Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmâin ve men tebi'ahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Emmâ ba'd;
Fe-kale’n-nebiyyü sallallahu aleyhi ve sellem;
سَارِعُوا فِي طَلَبِ الْعِلْمِ، فَالْحَدِيثُ مِنْ صادِقٍ خَيْرٌ مِنَ الدَّنْيَا وَمَا عَلَيْهَا مِنْ ذَهَبٍ وَفِضَّةٍ. الرَّافِعِيُّ عَنْ جَابِرٍ.
Sari'û fi talebi’l-ılmi fe’l-hadîsü min sâdıkın hayrun mine’d-dünyâ ve mâ aleyhâ min zehebin ve fıddatin.
Sadaka rasûlüllâh, fî-mâ kâl ev-kemâ kâl.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri buyuruyor ki;
Sari'û fi talebi’l-ılmi. "İlim öğrenmekte sürat gösteriniz, yarışınız." Sadece kendinize sürat göstermeyin, süratte yarışınız.
Sari'û; müsabaka demek. İlim öğrenmekte, sırf kendiniz bir gayret göstermek değil, biraz da yarışma tarzında işi böyle müsabaka manası vardır. Yani müsaraa yani süratleşmek, karşılıklı sen mi daha süratli gideceksin ben mi daha süratli gideceğim gibi bir yarış.
İlmi öğreneceğiz bir de birbirimizle tatlı bir yarış içinde olacağız.
Ben daha çok âyeti ezberledim. Ben daha çok sure ezberledim. Ben daha çok hadîs ezberledim. Bizim çocuk 100 hadîs biliyor. Bizim ki 300 biliyor.Benim ki 450 hadîs biliyor falan gib, bu hususta tatlı bir yarışma şeyi de çıkıyor. Kelimeden o manada çıkıyor.
Sari'û fi talebi’l-‘ılmi. "İlim öğrenmekte böyle bir süratleşme yarışına girin."
İlim öğrenmekte gevşek ve yavaş davranmayın, süratli olun. Bir de birbirinizle adeta bu işte yarışın. Biliyorsunuz bilimsel metot olarak, bir işi yaparken insan en güzel tarzda yapacak. Yani gayeye götürülecek en güzel tarzda yapacak. Fakat bu en güzeli de, en süratli tarzda yapacak. İşin iki önemli noktası var. Bir; güzel yapmak, bir de; güzeli kısa zamanda yapmak.
Mesela; bir senede bir eseri ortaya koymak var. Bir de eseri bir ayda ortaya koymak var. Bir barajın yapılmasının beş sene sürmesi var, altı ayda bitmesi var. İkisi de aynı planın uygulanması olabilir ama birisi altı ayda bitti, birisi altı sene sürdü. Arada fark var.
Demek ki; sürat göstereceğiz. Çünkü hayırda yarışmayı Allah bize Kur'an-ı Kerîm'de de emrediyor.
فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ
Festebiku’l-hayrâti. [Bakara Suresi 148. Ayet]
"Hayırlara koşmakta, müsabaka edin." diye de Kur'an-ı Kerîm'de emrediyor. Demek ki hayır işinde biraz işi yarışa bindirmek var.
İnsan, bir başkalarıyla yarışa girecek, bir de kendi kendisiyle yarışa girecek.
Kendi kendisiyle yarışa nasıl girer?
Mesela; ben Kur'an-ı Kerîm'in bir cüzünü 27 dakikada okuyorum. Bastım kronometreye, besmeleyi çektim, başladım. Bitirdiğim zaman 27 dakikada Kur'an-ı Kerîm'in bir cüzünü bitiriyorum.
Acaba 25'e inebilir miyim?
Acaba 22'ye inebilir miyim?
Acaba benden başkaları kaç dakikada okuyabiliyorlar?
Acaba 15'de yapmak mümkün olur mu?
Hani insanın bir de kendi kendisiyle yarışması... Okuma yarışı. Okumayı hızlandırmak.
Biliyorsunuz çok şey okumamız lazım
Çok şey okumak fikrine razı olunca insan, bir de sürat giriyor işin içine. Hiç okumayan insanın hiçbir derdi yok. Yan gelip, sırt üstü yatsın. Onun bir problemi yok! Fakat okunacak şeyler çok olduğu için, "ah Resûlullah'ın hadîslerini tam okuyabilsem, ah Kur'an-ı Kerîm'in tefsirini tam okuyabilsem, ah fıkıhtan şunu bitirebilsem. İhyâ-u Ulûm çok güzel esermiş, onu bir ay içinde bir bitirebilir miyim acaba? Ramazan'da hatim indirebilir miyim?" filan.
Böyle bir yarış bahis konusu olduğu zaman bu sefer işin içine hızlı okumak filan giriyor. Böyle tek tek kelime kelime, harf harf okumak yerine, harf harf okumak yerine kelime kelime okumak. Kelime kelime okumak yerine, satır satır okumak. Spiker, satıra bir bakıyor, ondan sonra konuşuyor, ondan sonra bir daha bakıyor, ondan sonra tekrar mikrofona bakıp konuşuyor. Bir bakışta bir cümleyi bütünüyle görmek. Buna alıştırmak insanın kendisini. Bu bir yarışma.
Demek ki hayrı yapacağız. Hayrı yapmakta birbirimizle yarışacağız. Mükemmel yapmaya gayret edeceğiz. Birbirimizle yarışacağız. Bir de kendi kendimizi de aşmaya, rekorumuzu egale etmeye veyahut rekoru kırmaya, daha fazla bir rekor yapmaya da ayrıca bir gayret göstereceğiz.
Sari'û fi talebi’l-‘ılmi. "İlim öğrenme konusunda bu manaları hepsini düşünerek müsahara edin. Yani süratle, süratle ilim öğrenin."
Mesela; Ramazan'a kadar şunu bitireyim, bunu bitireyim gibi bir takım böyle gayretler içinde de olmalı insan.
İlim öğrenmek o kadar kıymetli bir şey ki bak diyor ki Peygamber Efendimiz;
Fe’l-hadîsü min sâdıkın. "Doğru sözlü bir insandan bir ilmi söz veyahut Peygamber Efendimiz'in bir hadîsi veya dinimizin önemli meselelerinden bir mesele, bir hadîs, bir söz, bir konu, bir bahis."
Hayrun mine’d-dünyâ ve mâ aleyhâ. "Dünyadan da hayırlıdır, dünyanın üstünde mevcut olan altın, gümüş ne varsa hepsinden de hayırlıdır."
Şimdi Endonezya'nın bir yerini gösteriyor televizyonda. Orada altın madenini gösteriyor. Suyun kenarında böyle çamurunu gideriyor gideriyor çanaktan, akıtıyor akıtıyor ondan sonra ceviz gibi altını çıkartıyor; pırıl pırıl sapsarı. Onları götürüp tabi şey yapıyor. Şimdi altın kıymetli, insanlar ne zahmet çekiyorlar bulacağız diye.
Kıymetli taşlar, ne kadar muamelelerden geçiyor; yerden bulunuyor, ondan sonra yıkanıyor, temizleniyor, kesiliyor, şekil veriliyor. Yüzüğün, küpenin üstüne yerleştiriliyor filan. Bin bir türlü işlemi var.
Bir doğru sözlü insandan bir bahis, bir söz, Peygamber Efendimiz'in bir hadîsi veya bir âyet veya başka bir şey;
Hayrun. "Daha hayırlıdır."
Mine’d-dünyâ ve mâ aleyhâ. "Dünyadan da daha hayırlıdır.Dünyanın üzerinde ne varsa onlardan da hayırlıdır." Altın, gümüş... Onu zikrediyor Peygamber Efendimiz.
Min zehebin ve fıddatin. "Altından ve gümüşten." Çünkü insanlar en çok altına gümüşe önem veriyorlar. Yani şimdi biz toprağı kazarken elimizde kütle halinde şöyle bir toplu altın geçse, veya çiftçi çifti sürerken sabanın ucu takılıyor bir şeye; bir de bakıyor bir küp, bir de bakıyor içinde şu kadar altın. Sevincinden şıkır şıkır oynar, ne yapacağını şaşırır. Şu kadar altın buldum filan diye.
Bir bahis, dünyadan ve dünyanın üstündeki her şeyden, altından gümüşten daha hayırlıdır diyor. Demek ki bizim şurada bir hadîs öğrenmemiz milyonlar, milyarlar değerinde oluyor. İlimden bir bahis öğrenmek.
İşte bunun kıymetini bilip, buna tiryaki olup, buna alışıp, buna dadanıp, bunu her zaman, her yerde yapmamız lazım.
Yanımızda kitapla gezmemiz lazım bir kere. Mesela, bunu burada pek görmedim ben. Ama Almanya'da gördüm, İngiltere'de gördüm. Yanında daima kitapla geziyor. Tramwayda veya trende veya bir şeyde oturduğu zaman hemen kitabını açıp okuyor. Almanlar çok okuyan bir millet olarak tanınmışlar. Bunu onlarda gördüm. Bizim de yanımızda bir kitap gezmeli. Yeni başladığımız bir kitap. Üstüne tarihini atmalıyız. Şu tarihte okumağa başladım. Onu okumaya geçmeliyiz. Veyahut elinde tespih çekersin, ibadet edersin filan.
Bilimsel olarak bir çalışma yapmak, ilim öğrenmek, tiryakisi olmalıyız ve buna var gücümüzle çalışmalıyız ve bunu kendimize itiyat etmeliyiz.
Birinci hadîs-i şerîf ilimle ilgili geldi. İlim öğreneceğiz, öğrendiğimizi uygulayacağız. Uygulamazsak kıymeti yok.
Peygamber Efendimiz "faydasız ilimden Allah'a sığınırım." diyor. Sırf öğrenmiş, istifade etmemiş, uygulamamış, hayatında prensip edinmemiş, değiştirmemiş kendisini, o zaman kıymeti olmuyor.
Onun için öğrendiğimizi uygulama fikrinde olmamız lazım. Ama ilimde yarışmamız lazım. Kendi kendimizle yarışmamız lazım. Başkasına gidip de böbürlenmek tatlı bir şey değil. "Bana bak ben üç tane Kur'an sayfası ezberledim. Sen ne kadar ezberledin." falan diye bir yarışa lüzum yok ama kendi kendinle yarışabilirsin. "Geçen sene iki cüzü ezberlemiştim. Bu sene ne kadar ezberleyeceğim bakalım." diyebilirsin.
Bir ortaokul talebesi Suudi Arabistan'da ortaokulu bitirdiği zaman hafız oluyor. Liseye geldiği zaman hafız oluyor.
Demek ki Kur'an-ı Kerîm'in ezberlenmesini yormayacak şekilde altı seneye, yedi seneye yaymışlar. Her sınıfta birazını ezberletiyorlar, imtihan ediyorlar. Çocuk hem normal ortaokul derslerini görüyor, hem de o dersler bittikten sonra, lisenin sonuna geldiği zaman, elinde pırlanta gibi bir çocuk. Hem hafız, hem dini bilgileri biliyor, hem de lise diploması almış, üniversiteye girecek bir çocuk oluyor. Bunu planlayabiliriz biz.
Bu zor bir şey değil. Çünkü her sene normal tahsilin dışında tatil zamanları var. Onları değerlendirmemiz mümkün. Her haftanın sonunda iki buçuk gün var. Cuma öğleden sonra, cumartesi, pazar iki buçuk gün var. Bunları değerlendirebiliriz. Kendimiz için de. 'Her hafta bir sayfa ezberleyeceğim' diyebiliriz. 'Her hafta bir sure ezberleyeceğim' diyebiliriz. Amme cüzünü -otuzuncu cüzü- bitiririz. O bittikten sonra yirmi dokuzuncu cüze geçeriz. Yirmi sekizinci cüze geçeriz. Küçük surelerin olduğu cüzlerden ezberleriz. Bu mümkün!. Onun için bu hadîs-i şerîfi Allah nasip etti. Kura ile çektiğimiz sayfada karşımıza geldi.
İlimde yarışın. İlimde gayretli olun. İlimde müsabaka heyecanı içinde ve sürati içinde ilim öğrenmeye koşun. Çünkü bu paradan, puldan, mevkiden, makamdan, altından, gümüşten, dünyadan, dünyanın üzerindeki her şeyden daha hayırlı diye Efendimiz bildiriyor bize.
Böyle midir?
Böyledir.
Çünkü dünyanın kıymeti yok.
Öldün mü dünyanın kıymeti kalıyor mu?
Hastalandın mı kıymeti kalıyor mu?
İhtiyarladın mı kıymeti kalıyor mu?
Hastalandı, amansız bir hastalığın pençesine düştü, işte ömrü şu kadar kaldı falan diyorlar.
İnsanın gözü bir şey görüyor mu?
Görmüyor.
Hepsi burada kalıyor.
Demek ki ahirette fayda verecek olan şey ilim olduğundan ilim öğrenmeye koşmalıyız.
Hangi kitabı okuyacağız?
Onu hocalarımıza sorarız.
Hangi kitaptan başlayalım?
Onu hocalarımıza sorarız. Veya kütüphanemizdeki kitaplardan bir tanesinden okumaya başlarız. Yazarının çok âlim olması lazım, çok dürüst olması lazım. Her kitap okunmaz. Bazı kitaplar safsata olur, bazı kitaplar yanlış olur, bazı kitaplar bozuk olur. Bazı kitapları yazan insanların zihniyetleri yamuk olur. Kendisi adam olmamıştır ki sana ne faydası olacak. Kendisinin hayatında yazdığı kitaptan bir faydası olmamıştır ki, sen ne fayda göreceksin.
Onun için büyük zatların eserlerini, büyük âlimin eserini okumalı. Yarım âlimin eserini okursun belki yanlış bir şey söyler, yanlış bir şey öğretir sana. Onun için büyük zatların eserlerini okumalı, kaliteli eserleri okumalı ve bu eserleri belki ömründe tekrar tekrar etmenin de faydası var.
Mesela bizim Râmûzu'l e-hâdîs’i, hocalarımız;
"Bitirdikçe yeniden okuyun." diye öyle tavsiye ediyorlar. Çünkü epeyce hadîs-i şerîf var içinde. Bir hayli hadîs-i şerîf var. Onların çok büyük faydası var.
Gelelim ikinci hadîs-i şerîfe;
سبعَةٌ يُظِلُّهُمُ اللهُ في ظِلِّهِ يومَ لا ظِلَّ إِلَّا ظِلُّهُ : إِمامٌ عَادِلٌ ، وشَابٌّ نَشَأَ في عِبادَةِ اللهِ ، ورجلٌ قلبُهُ مُعَلَّقٌ بِالمسجدِ إذا خرجَ مِنْهُ حتى يَعُودَ إليهِ ، ورجلًانِ تَحابَّا في اللهِ فاجتمعَا على ذلكَ وافترقَا عليهِ ، ورجلٌ ذكرَ اللهَ خَالِيًا فَفَاضَتْ عَيْناهُ ، ورجلٌ دَعَتْهُ امرأةٌ ذَاتُ مَنْصِبٍ وجَمالٍ فقال : إنِّي أَخَافُ اللهَ ربَّ العالمينَ ، ورجلٌ تَصَدَّقَ بِصَدَقَةٍ فَأَخْفَاها حتى لا تعلمَ شِمالُهُ ما تُنْفِقُ يَمِينُهُ
Seb’atün yüzıllühümüllâhü fî zıllihî yevme lâ zılle illâ zıllühû imâmün âdilün ve şâbbün neşe’e fi ‘ıbâdetillâhi ve racülün kalbühû mu’allekun bi’l-mescidi izâ harace minhü hattâ ya’ûde ileyhi. Ve racülâni tehâbbâ fillâhi ve icteme’â aleyhi ve ifterakâ aleyhi. Ve racülün zekerallâhe fî halvetin fe-fâdat aynâhü. Ve racülün da'athü imra'etün zâtü mansibin ve cemâlin ilâ nefsihâ fe-kâle innî ehâfullâhe rabbe’l-âlemine. ve racülün tesaddaka bi-sadakatin fe-ahfâhâ hattâ lâ ta’leme şimâlühû mâ tünfiku yemînühû.
Ravâhu şeyhâni.
İmam Buhârî ve İmam Müslim'in beraberce rivayet ettiği, çok ravileri olan meşhur bir hadîs-i şerîf karşımıza çıktı. Allah celle celâluhû yedi grup insanın arş-ı alâ'nın gölgesinde gölgeleneceğini, başka hiç gölgenin olmadığı o günde sefahat süreceğini, iltifat göreceğini, müstesna muameleye mazhar olacağını bildiriyor.
Tabi bu da bize niçin bildiriliyor?
Biz de onlardan olalım diye teşvik. Bu sayılan insanlar gibi olmaya çalışmalıyız. Burada sayılan yedi tür insanların, bir takım şeyleri var. Yani jestleri ve hayatlarındaki davranışları dolayısıyla Allah'ın rızasını kazanmış insanlar oluyorlar.
Kimmiş bunlar?
Arş-ı alânın gölgesinde gölgelenmek ne demek onu anlatalım ilk önce. Malum ahiret olacak, bu dünya bitecek. Öldükten sonra insanlar dirilecek, mahşer yerinde toplanacak.
Mahşer yerinde toplandıktan sonra elli bin yıl orada kalacaklar. Ve güneş tepelerinde olacak, yaklaştırılacak. Terden yerin içi, yetmiş arşın aşağıya kadar ıslanacak. Ve insanlar çok izdihamlı, sıkışık bir durumda bekleşecekler. Ancak sadaka verenler, hayır hasenat yapanların sadakaları başlarında kendilerine gölge edecek. Bir de şu hadîs-i şerîfte sayılacak insanlar arş-ı âlânın gölgesinde gölgelenecekler. Allahu Teâlâ hazretlerinin arş-ı âlâsının altı gölgelik, o gölgelikte, nurdan minberlilerde müstesna bir muamele. Yani insanlar izdihamlı, bunlar yukarıda çok büyük iltifata mazhar olacaklar.
Bunlar kimler?
Bir; imâmün âdilün ve şâbbün. "Adaletli devlet başkanı. Adil, adaletli.
Arşın gölgesinde gölgelenen insanlardan ikincisi;
Ve şâbbün neşe’e fi ‘ıbâdetillâhi. "Allah'ın ibadetinde yetişmiş olan genç."
Bu ne demek?
Şimdi bazı insanlar vardır, hayata başlıyor, bozuk yolda, namaz yok, ibadet yok, taat yok. Keyifte, zevkte, gençliğin her türlü çılgınlığını yapıyor. Her türlü günahlara dalıyor, çıkıyor ama sonra aklı başına geliyor. Ama bir insan da düşünün ki; hiç harama meyletmemiş.
Mesela; benim rahmetli dedem; "Sakalıma hiç jilet vurmadım." dermiş. Tıraş olmak, İslami bir adet değil. Batıdan gelmiş bir adet. Kendini bildiği çağdan başlayıp devamlı ibadet ve vazifelerini yaparak ömrünü geçirmiş. Böyle bir kimse de arşın gölgesinde gölgelenecek. Çünkü emsali o havada değilken, o yolda değilken bunlar doğru yolda devam ettiler. Tabi bu vasfın içine bizim evlatlarımız girebilir. Bazı kardeşlerimiz genç, onlar bu vasfın içine girebilirler. Kendi evlatlarımızı da bu vasıfta yetiştirmeye gayret etmeliyiz. "Aman evladım! Bak bu çok önemli bir vasıftır. İnsan sonunda nasıl olsa gerçekleri anlıyor, nasıl olsa Allah'ın yoluna giriyor ama sen bu çağı güzel geçirmeye dikkat et. Bak bu çağ buhranlı bir çağdır. Dikkat etmen gereken bir çağdır. Bunu başarırsan ahiretin mamur olur, işin hayır olur." diye teşvik etmeliyiz ve iyi insanlar olması için de elimizden gelen vasatı, şartları onlara hazırlamalıyız.
Ve racülün kalbühû mu’allekun bi’l-mescidi izâ harace minhü hattâ ya’ûde ileyhi. "Aklı, kalbi, gönlü mescide bağlı olan insan." Bu da ibadeti seviyor, namazı seviyor, mescidi seviyor. Mescidin hayrını, bereketinin sevaplı olduğunu biliyor. Mescitten çıkıp tekrar mescide dönünceye kadar hep aklı, sevgisi, gönlü mescitte. İbadeti seviyor. İbadete bağlı, mescide müdavim insan. Malum, bir insan namazı evinde kılarsa; bir sevap alır. Mescitte kılarsa; o sevabın yirmi yedi kat fazlasını alır. Ayrıca mescide gelmekten dolayı daha başka mükâfatlara da nail olur. Onun için akıllı bir müslüman -erkekler için bilhassa- namazını evinde kılmamalı. Mümkünse mutlaka mescitte kılmaya gayret etmeli. Çünkü yirmi yedi kat sevabı fazla.Yani atlamalı arabaya gelmeli, camide namazını kılmalı.
Dördüncüsü; Ve racülâni tehâbbâ fillâhi ve icteme’â aleyhi ve ifterakâ aleyhi.
İki kimse arkadaş oluyor. Birbiriyle dost oluyor, İslam kardeşi oluyor. Birbirlerini seviyorlar, dostlukları samimi. Bu sevgiyle bir araya geliyorlar, bu sevgiyle merhaba deyip, Allah'a ısmarladık deyip evlerine ayrılıyorlar. Gidecekleri yere gidiyorlar. Sevgileri birbirlerine kuvvetli. Bu sevgi de çok büyük mükâfata sebep oluyor. Ahirette en yüksek dereceleri alacak insanlardan bir grubu, bu dostluk işine dikkat edenler. Onun için biz buna çok gayret etmeliyiz.
Bizim yolumuz işte bu sevgi yolu. Kardeşlik dediğimiz şey bu. Biz birbirimizin kardeşi oluyoruz. Birbirimizi Allah için seviyoruz. Bu sevgi samimi ise birleşmemiz, ayrılmamız, buluşmamız, dağılmamız hep bu sevgi üzerine oluyorsa; o zaman büyük mükâfat var.
Bu sevginin sağlam olmasına dikkat etmemiz lazım. Bunu çok ciddiye almamız lazım.
Beşincisi; Ve racülün zekerallâhe fî halvetin fe-fâdat aynâhü. "Tenhâda Allah'ı zikreden bir insan." Malum, Allah'ın adını zikretmek çok sevap. En sevaplı işlerden, en kolay yapılan mükâfatı en büyük olan işlerden birisi; zikirdir. Tenhâda "Lâ ilâhe illallah" diyor.
Tenhâda "Allah" diyor. Kendi evinde, kendi odasında, kimsenin bilmediği bir yerde. Ve sevgiden, coşkunluktan, bağlılıktan, gözlerinden yaşlar akıyor. Allah diyor, gözlerinden yaşlar akıyor. İşte bu kimse de arşın gölgesinde gölgelenecek.
Çünkü bu davranışı hem zikretmesi, hem de gözlerinin yaşarması; Allah sevgisini gösteriyor, bağlılığını gösteriyor. O bakımdan böyle olmaya da gayret etmeliyiz. Allah'ı zikredenlerden olmalıyız.
Malum, bugün yirminci yüzyılda bu zikirde bir problem. Böyle yanlışmış gibi. Halbuki hadîslerde var, âyetlerde var. Âyette, hadîste olan şey sanki dinin dışındaymış gibi, yanlışmış gibi bir ters propaganda...
Bu yedi kişiden altıncısı; Ve racülün da'athü imra'etün zâtü mansibin ve cemâlin ilâ nefsihâ fe-kâle innî ehâfullâhe rabbe’l-‘âlemine.
Bir adamdır ki onu bir mevki makam sahibi, vücudu endamlı güzel bir kadın, kendi nefsine davet ediyor. 'Gel bizim eve seninle keyif çatalım' diye davet ediyor. O da diyor ki;
إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
İnnî eḣâfullâhe rabbe’l-’âlemîn. [Mâide Suresi 28. Ayet]
"Ben böyle günah bir iş yapmaktan Allah'a sığınırım." Reddediyor, kabul etmiyor. Kadın razı. Hem çirkin değil, hem pespaye değil, mansıp sahibi -mevki makam sahibi- itibarlı, hem de güzel.
Çağırıyor ama o diyor ki "Ben Allah'tan korkarım, nikahsız bir iş olmaz." falan diye reddediyor, kabul etmiyor.
Bu neyi sembolize ediyor?
Namusluluğu sembolize ediyor. Eskiden herhalde flört dediğimiz, Kazanova'nın aşk maceraları falan diye romanlarda anlattıkları şeyler herhalde arka bahçeden eve atlamak, evde kimse yokken böyle işleri yapmak falan tarzında oluyordu ki, mevki makam sahibi ve güzel bir kimse kendisine çağırdığı halde ben Allah'tan korkarım deyip o işe koşmuyor.
Şimdi bir insanın muhiti kötü olabilir.
Muhitinden kendisini kötülüğe çekmek isteyen kimseler bulunabilir ama iyi bir müslüman bunların karşısında diretebilecek. Hayır diyebilecek. Önüne imkanlar gelebilir ama hayır diyebilecek. İşte bunu diyebildiği zaman, kendisini tutabildiği zaman Allah'ın makbul kulu oluyor.
Bunun Kur'an-ı Kerîm'den misali Yusuf aleyhisselam'dır.
Malum Yusuf aleyhisselam'a kardeşleri oyun ettiler. Köle diye satıldı, Mısır'a getirildi. Çok güzel bir insan olduğu için dikkati çekti. Hükümette görevli, bakan mevkiinde bir zat, bunu köle olarak mülkiyetine aldı. Karısı da bu işten memnun. "Aman buna iyi bakalım, belki bize bir faydası dokunur, yetiştiririz." falan dediler. Sonra yetişti, delikanlı olunca, dayanamadı onun güzelliği karşısında. Yani boylu pozlu bir delikanlı. Gönlünü ona kaptırdı. Ama Yusuf aleyhisselam zindana girmeye razı oldu tekliflere evet demedi. Dedikodular şehri tutmuş 'filanca yöneticinin filanca bakanın hanımı, evindeki kölesi hizmetçiye gönlünü kaptırmış' filan diye dillere düşmüş. Demek ki iş, aleniyete çıkmış ama Yusuf aleyhisselam;
قَالَ رَبِّ السِّجْنُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَنِي إِلَيْهِ
Kâle rabbi’s-sicnü ehabbü ileyye mimmâ yed’ûnenî ileyh. [Yûsuf Suresi 33. Ayet]
'Ya Rabbi! Beni hapse soktur. Bunların bana teklif ettiği şeyi yapmaktansa hapse girmeyi tercih ederim' dedi. Namussuzca bir iş yapmaya girişmedi. Kadın saldırdı gömleğini yırttı, o kaçtı, kapıda karşılaştılar. Kadın bu sefer döndü dedi ki; "O bana saldırdı. Senin eşine kötülük isteyen bir insanın cezası nedir?" falan deyince dedi ki; "Hayır ben saldırmadım. O teklif etti ama ben reddettim. Kaçıyorken gömleğimi yırtıldı."
Bir taraf insanlar diyorlar ki;
"Acaba Yusuf aleyhisselam mı doğru söylüyor, ötekisi mi doğru söylüyor?"
"Gömleğine bakın. Gömlek arkadan yırtılmışsa; Yusuf aleyhisselam doğru söylüyordur, kadın yalan söylüyor, kıvırttırıyor. Eğer gömlek önden yırtılmışsa; kadın doğru söylüyor. Üstüne saldırdığı zaman gömleğini yırttırtmış." Bakıyorlar ki gömlek arkadan yırtılmış.
O zaman anlaşılıyor ki Yusuf aleyhisselam masum. Ama işte çeşitli oyunlar hapse girdi. Hapisten çıktı, medreseyi Yusufiye ama namusunu şey yapmadı.
Şimdi bu, bizim bu devrimizde çok önemli!. Avustralya'da çok önemli!. Türkiye'de de önemli olmaya başladı. Avrupa'da da önemli!. Çünkü bu devrin insanı eski zamanın insanı gibi değil. Eski zamanın insanı kaçıyordu. Yani cemiyetimizin, bizim kendi öz cemiyetimizin sisteminde kadın ayrıydı, erkek ayrıydı. Haremlik vardı, selamlık vardı. Kadının örtüsü vardı. Kadın ve erkek alakaları ayrılacak. Karışma olmayacak, ihtilat olmayacak. İşte bunların karşısında Müslüman'ın sağlam durması lazım.
Sağlam duracak ama sağlam durmayı da bir takım tabii yollarla desteklemek için İslam, erken evliliği teşvik ediyor. Bu çesit problemler asgariye insin diye; delikanlı çocuklar çabucak evlenecek, delikanlı kızlar çabucak evlenecek. Bunu teşvik ediyor İslam.
Gelelim sonuncu zümreye;
Ve racülün tesaddaka bi-sadakatin fe-ahfâhâ hattâ lâ ta’leme şimâlühû mâ tünfiku yemînühû.
Bir adam ki bir hayır ve sadaka veriyor ama gizliyor. Gizli veriyor, gösteriş için vermiyor. O kadar gizli veriyor ki sağ elinin verdiği hayrı, sol eli bilmiyor. Ne kadar verdiğine haberi yok. Yani o kadar gizli veriyor. Eller zaten bilmez deriz ama bu el, bu ele yakındır, bunun ne verdiğini bu bilmiyor. O kadar gizli, sessiz sedasız yapıyor hayrını ki Allah sevsin, gösteriş olmasın, riya olmasın diye. Amellerin, ibadetlerin kabul olmama sebeplerinden birisi; gösteriştir, riyadır. Yaptığı bir şey, iyi bir şey olabilir. Sadaka veriyor, iyi bir şey. Ama gösteriş için yapıyorsa, o zaman günah oluyor; kabul olmuyor. Gösteriş için yapmamaya alışacağız. Allah rızası için yapmaya alışacağız. Her ibadetimizi Allah rızası için yapmaya alışacağız.
Allahu Teâlâ Hazretleri bizi yolunda daim zikrinde kaîm eylesin. İki cihan da aziz eylesin. Cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin.
El-Fâtiha.