El-hamdü li’llâhi Rabbi’l-âlemîn. Ve’s-selâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn ve men tebi’ahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn.
Değerli ve sevgili kardeşlerim;
Bir Ramazan ayı geçti, bitti. Allahu Teâlâ hazretleri bizi rahmetine eren kullarından eylesin. Ramazan’da dağıttığı feyiz, sevap ve bereketlerden bizleri de nasibdâr eylesin. Mahrum kılmasın. Nice Ramazanlara afiyet ve saadet ile ulaşmanızı nasib eylesin. Nice nice kadir gecelerini ihya edip o gecelerin sevaplarınızı almanızı nasib eylesin. Bütün ümmeti Muhammed kardeşlerimize hayırlar ihsan eylesin. Sıkıntıda olanları da sevindirsin. Dertlilerin derdine deva, hastaların hastalıklarına şifa ihsan eylesin. Borçlu olanları borçtan kurtarsın. Mahpus olanları hapisten kurtarsın. Mazlum olanları gadirden, zulümden kurtarsın. Mücahid kardeşlerimizi kafirlere karşı galip eylesin, teyid eylesin, mansur ve müeyyed ve muzaffer galib eylesin. Beldelerimize İslam’a hizmet edecek sâlih, hâlis, muhlis idareciler ihsan eylesin.
Herkesi İslam’a getirmemizi hadisi şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor. Hayrunnas. İnsanların en hayırlısı olan bir ümmetiz. İnsanlara en büyük hayırda onların mü’min olmasıdır, imana gelmesidir. Çünkü öyle olunca cennete girecekler. Onları cehennemden kurtarmak en güzel iştir, en büyük mükâfattır, en büyük iyiliktir. Bütün insanlara bu iyiliği yapmaya çalışalım. Lailaheillallah’ı evimizde, ailemiz arasında, akrabamız arasında hemşerilerimiz arasında, Müslümanlar arasında yerleştirip kuvvetlendirdiğimiz gibi dışarıya da taşıralım, genişletelim, cihana Lailaheillallah’ı yayalım. Her yere tevhid bayrağını dikelim.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Abdullah İbn Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre buyurmuşlar ki;
مَنِ اسْتَعَاذَكُمْ بِاللهِ فَأَعِيذُوهُ، وَمَنْ سَأَلَكُمْ بِالله فَأَعْطُوهُ، وَمَنْ اسْتَجَارَ بِاللهِ فَأَجِيرُوهُ، وَمَنْ دَعَاكُمْ فَأَجِيبُوهُ، وَمَنْ صَنَعَ إِلَيْكُمْ مَعْرُوفًا فَكَافِئُوهُ، فَإِنْ لَمْ تَجِدُوا مَا تُكَافِئُونَهُ، فَادْعُوا لَهُ حَتَّى تَرَوْا أَنَّكُمْ قَدْ كَافَأْتُمُوهُ. ط د ن حم طب حب حل ك ق عَنِ ابْنِ عُمَرَ.
Meni’s-te’âze billâhi fe-e’îzûhü ve men seele billâhi fe-a’tûhü ve men de’âküm fe-ecîbûhü, ve men sana’a ileyküm ma’rûfen fe-kâfiûhü, fe-illem tecidû mâ tükâfiûnehû bi-hî fed’û lehû hattâ terev enneküm kad kâfe’tumûhü.
Hadîsun sahîhun revâhu Ebû Davûde ve’n-neseiyyü bi-esânîdi’s-sahîhayn.
İbn Ömer, Hz. Ömer Efendimizin oğlu Abdullah radıyallahu anhumâ rivayet etmiş ki Peygamber Efendimiz şu tavsiyelerde bulunuyor bize;
Meni’s-te’âze billâhi fe-e’îzûhü. Kim Allah’ın adını söyleyerek, “Allah aşkına!” diye size sığınırsa. Fe-e’îzûhü. Siz de onu himaye edin, koruyun.
Madem Allah’ın adını verip size sığınıyor, koruyun. Çeçenler cümle cihana şey yapıyorlar [ilan ediyorlar]. Bir millet kahrediliyor, yok ediliyor yardım edin diyorlar mesela. Bir dev şeytan saldırıyor uçaklarıyla, helikopterleriyle, tanklarıyla. Yardımcısız, cümle cihan halkından yardım istiyorlar. Müslümanlardan, öteki insaflı adaletli, müslüman olmasa bile vicdanı olan insanlardan hep yardım istiyorlar. Mesela bu bunun gibi de olur, yakınınızdaki bir mazlum ve mağdur insan da olur. Sizden yardım istiyor, “Allah aşkına bana yardımcı ol ya!” diyor, yardımcı olun.
Ve men seele billâhi fe-a’tûhü. Allah için sizden birşey isteyene istediğini verin.
Allah için ver, Allah rızası için, Allah aşkına ver! Peki al. Allah için isteyene verin. Allah’ın adını anarak.
Ve men de’âküm fe-ecîbûhü. Sizi birisi davet ederse, “Buyur bizim eve gidelim çorbayı içelim”, “Buyrun bizde bir çay içelim”, “Buyur benim toplantım var bu akşam, sen de gel” gibi sizi birisi davet ederse davetine icabet ediniz, gidiniz davetine.
Neden?
Muhabbet böyle gelişir de onun için.
Muhabbetin gelişmesi için önemli faaliyetlerden birisi ziyaretlerdir. Onun için ziyaretler çok sevaptır, çok büyük sevaptır. O kadar sevaptır ki Cenâb-ı Hakk’ın sevgili kulu yapar insanı. Hadisi kutsîde öyle buyuruyor, Peygamber Efendimiz’in hadisinde, hadisi kutsî ama Allah için birbirlerini ziyaret edenlere benim muhabbetim, sevgim vacip olur.
Hakkat mahabbetî li’l-mütezâvirîne fiyye. Benim rızam için benim aşkıma birbirlerini ziyaret edenlere benim sevgim muhakkak vacip olur, ben onu severim. Ben kalkıyorum Salih’e gidiyorum Ali’ye gidiyorum, Ali kalkıyor Salih geliyor bana geliyor Allah rızası için. Tamam, Allah sever. Yani o kadar kıymetliki ziyaretleşme, Allah’ın sevgisini kazanmaya sebeb oluyor. Onun davete icabet çok önemli.
Ve men sana’a ileyküm ma’rûfen fe-kâfiûhü. Size bir iyilik yapana siz de karşılığını verin.
Size bir iyilik yaptı birisi, Allah razı olsun, tamam. E ne olacak?
Siz de ona iyilik yapın. Karşılıklı yani tek taraflı değil, sadece hep bana değil, bir iyilik yapana siz de elinizden geldiği kadar iyilik yapın.
Fe-illem tecidû mâ tükâfiûnehû bi-hî. Eğer size iyilik yapana verecek bir şeyiniz yoksa.
Fakirsiniz bir şeyiniz yoksa elinizde. O da sizi sevmiş bir iyilik yapmış, sizin de başka imkânınız yok, ne olacak şimdi?
Ben Allah’ın bir gariban fakir kuluyum, o da zengin. Camide görmüş beni sevmiş bir iyilik yapmış. Şimdi ben bu adama ne yapayım? Bu adam zengin zaten; mersedesi var, arabası var, malı var mülkü var ben buna ne yapayım?
Yoksa onu karşılayacak bir hediye verme durumunuz. Fed’û lehû. Ona dua edin.
Yarabbi! O kardeşime dünyada ahirette hayırları Sen ver. Sen her şeye kadirsin. Zenginlerin zenginisin. Zenginlere zenginliği veren Sensin, gayb hazinelerinin sahibi Sensin, yerin göğün hazineleri Senin mülkün, Senin elinde. Ben veremiyorum Sen veriver.
Dua edin. Öyle ki, hattâ terev enneküm kad kâfe’tumûhü. Öyle candan dua edin ki; tamam verdiği hediyenin karşılığı bu oldu diye içinizde böyle bir kanaat gelinceye kadar dua edin.
Allah razı olsun şu Ahmed kardeşimden, filan filan filan. O kadarcık şey yapıyoruz ki tamam yani, o kadar candan istedimki tamam diye böyle içinize bir kanaat gelinceye kadar dua edin. Yani öyle kısaca yarım ağızla tamam Allah razı olsun. Öyle değil. Yani candan böyle Yarabbi! Muhakkak onun derdini izale et. Yarabbi! Onun muhakkak işini rast getir. Yarabbi! Ona muhakkak sıhhat ver.
Evet bu sahih hadistir, Ebû Dâvud ve Neseî rivayet etmişler, sahih isnad zinciriyle.
Ve an ebî Hüreyrete radıyallahu anhu ani’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve sellem kâle;
İnne ahna’a’s-min indellâhi azze ve celle racülün tesemmâ melike’l-emlâki.
Müttefekun aleyh. Kâle Sufyan ubnu Uyeynete melekü’l-emlak mislü şâhen şâh.
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den bu hadisi şerif.
Allah’ın yanında isimlerin en hor alçak ve aşağılığı, en değersizi; lakapların, ünvanların en horu, en çirkini ‘hükümdarlar hükümdarı’ lafıdır, unvanıdır.
Melikü’l-emlâk ne demek?
Emlâk, melikler demek.
Melikü’l-emlâk ne demek?
Melikler meliki, yani padişahlar padişahı.
Bu unvan var maalesef, kullanmış.
Kimler kullanmış?
İranlılar kullanmış, mesela Şahen Şah demiş.
Şahen Şah ne demek?
Şahlar şahı demek.
Niye bu ismi sevmiyor Cenâb-ı Hak Teâlâ?
Çünkü şahlar şahı Allah’tır. Kullar ne oluyor! Kullar ne oluyor, hepsinin hepsinin yaradanı Cenâb-ı Hak Teâlâ’dır. Böyle palavra unvanları layık olmayan, ciğeri beş para etmeyen adamlara vermek Allah’ın hoşuna gitmez, bu unvanları da sevmez. Allah öyle mütekebbirleri sevmez.
Üçüncü hadisi şerif.
An ebî Hüreyrete radıyallahu anhu kâle, kâle Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem;
Lâ tekûlu li’l-münâfıkı seyyid fe-innehû in yekün seyyiden fe-kad eshattum rabbeküm azze ve celle.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ten, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuş ki;
Münafığa ‘efendim’ demeyin, ‘efendi’ demeyin, ‘beyefendi’ demeyin, ‘seyyid’ demeyin.
Seyyid, ‘değerli beyefendi’ filan manasına geliyor. Münafığa böyle bir isim vermeyin. Çünkü onu öyle beyefendi makamına koyarsanız, eshattum rabbeküm. Rabbınızı kızdırmış olursunuz. Cenâb-ı Hak kızar bu işe; “Şu adamlara bak haddini bilmezler vay vay vay, münafık bir adama böyle bir unvan veriyorlar!” diye kızar Cenâb-ı Hak, söyleyenlere kızar.
Onun için bir adam fâsıksa, münafıksa, yanar döner kaypaksa, dini zayıfsa ona öyle ünvanlar falan verilmez, vermek doğru olmaz.
Neden?
Allah kızar.
Hatta başka hadisi şerifler var, Arş-ı Âlâ korkudan titrer. Şimdi bunlar belasını bulacaklar, Allah kızacak da başlarına bir ceza gönderecek [diye] Arş-ı Âlâ titrer münafığa seyyid denildiği zaman.
Çok yapılıyor bu iş. Tarihte ve asrımızda maalesef çok yapılmış. Münafık, fasık insanlara değer verilmiş, baş tacı edilmiş, yüksek mevkilere çıkartılmış, tahtlara oturtulmuş, karşısına geçilmiş el pençe divan durulmuş ve onun emrinde zulümler yapılmış. Çok, misalleri hem zamanımızda hem de tarihin içinde misalleri çok. Yanlış. Peygamber Efendimiz şey yapmıyor. Öyle insanlara, Allah’ın sevmediği insanlara değer vermek olmaz.
O halde yani bir insana bir hitap edeceğiniz zaman Cenâb-ı Hakk’ı kızdıracak laflar söylemeyin, olmadık laflar söylemeyelim. Bir insan da kendisinde olmayan vasıflarla şişirttirilmesin, böbürlenmesin, övülmesin. Dalkavukluk yapmayalım, dalkavukluk olmasın.
Ne yapmış alimin birisi?
Emevî hükümdarlarından birisinin yanına girmiş, Esselamü aleyke yâ filan diye ismini söylemiş. Halbuki sayın hükümdar demesini filan bekliyor, emîri’l-mü’minîn, halife filan demesini bekliyor, hiç dememiş.
Esselamü aleyke filanca.
Eh senin askerlik arkadaşın mı bu? Mahalle arkadaşın mı? derler Türkiye’de olsa yani.
Sonra da oturmuş bir kenara. Böyle onun bu selamına bir kızmış, kendisi müsaade etmeden oturduğuna bir kızmış, bir kızmış. Kızdırmış, sormuş demiş ki niye sen bana öyle yâ emîra’l-mü’minîn demedin? Ey Müslümanların halifesi, yâ halîfeti’l-müslimîn demedin? Emîra’l-mü’minîn demedin? Ey padişah demedin? Niye böyle demedin?
Demedim demiş, çünkü dışarda ahalinin senden memnun olmadığını gördüm. Onlar memnun değil, nasıl olacaksın onların emiri? Memnun değiller ki onlar, sevmiyorlar ki kabul etmiyorlar ki.
Peki niye ben izin vermeden oturdun? Yani adama ceza verecek ama alime yani öyle bir soruyor böyle, demiş ki;
Peygamber Efendimiz hadisi şerifte buyurdu; Cehennemlik bir insan görmek isteyen varsa, kendisi oturduğu halde karşısındakini ayakta tutan insana baksın, bu cehennemlik.
Neden?
Kendisi oturmuş karşısındakini ayakta tutuyor, otur demiyor. Seni o duruma düşmüş hale getirmemek için ayakta durmadım oturdum. Senin iyiliğin için oturdum yani. Daha başka şeyler sormuş, hepsine böyle mert mert cevaplar vermiş; hadisle ayetle cevaplar vermiş. Adam onu kestirmeyi düşünüyor, cellatları çağırıp ama öyle güzel nasihat etmiş öyle güzel sözler söylemiş ki ağlamaya başlamış, kalbi yumuşamış. Kalbi yumuşamış ağlamaya başlamış.
Yani dalkavukluk yapmamış.
Neden?
Büyük alimde ondan.
Onun için büyüklerimiz bizlere diyorlar ki öyle sultanların davetlerine, saraylarına, sohbetlerine gitmeyin. Yani mutasavvıflara böyle tavsiye ederler. Onun için bizim meşâyihimiz padişahların davetine filan gitmez. Hatta bazılarını padişahlar ziyarete gitmek istiyorlar, biz geleceğiz Efendim filan diye haber gönderiyorlar, kabul etmiyor.
Padişahların ziyaretine gitmesin alimler, fazıllar, dervişler, bilgili insanlar, arif insanlar amma bu alim gibi olursa gitsin. Çünkü dobra dobra konuşuyor, karşı tarafı yumuşatıyor ağlattırıyor. İsmini unuttum onun, yani şu anda ismini hatırlayamıyorum büyük bir alim. Öyle dobra dobra konuşabilecekse, eğilmeden bükülmeden hakkı söyleyecekse o gitsin. Eğilecekse, münafığa seyyid diyecekse, ciğeri beş para etmeyen insana ey hükümdarlar hükümdarı filan deyip de Allah’ı kızdıracaksa gitmesin o zaman. Yani onlar uygun olmuyor.
Bu akşamki konuşmamdaki sonuncu hadisi şerif;
An Câbirin radıyallahu anhu enne Resûlallah sallallahu aleyhi ve selleme dehale ümmü’s-sâib ev ümmü’l-müseyyib.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Ümmü Saib veya Ümmü Müseyyib lakablı, künyeli kadının ziyaretine gitti. Hasta, hasta olan bir hanıma ziyarete gitti Peygamber Efendimiz. Burada hakkında bir bilgi göremedim. Efendimiz hasta ziyaretini yapardı. Çünkü hasta ziyaret etmek çok sevap. Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor bizlere de.
Fe-kâle. O hasta kadına dedi ki;
Mâ leki yâ ümme’s-sâib ev yâ ümme’l-müseyyib tüzefzifîn. Ne oluyor sana ey Ümmü Saib? Yahut Ümmü Müseyyib, böyle tir tir titriyorsun?
Kadın titriyor öyle. Ne oldu böyle titriyorsun, hastalığın ne? diye sordu.
Kâlet. Cevap olarak kadın dedi ki.
el-Hummâ lâ barekallâhu fîhâ. Allah kahredesice humma tuttu beni.
Allah bereket vermesin, kahretsin. Kötü bir laf söylemiş yani, kahretsin de demiyor ama, yani öyle Allah mübarek etmeyesice humma beni tuttu demiş.
Efendimiz o zaman buyuruyor ki;
Fe-kâle lâ tesübbî el-hummâ. Hummaya sövme, böyle ağzını bozup ta aleyhinde lâ barekallâhu filan deme hummaya. Fe-innehâ. Çünkü bu humma, hastalık. Tüzhibü’l-hatâyâ benî âdem. İnsanoğlunun günahlarını götürür bu humma, siler, affettirir, defterde bırakmaz. Kemâ yüzhibü’l-kîru hubse’l-hadîd. Demiri potaya koyduğun zaman, ateşe koyduğun zaman, küflü paslı demirleri eriyip te pislikleri üste cüruf olarak çıkıp demir safileştiği gibi. Hurda demirleri alıp kaynatıyorsun ocakta, hurdalığı pisi pası gidiyor, yeni demiyor oluyor. Gayet güzel bir demir oluyor. Bunu demirciler bilir veya demircileri görenler bilir. İşte humma, o sıcaklık ateş demirin pasını kirini giderdiği gibi, ateşin demirin pasının vesairesini giderdiği gibi bu humma da insanoğlunun günahlarını affettirir. Onun için bu hummaya sövme. Yani bu aslında sana bir bakıma yararlı çünkü günahlarını affettiriyor dedi Peygamber Efendimiz.
Evet, hastalığın insanoğluna sağladığı çok mükâfatlar ecirler vardır.
Nedir?
Bir. Hastanın uykusu ibadettir. Uuu hasta bir yattı uyudu, sekiz saat uyudu. Tamam sekiz saat ibadet etmiş.
Sen sekiz saat ibadet edebilir misin?
Adam kendinde değil, yattı uyudu cayır cayır yanıyor uyudu kaldı. Tamam iyi ki uyudu filan.
Uykusu ibadet.
İniltisi, aah aah aaah, iniltisi tesbihtir. Allah Allah, Lailaheillallah, Subhanallah, Allahu Ekber demiş gibi iniltisini tesbihe yazıyor melekler.
Sonra?
Duası müstecaptır.
Nasıl sen iyi misin?
Allah razı olsun senden. İyiyim, biraz hastayım midem ağrıyor. Tamam duası makbul müstecap.
Allah ne dua ederse dualarını şey yapın [yazın] diye [meleklere emrediyor.] duası müstecap.
Sonra?
Sağlığında yaparken, yapıyor idi, şimdi hasta olduğu için yapamamaya başladığı bütün ibadetleri yapmış gibi meleklerine der ki; yazın. O kulumun defterine yazın, işrâk namazı sevabı yazın, duha namazı sevabı yazın, evvabin sevabı yazın, teheccüd sevabı yazın, şu kadar hatim sürerdi bu kadar cüz okurdu şu kadar tesbih çekerdi yazın onları.
Yarabbi yapamadı bunları hasta?
Olsun, yapmış gibi yazın. Yapamadığı sevaplı işlerin hepsini yapmadığı halde hastalığı dolayısıyla yapamadığı için yapmış gibi yazdırır.
Günahları silinir defterinden. Denilir ki kendisine, Allah senin günahlarını bağışladı, günahsız kaldın, defterin tertemiz oldu. Feste’nifi’l-amele. İşe yeniden başla hadi. Defterin temizlendi, bütün cezalar silindi, günahlar, işe yeniden başla denilir.
Onun için hastalık geldiği zaman sabretmek lazım, şikâyet etmemek lazım, ecirleri sevapları kaçırmamak lazım.
Hastalık istenmez ama çünkü zordur, ağrıyor bir yeri insanın kolay değil. Bir dişi ağrıdı mı feleğini şaşırır insan. Küçücük dişi koca pehlivanı yere çalar yani bir diş ağrısı. Zonk zonk, zonk zonk, zonk zonk böyle orası şişer burası şişer filan, çok zor olur. Küçücük bir yerinde bir sancı, midesi ağrıyor, aman aman aman kıvranıyor.
Efendim böbreğinde taş varmış taş düşürüyormuş.
Zor amma gelirse dişini sık, şikâyet etme mükâfatı var arkada, büyük sevabı var.
Cenâb-ı Hakk’ın tabi hasta olduğu zaman insan o mükâfatlarına ermeyi, kaçırmamaya çalışmalı.
Allah hepinizden razı olsun.
El Fatiha.