Vicdan sahibi ve Allah'ın sevgili kulları olan erenlerden, evliyâdan olmanızı istiyoruz. Bu, bir.

Ondan sonra mesleğini bilen insanlar olmanızı istiyoruz. Doktorsanız doktor olun. Ama adam gibi doktor olun. Yarım doktor olup da candan etmeyin. Mühendisseniz, yaptığınız salonun tavanı çökmesin. Ziraatçıysanız, başarılı bir ziraatçı olun. Veterinerseniz, başarılı bir veteriner olun. Hangi işi tuttuysanız güzel yapın. Çünkü "Allah tuttuğu işi güzel yapan kimseyi sever." diye hadîs-i şerîf var. Meslekî kalite istiyoruz. Biz sizin iyi, kalifiye eleman olmanızı istiyoruz. Hangi meslekteyseniz onu en güzel tarzda yapmanızı istiyoruz. Videocu, en iyi videocu olacak. Bir imalat, en kaliteli imalat olacak. İmalatın ismi ve garantisi olacak. "Ha o mu? Tamam, onunki güzeldir." Bu tarzda olması lazım.

Sonra Allah'ın size verdiği o vicdan ile, iman ile, İslâmî bilgilerle, İslâm'ı iyi bildiğiniz için müslümanların ve insanlığın hizmetine yönelmenizi istiyoruz.

İnne'l-lezîne âmenû ve amilü's-sâlihât. "İman, imanın arkasından iyi icraat, hayırlı işler" isteniyor.

Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.

Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.

Eser isteniyor sizden. Yapacağınız bir şeyler olsun. Arkada bırakacağınız, "İşte bu da benim hayrâtım, hasenâtım, amel-i sâlihim." diyebileceğiniz şey isteniyor. Biz bunu istiyoruz.

Türkiye'de bu yapılmadan, öteki taraflara da fayda kolay kolay gitmeyecek gibi görünüyor. Çünkü o ülkelerin yapısı bizden biraz daha zayıf. Bizim nüfus potansiyelimiz var, kültürel bakımdan daha çabuk gelişmişiz. Eskiden imparatorluğun merkezi olduğumuz için göreneğimiz daha yüksek. Başka ülkelerde saygınlığımız var.

Çünkü "İnsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olandır." biliyoruz. "Peygamber Efendimiz bizden böyle memnun olacak, Allah bizden böyle razı olacak." diye teşvik görmüşüz.

Onun için sizleri ciddi çalışmaya davet ediyorum. Mesleğinizde en üstün kişi olmaya davet ediyorum. Birinci olmaya, şampiyon olmaya davet ediyorum. Mazlum ve mâsum insanların yardımcısı olmaya davet ediyorum. Sadece kendi ülkeniz içinde değil, dünyanın her yerindeki insanlara yardım elinizi, himmetinizi geniş tutmanızı istiyorum. Sorumluluğa, alın terine, çalışmaya, Allah'ın razı olacağı büyük işleri yapmaya davet ediyorum.

 Allah gayretinizi ziyade etsin, muvaffak etsin.

Cesur insan hayatta bir defa ölür.

Bir defa öleceğiz. Hemen yarım saat sonra gelecekmiş gibi ölüme hazır olun. Tevbekâr olun, hakları ödemiş olun, zalim olmayın, günahkâr olmayın, abdestsiz olmayın, namazsız niyazsız olmayın ölüme hazır olun.

Allah uzun ömür versin.

Beli iki kat olmuş, 150 yaşına gelmiş pîrler olun, ak sakallı olun, ak sakalı dizine kadar uzamış insanlar olun ama aynı zamanda yarın ölecekmiş gibi, yarım saat sonra ölecekmiş gibi hazırlıklı olun ki onda fayda var.

Râbiatü'l-Adeviyye hazretleri evliyâullahtan bir mübarek hatun, biliyorsunuz. Her sabah kendi nefsine dermiş ki;

"Bak bugün son günün, bugün öleceksin, onun için ona göre ayağını denk al, çalışmanı ona göre yap." Akşam olunca dermiş ki;

"Hadi bugün ölümden kurtuldun ama bu gece öleceksin, onun için ayağını denk al, geceni Allah rızasına uygun olarak geçir."

Her günü böyle düşünerek geçirirmiş. Bunda bir zarar yok. Uzun seneler yaşamış ama ömrünü böyle geçirmiş.

Siz de buna göre hazırlanın. Sonra Allah'ın iyi kulu olursanız Allah mutlaka korur.

"Allah size bir rahmetin kapısını açarsa kimse onu kapayamaz." Korkmayın. Onun için Allah'ın dostluğunu kazanmaya bakın. "Allah size kızar da, gazap eder de size bir cezayı murat ederse kimse de engelleyemez." Allah'ın cezasına müstahak duruma düşmemeye gayret edin. Bu kadar basit. Ölüm bir defa olacak, kader değişmez. Onun için müsterih olun.

Allah-u Teâlâ hazretleri hayırlara muvaffak etsin. Sevdiği kul olmayı, sevdiği kul olarak yaşamayı nasip etsin.

Diğer Kayıtlar
Başlık Eklenme Tarihi Paylaş Oku Ekle Süre Beğen
playlist play 00.00.1994 - İslamda Tasavvufun Önemi 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 30 playlist like
playlist play 01.07.1994 - Hizmet Şuuru, Değişen Dünyada Üzerimize Düşen Görevler 29.11.2022 playlist oku playlist ekle 20 playlist like
playlist play 01.09.1997 - Doğru İnanç, Allah İnancı, Hayattaki Gayemiz 14.07.2023 playlist oku playlist ekle 26 playlist like
playlist play 02.02.1993 - Peygamber Sevgisinin Gerekilikleri, 14.07.2023 playlist oku playlist ekle 39 playlist like
playlist play 02.08.1989 - Alim ve İlmin Önemi, İslama Hizmet, Şuurlu Olmak 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 38 playlist like
playlist play 03.02.1992 - İslam ve Tasavvuf 14.07.2023 playlist oku playlist ekle 41 playlist like
playlist play 03.07.1994 - İslam Hizmetinin Önemi 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 31 playlist like
playlist play 04.02.1992 - Zikrullahın Fazileti ve Çeşitleri 14.07.2023 playlist oku playlist ekle 40 playlist like
playlist play 04.07.1997 - Güzel Huyun Önemi, Tasavvuf 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 26 playlist like
playlist play 05.01.1991 - Çalışma ve İcraatın Önemi 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 39 playlist like
playlist play 05.02.1992 - Güzel Ahlakın Önemi, Tasavvufta Güzel Ahlak 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 45 playlist like
playlist play 06.04.1995 - Dünyadaki Değişiklikler, İslamda Hizmet 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 18 playlist like
playlist play 07.07.1994 - Kendini Geliştirmek, Hizmet Şuuru, Mesleki Yeterlilik, Bilim ve Teknoloji, Mimar Sinan 12.05.2023 playlist oku playlist ekle 29 playlist like
playlist play 07.11.1996 - Allahı Zikretmenin Önemi 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 34 playlist like
playlist play 10.02.1981 - Hayatın Gayesi ve İmanın Önemi 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 47 playlist like
playlist play 11.02.1992 - Din Nedir 25.10.2022 playlist oku playlist ekle 40 playlist like
playlist play 14.02.1997 - Hanımların Sosyal Hayattaki Rolü, İslamda Hizmette Kadınlar 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 41 playlist like
playlist play 15.02.1997 - Sevginin Önemi ve Sevmeyi Öğrenme 12.05.2023 playlist oku playlist ekle 22 playlist like
playlist play 15.03.1997 - İslamda Sevginin Önemi 10.10.2022 playlist oku playlist ekle 46 playlist like
playlist play 16.05.1997 - Aşure Günü 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 28 playlist like
playlist play 16.06.1990 - Gençlere Tavsiyeler, Gençlik ve Allah Rızası, Hedef 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 37 playlist like
playlist play 17.06.1998 - Doğru İnanç, Güzel Kulluk 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 33 playlist like
playlist play 19.12.1991 - Tebliğ Metodları, Yeni İctimai Çalışmalara Yönelmek 19.09.2023 playlist oku playlist ekle 15 playlist like
playlist play 20.08.1990 - Dini Eğitimin Önemi 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 26 playlist like
playlist play 22.12.1997 - Aile Eğitimi, İlmin Eğitimin Sevginin Önemi 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 33 playlist like
playlist play 23.04.1992 - Ümmetin Görevi, Hizmet, Peygamber Sevgisi 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 54 playlist like
playlist play 23.11.1995 - Hayatımızın Gayesi, Tasavvuf ve Nefis Terbiyesi 29.11.2022 playlist oku playlist ekle 36 playlist like
playlist play 23.12.1997 - Dinler Tarihi 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 47 playlist like
playlist play 25.09.1992 - Hizmet, İletişim, Medyanın Önemi 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 37 playlist like
playlist play 26.05.1990 - Hayatın Gayesi, Nefis Terbiyesi 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 30 playlist like
playlist play 26.12.1990 - İslam Dininin Önemi 05.01.2023 playlist oku playlist ekle 32 playlist like
playlist play 27.04.1993 - Hacı Bektaşı Veli ve Tasavvuf 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 43 playlist like
playlist play 27.11.1992 - Üniversite Öğrencilerine Tavsiyeler, Değişen Dünya 13.12.2022 playlist oku playlist ekle 18 playlist like
playlist play 29.10.1992 - Değişen Dünya, Müslümanlara Düşen Vazifeler, Uyanık Olmak 16.01.2023 playlist oku playlist ekle 16 playlist like
playlist play 29.12.1992 - Tebliğ ve İrşad Çalışmaları 25.11.2022 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
Kabe
Canlı Yayın
Şuan Canlı Yayın
Canlı Yayın
AKRA CANLI
 / 
player image icon close icon
AKRA CANLI
Canlı Yayın
Canlı Yayın Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close