El-hamdu lillâhi rabbi’l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mubâreken fîh. Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn Muhammedini’l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi-ihsânin ecmaîne’t-tayyibîne’tâhirîn.
Emmâ ba’dü.
Fekale Rasûlullah sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem.
إِنَّ بُيُوتَ اللهِ فِي الْأَرْضِ الْـمَسَاجِدُ، وَإِنَّ حَقًّا عَلَى اللهِ عَزَّ وَجَلَّ أَنْ يُكْرِمَ مَنْ زَارَهُ فِيهَا. طب عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ.
İnne büyûtallâhi fi’l-ardı el-mesâcidü ve inne hakkan alellâhi azze ve celle en yükrime men zârahû fîhâ.
Taberânî, İbn Mes’ûd radıyallau anh’den rivayet eylemiş ki; Peygamber sallallahu aleyhi vssellem hazretleri şöyle buyurmuşlar:
İnne büyûtallâhi fi’l-ardı. Yeryüzünde Allah’ın evleri.
El-mesâcidü. Mescitlerdir. Bütün bütün mescitler Cenâb-ı Hakk’ın evidir. Amma en başta Beytullah gelir, yani Kâbe. Beytullah Kâbe. O en eski, en şerefli, en saygın evdir. Allah’ın yeryüzündeki evlerinden yani mabetlerinden, kendisine ibadet olunan yerlerin hepsinin başında gelir, hepsinin önünde gelir, Kâbe-i Müşerrefe. Çünkü yeryüzünün ilk binasıdır.
إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَمِينَ
İnne evvele beytin vudi’a linnâsi lelleżî bibekkete mubâraken vehuden lil’âlemîn [1]
Bütün mescitler Allah’ın evleridir. Binâenaleyh, Allahu Teâlâ hazretlerinin vadidir, hakdır ki,
Ve inne hakkan alellâhi. Hiç şüphe yok ki, Allah üzerine bir haktır ki,
En yükrime men zârahû fîhâ. Onlarda kendisini ziyaret edenlere bir ev sahibi ikramında bulunmak, Cenâb-ı Hakk’ın vâdidir, lütfudür, keremidir. Şimdi buradan anlıyoruz ki, biz camilere gelen müminler Cenâb-ı Hakk’ın misafirleriyiz.
Duyufur rahmân. Rahmanın misafirleriyiz. Zaten daha önceden de söylediğim gibi; Cidde’den Mekke’ye giderken, yol üzerinde levhalar var, ilan levhaları, çeşitli malların tanıtımını yapan levhalar, saatler, kokular vs. ama arada da işte Allah’ı zikret, tekbir getir, Sübhanallah de diye bir de belediyenin koyduğu, reklam olmayan levhalar var, onların en başında da şey geliyor.
Merhaben bi duyufur rahmân. Ey Rahman’ın misafirleri! Merhaba hoş geldiniz. Böyle levha koymuşlar yollara. Ey Rahmanın misafirleri! Yani hacılar, Allahu Teâlâ hazretlerinin misafirleridir. Tamam Kâbe’yi ziyarete giden, hacca umreye giden Allah’ın misafiridir. Amma;
Capala da ki, Bussines center deki bir binanın üst katındaki bir solanda mescit yapılmışsa, burayı da ziyaret eden de Cenâb-ı Hakk’ı ziyaret etmiş oluyor, burada namaz kılmaya gelmiş olan da ve Cenâb-ı Hak da ev sahibi, nasıl misafire ikram ederse, mescidini ziyaret edene ikramda bulunuyor.
Ev sahiplerinin ikramı zenginliğine göredir. Fukaracık, yarım elma gönül alma, ne varsa onu ikram eder, az bir şey ikram eder, amma zenginleştikçe misafire ikram artar artar artar gözleri kamaşır insanın, bakarsın Ramazan’da iftara çağırır vezir; ondan sonra çıkarken de bir kese altın tutuşturur eline, bu da diş kirası der. Dişin yoruldu yemek yerken, eti çiğnerken bilmem ne filan, al şu parayı, insan hoplaya zıplaya gider yani, bir kese altını görünce veya bir tane altın bile olsa bayağı para. Eh bir vezir böyle yaparsa, padişah şöyle yaparsa, ağa zengin böyle yaparsa, Cenâb-ı Rabbil âlemin âlemlerin Rabbi!
وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ
Veliallâhi mulku-ssemâvâti vel-ard. [2]
Yerin, göğün, hazinelerin mâliki, sahibi, mutasarrufu Allahu Teâlâ hazretlerinin, ikramı nasıl olur var kıyas eyle bu benzetmelerden. Çünkü Cenâb-ı Hak, Allahu Ekber’dir, en büyüktür, her şeyi en büyüktür, lütfü da en büyüktür, kimse onun lütfüne yakın bir lütufta yaklaşacak bir lütufta bile bulunamaz ve hiç kimse öyle bir şeye bile kalkışamaz, ne mümkün.
Onun için aziz muhterem kardeşlerim, mescit kurmak çok sevaptır, cennette bir köşk kazandırıyor insana. Yani cennete giriyor insan ve köşkü de hazır.
Onun için dün akşamdan beri muazzam sevinçliyim, hatta daha önceki günlerden sevinçliyim ki, bir güzel yeri Cenâb-ı Hak bize mescit olarak almayı gene nasip etti, çok şükür. Her ay bir tane mescit dedik. Griffith de bugün arkadaşlar gidiyorlar, Griffith de satın alınıyor bir, iki, üç tanesi tamam. Duppo da var, üç tane mi olduk, Duppo bu sene alınmıştı, Duppo, Griffith, bu üç tane oldu. Dördüncü aydayız, nisan ayı bitiyor, bitti, beşinci aya geçtik.
Arkadaşlara dedim ki ben; bak her ay bir tane mescit açacaktık, Melbourne’dekiler iyi çalışın dedim, onlar da bir şeye kalkıştılar da sonra yarı yolda satarken, caymış sahibi falan. Tamustown mı bir yerde bir şey açacaklardı ya eksiğimiz var, ya denk, yani şimdi her ay bir tane mescit açmak için, biraz daha gayret göstermek lazım. Ama bu arada da hocaları çoğaltmamız gerekiyor. Tabi Müctebâ’yı bekleyemeyiz. Müctebâ hafız olacak da camiye imam olacak, seneler geçer, acil hocalara ihtiyaç var, bir de cemaati çoğaltmaya ihtiyaç var.
Camiler; içinde namaz kılanlar varsa mamurdur, içinde namaz kılanlar yoksa haraptır, harabe dir, içinde namaz kılan yok bir camide.
Akıllının birisi Ankara’da mezarlıkların oraya bir cami yaptırmış. Cebeci dört yoldan öbür tarafa doğru giderken,adını unuttum, mezarlıklar geliyor sol tarafta, Ankara hastanesini geçiyorsun, giderken sol tarafta, mezarlığın duvarının içinde. Kubbeli, minareli, alımlı, çalımlı, süslü, sağlam, güzel bir cami yapmış, sağlam. Yok cami sağlam değil. Neden? İçinde hiç namaz kılınmıyor ki. Akıllının birisi mezarlığın içine bir cami yapmış, ya mezarlıktaki camide ne var yani, hiç olmazsa mezarlığın kenarına yapsaydı da kapısı dışarıya olsaydı gelen geçen orada namaz kılsaydı.
Hayır mezarlığın içinde, kubbeli kocaman cami. Al senin olsun, içinde namaz kılan yok ki, harap, ne kadar süslü olursa olsun, cenaze namazı da kılınmaz, cenaze namazı Hacı Bayram da kılınıyor, cenazeyi mezara hazır getiriyorlar, ne kıymeti var.
Süslü cami, kubbeli cami, çifte minareli cami, üç şerefeli cami yapmaya çalışacağına, halkın ihtiyacı olan yerde, kalabalık yerde, bodrum katında bir cami aç. Böyle gelen giden abdest alsın, namaz kılsın, hay Allah razı olsun desin, bak burada başka namaz kılınacak yer yoktu. Kızılay’ın göbeğinde, bilmem hangi hanın alt katında bir cami. Oh ne kadar işine yarıyor insanın. Kocatepe Kızılay’ın orada yapılacakmış. Kızılay’dan Cebeci’ye doğru giderken oradaki meydanda yapılacakmış, kaydırmışlar Kocatepe’ye. Ne olacakmış? Tepenin üstüne kocaman bir tepe daha.Tepe üstünde tepe. Anlı, şanlı olacakmış. Kızılay da olsaydı, vızır vızır çalışırdı, çok katlı yapardın, alt katı, orta katı, üst katı; alt iki katı çarşı olurdu, üst tarafı mescit olurdu, ne kadar sevap kazandırırdı insana. Yani camiyi kubbesinin külahını düşünerek değil, nerede ihtiyaç var, nerede çok namaz kılınır diye düşünerek kurmak lazım.
Mescitler Allah’ın evleridir, onu ziyaret edene de Cenâb-ı Hakk’ın ikramda bulunması haktır. Ne mutlu camiye devam edenlere!
إِنَّ جَبْرَائِيلَ مُوَكَّلٌ بِحَوَايِجِ بَنِي آدَمَ. فَإِذَا دَعَا الْعَبْدُ الْكَافِرُ قَالَ اللهُ: يَا جِبْرِيلُ، اقْضِ حَاجَتَهُ، فَإِنِّي لَا أُحِبُّ أَنْ أَسْمَعَ دُعَاءَهُ. ابْنُ النَّجَّارِ عَنْ جَابِرٍ.
İnne cebrâîle müvekkelün bi-havâyici benî âdeme fe-izâ de’a’l-abdü’l-kâfiru gâlellâhü yâ cibrîlü ıkdı hâcetehû fe-innî lâ ühıbbü en esme’a dü’âehû.
İbnü'n-Neccâr, Câbir radıyallahu anh’den rivayet eylemiş ki, peygamber efendimiz buyuruyor;
İnne cebrâîle müvekkelün bi-havâyici benî âdeme. Cebrail aleyhisselam, kulların ihtiyaçlarını karşılamakla görevlendirilmiş melektir, hacetleri, ihtiyaçları, muhtaç oldukları şey neyse; onu Allahın emri ile yapmakla vermekle, sağlamakla, görevli bir melektir.
Fe-izâ de’a’l-abdü’l-kâfiru. Kâfir bir kul, elini kaldırıp dua edince, Ya Rabbi! ihtiyacım var bilmem ne, yağmur yağmadı, tarlada ekinim susuz kaldı ve yahut bilmem şöyle oldu böyle oldu. Böyle dua edince;
Gâlellâhü. Allahu Teâlâ hazretleri buyurur ki; Yâ cibrîlü!Ya Cebrail!
Ikdı hâcetehû. Şu herifin ihtiyacını karşıla, dua ediyor ya, ver şu adamın ihtiyacını karşıla.
Fe-innî lâ ühıbbü en esme’a dü’âehû. Çünkü ben, onun duasını duymak istemiyorum. Ver de bir daha dua etmesin, karşıla buyurur.
Geçen akşam da söylediğim gibi, mümin kulununda tazavvur ve niyazını sever Allah. Aman Allahım diye yalvarmasını, tazarrunu ve niyazda bulunmasını sever. Kâfirin ,ver Cebrail şunun duasını, istediğini, ağzı kapansın, alsın diye kâfirinkini de öyle şey yapar.
Ama mümin kulun duasını, tazarrunu, niyazını sever. Onun için mümin, Cenâb-ı Hakk’a âşk ile şevk ile dua etmelidir. Hem de en küçük şeyde bile.
Ayıp olmaz mı?
Olmaz.
Peygamber sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz hazretleri buyuruyor ki; ayakkabının bağcığı kopsa Allah’tan iste.
Ya olur mu?
Ayıp olmaz mı?
Olmaz.
Peygamber Efendimiz buyurduğuna göre, vardır bir sebebi. Ayakkabısının bağcığı koptu,eyvah şimdi bana ayakkabı bağcığı koptu bana bir ayakkabı bağıcığı lütfet, gönder. Küçük büyük her şey istenir.
Çünkü Allah isteyeni seviyor ve Allahu Teâlâ hazretleri kendisine dua etmeyen kulu, sevmez. Adam hiç dua etmiyor. Yav Allah duayı seviyor, dua ibadet, kendine dua et, kedine dua et, kedine dua et. Bizim şimdi kedi yavrulayacak, vaziyet fena, sıkıntılı, doktora mı götürsek, telefon açtık bilmem ne yaptık, doğum evine mi götürsek, bir tane ölü doğurdu, yazık uykumuz kaçtı, sonunda iki tane mi, üç tane mi, dört mü oldu, dün akşam haberde iki taneydi, telefonda bildirdiler ki iki taneydi bir tanesi ölü olmak üzere dört tane yavru, ona bile insan acıyor, dua ettik yani. Ya Rabbi! dedik bir tanesi düşük oldu acaba dünyaya getiremiyor hayvancağız, hayvanda mı ölecek, bayağı endişelendik, çok da hanım efendi bir şey, çok sakin, ne var yani, olamaz mı, garipsedin mi çok, hanım efendi bildiğin gibi değil, gayet güzel kısa gayet güzel konuşuyor, bizim evdeki beyaz haşarı, ayağına atlar, dizine atlar. Ali’nin ellerini ayaklarını çizik çizik hale getirdi, o haşarı, yaramaz, o beyaz kedi çok yaramaz ama bunların kedisi çok uslu, çok hanımefendi, bildiğin gibi değil, öyle deme.
Evet. Yani arkadaşına dua edersin, arkadaşa dua çok makbul.
Ya Rabbi! Sen şu Ali’ye çok para ver, hayırlısıyla inşâallah, ağır işten kurtulsun, hafif işte rahat etsin, daha çok para kazansın da İslâm’a daha çok koştursun.
Ya Rabbi! Sen şu Hüseyin’e şunu ver, bunu ver.
Ya Rabbi! Sen Müctebâyı yakın zamanda hafız eyle.
Ya Rabbi! Borçlarımızı ödemeyi nasip eyle, kardeşlerimiz ev aldılar, borçlandılar vesaire. Arkadaşlara dua etmek çok sevap ve en hızlı kabul olan dua da arkadaşlara yapılan dua. En hızlısı. Suratle Cenâb-ı Hak kabul eder. Çünkü çok sever. İşin bir de kârlı tarafı, sen burada dua ettin mi,
Ya Rabbi! Sen Murat’a ev ver, bark ver, otomobil ver, dükkan ver, Murat’a dua ettin mi, Allah da ona verecek tabi, hızla kabul oluyor dua, hem de melek sana başucunda sen dua yapınca der ki;
Âmin. Âmin.
Veleke mislihü. Ona istediğini Allah sana da versin der. Binâenaleyh der çifte kâr var bu işte.
Onun için arkadaşlara duayı unutmamak lazım. Hele hele hocaya dua, hocasına, dua. Allah, babasına dua, annesine dua, çok önemli anne babaya dua, fevkalade önemli, hayatta iken de vefat ettikten sonra da duayı çok yapmak lazım, ümmeti Muhammed’e dua.
Allahümme merham ümmete Muhammedin rahmeten âmmeh. Ya Rabbi! Şu ümmeti Muhammed’e hepsine birden umumi olarak rahmeyle Ya Rabbi!
Nedir bu müslümancıkların hali, her yerde mağdur, her yerde mazlum, her yerde magfur, her yerde maktül, her yerde aç, susuz, biilaç, her yerde haksızlığa maruz.
Allahümme merham ümmete Muhammedin rahmeten âmmeh. Allahümmemağfirli vel mümine vel müminat. Kul Ya Rabbi! Mümin erkek kardeşlerime, mümin kadın kardeşlerime.
Vel müminine vel müninat. Müminlere irham, rahmeyle dedin mi, Allah onların sayısınca sevap veriyor sana.
Ne kadar müslüman var?
Bir buçuk milyar, büyük rakam, az değil. Bir buçuk milyar sevap veriyor Allah, her müslüman sayısınca.
Allahümme mağfirli vel mümine vel müminat. Çünkü kalbi; bütün müslümanların iyiliğini istiyor, mükâfat çok.
Ve sonuncu hadîs-i şerîf.
إِنَّ رَبِّي تَبَارَكَ وَتَعَالَى أَرْسَلَ إِلَيَّ أَنِ اقْرَأِ الْقُرْآنَ عَلَى حَرْفٍ، فَرَدَدْتُ إِلَيْهِ أَنْ هَوِّنْ عَلَى أُمَّتِي، فَأَرْسَلَ إِلَيَّ أَنِ اقْرَأْهُ عَلَى حَرْفَيْنِ، فَرَدَدْتُ عَلَيْهِ أَنْ هَوِّنْ عَلَى أُمَّتِي، فَأَرْسَلَ إِلَيَّ أَنِ اقْرَأْهُ عَلَى سَبْعَةِ أَحْرُفٍ، وَلَكَ بِكُلِّ رَدَّةٍ مَسْأَلَةٌ تَسْأَلُنِيهَا، فَقُلْتُ: اللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِأُمَّتِي، اللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِأُمَّتِي، وَأَخَّرْتُ الثَّالِثَةَ لِيَوْمٍ يَرْغَبُ إِلَيَّ فِيهِ الْخَلْقُ حَتَّى إِبْرَاهِيمُ. حم م د ن حب عَنْ أُبَيِّ بْنِ كَعْبٍ.
İnne rabbî tebâreke ve teâlâ ersele ileyye eni’krai’l-kur’âne alâ harfin fe-radedtü ileyhi en hevvin alâ ümmetî fe-ersele ileyye eni’kra’hü alâ harfeyni fe-radedtü ileyhi en hevvin alâ ümmetî fe-ersele ileyye eni’kra’hü alâ seb’ati ahrufin ve leke bi-külli raddetin mes’eletün tes’elünîhâ fe-kultü Allahümmağfir li-ümmetî Allahümmağfir li-ümmetî ve ahhartü’s-sâlisete li-yevmin yerğabü ileyye fîhi’l-halku hattâ ibrâhîmü.
Bu hadîs-i şerîf; Ahmed b. Hanbel, İmâm Müslim, İmâm Ebû Dâvud, İmâm Neseî, İbni Hibbân tarafından rivayet olunmuş bir hadîs-i şerîf, kaynakları kuvvetli.
Peygamber efendimiz buyuruyor ki;
İnne rabbî. Benim mevlâm, rabbim tebâreke ve teâlâ hazretleri.
Ersele ileyye. Bana vahiy buyurdu, ilham buyurdu, melek gönderdi, gönderdi ki emrini.
Eni’krai’l-kur’âne alâ harfin. Kur’an’ı bir vecîh üzere okumayı bana emreyledi, emrini gönderdi.
Fe-radedtü ileyhi. Ben de ona tazarru eyledim, mukabelesinde.
En hevvin alâ ümmetî. Ya Rabbi! Ümmetime kolaylaştırdın, daha kolaylaştır, tek bir şekilde okumak, tek bir vecîh üzere okumak değil de daha kolaylaştır, hafiflet diye dua ettim.
Fe-ersele ileyye eni’kra’hü alâ harfeyni. İki vecîh üzere okumayı müsaade buyurdu, emretti, bu sefer gönderdi bunun üzerine.
Fe-radedtü ileyhi. Tekrar Ya Rabbi!
En hevvin alâ ümmetî. Ümmetime daha da kolaylaştır, Ya Rabbi! diye bir daha geri döndürdüm ricamı.
Fe-ersele ileyye eni’kra’hü alâ seb’ati ahrufin. Onun üzerine Kur’an’ı, benim yedi vecîh üzere okumamı müsaade buyurdu Allah.
Şimdi bu yedi vecîh, yedi kırâat, yedi şekilde okumak nedir?
Her kabilenin, her bölgenin Arapçası var, okuyuş tarzı var, aynı kelimeyi telaffuzu farklı, birazcık farklı, Türkçede de bunlar var ama, orada daha önemli, birisinin dilini anlamakta öteki zorluk çekiyor, sen şunu şöyle söyle desen zorlanacak.
Mesela ben bugün gezmeye gidiyom, ya gidiyom deme gidiyorum de, o yine biraz daldırdı mı gidiyom der. Neden? Öyle alışmış, ille gidiyorum diyeceksin, bir harf yutmak yok filan dersen zorlanır.
Kalk seninle çarşıya gidek, ya gidek deme gidelim de, olmaz, onun bölgesinde gidek derler. Gidek, gidelim demezler. Ondan sonra geliyorum demez gelirem, gelirem der bazı yer. Karadenizli cel cel der,gel demez, ya cel deme gel de, söyle bakayım, cel düzeltemez ağzını. Allahu âlem böyle herhalde, ümmetine kolaylaştırmasını şey yaptım, yani her telaffuzu, çünkü Kur’an-ı Kerîm Allah’ın kelâmı ciddi, kendi kabilesinin telaffuzuna göre okursa, olmaz derse Cenâb-ı Hak, zorlanacak, günaha girecek belki, cezalandıracak Cenâb-ı Hak. Onun için yedi vecîh üzere okumayı müsaade buyurmuş bir.
Ondan sonra da demiş ki;
Ve leke bi-külli raddetin mes’eletün tes’elünîhâ. Her rican için sana bir isteme hakkı da bahşettim Ey Resûlüm! Yani bir usülle okunacak dediği zaman. Ya Rabbi! Ümmete kolaylaştır dedi. Peki iki şekilde okuma müsaadesi olsun. Ona da Ya Rabbi! Biraz daha kolay dedi üç. Her seferinde rica ettiği için, tekrar tekrar arz ettiği için, her arzı için bir isteme hakkı da verdim sana. Ey Resûlüm sana bir isteme hakkı da verdim, buyurmuş. Peygamber Efendimiz de o isteme hakkını şöyle kullanmış:
Fe-kultü. Dedim ki:
Allahümmağfir li-ümmetî. Ya Rabbi! Ümmetimi mağfiret.
Allahümmağfir li-ümmetî. Ya Rabbi! Ümmetimi mağfiret eyle. İki tanesini böyle harcadı. İstek hakkının iki tanesini böyle sarf etmiş, ümmetinin mağfiret olunmasını istemiş.
Ve ahhartü’s-sâlisete. Üçüncüyü söylemedim, bıraktım. Ne zamana?
Li-yevmin. Öyle bir güne bıraktım ki, üçüncüyü.
Yerğabü ileyye fîhi’l-halku hattâ ibrâhîmü. O gün bütün insanlar bana dönecekler, benden umacaklar, İbrahim aleyhisselam bile ki; İbrahim aleyhisselamı bile, ki İbrahim Halîlullah Ülü'l-Azm peygamberlerden.
Millete ibrâhîme hanîfe. [3]
İbrahim’in yoluna gitmesini emretti, Peygamber Efendimize Allahu Teâlâ hazretleri. İbrahim aleyhisselamın bile aman evladım, yavrum Muhammed, torunum Muhammed diye benden medet umduğu, benden beklediği güne bıraktım. İşte o zaman bütün ümmeti Muhammed’e dua edecek, bir de kendisinden uman kimselerin de umduğunu boşa çıkartmayacak şekilde dua edecek. Rahman’ın huzuruna varacak, Arş-ı Azam’ın önünde secdeye kapanacak. Ya Rabbi! diye o zaman isteyecek üçüncüyü.
Bizi de Allahu Teâlâ hazretleri şefaatine, duasına mazhar olanlardan, hesapsız, sorgusuz, sualsiz cennete girenlerden, yanına komşu olanlardan eylesin.
Üçüncüyü o zaman edecek. O zaman ne diyecek?
Diyecek ki; benim ümmetime afv u mağfiret eyle, şefaat ediyorum bunları bağışla Ya Rabbi!
Cehenneme atma, hepsini kurtaracak.
İki defa Allahümmağfir li-ümmetî buyurmuş. Ümmetimi mağfiret eyle buyurmuş. Üçüncüyü oraya, iki defa burada kullanmış. Buradaki de makbul. Bu dünyada şimdi söylemiş olduğu, iki tanesi de makbul ama bir de bütün insanların benden medet umduğu, bana ihtiyaç hissettiği, benim huzuruma geldiği, benden dilediği o güne sakladım, o zaman dua edeceğim diyor. Onu da oraya sakladım.
Rahîm, raûf, merhametli, şefkatli bir peygamber.
Ol beşikte diler idi ümmetin
Sen kocaldın terk edersin sünnetin.
Çelebi Süleyman Efendi, ne güzel söylüyor.
O beşikteyken bile, ümmetim ümmetim demiş. Sen ihtiyarladın gittin, hâlâ sünnetini terk ediyorsun.Senii.. Ne güzel.
Ol beşikte diler idi ümmetin
Sen kocaldın terk edersin sünnetin.
Olur mu böyle şey demek istiyor yani. Çok çelebiymiş çok.
Allah derecesini yüceltsin, kabrini cennet bahçesi eylesin, şefaatine erdirsin.
El Fâtiha.
[1] ( Âl-i İmrân Suresi 96. Ayet)
[2] (Âl-i İmrân Suresi 189. Ayet)
[3] ( Âl-i İmrân Suresi 95. Ayet)