Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve's-salâtü ve’s-selâmu alâ seyyidinâ ve mededinâ Muhammedini’l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn.
Emmâ ba’d:
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin mübarek hadîs-i şerîflerinden bir demet Ahmed Ziyâeddîn-i Gümüşhânevî Efendimiz hazretlerinin, Râmûzü'l-ehâdis'inden kur'a ile açılmış olan bir sayfadan okuyacağım.
Allahu Teâlâ hazretleri cümle sâdât-ı meşâyih-i turûk-ı aliyyemize ve evliyaullah büyüklerimize müstesna makamlar ve ikramlar ihsan eylesin. O mübarek evliyaullah büyüklerimizin himmet ve teveccühlerine, mânevî yardımlarına bizleri mazhar eylesin. Hepimizi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in sünnetine, her yönden hüsn-i ittibâ ederek ömür sürmeye muvaffak eylesin.
Sayfanın kura ile çekilmesi benim için çok önemli. Çünkü hadîs-i şerîfleri herhangi bir kimseye gönderi yapmak, iğnelemek, taşlamak için okumuyorum. Hangi hadîs-i şerîf çıkarsa onu okuyorum. O bakımdan kur'a ile çekilmiş olması çok mühim. Kur'a ile çekilmiş olan sayfadan bir hadîs-i şerîf okuyarak sohbetime başlıyorum.
Ebû Hureyre radıyallahu anh'ten rivayet edildiğine göre ve bu rivayeti, İmam Buharî hazretleri, İmam Müslim hazretleri ve İbn-i Mâce hazretleri kitaplarına almışlar. Yani Sahîhayn'de ve sıhah-i sitteden birisi olan İbn-i Mâce'nin kitaplarında mevcut olması hadîs-i şerîfin sıhhatli olduğunun bir belgesi, alameti, delili oluyor.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki:
Lâ tekûmu's-sâ'atu hattâ yukbada'l-ilmu ve teksüra'z-zelâzilü ve yetekârabe'z-zamânu ve tazhera'l-fitenu ve yeksüra'l-hercü -ve hüve'l-katlü- hattâ yeksüre fîkümü'l-mâlü fe'yefîda.
Sadaka rasûlüllah fîmâ kâl ev kemâ kâl.
Lâ tekûmu's-sâ'atu. "Kıyamet kopmayacak." Hattâ yukbada'l-ilmu. "İlim; müslümanların arasından, yeryüzünden, insanların arasından kabz olunmadıkça."
Kabada-yekbidu. Kabza kelimesi de oradan geliyor, almak demek. Yukbada'l-ilmu, "ilmin alınması" demek.
Alan Cenâb-ı Hak...Alınan ilim de ilm-i nâfî yani insana dünya âhiret saadetini sağlayacak olan hakiki ilim. Yoksa fen değil, fünûn ve sanayî ve sanat değil. Bu ilm-i nâfî; marifetullah, muhabbetullah, iman ilmi, takva ilmi, Allah'ın rızasını kazanma ilmi, fıkıh ilmi, tasavvuf ilmi, ahlak ilmi...
"İlim kabz olunmadıkça kıyamet kopmayacak."
Kabz olunacak ondan sonra kopacak. Kıyamet en şerlilerin tepesine patlayacak, kopacak. İlim, kendi kendine insanların gönüllerinden, zihinlerinden silinmez. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bunu bir hadîs-i şerîfinde beyan buyuruyor, diyor ki:
"Allah ilmi, alim kullarına verdikten sonra onların kafasından, zihninden, kalbinden, gönlünden çekip almaz."
İnnallahe lâ yenzi'u'l-ilme intizâ'an mine'n-nâsi. İnsanlardan ilmi 'ver geriye' diye çekip almaz.
Velâkin yakbidu'l-ulemâ. "Alimleri alır."
Alim kalmaz, geride cahiller kalır, fasıklar kalır. Takvasız; o mânevî ilmi, ilm-i nâfîsi olmayan bilgi yüklüler kalır. Öyle bilgi yüklülük para etmiyor. Çünkü Cuma sûresinde Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri bize bildiriyor ki:
Meselüllezîne hummile't-tevrâte sümme lem yehmilûhâ ke-meseli'l-hımâri yehmilü esfârâ.
"Tevrat kendilerine mukaddes kitap olarak, Allah'ın emri olarak gönderildiği halde, yüklendiği halde, mesuliyet olarak yüklenildiği halde; o yükü almayan, onun mucebince amel etmeyen, o ahkama uymayan insanlar, sırtlarına kitap yükletilmiş eşeklere benzer." diye Allahu Teâlâ hazretleri böyle bildiriyor.
Demek ki bilginin olması mühim değil. Papağan da bazı sözler söyler ama şuurlu söylemez. Ses taklidi yapar o. Yani onun sözü, "kalk, otur" dediği zaman senin kalkmanı, oturmanı murat ediyor değildir. Kalk-otur sözünü duyduğu için onu söylüyordur. Papağan gibi şuursuz, teyp gibi cansız, izansız bilginin kıymeti yok. İlim; insanı Allah'ın rızasına götürüyorsa, götürecek hale sokuyorsa, sevk ediyorsa, ıslah ediyorsa, yönlendiriyorsa, iyi insan yapıyorsa kıymetlidir. Yoksa bilginin çokluğu, insanın vebalinin çokluğudur. Eşeğin sırtına yükleyebildiğin kadar bilgileri yüklet sandıklara. İki tarafına koy, bir sürü bilgi taşıyor. Ama tabiatı insan tabiatı değil! Tabiatı, hayvan tabiatı.
Bilgi, bi-zâtihî önemli bir şey değildir. Bizzat önemli değildir, kendisinden faydalanılırsa önemlidir. İlim faydalanılmak içindir. Onun için bir insan Kur'ân-ı Kerîm'i ezberlese, tamamen Kur'ân-ı Kerim'i ezbere biliyor. Bu adam ehl-i Kur'an değildir. Kur'an-ı Kerîm'in ahkâmına uyduğu zaman ehl-i Kur'an'dır. Ben şu kulaklarımla işittim ki; İstanbul'da -ismi de bende mâlum- hafız, mevlüthân, mevlüde gittiği zaman coşkulu mevlüt okusun diye bir kadeh atıp öyle gidiyor. İsmiyle biliyorum.
Onun için mühim olan bilgiden faydalanmak, bilgiyi Allah'ın rızasını kazanmakta kullanmak...
Allah ilmi çekip almaz. Alimleri alır, geriye cahil insanlar kalır.
Peygamber Efendimiz alimi öyle tarif etmiyor. "İlimde rusuh sahibi alimler kimlerdir?" diye tarif ederken "bilgisi çok olan" demiyor; "Sözü doğru olan, kalbi müstakim olan, yeminine sadık olan, yalan yere yemin etmeyen, ahlâkı güzel olan." diye tarif ediyor.
İlim alınır yani ilim ehli, hâl ehli âlimler alınır. Yoksa ilim kalır; disketlerde kalır, kütüphanelerde kalır, ciltlerde kalır ve üniversitelerde kalabilir. Mühim değil. Bir insanın o ilimle amel edip etmediği mühim. Amel etmiyorsa o alim değil çünkü kendisini helak ediyor. Peygamber Efendimiz, "Kendisi söylediğini tutmayan alim, kendisi yanıp da etrafı aydınlatan mum gibidir." diyor. Yanıyor kendisi, bitiyor, etrafı aydınlatıyor. Zaten etrafı da aydınlatmaz. İnsan kendisi hâl ehli alim değilse etrafı aydınlatmaz; insanları şaşırtır.
Peygamber Efendimiz, "Alimleri alır, geriye cahiller kalır." diyor
Ve yebkâ nâsün cühhâlün. "Cahil insanlar kalır."
Bu cahil insanları da millet adam yerine koyup, alim sanıp, hâl ehli sanıp, takva ehli sanıp kendisine soru sorar. Onlar da bu bilgileri zaten iyi bilmediklerinden, kendilerine sorulan soruları kendi kafalarından atarak, mesnetsiz olarak cevaplandırırlar. Hem kendileri dalâlete düşerler, hem de başkalarını dalâlete düşürürler, deniliyor.
Bu duruma benzer olayları bugün yaşıyoruz artık.
Allah tarafından alimler birer ikişer mübarekler gider, ilim böyle alınır.
Teksüra'z-zelâzilü. "Zelzeleler artacak." Ve yetekârabe'z-zamânu. "Ve zaman yakınlaşacak."
Zamanda yakınlaşma "tekârub" olmadan kıyamet kopmaz.
Bu zamanın yakınlaşması acaba ne olabilir?
Acaba gün 24 saat iken gün 18 saate, 16 saate, 14 saate filan mı inecek?
Bu da mümkün. Yani hakiki manasıyla bu da olabilir.
Çünkü "Güneş batıdan doğmadan kıyamet kopmaz." diye hadîs-i şerîf var, biliyorsunuz.
Peygamber Efendimiz'e "O zaman ne yapacağız?" diye soruyorlar.
Peygamber Efendimiz, "Güneş batıdan batar, üç gün doğudan doğmaz." diyor.
"Üç gün doğudan doğmadıktan sonra tekrar batıdan doğar." diyor, o zaman insanlar soruyorlar;
"Peki biz o zaman namazı nasıl kılacağız?"
Güneş doğmadı, fecir olmadı, sabah vakti girmedi.
"Üç gün güneş doğmayınca namazı nasıl kılacağız?" diyorlar. Peygamber Efendimiz de diyor ki:
"Evvelki günlere kıyas edersiniz." Ona göre kıyaslarsınız.
Bir gün önce nasıl kılıyordunuz?
12:10'da öğlen oluyordu, 3:35'te ikindi oluyordu filan. Öyle kılarsınız, diyor.
Bundan anlıyoruz ki hakikaten güneş batıdan doğacak. Çünkü güneşin batıdan doğmasını "ilim ve fünûnun batıdan İslâm âlemine gelmesi" diye yorumlamak isteyenler de çıkıyor. Böyle yorum yapmak isteyenler de çıkıyor ama Peygamber Efendimiz, "namazı evvelki günlere kıyasen kılarsınız" dediğine göre demek ki; hakikaten üç gün güneş doğmayacak, karanlık olacak ki, ona kıyasen namaz kılınabilsin.
Güneşin üç gün doğmaması, ondan sonra da battığı yerden tekrar doğması, eksenin tamamen tepetaklak olmasından olur. Kuzey kutbu yukarıda, güney kutbu aşağıda böyle dönerken bir tesir olacak ki birden eksen tepetaklak aşağı dönecek. O zaman eksen ters dönünce [güneş] bu sefer batıdan doğacak. Eksenin ters dönmesi için de herhalde çok büyük bir etkinin oluşması lazım. O etkinin oluşması da belki zamana tesir edeceği için belki zaman da yaklaşacak. Belki hızlı güneş doğması, batması filan olacak. Zamanın yakınlaşması belki böyle olabilir.
İhtimalleri zihnimizden söylüyoruz. Bu hadîs-i şerîflerin şerhi yanımızda olmadığından, zamanın yakınlaşması böyle olabilir diyoruz. Ya da zaman bereketsizleşecek, bereketsiz olacak. Yıllar ay gibi olacak, aylar gün gibi olacak, günler saat gibi olacak. Bu hususta hadîs-i şerîfler var. Bereketsizlikten, tatsızlıktan, verimsizlikten dolayı da böyle olabilir. Ama bazı etkiler sebebiyle dönme, hızlanma da olabilir.
Ve tazhera'l-fitenu. "Fitneler zuhur etmedikçe kıyamet kopmaz."
Bunlar bir bir gerçekleşmeden kıyamet kopmayacak. İlim alınmadıkça, zelzeleler çoğalmadıkça, zaman yakınlaşmadıkça, kısalmadıkça, fitneler zuhur etmedikçe... kıyamet kopmaz diye devam ediyor. Yani bunlar olur da ondan sonra kıyamet kopar demek.
Hatta tazhara'l-fitenü. "Fitneler zahir oluncaya kadar." demek bu.
el-Hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve's-salâtü ve’s-selâmu alâ seyyidinâ ve mededinâ Muhammedini’l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn.
Emmâ ba’d:
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin mübarek hadîs-i şerîflerinden bir demet Ahmed Ziyâeddîn-i Gümüşhânevî Efendimiz hazretlerinin, Râmûzü'l-ehâdis'inden kura ile açılmış olan bir sayfadan okuyacağım.
Allahu Teâlâ hazretleri cümle sâdât-ı meşâyih-i turûk-ı aliyyemize ve evliyaullah büyüklerimize müstesna makamlar ve ikramlar ihsan eylesin. O mübarek evliyaullah büyüklerimizin himmet ve teveccühlerine mânevî yardımlarına bizleri mazhar eylesin. Hepimizi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in sünnetine, her yönden, hüsn-i ittibâ ederek ömür sürmeye muvaffak eylesin.
Sayfanın kura ile çekilmesi benim için çok önemli. Çünkü hadîs-i şerîfleri herhangi bir kimseye gönderi yapmak, iğnelemek, taşlamak için okumuyorum. Hangi hadîs-i şerîf çıkarsa onu okuyorum. O bakımdan kura ile çekilmiş olması çok mühim. Kura ile çekilmiş olan sayfadan bir hadîs-i şerîf okuyarak sohbetime başlıyorum.
Ebû Hureyre radıyallahu anh'ten rivayet edildiğine göre ve bu rivayeti, İmam Buharî hazretleri, İmam Müslim hazretleri ve İbn-i Mâce hazretleri kitaplarına almışlar. Yani Sahîhayn'de ve sıhah-i sitteden birisi olan İbn-i Mâce'nin kitaplarında mevcut olması hadîs-i şerîfin sıhhatli olduğunun bir belgesi, alameti, delili oluyor.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki:
Lâ tekûmu's-sâ'atu hattâ yukbada'l-ilmu ve teksüra'z-zelâzilü ve yetekârabe'z-zamânu ve tazhera'l-fitenu ve yeksüra'l-hercü -ve hüve'l-katlü- hattâ yeksüre fîkümü'l-mâlü fe'yefîda.
Sadaka rasûlüllah fîmâ kâl ev kemâ kâl.
Lâ tekûmu's-sâ'atu. "Kıyamet kopmayacak." Hattâ yukbada'l-ilmu. "İlim müslümanların arasından, yeryüzünden, insanların arasından kabz olunmadıkça."
Kabada yekbidu, kabza kelimesi de oradan geliyor, almak demek. Yukbada'l-ilmu, "ilmin alınması" demek.
Alan Cenâb-ı Hak, alınan ilim de ilm-i nâfî yani insana dünya âhiret saadetini sağlayacak olan hakiki ilim. Yoksa fen değil, fünûn ve sanayî ve sanat değil. İlm-i nâfî; marifetullah, muhabbetullah, iman ilmi, takva ilmi, Allah'ın rızasını kazanma ilmi, fıkıh ilmi, tasavvuf ilmi, ahlak ilmi bu.
"İlim kabz olunmadıkça kıyamet kopmayacak."
Kabz olunacak ondan sonra kopacak. Kıyamet en şerlilerin tepesine patlayacak, kopacak. İlim, kendi kendine insanların gönüllerinden, zihinlerinden silinmez. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bunu bir hadîs-i şerîfinde beyan buyuruyor, diyor ki:
"Allah ilmi, alim kullarına verdikten sonra onların kafasından, zihninden, kalbinden, gönlünden çekip almaz."
İnnallahe lâ yenzi'u'l-ilme intizâ'an mine'n-nâsi. İnsanlardan ilmi 'ver geriye' diye çekip almaz.
Velâkin yakbidu'l-ulemâ. "Alimleri alır.
Alim kalmaz, geride cahiller kalır, fasıklar kalır. Takvasız; o mânevî ilmi, ilm-i nâfîsi olmayan bilgi yüklüler kalır. Öyle bilgi yüklülük para etmiyor. Çünkü Cuma sûresinde Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri bize bildiriyor ki:
Meselüllezîne hummile't-tevrâte sümme lem yehmilûhâ ke-meseli'l-hımâri yehmilü esfârâ.
"Tevrat kendilerine mukaddes kitap olarak, Allah'ın emri olarak gönderildiği halde, yüklendiği halde, mesuliyet olarak yüklenildiği halde; o yükü almayan, onun mucebince amel etmeyen, o ahkama uymayan insanlar, sırtlarına kitap yükletilmiş eşeklere benzer." diye Allahu Teâlâ hazretleri böyle bildiriyor.
Demek ki bilginin olması mühim değil. Papağan da bazı sözler söyler ama şuurlu söylemez. Ses taklidi yapar o. Yani onun sözü, "kalk, otur" dediği zaman senin kalkmanı, oturmanı murat ediyor değildir. Kalk-otur sözünü duyduğu için onu söylüyordur. Papağan gibi şuursuz, teyp gibi cansız, izansız bilginin kıymeti yok. İlim; insanı Allah'ın rızasına götürüyorsa, götürecek hale sokuyorsa, sevk ediyorsa, ıslah ediyorsa, yönlendiriyorsa, iyi insan yapıyorsa kıymetlidir. Yoksa bilginin çokluğu, insanın vebalinin çokluğudur. Eşeğin sırtına yükleyebildiğin kadar bilgileri yüklet sandıklara. İki tarafına koy, bir sürü bilgi taşıyor. Ama tabiatı insan tabiatı değil; tabiatı, hayvan tabiatı.
Bilgi, bi-zâtihî önemli bir şey değildir. Bizzat önemli değildir, kendisinden faydalanılırsa önemlidir. İlim faydalanılmak içindir. Onun için bir insan Kur'ân-ı Kerîm'i ezberlese, tamamen Kur'ân-ı Kerim'i ezbere biliyor. Bu adam ehl-i Kur'an değildir. Kur'an-ı Kerîm'in ahkâmına uyduğu zaman ehl-i Kur'an'dır. Ben şu kulaklarımla işittim ki; İstanbul'da -ismi de bende mâlum- hafız, mevlüthân, mevlüde gittiği zaman coşkulu mevlüt okusun diye bir kadeh atıp öyle gidiyor. İsmiyle biliyorum.
Onun için mühim olan bilgiden faydalanmak, bilgiyi Allah'ın rızasını kazanmakta kullanmak...
Allah ilmi çekip almaz, alimleri alır, geriye cahil insanlar kalır yani Tahmin değil,
Peygamber Efendimiz alimi öyle tarif etmiyor. "İlimde rusuh sahibi alimler kimlerdir?" diye tarif ederken "bilgisi çok olan" demiyor; "Sözü doğru olan, kalbi müstakim olan, yeminine sadık olan, yalan yere yemin etmeyen, ahlâkı güzel olan." diye tarif ediyor.
İlim alınır yani ilim ehli, hâl ehli âlimler alınır. Yoksa ilim kalır; disketlerde kalır, kütüphanelerde kalır, ciltlerde kalır ve üniversitelerde kalabilir. Mühim değil. Bir insanın o ilimle amel edip etmediği mühim. Amel etmiyorsa o alim değil çünkü kendisini helak ediyor. Peygamber Efendimiz, "Kendisi söylediğini tutmayan alim, kendisi yanıp da etrafı aydınlatan mum gibidir." diyor. Yanıyor kendisi, bitiyor, etrafı aydınlatıyor. Etrafı aydınlatmaz da zaten. Zaten insan kendisi hâl ehli alim değilse etrafı aydınlatmaz; insanları şaşırtır.
Peygamber Efendimiz, "Alimleri alır, geriye cahiller kalır." diyor
Ve yebkâ nâsün cühhâlün. "Cahil insanlar kalır."
Bu cahil insanları da millet adam yerine koyup, alim sanıp, hâl ehli sanıp, takva ehli sanıp kendisine soru sorar, onlar da bu bilgileri zaten iyi bilmediklerinden, kendilerine sorulan soruları kendi kafalarından atarak yani mesnetsiz olarak cevaplandırırlar. Hem kendileri dalâlete düşerler hem de başkalarını dalâlete düşürürler, deniliyor.
Bu duruma benzer olayları bugün yaşıyoruz artık.
Allah tarafından alimler birer ikişer mübarekler gider, ilim böyle alınır.
Teksüra'z-zelâzilü. "Zelzeleler artacak." Ve yetekârabe'z-zamânu. "Ve zaman yakınlaşacak."
Zamanda yakınlaşma, tekârub, yakınlaşma olmadan kıyamet kopmaz.
Bu zamanın yakınlaşması acaba ne olabilir?
Acaba gün 24 saat iken gün 18 saate, 14 saate filan mı inecek?
Bu da mümkün. Yani hakiki manasıyla bu da olabilir. Çünkü "Güneş batıdan doğmadan kıyamet kopmaz." diye hadîs-i şerîf var, biliyorsunuz.
Peygamber Efendimiz'e; "Ne yapacağız o zaman?" diye soruyorlar.
Yani Peygamber Efendimiz, "Güneş batıdan batar, üç gün doğudan doğmaz." diyor.Üç gün…
"Üç gün doğudan doğmadıktan sonra tekrar batıdan doğar." diyor, o zaman insanlar soruyorlar;
"Peki biz o zaman namazı nasıl kılacağız?"
Güneş doğmadı, fecir olmadı, sabah vakti girmedi.
"Üç gün güneş doğmayınca namazı nasıl kılacağız?" diyorlar. Peygamber Efendimiz de diyor ki:
"Evvelki günlere kıyas edersiniz."
Ona göre kıyaslarsınız.
Bir gün önce nasıl kılıyordunuz?
12:10'da öğlen oluyordu, 3:35'te ikindi oluyordu filan. Öyle kılarsınız, diyor.
Bundan anlıyoruz ki hakikaten güneş batıdan doğacak. Çünkü güneşin batıdan doğmasını "ilim ve fünûnun batıdan İslâm âlemine gelmesi" diye yorumlamak isteyenler de çıkıyor da, yani böyle yorum yapmak isteyenler de çıkıyor da, ama Peygamber Efendimiz, "namazı evvelki günlere kıyasen kılarsınız" dediğine göre demek ki hakikaten üç gün güneş doğmayacak ki, karanlık olacak ki, ona kıyasen namaz kılınabilsin.
Tabii güneşin üç gün doğmaması, ondan sonra da battığı yerden tekrar doğması, eksenin tamamen tepetaklak olmasından olur. Yani kuzey kutbu yukarıda, güney kutbu aşağıda böyle dönerken bir tesir olacak ki birden eksen tepetaklak aşağı dönecek. O zaman dönüş, eksen ters dönünce [güneş] bu sefer batıdan doğacak. Eksenin ters dönmesi için de herhalde çok büyük bir etkinin oluşması lazım. O etkinin oluşması da belki zamana tesir edeceği için belki zaman da yaklaşacak. Belki hızlı güneş doğması, batması filan olacak. Zamanın yakınlaşması belki böyle olabilir.
İhtimalleri zihnimizden söylüyoruz. Bu hadîs-i şerîflerin şerhi yanımızda olmadığından, böyle olabilir zamanın yakınlaşması, diyoruz. Ya da zaman bereketsizleşecek, bereketsiz olacak, yıllar ay gibi olacak, aylar gün gibi olacak, günler saat gibi olacak. Bu hususta hadîs-i şerîfler var. Bereketsizlikten, tatsızlıktan, verimsizlikten dolayı da böyle olabilir. Ama bazı etkiler sebebiyle dönme de hızlanma da olabilir.
Ve tazhera'l-fitenu. "Fitneler zuhur etmedikçe kıyamet kopmaz."
Bunlar hep neler neler olmadan kıyamet kopmayacak, sıralıyor bir bir. İlim alınmadıkça, zelzeleler çoğalmadıkça, zaman yakınlaşmadıkça, kısalmadıkça, fitneler zuhur etmedikçe... kıyamet kopmaz diye devam ediyor. Yani bunlar olur da ondan sonra kıyamet kopar demek.
Hatta tazhara'l-fitenü. "Fitneler zahir oluncaya kadar." demek bu.
Fitnelerin en büyüğü deccalın fitnesidir. Deccalden önce de bir sürü deccal mukaddemeleri gelecek olduğunu hadîs-i şerîflerden biliyoruz. En büyük fitne deccalın fitnesidir. Çünkü deccal insanları kendisine inandıracak bir kandırıcılıkla, yalancılıkla ortaya çıkacak. Deccal zaten "yalancı, kandırıcı, aldatıcı, sahtekâr, hilekâr" demek. İnsanları kandıracak, insanlar ona inanacaklar, beğenecekler. "Ben sizin rabbinizim." diyecek, o kadar hürmet gösterecekler. Ama mü'min onun alnında hâzâ kâfirun, "O kâfirin ta kendisidir." diye yazıldığını basiretiyle görecek. Mü'min kanmayacak, "Bunda bir hayır yok, bereket yok." diye mü'min anlayacak da, anlamayanlar kanacaklar.
İnsan, deccalin cennet diye gösterdiği yöne, o tarafa giderse; kötü şeylere ve sonunda cehenneme gidiş olacak. Cehennem gibi, ters gibi gösterdiği şeyleri de insan yaparsa cennetlik olacak. Yani değer, kıymet hükümleri öyle değişecek ki; deccal "böyle yaparsan cennete gidersin" diyecek millet de ona kanacak. Halbuki öyle yaparsa insan cehenneme gider. Cennete gitmek için öyle yapmak değil; aksini yapmak lazım. "Öyle yapma, öyle yaparsan cehenneme gidersin." Hah işte oraya giderse cennete gider. Bu kadar aldatmaca.
Bu ne olabilir?
Deccal nasıl bir mahluk?
Acaba bir remiz mi var burada. Böyle yorumlar, tahminler, ileri geri sözler söyleniyor, bilmiyoruz. Ama deccalın çıkması beklenilecek. Ve "Beklenilen şeylerin en şerlisi deccaldır." diyor Peygamber Eendimiz.
Şerrü'l-muntazaru. "Beklenilenlerin en şerlisi deccaldır."
Çünkü insanlar kanacak, aldanacaklar. Ancak sağlam müslümanlar kanmayacak.
Onun için ben buralardan kendi neslimiz için, bizler için ders çıkartıyorum. Din konusunda, iman konusunda duyduğunuz bir haberi ihtiyatla karşılayacaksınız, Kur'ân-ı Kerîm'e vuracaksınız, terazide tartacaksınız, hadîs-i şerîfin ölçeğiyle ölçeceksiniz, inceleyeceksiniz; "Bu sahte, bu yanlış, bu Kur'an'a aykırı, bu sünnet-i seniyyeye aykırı." diyeceksiniz. Yoksa şaşırabilirsiniz.
İnsanların birçoğu bugün şaşırıyor. "A ben de dindarım kardeşim! Sadece sen mi müslümansın?" der. Ama ona göre içki içmekte mahsur yoktur, birada mahsur yoktur, banka faizi yemekte mahsur yoktur...Bütün haramları işlemekte bir tevil yolu bulmuşlardır ve yapmaktadır. "Böyle olmazsa olmuyor kardeşim. Bu devirde hangi kafayla yaşıyorsun, hangi çağda yaşıyoruz kardeşim? Bu ne geri kafa. Bu devirde olur mu." derler.
Halbuki akl-ı selîmin, hakiki aklın mantığıyla görürse insan öyle değildir. İşte yarım bilgili insanlar, yarım şuurlu insanlar yani şuuru az olan insanlar kanacak.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri hadîs-i şerîfte: "İleride karınlık gece parçaları gibi fitneler olacak." buyurmuş. Fitnelerin olacağını bildirmiş. "Ondan kurtuluş nedir yâ Resûlallah? Karanlık gece gibi üstümüze çöken bu fitnelerden nasıl kurtuluruz yâ Resûlallah?" diye can havliyle, aşk ile, şevk ile, korku ile öğrenmek için sordukları zaman sahâbe-i kirâm; Peygamber Efendimiz, Kur'an'a sarılmakla, sünnet-i süneyyiyesine sarılmakla o fitnelerden kurtulunacağını beyan ediyor.
Bu hususta çok hadîs-i şerîfler var, çeşitli hadîs-i şerîfer var. Demek ki Kur'an'ı okuyacağız, anlayacağız ve derinliğini anlamaya çalışacağız. Can kulağıyla dinleyeceğiz ve Peygamber Efendimiz'in sünnet-i seniyyesine sımsıkı sarılacağız. Sahih hadis kitaplarını okuyacağız. Sahih hadis kitaplarını okuyan insanın İslâm hakkındaki bilgileri sahih olur.
İslam dinini bozan şeylerin başında, yani ahir zamana doğru ilmin yok olup da cehaletin yaygınlaşması ve İslam’ın bozulması, faziletlerin rezile sayılması, rezaletlerin fazilet sayılması, her şeyin alt üst olması nedendir?
İnsanlar çeşit çeşit bilgileri duyabiliyorlar, muhtelif yerlerden alabiliyorlar. Herkes kendi seçtiği yolun methini yapıyor, tanıtımını yapıyor ve beğendirmeye çalışıyor. Misyoner "benim yoluma gel!" diyor. Amerikalı "uzaya uydu gönderen Amerikalı'nın dinine gel kardeşim." diyor. Seni dinine böyle çağırınca, "bu adamlar uzaya uydu gönderdiler, biz gönderemiyoruz, demek ki bunların dinleri daha iyi." Böyle mantık yok! Bu mantık değil. Buna mantıkta mugalata derler, şaşırtmaca derler.
Amerikalı uzaya uydu gönderiyor ama Japon da gönderiyor.
Onun için siz bunu anlıyorsunuz. Çünkü siz başka bir kaynaktan bilgi alarak yetiştiniz, ayırt edebiliyorsunuz.
Allahu Teâlâ hazretleri cümlemizi gaflet uykusundan uyandırsın. Fani dünya insanı aldatır. Şeytan aldatır, nefis aldatır.
Nasıl aldatır?
İşte aldatıp duruyor. Nasıl diye niye soruyorsun. Bak haline gör. Dünya aldatır insanı. Hayırları yaptırtmaz, günahlara daldırtır, hayratu hasenata koşturmaz.
Ve'lhamdulillahirabbil alemin.
El fâtiha.