Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbağî li-celâli vechihiî ve li-azîmi sultânih. Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ hayrı halkıhî seyyidina Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve mentebiahu bi-ihsânin ecmaîn.
Bizlere ihsan ettiği sayılamayacak kadar çok nimetlerinden dolayı Allah-u Teâlâ hazretlerine hamd u senâlar olsun.
O'nun âlemlere rahmet olarak gönderdiği ve bizlere bir model insan, örnek insan olarak sunduğu kendisinin de "habibim" diye sevdiği, seçtiği âlemleri onun hatırına yarattığı Muhammed-i Mustafâ'sına salât u selâmlar olsun.
Allah-u Teâlâ hazretleri bizi sevdiği yollardan, sevdiği kullarından ayırmasın. Sevdiği amelleri, fiilleri, işleri yapmayı nasip eylesin.
Allah'a hamd u senâlar olsun ki müslüman olduğumuz için dünya üzerinde bir milyardan fazla kardeşimiz var. Hem de birbirimizi seviyoruz. Rengimiz, ırkımız, cinsiyetimiz ne olursa olsun, birbirimizi seviyoruz ve hem de birbirimizle çabuk anlaşıyoruz.
Amerika'ya da gitsek, Avustralya'ya da gitsek, Avrupa'ya da gitsek yabancı bir ülkede bir camide bir namaz kıldığımız zaman veya herhangi bir vesileyle bir müslümanla karşılaştığımız zaman ahbaplığımız çarçabuk çok kuvvetli bir beraberliğe dönüşüyor. Çünkü Allah “inneme'l-mü'minûne ihvetün” diyerek bütün müslümanları kardeş eylemiş; bu güzel bir şey.
Bizim kardeşliğimiz ayrıca bir de tasavvuf yolundaki kardeşlik olması dolayısıyla birkaç bakımdan daha güzel. Çünkü tasavvuf yolu gerçekten güzel bir yol. Gerçekten takvâ yolu, Allah'ın rızasını kazanmaya giden bir yol. İnsanı Allah'ın rızasına, mârifetullaha, muhabbetullaha, rıdvanullaha götüren bir yol.
"Mârifetullah" diyoruz, "Allah'ı bilmek."
Muhabbetullah diyoruz "Allah'ı sevmek."
"Rıdvanullah" diyoruz, "Allah'ın bizden hoşnut ve razı olması."
Bu yol bunlara götürüyor. O bakımdan yol çok güzel ve bu yoldaki kardeşlik de kardeşliklerin en halisi olduğu için fevkalade güzel.
Tasavvuf yolları içinde bizim yolumuz; ilme bağlılığı ile ilim adamı yetiştirmesiyle, ilim yolunda yürümesiyle farklılaşmış olan bir yol. Bizim yolumuzun bariz vasfı; yöneticilerin, büyüklerimizin her birisinin birçok ilimde ihtisas sahibi olmasıdır. Hem din ilimlerinde hem de bunun dışında başka ilimlerde mütehassıs olmalarıdır. Bu, enteresan bir şeydir. Farz edelim ki bir mutasavvıfın aynı zamanda bir astronom olması, bir fizikçi olması, bir tabip olması enteresan bir şeydir. Elhamdülillah bizim yolumuz böyle gelmiş, böyle devam ediyor. İlimle beraberiz, ilimle içiçeyiz. Allah'a hamd u senâlar olsun, Allah bizi bu güzel nimetlerinden ayırmasın. Çünkü ilimden ayrıldığı zaman herkes zarar eder.
Bir milletin yükselmesi ilimle oluyor, teknolojinin gelişmesi ilimle oluyor. Ekonomi de ilimle derleniyor, toparlanıyor. İnsan ilim sayesinde o sahalardaki müşküllerini hallediyor. Demek ki her şeyin temeli ilim. Onun için büyüklerimiz demişler ki;
"Dünyayı isteyen ilme sarılsın çünkü dünyalık ilimle elde ediliyor. Âhireti isteyen de ilme sarılsın. Çünkü iyi kulluk da ancak ilimle olabiliyor.” Kul iyi olmadığı zaman, alim olmadığı zaman, cahil olduğu zaman; kulluğunu güzel yapması, Allah'ın rızası yolunu doğru düzgün bulması Allah'ın rızası yolunda yürümesi mümkün olmuyor. Cahillik ediyor, gafillik ediyor, bilmeden Allah'ın rızasına aykırı işler yapıyor. O bakımdan ilim; hem dinin hem dünyanın güzel olması için en başta gelen varlığımız.
Allah bizi ilim yolundan, alimlikten ayırmasın; cahilliğe düşürmesin.
Onun için İslâm'da İslâm'dan önceki devreye "cahiliye devri" deniliyor. İlimsiz olduğu için o isim verilmiş; "cahiliye devri" deniliyor. İslâm'ın gelmesinden sonraki devre de "asrı saadet" diyoruz. "Mutluluk Asrı."
Neden mutluluk asrıdır?
Çünkü İslâm, insana iki cihanın saadetini birden veriyor. İslâm'ın prensipleri hem dünyanın hem de âhiretin saadetini sağlıyor.
İslâm'ın bu ana yapısını bildiğimiz için, sizlerin mutluluğuna büyük önem veriyoruz. Aile mutluluğunuz da bizim için son derece önemli. Geçiminiz; karı koca arasında ki geçim, uyum, anlayış, sevgi, saygı, bağlılık bizce fevkalade önemli ve biz bunu sağlamak için, geliştirmek için elimizden her ne gelirse yapmaya hazırız; yapıyoruz. Yapılması için elimizden geleni de ardımıza koymuyoruz.
Allah sizleri eşinizle çoluk çocuğunuzla ömrünüz boyunca bahtiyar eylesin. Hepinize mutluluklar dileriz. Evlatlarınız hayırlı evlatlar, salih evlatlar olsunlar; İslâm'a faydalı olsunlar.
Eski güç sahiplerinden hükümdarlardan birisi çok güzel bir köşk yaptırmış. Dayatmış döşetmiş; bahçesi ve balkonu ile süslemiş. Ondan sonra bir fukarâ mutasavvıfı, bir hoca efendiyi yanına almış konağı gezdirmiş.
"Üstadım, hocam nasıl buldun? Konak güzel mi?" diye sormuş. O da;
"Bu dünyada böyle bir köşk yapacağına kendine âhirette bir köşk yapsaydın. Bu dünyada köşk yapmışsın, bunun hesabı var. Allah sana bunun hesabını soracak. Paralarını; hesabını veremeyeceğin, makbul olmayan bir yere sarf etmişsin." diye azarlamış.
Bizim mantığımız budur. Biz paraya pek aldırmayız, zengin olmaya da hırsızımız yoktur. Gösterişe de kulak asmayız. Cömertlik de makbul olduğundan kesemizin ağzını açarız, paramızı etrafa saçarız. Bu işi severek yaparız. Ama dinî hizmetler de parayla oluyor. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de bir yerlerden para bularak hizmetleri götürmüş. Kendisi de bir şeylerini rehin vererek, borç alarak bazı şeyler yapmış. Ebû Bekir es-Sıddîk Efendimiz'in serveti, İslâm'ın yayılmasında büyük fayda sağlamış. Osman-ı Zinnureyn Efendimiz'in büyük zenginliği ve büyük ikramları Peygamber Efendimiz'in dualarını kazanmasına vesile olmuş. Bunları biliyoruz. Para her yerde para; her yerde iş görüyor, kapıları açıyor. Zengin arabasını dağdan aşırıyor, fakir düz yolda yolunu şaşırıyor. Bu böyle.
Onun için paranın İslâm yolunda kullanılması lazım. Büyüklerimiz demişlerdir ki;
"İnsanın gönlü bir gemi gibidir. Servet, para pul, mevki makam ve dünyadaki her şey de deniz gibidir. İnsanın gönlü bu denizin üstünde gezebilir. Bir müslüman mevki sahibi olabilir, para sahibi olabilir; gönlü derya gibi imkânların içinde yüzebilir. Ama geminin içine su girmemesi lazım. Gönlünün içine dünyalık sevgisi girmemesi lazım."
Geminin içine su girdi mi gemi batar.
Gemi nerede batar?
Dünyalıkta batar. Onun için büyüklerimiz demişler ki;
Ed-dünyâ bahrun amîkun kesîrun mine'n-nâsi yu'raku fîhâ. "Dünya engin bir okyanustur, ummandır. İnsanların çoğu burada su üstünde duramamışlardır, batmışlardır, istenmeyen bir duruma düşmüşlerdir, dünyalığa gark olmuşlardır."
Alışları verişleri, yatışları kalkışları, konuşmaları, faaliyetleri, sevgileri kızgınlıkları dünyalıkla; dünyalık temeli üstüne kurulmuştur. Tabi bunların hepsi insanı bir başka zarara, bir başka günaha götürücü şeyler. Onun için müslümanın gönlüne dünyalık girmeyecek. Dünyalığın müslüman nazarında bir kıymeti yok. Dünyalık sadece bir alettir, bir imkândır, bir vasıtadır, bir araçtır. Biz bu aracı iyi kullanmakla vazifeliyiz.
Bana "ergonomiyi nasıl tarif edersiniz?" deseler ben o anladığıma derim ki:
"İş hayatında karşılaşılan problemler üzerinde kafa çalıştırıp çözme sanatı, çözme mesleği."
Geçen seneler Hicaz'a hacca gönderilen hacıların bir istatistiği elime geçmişti. Amerika'dan şu kadar, Brezilya'dan bu kadar, Türkiye'den şu kadar, Nijerya'dan bu kadar, İran'dan bu kadar. Büyük büyük rakamlar. Tabi gayrimüslim ülkelerinden gelen müslüman sayısı az. En az hacı gönderenlerden birisi hain Japonlar!
Neden?
İçlerinde müslüman yok. Oradan belki hacca gelmek de zor ama paraları var, gelirler; her yeri geziyorlar. Müslüman az; İslâm'a direniyor. Peki dirensin.
Hem İslâm'a direniyor, hem de bütün mallarını getirip Suud'da, Türkiye'de satıyor.
Karşı tarafı dize getirmenin yollarından birisi nedir?
"Arkadaş! Ben senin eşyanı, imalatını, malını kullanmıyorum."
Ne olur?
Koca İslâm âlemiyiz. Japonlar'ın, Almanlar'ın, Amerikalılar'ın veya Fransızlar'ın yani kim İslâm'a karşı çıkıyorsa, kim İslâm'a kötülük yapıyorsa ceza olarak onun mallarını almasak ne olur?
Öteki malı alırız. Dünyada rekabet var. İnsan aç kalmaz, açık kalmaz. Hatta kendin yaparsın. Daha da iyi olur kendin yaparsın. Kötü komşu insanı ev sahibi yaparmış. Ona kızdığı için uğraşır, didinir, ev sahibi olurmuş.
Bizim; "Her şeyi almayacağım. Onlardan kendim yapacağım." dememiz lazım.
Demek ki böyle bir şuura sahip olursak yapabiliriz. Her şeyi yerli. Biraz kullanırız, ondan sonra onu geliştiririz. Çünkü bakın "ergonomi" var. Fabrikaların, "işi araştırma geliştirme bölümleri" var. Problemi ortaya koyarız; çözümünün çarelerini ararız ve buluruz.
Bu "ergonomi" denen ilim nereden çıktı?
"İşletme ilimleri" nereden çıktı?
Ben şimdi konuyu unuttum.
Bir profesör arkadaş İzlanda'nın bir şehrine bir konferansa davet edilmişti.
"Konferansın konusu neydi?" dedim. Keşke yazsaydı da hatırımda kalsaydı.
"İşletmede bilmem ne meselesinin falanca probleminin çözülmesi."
Biz ne o problemi biliyoruz ne işletme ilmini biliyoruz.
Ben onun için kardeşlerime teklif ediyorum, diyorum ki;
"Muhtaç olmadıkça, mecbur kalmadıkça başkasının malını kullanmayın. Arayın tarayın,sorun. %100 yerli, müslüman bir kardeşin imalatı olan şeyleri kullanmaya gayret edin.
Bizim bir kardeşimiz vardı; talebeyken akşamları enstitüde çalışıyorduk. Şimdi profesör, dekan. O zamanlar henüz asistan. Doçenti saati sordu, o şöyle bu tarafa doğru bakıyor, orada da saat filan yok. Baktı; "10'a 25 var." dedi. Arkadaş asistan ama koluna bir saat almamış. Hocamız demiş ki;
"Bu saatin modellerine bu kadar itibar etmeyin çünkü istismar ediliyor. ‘O model çıktı, bu model çıktı.' diye şu kadarcık şeye bu kadar para veriyorsun, falanca yere gidiyor."
Arkadaş oraya bir ayna koymuş; üçgen, küçük, hiç kimse bilmez. Aynadan arkasındaki duvar saatine bakıyor. Kendisi kol saati almamış, arkasındaki duvar saatine bakıyor. Aynayı onun için koymuş, tam görünecek şekilde ayarlamış. Küçük ayna ile arkadaki saatten zamanı öğreniyor. Mühim olan zamanı öğrenmek.
Ne olacak?
İnsan bunu alışkanlık olarak bile yapar.
Neden?
İşin içinde bir inat var;
"Ben başkasının saatini kullanmayacağım. Kendi saatimiz yapılırsa kullanırım."
diye bir inada sahip olsak, biraz bu işi kıssak herhalde büyük faydası olacak. Ve tabi o zaman israf engellenmiş olacak, üretim teşvik edilmiş olacak. Araştırma ve geliştirme canlanacak.
Bizim kendimizin icat etmesi lazım. İyi, güzel bir şeyi biz kendimiz icat edelim ama kendimiz icat etmek için onu gerektiren şartlarının olması lazım. Onu meydana çıkaran şartların oluşması lazım. O şartlar oluşmadığı zaman kimse bir şey yapmaz. Onun için eskiler; "mârifet iltifata tabidir." demişler. Ortada bir hüner, bir mârifet, bir bilgi varsa o bilgi sahibi itibar görüyorsa o gelişir.
Eğer hat sanatına sizin itibarınız varsa; "benim misafir odamda bir güzel levha olsun, iyi bir hattatın kaliteli bir eseri olsun." diye düşünüyorsanız o zaman hat sanatı gelişir. "Bu levhanın etrafı ebrulu olsun." derseniz ebru sanatı gelişir. "Tezhipli minyatürlü olsun, kenarı süslü olsun." derseniz tezhip sanatı, süsleme sanatı gelişir. Sen neye rağbet edersen iltifat edersen o gelişecek. Neye rağbet etmezsen o sönecek.
Sen ortaya koyduğun eserin beğenilmesini istiyorsan emek sarf edeceksinHer şey böyle. Eserine uzun ömür dileyenler ona büyük emek vermek zorundadır. Bu tarzda çalışacağız. Mesleğimizde bu aşk ile çalışacağız. Hepinizin mucit olmasını, icatçı olmasını istiyorum. Yani meslekteki bir problemi, ortada beliren bir müşkülü tespit edeceksiniz; o müşkülü çözmek için araştıracaksınız, bir eser ortaya koyacaksınız.
Güzel insan mesleğinde tek olmalı, yegâne olmalı, bir tane olmalı, eşsiz olmalı.
Esas itibariyle ben hoca olduğum için dinî konulardan bahsetmem lazım. Ama her mesleğin de biraz dinî yönü vardır. Mesleğin bir dünyevî cephesi, veçhesi vardır. Bir de mânevî yönü ve temeli vardır.
Bizim, bizi başarıya doğru götürecek çok daha büyük faktörlerimiz var. Biz bir şeyi güzel yaptığımız zaman Allah-u Teâlâ hazretlerinin rahmetine mazhar olacağız. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri;
"Yaptığı bir şeyi güzel yapan, mükemmel yapan kimseye Allah rahmetini ihsan eder." buyuruyor.
Onun için yaptığımız bir şeyi mükemmel yapmaya gayret edeceğiz. Bu bizim mânevî temelimizdir.
Sizden de beklediğimiz, mesleğinizde bu çeşit başarılar. Ama hepimizin müşterek bir mesleği var.
Burada bir şey gördüm; sevdiğim için onu okuyacağım:
El-ıbâdetü hirfetün. "İbadet bir meslektir, bir sanattır."
Hani herkesin bir sanatı var; kimisi terzi kimisi tornacı, tesviyeci, fırıncı; herkesin bir mesleği var. “El-ıbâdetü hirfetün” ibadet hepimizin müşterek mesleğidir. Hepimiz kuluz, abdiz; ibadet hepimizin mesleğidir. Allah'a karşı bu mesleği güzel îfâ edip, mesleğin erbabı olmamız gerekiyor.
El-ıbâdetü hirfetün ve hânûtuhâ el-halvetü. "Bunun dükkânı tenha yerdir. İbadetin dükkânı halvettir."
Halvet; "insanların olmadığı, hâlî, boş yer" demek. İnsan ibadeti boş, tenha yerde yapar. İbadetin makbulü, özel ibadetin makbulü kimsenin olmadığı bir yerde yapılmasıdır.
Ve re'sü mârife't-takvâ. "İbadetin sermayesi takvâdır."
Çünkü her dükkâna bir sermaye lazım. Bu ibadet dükkânına da sermaye, takvâdır. Tabi bu sermayeyle bu dükkan çalışacak; "Bir kâr olacak." diye bekleniyor.
Ve ribhuhâ el-cenneh."Bunun kârı da cennettir."
Bizim İlâhiyat Fakültesi mezunları ben emekli olduktan sonra Fakülte'den bir gece tertip ettiler. Tatlı, güzel bir gece oldu. Ben de yeni bir emekli profesör olarak çağrılmıştım, gittim. Mikrofonu bana verdiler. Çeşitli mesleklerden insanlar vardı. Şöyle dedim:
"Ben meseleyi şöyle görüyorum: ‘Bu ilâhiyatlılar gecesi ve çeşitli mesleklerden insanlar gelmiş. Niye sadece ilâhiyatlılar gelmemiş de doktor gelmiş, avukat gelmiş, mühendis gelmiş? Muhtelif mesleklerden insanlar gelmiş?' Çünkü ilâhiyat hepimizin aslî mesleğidir. Çünkü müslümanız, mü'miniz. Asıl vazifemiz; Allah'ın rızasını kazanmak, Allah'ın emrini tutmak, Allah'ın emrince yaşamak. Onun için hepimizin mesleği ilâhiyatçılık. Şu mühendis ilâhiyatçı, şu doktor ilâhiyatçı, bu esnaf ilâhiyatçı, bu tüccar ilâhiyatçı. Ama hepimiz esas mesleği itibariyle ilâhiyatçıyız."
Hepimizin teknik eğitimle ilgisi olmayabilir; hayat faaliyeti gereği başka mesleklerde olabiliriz ama hepimizin bunun üstünde müşterek, genel bir mesleğimiz var; ibadet.
"Allah'a güzel ibadet etmek" mesleğimiz var.
Bu ibadet bir sanattır.
Kabul ediyorum bu sözü, çok hoş görüyorum; "ibadet etmek sanatı" diye bir kitap yazılsa yeridir. Çünkü ibadetin güzel yapılması, âdetâ sanatkârın sanatında başarı kazanması gibi bir şeydir; incelikleri vardır. Şiiri herkes yazamaz. Mûsikî âletini herkes kullanamaz. Güzel yazıyı hatt-ı haseni herkes yazamaz. Bu bir sanat. Herkes bir marangozluk yapamaz, bir ağaç işçiliğini mükemmel bir tarzda ortaya koyamaz. Sanattır. Estetik tarafları vardır, incelikleri vardır; hepimiz bunu öğrenmeliyiz.
Ve hânûtuhâ el-halvetü. "Ve bu ibadetin dükkânı tenhalıktır, tenha yerdir."
Tabi burada İslâm'ın güzelliğini görüyoruz. İslâm'da ibadet Allah rızası için yapıldığı için riyaya düşmemek, ibadeti yaparken gösterişe kaçmamak çok mühim bir inceliktir. Onun için ibadet eden kimse eğer umumi ibadet değilse bunu saklı yapmaya çalışmalı. Tesbihini saklı çekmeli, sadakasını saklı vermeli, nafile namazını saklı kılmalı, hayr u hasenâtını kimseye söylemeden yapmalı; belli etmemeli, "Allah bilsin." diye düşünmeli.
Ama bazı ibadetler vardır, topluca yapılması emredilmiştir.
Tamam, onlar toplu yapılmalı! Cuma namazı gibi, cemaatle namaz gibi ibadetler toplu yapılmalı. Çünkü onun öyle yapılmasında başka hikmetler olduğundan Allah onu öyle emretmiş oluyor.
Evet, bu ibadetin re'sümali, -re'sümâl Arapça'da "sermaye" demek- "sermayesi takvâdır." Hepimizin takvâ ehli insan olmamız lazım.
Takvâ nedir?
Takvâ; Allah'ın rızasını kaybetmekten, azabına uğramaktan korkmak sakınmaktır. İbadetin kabul olmayacak bir pozisyona düşmemesi için titiz davranmaktır; takvâ budur.
Takvâ esas itibariyle sakınmaktır ama neden sakınmak?
Allah'tan sakınmak! Çünkü gazabı vardır, azabı vardır ya da insan Allah onu seviyorken sevgisini kaybedebilir, gözden düşebilir onun için Allah'tan sakınması lazım. Ateşten, cehennemden sakınmak çünkü "Allah günahkâr insanı cehenneme atacak, yakacak." diye Kur'an-ı Kerîm bildiriyor. Veyahut insan ibadet yapar yapar hiç bir şey elde etmez.
Diyor ki; Peygamber Efendimiz;
"Nice oruç tutan insan vardır ki sabahtan akşama ancak aç ve susuz kalmıştır başka bir kârı yoktur. Nice kalkıp namaz kılan insan vardır ki uykusuz kalmıştır başka bir faydası yoktur."
Neden?
Çünkü ibadeti güzel yapamadı. İbadetin şartlarını temin edemedi, kollayamadı ve ibadeti güzel yapamadı. İbadetin titizce düşünülerek, sakınılarak, kabul olmasını sağlayacak şartlara riayet ederek, onları kollayarak yapılması lazım. Bunu tavsiye ediyoruz.
Konuşmamızın sonunda meseleyi teknik eğitimden ilâhi bir platforma getiriyoruz.
Hepimizin ibadeti bir ince sanat olarak düşünüp öyle çalışmamız gerekiyor. Tenhalarda Allah ile olan dostluğumuzu ilerletmemiz gerekiyor. İnsanın şahsen, ferden yalnız Allah ile bir olmanın zevkini tatması gerekiyor.
Hacı Bayram camiini hepiniz bilirsiniz; birkaç tane kapısı vardır, arkadan yandan girersiniz. İmamın mihrabı şuradadır, Cuma hutbesinin okunduğu minber şuradadır, vaaz kürsüsü şuradadır, müezzin mahfili şuradadır. Üst katı vardır, balkonu vardır, perdelidir; kadınlar orada durur.
Başka?
O sizin namaz kıldığınız yerin bir de alt tarafı vardır. Onun bir gizli kapısı vardır. Arka taraftan geldiğiniz zaman başınızı eğerek, merdivenle küçük bir odacığa inersiniz. Orası müezzin mahfilinin altıdır. Orada bir kapı vardır, eğilerek, o kapıdan girerseniz; daracık bir yoldan, dehlizden, ışıksız penceresiz bir yerden mihraba kadar -yukarıda insanların namaz kıldığı yerin altından- yürüyeceğiniz bir yol vardır. O yolun da sol tarafında kapılar vardır. Her kapı iki sandık sığacak kadar birer mekândır. Ve duvarda halkalar vardır.
Allah Allah! Bunlar nedir?
Bunlar halvet odalarıdır.
Ne demek halvet odası?
"Yalnızlık odası."
Ne oluyor orada?
Hacı Bayrâm-ı Velî buraya dervişleri sokuyordu. “Şu oda senin, şu oda senin, şu oda senin” Hiç kimseyle görüşmek yok. O odada ibadet ediyorlardı. Allah ile baş başa olmanın zevkini öğreniyorlardı. Zikretmenin; Allahu Teâlâ hazretlerine hâlisâne, kimse görmeden ibadet etmenin zevkini yaşıyorlardı. Kimse görmüyor. Yukarıda cemaat namaza gelir gider; sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı ama aşağıda bunlar 40 gün erbaîndedir. Arapça'da erbaîn 40 demek. 40 gün orada ibadetle meşgul olurlardı. Çok da güzel bir havası var. Kapı yok, pencere yok, oturuyorsunuz; nereden bir esinti gelir nereden gider bilmem, çok da güzel bir havalandırma yapılmış. Kapı yok, pencere yok, delik yok ama orası çok da güzel hava alır. 40 gün orada ibadet ederler. 40 gün. 40 günde insanın vücudunda pek çok şeyler değişiyor. Ondan sonra nefsine hâkim olan, Allah'a hâlisâne bağlı, âşık-ı sâdık bir insan ortaya çıkarmış. Şu Yunus'un aşkına bakın, ilâhilerindeki mânalara bakın!
Eşrefoğlu Rûmî çıkıyor.
Ey Allah'ım! Beni senden ayırma,
Beni senin cemâlinden ayırma.
Cemal "güzellik" demek. Âşık olmak için güzelliği görmek lazım.
Balığın canı su içre dirilir,
İlâhî balığı gölden ayırma.
"Balık suda yaşar. Birisi balığı sudan çıkarırsa balık çırpınır, ölür. Ben de senin aşkının deryasında bir balık gibiyim, beni bu sudan ayırma ya Rabbi!" Yani "O sevgiden ayırma" diyor.
Böyle yaşamışlar, böyle çalışmışlar. Böyle fedakârlık yapmışlar, böyle hizmet etmişler. Mânevî kemâlât öyle kazanılıyor. Onun için "Bu ibadet denilen güzel sanatın dükkânı halvettir." İnsan biraz halvette kalmayı, tenhada kalmayı öğrenmeli Onlar 40 gün kalmış da siz hiç olmazsa günün bir saatinde Allah ile baş başa kalmaya çalışmalısınız. Elinize tesbih alıp Allah demeyi tatmalısınız; o zevke ermelisiniz. Allah o zevklere, o şevklere, o makamlara sizleri de erdirsin.
Re'sümalühâ et-takvâ. Takvâ ile yaşayacaksınız. Her şeyin günah olmamasına, Allah'ın rızasına aykırı olmamasına dikkat ederek hayatınızı süreceksiniz.
Ve rıbhuhâ el-cenneh. "Bu ibadet sanatının da o halvetlerde icra edilen mesleğin de kazancı cennettir."
Mukabilinde insan cenneti elde edecek.
Allah-u Teâlâ hazretleri hepinizden razı olsun. Hepinizi İslâm için çalışan, Ümmeti Muhammed'e faydalı olan insanlardan eylesin. Çünkü insanlara faydalı olmak, dinimizde çok sevap kazanma vesilesidir. İnsanlara fayda sağlamaktan daha güzel bir başka yol yoktur. Onun için başka insanlara faydalı olmak, onların gönlünü almak, duasını kazanmak, onlara bir şeyler kazandırmak, sevindirmek şiarınız olsun.
Allah-u Teâlâ hazretleri mesleklerinizde muvaffak eylesin, üstün başarılı eylesin. Her birinizin bir
Mutlaka hepinizden mesleğinizde üstün başarılar diliyoruz, bekliyoruz. Mesleğinizin en ileri seviyeye varması için ne gerekiyorsa onu yapmanızı da size tavsiye ediyoruz. Bana gelip soruyorlar;
"Hocam, ben falanca yeri bitirdim, ne yapayım?"
Mümkünse asistan ol!
Asistan olmak, "ilim yoluna ayak basmak" demektir. Onun arkasından doçentlik gelir, onun arkasından profesörlük gelir. Doçent ve profesör olan adam biraz Şark'ı Garb'ı öğrenmiş olur, seyahatler etmiş olur, mesleğinde ötekilerden ileri olur. Aranan, istenen, kendisine danışılan insan olur. Bunun için de hepinize böyle diyoruz.
“Asistan olmaya imkânım yok.”
Yoksa mastır yap.
"Mastırı bitirdim hocam."
Mastırı bitirdiysen doktora yap.
"Doktorayı bitirdim hocam."
Doktorayı bitirdiyse hariçten doçentlik yap.
Önce mesleğinde bir ileriye git, mesleğinde bir ilerle; Allah seni sevsin. Ama bunu Allah rızası için yapacaksan Allah sevecek. Kadınlar da öyle. Herkes öyle. Herkesin aynı tarzda olması lazım. Yaptığı şeyi en güzel tarzda yapmaya çalışması lazım. Allah böylece rızasına erenlerden eylesin.
Hepimizin müşterek ve genel mesleğimiz olan kulluk meselesini de burada formül olarak elinize verdik.
Kulluk bir sanattır. Güzel ve ince bir özen ister; akıl fikir ister. Tenhalarda Allah'a ibadet etmek lazım.
"Dükkânı halvettir, sermayesi takvâdır, kazancı kârı da cennettir."
Allah o güzel kâra, cennete erişmeyi onu elde etmeyi sevdiklerinizle beraber cümlenize nasip eylesin. Aile boyu sevdiklerinizle, eşlerinizle, çoluk çocuğunuzla, anne babanızla beraber Allah-u Teâlâ hazretleri hepinizi cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin. Çevrenizde cennete giremeyecek yakınlarınız varsa onları da kurtarmaya çalışın.
Muhterem kardeşlerim!
İnanmak, Allah'ın çok büyük nimetidir. Allah herkese nasip etmiyor. Aklen bir şeyi anlamak yetmiyor. İnsan yeter sanır. Sanır ki aklen doğruyu bulduğu zaman tamam. Hayır! Sarhoş da içkinin kötü olduğunu bilir ama yine içer. Kumarbaz da kumarın yuvasını yıktığını, dükkânını mahvettiğini, sermayesini kediye yüklediğini bilir ama yine oynar. Günahı işleyen insanların çoğu günahı günah olarak bildiği halde kapılır, yapar.
İman çok büyük nimettir, imanın kadrini kıymetini bilin. İnsanın imanı edepsizliği yüzünden elinden alınır. Edebe riayet edin. İman insanın elinden edepsizliği yüzünden alınır ama edebi sayesinde de insan en kötü durumdan kurtulur. Edebe riayet edin, edepsizlikten şiddetle kaçının.
Allah-u Teâlâ hazretleri sizi müeddeb kullarından eylesin, evliyâ kullarından eylesin. Sevdiklerinizle beraber cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin.
Es-selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh.