es-Selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühû aziz ve sevgili Akra dinleyicileri;
Cumanız mübarek olsun. Allahu Teâlâ hazretleri cümlenizden razı olsun. Bugün çeşitli konularda birkaç hadîs-i şerîf okumak istiyorum. Birincisi Ebû Hüreyre radıyallahu anh'ten. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri şöyle buyurmuşlar;
Men talebe'd-dünyâ halâlen isti'fâfen ani'l-mes'eleti ve sa'yen alâ ehlihî ve ta'attufen alâ cârihî be'asehullâhu te'âlâ yevme'l-kıyameti ve vechuhû mislü'l-kameri leylete'l-bedri ve men talebehâ harâmen mükâsiren bihâ müfâhiren lekiyallâha azze ve celle ve huve aleyhi gadbâni.
İnsanın bu dünyada ihtiyacını karşılamak için çalışması icap ediyor. İş kuruyor, memuriyet, işçilik, amelelik yapıyor, sanat icra ediyor, bir hüner ortaya koyuyor, ziraat yapıyor. Bir yol ile topluma bir şey arz ediyor. Hizmet veyahut eşya veya üretim...Bir şekil ile geçimini temin ediyor, çalışıyor. Esas itibariyle İslâm'a göre hepimiz Allah'ın kuluyuz. Bu dünyaya imtihan için geldik. Esas gayemiz; Allahu Teâlâ hazretlerine ibadet etmek, Allah'ın istediği kul olmak, Allah'a ibadet ederek vakit geçirmek.
Allah'a ibadet etmemiz gerektiğine göre ne yapalım?
İşi gücü bırakıp ibadete yönelelim, dünyaya aldırmayalım, zaten hadîs-i şerîfler var; dünyaya karşı zâhidâne bir tavır takınmak, metelik vermemek lazım. Dünyayı gözüne, gönlüne hedef olarak almamak lazım. Dünyayı gönlüne sokmaması, âhireti hedef alması lazım. Bunu konuşmalarımızda zaman zaman biz söylemiştik.
Peki, ne olacak?
Şair, birisini şiiriyle medhediyor ama adam medhedilecek bir kimse değil.
"Ben seni medhetmezdim ama ne yapayım ki evde çoluk çocuk var. İşte onun için böyle bir medhiye yazıyorum, senden biraz para gelsin diye." demiş.
Virân olası hânede evlâd ü iyâl var. diye anlatılır. Sevilmeyen bir insanı medhetmekte mecburen, kerhen medhetmekten sıkıldığı için "virân olası hâne" diye söz ile hıncını hanesinden almış. Çoluk çocuğu yüzünden bunu yaptığını anlatmış.
Mesele sadece öyle değil. İnsan yaşamak için hayatta bir uğraşma vermesi gerekiyor. Buna "hayat mücadelesi" diyoruz. Yaşamak için düşmanlarla da, çevre şartlarıyla da mücadele etmesi lazım. Boş durduğu zaman suyun üstünde kalamıyor, ağır olan şey batıyor. Çalıştığı, gayret gösterdiği zaman oluyor. Kuş, kanadını çırpmazsa uçamıyor.
Hatta biraz da romantik ve şairâne, İranlı şairin birisi diyor ki:
"Her şey çalışmanın sayesinde insanın eline gelir. Hatta süt bile çocuk emdiği zaman memeden çocuğun ağzına gelir."
Masum, bir şeyden habersiz, küçücük bir çocuğun bile birazcık bir çalışma ile, bir emme faaliyeti yaparak sütün memeden ağzına geldiğini ifade etmiş. Güzel bir şey...Masum küçük bir çocuk, annesi tarafından besleniyor, şair orada bile bir güzel noktayı yakalamış. O bile ağzını oynatıyor, bir emiyor, bir çalışıyor da ondan sonra süt geliyor. Ya biberondan ya memeden, yalancı memeden veya hakikî memeden geliyor. Çalışınca geliyor. Bu çalışma mecburî. Çocuk için de mecburî, büyük için de hayatın gereği, faaliyet göstermek lazım. Bu da güzel bir şey!
Biz bunu seviyoruz, İslâm da çalışmayı seviyor, sa'y ü gayreti İslâm medhediyor.
Acaba Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in nasihatleri arasındaki incelikleri nasıl yakalayacağız, kavrayacağız?
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem "bu dünya benim için önemli değil. Benim dünyayla ne ilişkim var? Ben bir ağacın altında biraz gölgelenen bir yolcu gibiyim. Biraz sonra kalkıp gideceğim, benim asıl yerim âhiret" diyor.
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, kamışlıktan kesilen bir kamışın acı acı feryat ettiğini, kavalın, neyin güzel sesinin o ayrılıktan dolayı olduğunu, aslına kavuşmak istediği için böyle yanıp yakıldığını şairâne bir şekilde dile getirmiş.
Asıl, âhiret olunca ne olacak dünya?
Hem Allah'a ibadet etmemiz lazım hem âhiret asıl, dünya fâni. Resûllullah'a uyacaksak dünya ile ilişkimizin olmaması lazım. Bir taraftan da dünyanın içinde yaşıyoruz ve yaşamak için de çalışmak gerekiyor.
Peygamber Efendimiz bu hususta ne buyuruyor?
Kur'ân-ı Kerîm'i ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hazretlerinin hadîs-i şerîflerini çok iyi biliyoruz. İslâm şahane dengeler dini. Her hususta dengeyi sağlıyor, en güzel yolu; Avrupalılar optimum diyorlar. Bir şey için faydaları, zararları, kârları, iyi, kötü taraflarını hesaplarsınız en uygun yolu seçersiniz. Şöyle yaparsak en uygun olur diye. İslâm en uygun olanı tavsiye ediyor. Her hususta dengeyi kuruyor. Bir tarafa fazla bastırıp dengeyi bozup bir tarafı ihmal etmiyor. Dünyada çalışmak konusunda da dengeyi çok şahane sağlamış.
Bir hadîs-i şerîfinde Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
"Doğru sözlü, güvenilir, güvenilecek ahlâka sahip bir tüccar, mahşer gününde peygamberler ve şehitlerle haşr olacak."
Hem ticaret yapıyor, kazanç. Hem de peygamberlerle, şehitlerle aynı seviyede sayılacak kadar saygın bir kimse oluyor İslâm'a göre.
Neden?
Doğru sözlü olmak ve güvenilir olmak, aldatıcı olmamak şartıyla. Bunu böyle söylüyor.
Neden?
Çünkü ticaret de bir ihtiyaç…
Uluslararası ticaret olmasa, şehirlerarası ticaret olmasa, köyden şehre, şehirden köye üretim, üretilen mallar, mahsuller, bitkiler, sebzeler, meyveler, kumaşlar, araçlar karşılıklı iletilmese ticaret olmasa olur mu?
Onun için ticaret makbul, saygın bir meslek. Peygamber Efendimiz kendisi ticaretle meşgul olmuş ve ticaretin en güzel örneklerini vermiş. Medîne-i Münevvere'de çarşıyı pazarı dolaşıp teftiş eylemiş. Çarşıya pazara esaslar koymuş. Kimsenin haksızlık yapmaması, yer kapmaması, başkalarını mağdur etmemesi, malı güzel satması için…
Kur'ân-ı Kerîm'de Mutaffifîn -Tatfîf sûresi- var. Ölçüde, tartıda müslüman gayet güzel, dürüst hareket edecek, hile yapmayacak. Kumaşı ölçerken eksik ölçmeyecek. Bir şeyi tartarken eksik tartmayacak. Alırken fazla alıp verirken kısıntılı, hileli, eksik vermeyecek. Bunların hepsinin esaslarını İslâm ortaya koymuş. Ticareti de makbul bir meslek olarak ortaya koymuş. Çünkü gerçek bu! Ticaretsiz dünyevî hayatta insanlığın gelişmesi, insanların rahatı mümkün olmaz. İş bölümü olmasa, alışveriş olmasa insan, hayatı için gerekli her şeyi kendisi yapacak. Giyiminden yemesine kadar, mümkün değil. Eski, ilkel çağların, tarım toplumlarının daha önceki ilkel toplumların durumu bu.
Ticaret makbul. Sonra bir insanın çoluk çocuğunu beslemek için çalışması makbul. Peygamber Efendimiz dilenmeyi yasaklamış. "Git ipi al, karşıdan odun topla, pazarda getir sat ama dilenme." diye dilenen bir kimseyi engellemiş. Kendisi bir taraftan fakir bir kimse gördü mü yüreği parçalanıyor, yardım ediyor. Bol bol yardım ediyor, dağlar gibi, derya gibi, yağmur gibi, güneş gibi cömert, yardım ediyor. Bir taraftan da dilenen insanlara, eğer sağlıklı sıhhatli ise, dilenmeden yaşayabilecek durumu varsa, dilenmek mecburiyeti yoksa, çalışamayacak durumda değilse çalışmasını, hamallık da olsa, odun toplama da olsa bir şey yapmasını tavsiye ediyor. O hâlde İslâm denge kuruyor. Onun güzel bir şey olduğunu söylüyor. Cihat gibi sevaplı olduğunu söylüyor. Allah'ın sevdiği bir durum olduğunu söylüyor.
Dengeyi kurmak lazım.
Hem o çalışmayı yapacak ama ne vasıfla yapacak?
Çalışmayı yaparken her şey niyetlere göre olduğuna göre İslâm'da, kalbin, gönlün, insanın fikrinin onu yapmasındaki amacının esaslı olduğunu biliyoruz. "Ameller niyetlere göredir." diye çok büyük bir kaide var İslâm'da.
Ticaret nasıl olacak?
Bu hadîs-i şerîfte o göründüğü için size bunu o bakımdan anlatmak istiyorum. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
Men talebe'd-dünyâ halâlen. "Kim dünyayı talep ederse…"
Dünya kelimesini zaman zaman açıklıyorum belki ama yeni duyanlar için de açıklamak lazım.
Biz bugün dünya kelimesini başka anlamda kullanıyoruz, hadîs-i şerîflerde o anlamda değil. Biz bugün dünya deyince; enlemleriyle, boylamlarıyla, kıtalarıyla, okyanuslarıyla yerküresini hatırlıyoruz. Hâlbuki Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadîs-i şerîflerde dünya kelimesi o mânaya gelmez. O mânaya gelen kelime "semâvât ve arz" diye geçer. Dünya dendiği zaman şu anda yaşamakta olduğumuz hayat kastedilir.
Bir bu hayat var, şu anda yaşamakta olduğumuz hayat, el-hayâtü'd-dünyâ. Bizim içinde bulunduğumuz, bize şu anda yakın olan hayat. Bir de el-hayâtü'l-âhire. Bir de bu hayat bittikten, öldükten sonra olacak olan ikinci hayat, ebedî hayat... Ona da âhiret diyoruz. Âhiret de zamanla ilgili terim, bir tabir. Dünya da zamanla ilgili bir tabir. Şu anda yaşadığımız zaman, ölümden önceki yaşamımızın olduğu devre, dünya. Öldükten sonraki öbür taraf -berzah var vesaire ama- âhiret. Kabir, âhiretin ilk menzilidir deniliyor, dünyayı böyle anlamak lazım.
Kim dünyayı talep ederse, yaşam için bir takım faaliyetlere yönelirse, dünyalık diyebiliriz. Dünyalık temin etmek için çalışmak diyebiliriz. Kim bu dünya yaşamı için faaliyetlere yönelirse. Hani ibadet edecekti, camide durmadı, kalktı çarşıya, pazara, dükkâna gitti. Kim dünyalık talep ederse, dünyalık isterse, dünyalığı elde etmeye yönelirse.
Ne olacak? Âhireti istemesi lazımdı.
Halâlen. "helâl yollarla."
Kazancın bir helâl yolu var, helâlinden kazanmak var. Bir de haram yolu var, her şey böyle. Evlenmenin bir helâl yolu var, çok sevap. Bir de haram yönü var çok günah. Evlilik; nikâh. Ötekisi zina. Birisinden bir şey almanın helâl yolu var. Satın almak veya onun bağışlaması veyahut başka helâl yollarla, takas yoluyla, para yoluyla vesair... Bir de onun haberi olmadan aşırmak var. O da almak ama o gizlice aldığı için haram oluyor.
Kim dünyalık bir şeyi dünya faaliyetlerini, kazanç faaliyetlerini, dünyayla ilgili bir şeyi yapmaya yönelirse, onu helal yollarla talep ederse;
Helâl yollar nelerdir?
Bunları İslâm sıralamış. Bütün faaliyetleri bir tefekkür konusu olarak felsefî yönden ele almış, incelemiş. İnsan, kazancı için ne gibi helâl faaliyetler yapabilir diye sıralamış. Ziraat, ticaret, sanat, cihat demiş.
Bunların hangisi uygundur?
Dilenmek demiş. Mesela bazıları da el açıp dileniyor.
Bunların hangisi uygundur, helâldir, sevaptır? Hangisi mubahtır, olabilir de olmayabilir de. Hangisi haramdır, kesinlikle olmaz. Bunları bildirmiş.
Bu çeşitli mal, mülk, kazanç, yiyecek, içecek elde etmek yolları içinden helâl olan yolla bir şeyler elde etmeyi talep ederse, insan dünyalık kazanmayı talep ederse, bir.
Demek ki dünyalık talebi mecburiyeti yaşam için şart. İlk kelime, önemli olan şart; helâlinden isteyeceğiz. İnsanın önüne iki tane imkânı geliyor.
Bir; şu şeyi helâl yolla almak.
İki; haram yolla, onun bir çaresini bulup almak. Gayrimeşru yollarla, kanunsuz yollar.
Müslüman hangisini tercih ediyor?
Helâl yol ile.
Dünyalık bir şeyi talep ederse bir insan helâl yolla, bir.
İkincisi; isti'fâfen ani'l-mes'eleti. Mesele de; bugünkü kullanılışıyla Arapça'daki kullanılışı, hadîs-i şerîfte o devirde kullanılışı birbirinden farklı.
Kelimelerin devirleri, hayatları, başkalaşımları var. O devirde mesele; bu devirde de Arap ülkelerinde mesele dilenmek mânasına geliyor. Bizde mesele; sorun, problem mânasına geliyor.
İsti'fâfen ani'l-mes'eleti. "Dilenmekten kendisini korumak için dünyalık kazanmaya, helâl yolla kazanmaya yönelirse."
Burada çalışmanın, kazanmanın bir güzel asil hedefi daha Peygamber Efendimiz tarafından ortaya konulmuş oluyor, işaret buyuruluyor.
Bir insan çalışmasa ne yapar?
Başkasına yük olur. Mesela; hastalandı, kolu bacağı kırıldı, sakat, çalışamıyor, bir şey üretemiyor. O zaman el açıyor, Allah rızası için bana yardımcı olun diyor. Bu istemektir, dilenmektir. Meslek olarak yapmasa bile sonunda insan bir akrabasına falan gidiyor; "Çok sıkıştım, kusura bakma bana şu kadar borç ver." diyor. Bu da bir istemek. Veya "aç kaldım, sen yakınımsın, arkadaşımsın, bir çanak aş verir misin." diyor. İşte istemekten, dilenmekten korunmak için. Çalışmazsa istemek zorunda kalacak, dilenmek zorunda kalacak. Bunu iffetini korumak ve iffetine gölge düşürmemek, dilenmekten kendisini korumak için yapıyorsa, helâl yolla yapıyorsa, iki.
Demek ki dilenmenin iyi olmadığını Peygamber Efendimiz ifade etmiş oldu. Dilenmekten sakınmanın güzel olduğunu anlıyoruz. İffet olduğunu, soyluluk olduğunu, namusunu, şerefini korumak olduğunu anlıyoruz, bu da güzel. İslâm'ın ne kadar güzel değerleri var.
Ve sa'yen alâ ehlihî. Üçüncü bir noktaya geldik, üçüncü bir husus. "Ailesi, bakımıyla yükümlü insanlara karşı bir çalışma olsun diye."
Çalışınca bir insan bir evin reisi, bir baba kime bakıyor?
Hanımına, çoluk çocuğuna bakıyor, evin kirasını veriyor, ihtiyaçları karşılıyor.
Ve sa'yen alâ ehlihî. "Ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak, onları rahat ettirmek için gayret ederek yapıyorsa bu dünyalığı istemesi, dilencilikten korunmak için helâl yolla ailesinin ihtiyacını karşılamak için yapıyorsa"
Bu da güzel bir şey.
Evlilik niçin sevap?
Birçok bakımdan, tabiate uygun, İslâm evliliği sevap sayıyor.
Neden sevap?
Bir kere haramdan korunmuş oluyor. Kendisinin namusunu korumuş oluyor. İkincisi; kaç kişinin geçimini üstüne alıyor, evin çalışan reisi kaç kişiye bakıyor. Ne kadar güzel bir şey! Kim kime iyilik yaparsa Allah onu mutlaka değerlendirir. Zerre kadar hayır yapsa değerlendirir. Baba çoluk çocuğuna ekmek, aş, sebze getiriyor fileler, çuval, küfe dolusu şey getiriyor.
O sevapsız kalır mı?
Fakire bir sadaka veriyorsun sevap oluyor da insanın evine getirdiği erzak, yiyecek, giyecek sevap değil mi?
Daha fazla sevap.
Ne kadar daha fazla sevap?
Bire yedi yüz misli sevap aziz ve sevgili Akra dinleyicileri.
Bu rakamı bir daha söyleyeceğim kafanızda iyice güzel bir yere yerleştirin. Siz de başkalarına "İslâm böyle güzel" diye kabara kabara anlatın. Başkaları da bilsin.
İslâm'ı yaşamayanlar olabilir, belki seyahat ettiğiniz için Avrupa'ya, Rusya'ya, Singapur'a gidersiniz. Oralarda birisiyle karşılaşırsınız.
"Sen müslümansın İslâm nedir?" filan derse, işte bak insanın İslâm'da insanın ailesi için çalışma yapması ve masraf yapması bire yedi yüz üzere mükâfatlandırıyor. Yedi yüz misli mükâfatı büyük oluyor. Sadaka belki bire ondur da, ötekisi bire yedi yüz olunca ne kadar daha fazla oluyor. Artık siz rakamları yan yana koyun değerlendirin.
Ailesine bakmak çok sevap, çoluk çocuğuna bakmak çok sevap. Bir anne çocuğunu kucağına alıyor, bakıyor, emziriyor. Bu cihat yapmış gibi sevap. Peygamber Efendimiz böyle bildiriyor. Onun kahrını çekiyor, gece uyumuyor, sallıyor, hastalandığı zaman başucunda bekliyor. Mübarek annelerimiz yaşayanlara Allah uzun ömür versin, âhirete göçenleri nur içinde yatsınlar, kabirleri cennet bahçesi olsun.
Cennet annelerin ayakları altındadır. Annelerin ayaklarının öpülmesi lazım ne kadar zahmetler çekiyorlar. Onlar boşa mı gidiyor. Oradan bir para çıkmıyor, kese açılmıyor şu kadar para verilmiyor ama çocuğa bir emek, bir iyilik yapıyor. İslâm'da insan bir ağaç dikse, o ağacın üstüne kuş konsa meyvesini gagalasa ondan bile Allah sevap veriyor. O ağacın altına birisi otursa, gölgelense Allah ağacı dikene ondan bile sevap veriyor. İslâm'da boş yok. Boş yok sözünü bazıları kur'alarda kullanıyorlar ya "hangisini çekersen çek boş yok" İslâm'da boş yok. Her güzel faaliyet değerleniyor. Zerre kadar hayır da olsa, zerre kadar şer de olsa hepsi değerleniyor.
Bir; kazancı, dünyalığı helâlden isteyecek. İki; dilenmekten kendisini korumak amacını taşıyacak. Üç; ailesine ihtiyaçlarını karşılama amacını taşıyacak.
Dördüncüye geldik.
Ve ta'attufen alâ cârihî.
Bakın İslâm'ın bir güzel manzarası daha.
Müslümanlığın bir güzel yüzünü daha görüyorsunuz.
Ve ta'attufen alâ cârihî.
Câr ne demek?
Arapça'da komşu demek. Komşusuna lütufta, iyilikte, atıfette bulunmak niyetiyle.
Bak ne kadar güzel, İslâm. Komşusuna ikramda bulunmak da sevap. "Komşuma da ikramda bulunayım." diye çalışıyorsa, niyetlerinde bunlar varsa; helâlinden kazanmak istiyor, niyetinde bu var. Dilenmekten korunmak, şerefini korumak, alnı açık olsun istiyor. Çoluk çoğunun ihtiyaçlarını karşılamak istiyor. Onunla da yetinmeyip komşusuna da atıfette, lütufta, bağışta, ihsanda bulunmak istiyor.
Bugün bir arkadaşla konuşuyoruz. Bir hanım ameliyat olacakmış. "Bunun beyi çok cömertti. Kim gelirse misafir ederdi, misafiri çok severdi."
İslâm böyle işte! Komşusunada iyilik etmeyi düşünür, komşunun komşu üzerinde büyük hakkı var. Herşeyine dikkat edecek.
Şunu da yazın hafızanızın bir kenarına: "Evinizi çok yüksek yapıp da komşunuzun rüzgârını engellemeyin!" bile diyor Peygamber Efendimiz.
Sevgili müslümanlar, aziz Akra dinleyicileri;
Lütfen Peygamber Efendimiz'in hadislerini okuyun, hayatını okuyun. Ne kadar hazinelerle karşılaşacaksınız. İslâm'ın ne kadar âlicenap olduğunu, ne kadar yüksek din olduğunu anlayacaksınız. Âşık olacaksınız veya aşkınız artacak, aşkınız ziyadeleşecek. Gözünüz, gönlünüz yaşaracak.
Bakın dünyalık talebinin ne sebeplerle yapılması gerektiğini nasıl sıralıyor Peygamber Efendimiz. Küçücük bir cümlede ne hazineler, ne güzellikler var. İslâm ne kadar güzel! Helâlinden isteyecek. Haramda kimseyi üzerek, kimseyi aldatarak değil. Dilenmekten şerefini korumak için yapacak. Ailesinin ihtiyaçlarını karşılamayı, onları iyi geçindirmeyi düşünerek yapacak. Bir de fazlasıyla konu komşuya da ikram ederim diye...Böyle dünyalık talebi olursa ne mutlu! Böyle olması lazım! Dünyalık talebi yaparken bu niyetleri biz de kalbimize yerleştirelim.
Ne olur böyle olursa?
Âhiret için çalışmadı. Camiden çıktı dükkânına, işyerine gitti, çalıştı.
Be'asehullâhu te'âlâ yevme'l-kıyameti ve vechuhû mislü'l-kameri leylete'l-bedri.
Oradan da sevap kazanır. Camiden çıktı işe gitti ama farz namazı kıldıktan sonra orada da sevap kazanıyor.
"Allahu Teâlâ hazretleri kıyamet gününde onun yüzünü ayın on dördü gibi pırıl pırıl, nurlu olarak ba's eder."
Kıyamet günü mahşer yerine böyle gelir. Ayın on dördü gibi pırıl pırıl, yüzü ak, alnı ak, Allah'ın sevgili kulu olarak etrafa ayın, mehtabın nur saçtığı gibi gelecek. Allah'ın ikramı bu! O kulu Allah'ın sevdiğini anlıyoruz, seveceğini ve mükâfatlandıracağını anlıyoruz.
Herkesin korktuğu o günde, iyi insanların yüzleri ak pak olacak da kötülerin kapkara olacak. Buruşacak, kırışacak, kaşlar çatılacak, eyvah vaziyet fena filan diye müşrikler, kâfirler de mahvolacaklar o gün. Yüzleri, vucuhuhu'l-müsveddeh, müsvedde pul, müsvedde kâğıt değil simsiyah demek. Kafirlerin yüzleri simsiyah olacak. Biz dünya hayatında "mosmor olacak, mosmor oldu" falan diyoruz. Öyle değil! O kâfirlerin yüzleri ahirette simsiyah olacak. İyilerin de yüzü pırıl pırıl olacak.
Ne demiş oluyor Peygamber Efendimiz?
Peygamber Efendimiz'in bir hadisiyle yetinmemek lazım. Bir konudaki hadîs-i şerîfleri topluca göz önüne koymalı, insan kararını öyle vermeli.
Zaten ben üniversite hocası olarak talebelerime hep söylerdim. "Bir konuyu araştırıyorsanız, o konudaki bütün şöyle veya böyle, iyi veya kötü, olumlu veya olumsuz her bilgiyi toplayın, önünüze alın." Bir araştırmacının, hakikati arayan bilim adamının ilk işi, her çeşit bilgiyi önüne koymasıdır. Bütün bilgiler önünde bulunsun. Ondan sonra onları sınıflandırır, tasnif, izale, tasfiye eder. Ondan sonra ilmî çalışmanın öteki noktalarına geçer. Bilimsel gerçeklere, ilmî sonuçlara böyle ulaşılır.
Onun için İslâm'da "İslâm miskinlik dini. Tasavvuf miskinlik yolu. Dağların başlarına çekiliyorlarmış, çalışmıyorlarmış, tembellermiş!" Son derece yalan, iftira.
Hiç tarihte güzel misalleri görmüyorlar mı? Toplum içinde kimler topluma faydalı, kimler zararlı görmüyorlar mı? Melek gibi insanlara niçin iftira ediyorlar?
Bak âhireti isteyecek. Amacı; âhiret olacak, cenneti kazanmak, Allah'ın rızasını kazanmak olacak ama dünyalığa da ötekiler gibi çalışacak. Dünyaya tırnaklarıyla, elleriyle sarılmış, kucaklamış, ehl-i dünya insanların haris, hırslı, kimseye zırnık vermeyen insanların dünyaya sarılması gibi değil.
Dünyalık için bir çalışma yapacak ama şu, şu, şu gayeleri taşıyarak... Şu, şu, şu fikirlerle yapacak diye İslâm tarif ediyor. İslâm miskinlik dini değil, İslâm çalışma dini. Çünkü çalışmayı teşvik ediyor. İslâm başkalarına iyilik dini. Hazine, nur kaynağı... İslâm'ın güzelliklerini bir hadis bile anlatıyor.
İslâm'ı kötüleyenler âhiretlerini mahvediyorlar. İnsan zenginken çıkarıp bir şey verir, bu mühim değil. Ama fakirken "ben çalışmadan para almam, evde çoluk çocuğun ihtiyacı varken çalışmadan para almak istemem, haram para almak istemem." demek büyük bir fazilet.
Allahu Teala dünyalık kazanmayı helâlinden isteyene, dilenmekten değil, şerefini korumayı düşünerek isteyene, çoluk çocuğuna karşı ihtiyaçlarını karşılamak için bir fedakârlık olsun, çalışma olsun diye yapmak isteyene, konu komşusuna da iyilik yapma, parasının fazlasıyla da hayır hasenat yapma düşüncesi ile yapanın kıyamet gününde yüzünü, ayın on dördünde dolunay vaktinde dolunayın pırıl pırıl parladığı gibi mahşerde yüzünü nurlu yapacak. Tabi böyle bir kimse cennetlik olacak.
Peygamber Efendimiz karşı tarafı da anlatıyor.
Ve men talebehâ. "Dünyayı yine isteyen insanlar var."
Dünyalık peşinde olan başka insanlar da var. Bakıyorsunuz bir şehirde bir sürü insan. Aksakallı hacı amcalar da var. dükkânı var, çalışıyor. Başkaları da var. Gayrimüslimler de var. İnançsız olduğunu meziyetmiş gibi bağıra bağıra söyleyip inançlıların karşısına çıkıp, asıp kesip, bağırıp çağıran insanlar da var.
Ve men talebehâ. "Dünyalığı, kazancı, menfaati vesaire isteyen."
Ama nasıl?
Harâmen. "Haram yoldan."
İster hırsızlık olsun, rüşvet olsun, ister faiz olsun, ister repo olsun, ister devleti soymak olsun, ister halkı soymak olsun, ister hazineyi soymak olsun...
Nereden gelirse gelsin, mühim değil!
İşini uyduruyor, haram yoldan bir büyük avantaj, kazanç, kâr, avanta da diyorlar, çeşitli laflarla böyle çirkin yollarla kazanmaya. Haram yoldan kazanıyor, zengin oluyor, arabaları, köşkleri, yalıları oluyor.
Mükâsiren bi-hâ. "Böbürlenmek için, benimkisi ondan daha çok, benim malım daha çok diye fiyaka yapmak için, caka satmak için, tantana için, şatafat için, debdebe için...Ben daha iyiyim, güçlüyüm, zenginim demek için."
Müfâhiren. "Daha çok malım olsun, daha çok biriktireyim" derken bir de övünerek, böbürlenmek için parayı kazanırsa; bunlar da dünyalığı talep etmenin ters fikirleri.
Bir insan bu fikirlerle, bu niyetlerle kazanç sağlarsa ne olur?
Lekiyallâha azze ve celle. "Azîz ve Celîl olan Allahu Teâlâ hazretlerinin o da huzuruna çıkacak, huzurunda karşılaşacak." Ve huve aleyhi gadbâni. "Huzuruna çıktığı zaman Allah'ı karşısında gazap etmiş vaziyette görecek. Allah'ın gazabına uğrayacak."
İslâm böyle!
Dünyalık istemenin güzel yolu var. İnsan o yollarla; dünyalığı ister, kazancını öyle sağlarsa ayın on dördü gibi yüzü pırıl pırıl nurlu olacak, cennete girecek. Haram yollarla,; kötü niyetlerle kazanırsa o da Allah'ın huzuruna Allah ona gazap etmiş bir vaziyette varacak, gazabına uğrayacak, kahrolacak, mahvolacak.
Mal kazanmak konusunu konuştuk da İslâm'ın çok aziz bulduğu, teşvik ettiği, sevaplı diye söylediği bir iş düşünelim. İslâm, ilmi talep etmeyi, öğrenmeyi, talibi olmayı, öğretmeyi çok teşvik ediyor. Bunun çok sevabı olduğunu söylüyor ama burada da gene niyet önemli! Doğrudan doğruya hemen ilim öğrendi diye insan çok büyük mükâfatlara ermiyor.
Bu üniversitede profesördür cennete girecek, Allah buna çok mükâfat verecektir.
Dur bakalım, öyle değil! İnsanın ilim öğrenmekteki niyeti önemli.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Enes radıyallahu anh'ın bize bildirdiğine göre şöyle buyuruyor;
Men talebe bâben. "Kim ilimden bir bölüm talep ederse, öğrenmeye gayret ederse."
Diyelim ki kendisi dökümcü, dökümün güzel olması için öğreniyor. Veyahut İslam'da cenaze nasıl kaldırılır, dur şunu öğreneyim diyor. Veyahut umreye gideceğim; umrenin şekli şemaili nasıl diye bir bölüm, bir bahis öğrenmek için ilmin peşine düşen bir insan...
Buradaki niyet ne mesela, ne için yapıyor?
Li-yusleha bihî nefsehû. "Bu ilmi öğrensin de, kendi nefsini ıslah etsin, kusurları varsa onları atsın, eksikleri varsa onları tamamlasın. Nefsini ıslah etsin, nefsi olgun bir nefis olsun."
Nefsi ne demek?
İnsanın benliği, içi… İnsan dışından insan olsa yetmez. İçi hayvan olabilir; affedersiniz domuz olabilir. İslâm'a göre köpek, sırtlan, aslan, tilki gibi olabilir.
Niye böyle hayvan isimleriyle hadîs-i şerîflerde bildirilmiş?
İnsanlar kolay anlar. Bu hayvanlar bir vasfıyla tanındığı için "o hayvan gibi" deyince, "anladım" der insan. İnsan içindeki duygularına göre iyi insan, kötü insan oluyor. Kalleş, hilekâr, hain, vefasız, vurdumduymaz, gaddar, duygusuz oluyor. Bunlar hep insanın içine ait vasıflar... Bu adamın dışında çok iyi kumaştan yapılmış, birinci sınıf terzinin elinden çıkmış elbiseler var. Kıymeti yok!
İçi fena. Nefsi fena. İç dünyası fena. Beni, benliği, Allah'ın asıl değer verdiği kısmı fena.
Değeri olmaz!
Elbiseyi çıkartırsın bir başkasına giydirirsin. Bir katile giydirirsin...Götür hapishaneye en azılı idamlık birisine giydir, vücuduna uyuyorsa giyebilir. İnsan, elbiseyle adam olmaz, dış kıyafetle, suretle olmaz.
İnsanın insan olması, insân-ı kâmil olması içinin eğitimiyle, terbiyesiyledir. İslâm buna çok önem veriyor.
Bakın ilim öğrenecek.
Ne maksatla?
Nefsini düzeltmek için.
"Ben olgun bir insan olayım. Bilge bir insan olayım. Erdemli bir insan olayım. İyi duygulara sahip insan olayım." diye öğrenirse;
Ev li-men ba'dehû. "Kendisini ıslah etsin diye yahut da kendisinden sonrakilere faydası olsun diye ilim öğrenirse."
Bunun misali ne olabilir diye düşünelim.
Peygamber Efendimiz'in mübarek ashabı, tâbiîn o mübarek insanlar ne yaptılar?
Peygamber Efendimiz'in hadislerini topladılar, Kur'ân-ı Kerîm'in izahlarını topladılar, fıkıh bilgilerini topladılar. Bu büyük kitaplar, şaheser kitaplar, çok derin ilimleri içeren, ihtiva eden kitaplar kendilerinden sonrakilere kaldı. Onlardan istifade ediyoruz.
"Aman falanca kitap ne kadar güzel." diyoruz açıyoruz. Bismillâhirrahmânirrahîm. Orada bir şeyler öğreniyoruz.
O adamlar ömürlerini verdiler. Bir hadisi yazmak için; Horasan'dan Mısır'a, Mısır'dan Yemen'e seyahat ettiler. Neden?
Dînî bir konuyu ben tespit edeyim de benden sonrakiler okusun, ben sevap kazanayım, onlara faydalı olsun diye.
İslâm iki şey düşünüyor.
Bir, kendi kişiliği ile ilgili. "Kendimi ıslah edeyim, olgun bir kul olayım."
İki, "başkalarına da faydam olsun" diye.
İnsan ilmi böyle öğrenirse;
Keteballâhu lehû mine'l-ecri misle remeli âlic.
Allah onun sevabını ne kadar verir?
Sayıya gelmez.
"Çöldeki kumların miktarınca ona sevap yazar."
Bir avuç kumu eline al, tepsinin üstüne koy veya koyu renkli bir tahtanın üzerine koy. Kaç tane kum tanesi var diye say bakalım bir avuç kumu. Akşama kadar sayarsın "şu kadar rakam oldu, biraz da şaşırdım" filan dersin. Bu niyetle ilim öğreniyorsa; koca çöldeki kumların sayısı kadar Allah ona sevap yazar.
Ama bir de karşı tarafını öğrenelim, konu oradan açıldığı için.
Birisi de ilim öğreniyor ama neden öğreniyor?
Bir hadîs-i şerîfte yine Enes radıyallahu anh'ten, aynı râviden başka bir kaynakta yazılmış, aynı kaynakta da var, bir başka hadîs-i şerîfi alalım;
Men talebe'l-ilme li-yümariye bihi's-sufehâe ve yukasire bihi'l-ulemâe ve yasrife bihî vücûhe'n-nâsi ileyhi fe'l-yetebevve' mak'adehu mine'n-nari.
"Bir insan ilmi eğer akılsız, beyinsiz, değersiz insanlarla münakaşa yapmak, cedelleşmek, mücadele için öğrenirse ve başka insanlardan ben daha alimim diye fiyaka için, daha üstün olduğunu göstermek, üstünlük sağlamak için öğrenirse…"
Ve yasrife bihî vücûhe'n-nâsi ileyhi. "İnsanların gönüllerini kendisine meylettirmek, insanların, halkın teveccühünü kazanmak için öğrenirse…"
Ne olur o zaman?
"O kendisine cehennemde oturacağı yeri hazırlasın veya kendisini oraya hazırlasın; oraya gidecek!"
Oraya gideceğini şimdiden bilsin diye bildiriyor Peygamber Efendimiz.
Demek ki ilim ne için olmayacakmış?
Ceng ü cidâl, çekişme, çatışma, kavga için değil!
Alim nasıl olur?
Sakin bir şekilde dinler, hakkı söyler. Karşı tarafın hakkı varsa kabul eder, yumuşak konuşur, mültefit konuşur karşısındakine, kırmadan hakkın ortaya çıkmasına çalışır.
Öyle yapmıyor da "ben onu yeneyim, bunu yeneyim" düşüncesi ile cedel için, mücadele için, münakaşa için...
Bir de başka alimlerden daha üstün olduğum ortaya çıksın, benim kavuğum daha büyük, benim mertebem daha yüksek, hükümdar bana daha çok bahşiş versin, ben daha yüksek mevkiye çıkayım filan gibi amaçla öğrenirse… Bir de insanların kendisine teveccühünü sağlamak için öğrenirse...
Peki ne olacak yani?
Bunlar için olmayacak.
Allah'ın rızasını kazanmak için ilmi öğrenecek. İlimi yerinde kullanacak, uygun insanlara anlatacak, haddini bilecek, böbürlenmeyecek, başka insanların kalbini kırmayacak...
İslâm her meselenin iki tarafını da söylüyor.
Bir de ilme teşvik olsun diye ilimle ilgili iki hadis daha okuyup konuşmamı bitirmek istiyorum.
Men talebe bâben mine'l-ilmi li-yuhyiye bihi'l-İslâme kâne beynehû ve beyne'l-enbiyâi derecetün vahidetün fi'l-cenneti.
"Kim ilmi, onunla İslâm'ı diriltmek için öğreniyorsa."
Türkiye'de İslâmî bilgiler biraz zayıfladı, ben İslâm'ı öğreneyim de İslâm'ı dirilteyim. Bu güzel, İslâm herkes tarafından bilinsin diye öğrenebilirsiniz. Böyle bir niyetle, İslâm'a hayat kazandırmak için, onunla İslâm'ı canlandırmak için ilim öğrenirse:
"Onunla peygamberler arasında cennette bir derece fark olur."
En üstte peygamberler, hemen onun altında en yakın derece alimler.
Bu niçin bu yüksek dereceyi bulacak?
Çünkü İslâm'ı yüceltmek amacıyla bu ilimi öğrendi, İslâm'a hizmet aşkını taşıyor. İşte bu maksatla ilim öğrenmeliyiz! Çoluk çocuğumuzu bu maksatla ilim yoluna sevk etmeliyiz.
Ben İlahiyat Fakültesi'nde hoca iken arkadaşlara söylemiştim. Bence birinci sınıflarda ilk önce; ilmin ne maksatla öğrenilmesi gerektiğini, hangi kötü niyetlerle öğrenilmemesi gerektiği okutulmalı sevabı anlatılmalı. Ondan sonra insanlar kopya çekerek değil de; ilim sevap olduğu için, Allah rızası için çalışarak ilim öğrensinler, diye.
İlim öğrenecek bir insanın ne yapması lazım?
İlmini, bilgisini kendisinin uygulaması lazım. Bildiği iyi şeyleri yapması lazım. Kötü olduğunu bildiği şeyleri de yapmaması lazım. Halka talkın verip kendisi salkımı yutmaması lazım.
Allah hepinizden razı olsun. Cumanız mübarek olsun. Allah bugünün feyzinden, bereketinden cümlenizi istifade ettirsin. Sevdiği kul eylesin, bahtiyar olarak yaşatsın. Huzuruna sevdiği kul olarak varmayı nasip eylesin. Cümlemizi cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin aziz ve sevgili Akra dinleyicileri.
Es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû.