Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn. Ves-salâtu ve's-selâmu alâ seyyidinâ ve senedinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ve men tebi'ahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Emmâ ba'd:
مَنْ بَرَّ وَالِدَيْهِ طُوبَى لَهُ، زَادَ اللَّهُ فِي عُمْرِهِ.
Men berra vâlideyhi tûbâ lehû ve zâdallâhü fî ‘umrihî.
Ravâhül-Buhâriyyü.
Men berra vâlideyhi. "Ana babasına kim iyi evlatlık yaparsa" Evlat olarak iyi bir evlatlık gösterirse; hürmet, izzet, ikramda kusur etmeden evlatlık vazifesini güzel yaparsa. Men berra vâlideyhi. "Ana babasına kim iyilik yaparsa." Tûbâ lehû. Tûbâ Arapça'da; ne mutlu, ne hoş, ne güzel manasına gelir.
Ne mübarek, ne hoş bir iş yapmış olur O. "Ne mübarek bir iş yapmış olur." manasına gelebilir. Bir de bir hadîs-i şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Tûbâ şeceretül fî cenneh. "Tûbâ cennette bir ağaç adıdır." Kökü arş-ı rahman'dadır. Dalları cennete doğru, aşağı doğru sarkar. Ağacın kökü, Allah'ın arşındadır. Dalları cennet ahalisinin köşklerine doğru sarkar, onların köşklerine gelir, balkonlarına gelir, camlarından içeri girer, mübarek meyvelerinden herkes istifade eder. Cennette bir ağaçtır.
Hadîsi şerîfte o manasıyla; ana babasına iyilik eden kimseye; cennette tuba ağacı nasip olur, cennete girer, o ikramlara nail olur denmiş oluyor. Bu bir. Ne mutlu ona! Tabii Peygamber Efendimiz "ne mutlu" demiş bile olsa iyi bir şey olduğunu anlıyoruz.
Sonra ne olur?
Ve zâdallâhü fî ‘umrihî. "Allah ömrünü arttırır." Allah, o evladın ömrünü arttırır.
Neden?
Ana babasına iyi evlatlık yaptığı için.
Anne ve babasına iyilik yapan kimse hem cennetlik olur -başka hadîs-i şerîflerden de biliyoruz- hem de ömrü artar. Ne mutlu bir insana ki; annesi babası sağ, o da evlat. Ona iyilik yapma imkanı var.
Annesi, babası ikisi birden sağ değil de sadece bir tanesi sağ. Olsun. Bir insan, onunla da cenneti kazanabilir. Annesi babası yok. O fırsatı kaçırmış. Bazı insanlar böyle olabiliyor. Küçük yaşta annesi, babası ölmüş oluyor o da başka yoldan cenneti kazanmaya çalışsın ama, anne babası sağ olup da cenneti kazanmak çok kolay.
Hatta Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde buyurmuş ki;
"Burnu yerde sürtsün o adamın ki." Sürünsün yerde burnu. Yerlere sürünsün burnu.
رَغِمَ أَنْفُ رَجُلٍ
Rağıme enfü raculin.
"O adamın burnu yerlere sürtsün." O adam ki anasına babasına ikisine birden veya tek bir tanesine yetişti, onu idrak etti, sağlığına erişti de cenneti kazanamadı burnu yerde sürünsün. Cenneti kazanma fırsatı elindeydi; anası sağdı, babası sağdı, hizmet etseydi, duasını alsaydı ömrü uzayacaktı, cennetlik olacaktı, kazanamadı. Burnu sürtsün yerde. Böyle ifade kullanmış. Hatta minbere çıkarken üç defa âmin diyor. Biraz geçiyor âmin diyor. Biraz daha geçiyor üç defa âmin diyor.
"Ya Resûlullah her zaman yapmadığım bir şeyi yaptın. Minberi çıkarken durdun durdun âmin dedin. Neden?" diye sordular.
Cebrâil aleyhisselam böyle dedi. Ben de âmin dedim. İşte bir bir âmin deyişi bundan.
"Anne babaya yetiştiği halde cenneti kazanamayan çocuğun burnu yerde sürtsün."
"Amin" demiş.
Cebrâil aleyhisselam buyurmuş, Peygamber alehisselam âmin demiş.
Bir beddua ki, Cebrâil söylüyor, Peygamber Efendimiz âmin diyor. Yani korkmak lazım, titremek lazım.
Anneye, babaya hürmetsizlik etmekten, imanı olan bir insanın titremesi lazım. Karşı gelmekten hazer etmesi lazım. Çekinmesi lazım. Anasının babasının varlığını, vücudunu, sıhhatini, sağlığını başında sağ salim olmasını ganimet bilmesi lazım. Millet anasını babasını, başından aşırmaya çalışıyor. Evinden atmaya çalışıyor, göndermeye çalışıyor.
Almanya'da şahit oldum; anasını babasını evinden aldılar, huzur evine teslim ettiler, eşyalarını da dağıttılar. Çocuklar rahat artık. Ona huzurevinde baksınlar, öleceği zaman da ölsün gitsin. İslam böyle değil. O Hristiyanlık âdeti. Herif, ana-babasına kendisi bakmıyor da huzur evine teslim ediyor.
Orada elin adamı, senin anana, senin gibi bakar mı?
Senin babana, senin gibi bakar mı?
Aman canım onunla kim uğraşacak? Benim işim var. Karımın işi var. Orada ömrünün geriye kalan kısmını tamamlasın gibi bir mantık.
Ama İslam'da böyle değil!
İslam'da, annesi babasına hürmet etmek çok önemli. Anne-babaya hürmet, izzet, itibar, duasını almak, çalışmak fevkalade önemli oluyor. Hem de insanın ömrü artıyor, ömrüne bereket geliyor. Efendim ömrü artıyor.
Falanca insan, anneye-babaya hürmet etmedi. Cezası ne olur?
Vallahi ettiğini bulur. Kendi evladı da ona hürmet etmez. Kendi evladı da büyüdüğü zaman, kendisi yaşlandığı zaman -hep bu gençlik elde durmayacak ki. Bir zaman gelecek o da yaşlanacak- kendi evladı da ona aynı şeyleri yapar.
Neden?
O, babasına yaptı da cezaya uğruyor ondan.
مَنْ بَنَى لِلَّهِ مَسْجِدًا بَنَى اللَّهُ لَهُ بَيْتًا فِي الْجَنَّةِ
Men benâ lillâhi mesciden benallâhü lehû beyten fi’l-cenneti. [Ravâhü İbn Mâce.]
Hadîs âlimlerinden, İbn Mâce rahmetullahi aleyh rivayet etmiş ki;
"Kim dünyada bir mescit bina ederse"
Benallâhü lehû beyten fi’l-cenneti. "Allah ona cennette bir ev yapar." Mescitler Allah'ın evidir. 'Sen dünyada benim için bir ev yaptın, gel ben de sana cennette bir ev yaptım. Burada otur, cennetime gir, evine gir, safa sür.' Mescit yapana Allah cennette bir ev inşa eder, ihsan eder. Tabii insanın cennette evi olur da oraya gitmez mi?
Oraya gideceğine de alamet yani. Cennete sokar ve o köşkte insan sefa sürer.
O bakımdan mescit yapalım, mescit yapılmasına yardımcı olalım. Camiyi teşkil edelim, cemaati kuvvetlendirelim, camiye bağlanalım, camiden kopmayalım, cemaatten kopmayalım. Mescit Allah'ın evidir. Ev sahipleri evine gelen misafirlere ikramda bulunurlar.
Allah da kendi evine gelen kullarını ikramsız dışarı çıkartmaz. Evine gelen, ikramına erer. Evine gelen, kaleye girmiş gibi olur kurtulur. Sevaba nail olur. Onun için mescitlerin kıymetini bilelim.
Bakın! "İnsanın gönlü mescitte olursa, arşı alanın gölgesinde gölgelenir" diye hadîs-i şerîfte söylemiştim.
وَرجل قلبه مُعَلّق بِالْمَسْجِدِ
Ve raculün kalbühû mu’allagun bi’l-mescidi.
"Aklı mescitte olan insan" diye söylemiştim.
Mescit çok önemli. Böyle küfrün yaygın olduğu, hakim olduğu, yabancıların bulunduğu bir ülkede mescit; okyanusta ada gibidir. Korkunç dalgalı okyanusta suya düşmüş bir insan, kumsal, ağaçlık bir adayı gördüğü zaman ne yapar?
Sevincinden ne yapacağını şaşırır. Hemen yüzer o kumsala çıkar. Oh o adada baktı ki; hindistan cevizleri var, muzlar salkım salkım sarkıyor. 'Oh elhamdûlillah canımı, okyanustan kurtardım' diye sevinir. Mescitler öyledir yani. Kurtuluş Adası gibidir, kale gibidir. Düşmanların arasında kaleye girdiği zaman nasıl kurtuluyor?
Kalenin kapısını kapatıyorsun, yüksek duvarları var. Düşman dışarıda kalıyor. "Mescitler kale gibidir."
İnsanın üç tane kalesi vardır; mescitler kaledir, Kur'an-ı Kerîm kaledir, zikrullah kaledir.
Zikreden kurtulur; kaleye girmiş gibi ondan kurtulur. Zikretmeyen düşmanlarla yüz yüze kalır. Düşmanlar, onu benzetirler; bir hale, yola sokarlar. Düşmanlar, mescide gelmeyeni bir hale yola koyarlar, perişan ederler.
Kur'an'a sarılmayan, Kur'an'ı okumayan perişan olur. Üç tane kalesi var. Mescitler, zikrullah ve Kur’an-ı Kerîm. Bunlar, Müslüman'ın üç kalesidir.
Onun için siz de bir mescit yapmaya gayret edin.
"Hocam benim param bir mescit yapmaya yetmez."
Size müjdeli bir haber! İnsan bir yol güzergahında; ağaç dallarından dört direk, üstüne ağaç dallarından bir çatı yapsa; kapalı bir yeri 'burası namazgahtır' diye yapsa; o namazgah, yol güzergahındaki o bu basit yapı da yine mescit hükmündedir.
İllâ şehrin içinde, pahalı bir arsanın üzerinde, uzun masraflarla yapılma mecburiyeti yok. Caminin illâ kubbeli olması mecburiyette yok.Toprak damla da olabilir. Dallarla gölgelendirilmiş de olabilir, çatıda olabilir; mühim olan içi. Yani illâ üstünün kubbe olması mecburiyeti yoktur. Zaten Peygamber Efendimiz'in zamanında cami kubbede değildi. Kubbe zor bir yapıdır ama dayanıklıdır; asırlara dayanır.
Onun için para çoğalınca kubbeli yapmaya geçmişler. Daha önce ağaçları uzatıyorlarmış, üstüne dalları koyuyorlarmış, kapatıyorlarmış. Dam tarzında düz oluyormuş.
Sonradan padişahlar, hükümdarlar; ganimetler, paralar çok olunca "bunu madem kubbeli yapalım da; yağmurdan, çamurdan, kardan akmasın, kokmasın, asırlarca devam etsin" diye o devirde kubbeli yapmışlar.
Şimdi de böyle bir şeye mecburiyet yoktur.
Ben inşallah bir cami yaparsam özellikle kubbesiz yapacağım. Kubbesiz de cami olduğunu millet bilsin diye. Sâde yapacağım. Süslü olma mecburiyeti yoktur, illâ duvarlarında nakış olma mecburiyeti yoktur. Tavandan duvarlara kadar, kubbeye kadar yazılar... Şeyler... Bir yığın masraf. Böyle bir şeye lüzum yok. Dört duvar olsun, temiz pak olsun. Tamam o mescittir.
Köyünüzün yolunda, şoseden, sizin köyünüze ayrılan yolda, bir arsa satın aldınız. Alır mısınız?
"Alırız. Orada ucuzdur."
Tamam o arsayı, tarlayı satın alın oraya bir mescit yapın. Ondan sonra da "Burası mescittir; yüz numarası var, suyu var. Namaz kılın. Otobüsü, minibüsü bekleyin. Avlusu sizin, bahçesi sizin. Vakfettim; sevabını Allah'tan bekleyerek hayır hizmeti yaptım." yazın.
Yani illâ böyle pahalı bir şey yapma mecburiyeti yoktur. Ona da gücünüz yetmiyor; o zaman yapılan cami faaliyetlerine paranızla yardımcı olun. Destek olun, caminin yapılmasına sebep olun.
Camiden maksat dört duvarı değildir. Cami, cemaatiyle camidir. Cemaati olmayan yere bir cami yapıyor. Mezarlığa kıymetli oğlu öldü diye bir cami yapıyor. Mezarlığın içinde... Millet buraya, ayda yılda bir gelir. Ancak cenazesi olduğu zaman gelir.
Kubbeli cami yapıyor. Dünyanın masrafını yapıyor.
Neden?
Adam zengin, oğlu öldüğü için ona çok acıdı. Onun hatırasına orada bir cami yapıyor. İyi ama burada namaz kılınmıyor ki. Mezarlığın içinde. Ne diye yaptın?
Bunu git bir gecekondu mahallesinde, veya bir köyde veya dediğim bir yerde yap; işlesin. İçinde namaz kılındıkça kıymet olur. Caminin kıymeti, cemaatinin çokluğundadır. Cemaati ne kadar çok olursa o kadar iyi olur.
Ankara'da cami yapmaya niyetlenmişler. Ankara başşehir olmuş; Ankara Kalesi, çevresi, Samanpazarı bilmem ne filan derken, küçük bir kasabayken, başşehir olunca büyümüş. Yeni şehir olmuş, Çankaya'ya doğru bulvar olmuş. Büyük binalar yapılmış ama mabetsiz bir şehir olmuş. Bina yok. Cami yok. Mabetsiz şehir yaptık filan diye övünmüşler bile. "Dini yıktık. Bu eski safsatalara hiç şey yapmıyoruz. Batıya döndük modern insan olduk." diye böbürlenmişler zavallılar. Büyük bir cahillik devri geçmiş. Ondan sonraki insanlar anlamışlar ki; ibadetsiz, camisiz, imansız olmaz.
Belayı bulmuşlar, cezayı çekmişler; anlamışlar.
Cami yapacaklar; Kızılay'da bir yer almışlar. Fevkalade güzel bir yer, harika bir yer, gökdelenin karşısında çok güzel bir yer. "İşte orası cami olsun."
Allem edilmiş, kallem edilmiş cami yeri Kocatepe'ye taşınmış. Kocatepe, bayırın tepesinde... İhtiyar adam yürüyüp çıkamaz. Çıkarsada yarım saatte gidecek, yarım saatte gelecek. Bu merkezi yerde, şu alınan yerde camiyi yapsana. Gece gündüz çalışırdı. Hani open twenty for aus. "Yirmi dört saat açık" diyorlar ya. Kızılay'da cami yapılsaydı yirmi dört saat açık olurdu. Tam böyle merkezi yerde. Kızılay'ın dört yolu burada, hemen şurada, gayet geniş. Cami yapardı gece gündüz çalışırdı. Kocatepe'ye atmışlar camiyi. Kubbeli olacak, Dörtyol'dan görünecek, bilmem minareleri şöyle olacak. Kaç sene yapısı devam etti.
Yanlış!
Gösteriş hesabı... Hesap yanlış... Kızılay'da yapsalardı, yaptıranlar çok daha sevap alırdı. Çünkü namaz kılan çok olacaktı. Orası arı kovanı gibi çalışacaktı. Orayı şimdi otopark yaptılar, iş hanı yaptılar. Sosyal Sigortalar mı aldı, başka yer mi aldı?
Hesap yanlış.
Bir dağın tepesine götürüyorlar cami yapıyorlar.
Ne olacak?
Uzaktan bakıldığı zaman görünecek. Ya lazım değil. Mühim olan uzaktan görünmesi değil, içinde ibadet edilmesi. Kimse gitmiyor. Kadir Gecesi oluyor gidiyorsun bakıyorsun bir saf dolmuyor. Neden?
İhtiyar adam gidemiyor. Yokuşun aşağısında apartmanın altında bir mescit daha yapıyorlar mecburen. Neden?
Yukarı çıkılmadığı için. E madem öyle o zaman o camiayı oraya yapmasaydın daha iyiydi.
Bunlara dikkat edin.
Cami yapma hevesiniz varsa caminizin işlek olmasına dikkat edin. Cemaati çok olacak yerde, turnayı gözünden vurun. "Bu adam çok nişancıdır; tüfeğini doğrulttu mu, havada uçan turnayı gözünden vurur. Deveyi dizinden vurur." derler. Turnayı gözünden, deveyi dizinden vurmak. Tam isabet yani...
Siz de sevabı çok istiyorsanız caminin çalışacağı bir yere yapın.
Ben kiliseleri geziyorum. Gezdiğim yerde yollarda binalara, yapılara bakıyorum.
"Bu ne?" diye soruyorum.
Kiliseler sadece kiliseden mi ibaret?
Hayır.
Kiliselerin yanında okulu var. Centure var. Gençlik merkezi, oteli, pansiyonu, hastanesi var. Başka müesseseleri var. Club’ı var. Bakıyorsun; sekiz tane, on tane binası var. E bizim niye sadece bir camimiz var?
Bizim böyle değildi eskiden. Biz şimdi İslam'ı unuttuk, taklit yoluyla gidiyoruz.
Bizim camilerimiz eskiden nasıldı?
Bizim camilerimizin de etrafında aşhanesi vardı, medresesi vardı, mimarhanesi vardı,
hastanesi vardı, hanı vardı, hamamı vardı, arasta denilen çarşısı vardı, pazarı vardı, gelir getiren dükkanları vardı. Her şey vardı, külliyeydi. Birçok üniteden meydana gelmiş bir kompleksti. Millet şimdi unuttu, camiyi sadece namaz kılınan yer sanıyor.
Hayır! Cami sosyal hayatın merkezidir.
Camiyi ilimden, irfandan, eğitimden, öğretimden kopartırsan, camiye en büyük haksızlığı yapmış olursun. Balığı, sudan çıkartmış gibi olursun. Balık sudan çıkınca yaşayamaz ki. Cami, sadece namaz kılmak için değildir ki. Mesele sadece namaz kılmak olsa "bir abam var atarım, nerede olsa yatarım." dediği gibi, ben nerede olsa namaz kılarım. Ezanı okurum, havaalanının çimeninde namaz kılarım. Ezanı okurum, toprakta namaz kılarım. Ezanı okurum, kaldırımda namaz kılarım. Ezanı okurum, şosenin kenarında namaz kılarım. Sevap. Cami ilim, irfan yeri.
Peygamber Efendimiz'in camisi öyleydi. Ashâb-ı Sûffe kalırdı, ilim öğretilirdi, fıkıh öğretilirdi, tefsir öğretilirdi, hadîs ezberlenirdi, ayet ezberlenirdi, cıvıl cıvıldı.
Necran'dan yetmiş küsur kişilik heyet geldi, camide kabul etti Peygamber Efendimiz. Her şey camide biterdi. Her konuşma camide olurdu.
Onun için cami deyince sadece namaz kılma yeri olarak da düşünmeyin.
Cami yaptıracaksanız; kütüphanesi olsun, okuma salonu olsun, çocukların oturacağı yeri olsun, sohbet yeri olsun, çay odası olsun. Köyünüzde bir cami yaptırdınız;
"Allah Allah bizim Avustralya'dan gelen hacı efendi amma değişik cami yaptı ha."
"Ne yaptı?"
"Ne bileyim vallahi çayhanesi var, salonu var, oturma yeri var, istirahat yeri var, misafir odası var, yolcuların barınacağı yeri var."
Bak eskiler hamam da koymuşlar. Gusülsüz kalmasın falan diye caminin yanına bir de hamam koymuş, şarıl şarıl su. Gir, gusül abdestini al gel, camide namaz kıl. Cuma günü yıkan, gel ibadetini yap.
Hamam, han, hastane, yetimhane, aşhane... Her şeyi yapmışlar, hepsini yapmışlar. Biz şimdi unutmuşuz, cami deyince aklımıza bir kubbe, dört duvar, namaz kıldın mı çıkıp gideceksin. Hayır öyle değil!
Cami Müslüman'ın barınak yeridir. Müslüman'ın hayatının geçtiği yerdir. Camiyi o şekilde yapacağız inşallah. Siz de memleketinizde cami yaparken veya burada cami yaparken öyle yapacaksınız.
Viyana Camisine gittim, gezdim. Araplar filan mali yardım yapmışlar. Baktım bir sürü konferans salonları var. Konferans salonuna çok ihtiyaç var. Baktım turistler gelmişler, oraya oturmuşlar birisi İslam hakkında bilgi veriyor.
İslam şudur, Kur'an budur, Hazreti Peygamber'in hayatı şöyledir, Kur'an'ın esas getirdiği hakikatler şunlardır. Amphitheatre şeklinde, kademeli salonda böyle oturmuşlar turistler dinliyorlar. Kapıdan baktım; birisi geçmiş ders veriyor. Bir sürü salonları var, dershaneleri var. Pek çok yeri var; altı var, üstü var, sağı var, solu var, temizlik, abdest alma, gusül alma yerleri vesairesi var. Hepsi olacak. Yaptığı zaman insan böyle bir şeyi güzel yapmalı.
Böyle hayırlı tesisler yapmayı, öldükten sonra da sevap kazanmamıza sebep olacak sadakayı câriyeler tesis etmeyi, rızasını kazanmayı, huzuruna sevdiği, razı olduğu kul olarak varmayı, cennetiyle, cemaliyle müşerref olmayı Allah bize de nasip eylesin.
Bi-hürmeti Esmâihi’l-Hüsnâ ve Habîbihi’l-müctebâ ve bi-hürmeti esrârı sureti’l-Fâtiha.