es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû aziz ve sevgili Akra dinleyicileri;
Allahu Teâlâ hazretleri sizleri, cümle Ümmet-i Muhammed'i, bizleri iki cihanın hayırlarına, mutluluklarına lütfuyla keremiyle erdirsin.
Halkımızla iç içe, onların arasında, köylerini, yaylalarını görerek gezmiş ve bilgimizi arttırmış oluyoruz.
Hadîs-i şerîflerde bildirildiğine göre "iki müslüman birbirleriyle karşılaşırsa Allah mutlaka birinden ötekisini faydalandırır" imiş. İlle bilgili olan ötekisine öğretir diye bir şey yok. Herkes birbirinden istifade ediyor. Karşılıklı, çeşitli istifadeler oluyor. İnsan bazen küçük bir çocuktan neler öğrenir, bazen bir küçük olaydan neler öğrenir. Bazen Allah'ın yarattığı bir mahlûkâtın, hayvanın davranışı bile insana neler gösterir, insan neler öğrenebilir.
Bolu'nun güzel yaylalarını, temiz havalı çamlık yerlerini görünce ecdadımızı hayır dua ile andım, dualar eyledim. Allah razı olsun; onlar geldiler, bu diyarlara İslâm'ı getirdiler. Hem bu diyarların insanlarını mutlu ve bahtiyar eylediler. Çünkü İslâm'la tanıştırmak, İslâm'ı getirmek, İslâm'ı öğretmek çok güzel. Hem de kendileri aziz ve bahtiyar oldular. Ne güzel ömür geçirmişler, ne kadar verimli çalışmışlar. İslâm'ı dünyanın her yerine yaymışlar, Allah razı olsun. Bizlere de çok güzel miras bırakmışlar, çok güzel emanet bırakmışlar, çok güzel yâdigâr ve tezkâr bırakmışlar. Nur içinde yatsınlar, makamları âlâ olsun.
Cuma günleri, insanların geçmişleri kendisinden dua beklermiş; geçmişlerinizi duadan unutmayın. Benim vaazım bittikten sonra Yâsîn okuyun, Fatihalar okuyun, on birer İhlâs-ı şerîfler okuyun, geçmişlerinizi biraz hayır ile yâd edin.
Çok çalışmışlar, çok güzel çalışmışlar, çok hayırlar bırakmışlar. Biz de onları görünce seviniyoruz.
Allah bu diyarları kusurlarımızdan, günahlarımızdan, hatalarımızdan, yanlışlıklarımızdan dolayı bize kızıp da bizim elimizden almasın. Allah bela, musibet yağdırmasın, bizi cezalandırmasın; bizi yolunda daim, zikrinde kâim eylesin muvaffak eylesin.
Bunları niçin düşündüğümü soracak olursanız;
Halkımızın yüzde 99'u müslümandır, biliyorsunuz. Bu hepimizin istatistik, ihsâyât ilminden bildiğimiz bir husus. Elhamdülillah müslümanları en yoğun, en kesif olan ülkelerden biriyiz. Hepimiz çok şükür müslümanız. Bir kısım, yüzde bir kadar ahâli bundan önceki peygamberlerin, kitapların yolunda; yahudi, hıristiyan.
Onları çeşitli zamanlarda ihtar ediyoruz: "Siz Ehl-i Kitabsınız, kendisine Allah'ın peygamber gönderdiği, kitap indirdiği kavimsiniz. İslâm sizi öteki insanlardan ayırıyor; siz imanı tatmış, tanımış insanlarsınız. Allahu Teâlâ hazretleri sizin peygamberinizden sonra âhir zaman peygamberi Muhammed-i Mustafâ sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'i göndermiş, O'nu habîbullah eylemiş, o sizin kitaplarınızı da peygamberlerinizi de sevgiyle, saygıyla yâd edip bize öğretmiş. Biz, bizden önceki dinleri de, peygamberleri de, kitapları da seviyoruz. Sizin de âhiretiniz yanmasın; mahvolmayın, perişan olmayın, kâfir kalmayın; imana gelin!.." diye onlara hatırlatıyoruz. Onlara;
Musa aleyhisselam nasıl Allah'ın peygamberiyse, Muhammed-i Mustafâ aleyhisselam da Allah'ın peygamberi, âhir zaman peygamberi, hem de Tevrat'ta geleceği müjdelenen peygamber.
İsa aleyhisselam nasıl Allah'ın kulu ve peygamberi ise; siz de Allah'ın kulunu tanrı yerine koymayın, put diye karşınıza alıp tapmayın, Allah'ın kulunu kul olarak bilin. Allah'ın kulu; sevgili, mübarek bir kulu ama siz yanlışlık yapıyorsunuz. Beşere tapılmaz. Biz, Allah'ın o kulunu peygamber olarak biliyoruz. O nasıl Allah'ın peygamberiyse sizin de tanıdığınız birçok peygamber var, diyoruz.
Hani İbrahim aleyhisselam'ı kitaplarınızda anıyorsunuz; Âdem aleyhisselam'dan, Nuh aleyhisselam'dan sizin kitaplarınızda da bahisler geçiyor. İsa aleyhisselam da onların devamı bir peygamber. Allah mucizeler vermiş; ne güzel mucizelerle taltif eylemiş. O da hakkı anlatmış. O da müjdeci bir peygamber. O da bizim peygamberimiz. Ahir zaman peygamberini çok sevdiği için - tabi bütün peygamberler kardeştir, onlar bir annenin kardeşleri gibi kardeştirler- "Âhir zaman peygamberi gelecek, Paraklit gelecek, Ahmed isminde peygamber gelecek" diye Peygamberimiz'i müjdelemiş.
Hatta kitabının adı bile İncil. Bir peygamberin gelişini müjdelediği için. İncil "müjde" demek. Siz de imana gelin, diyoruz.
Demek ki memleketimiz imanlı insanlarla büyük ölçüde dolu. Ama bu insanların davranışlarına baktığımız zaman;
Siz mü'minsiniz. Tamam, güzel, Allah imanda daim eylesin, imanınız mübarek olsun. Çok sevindim, müşerref oldum, memnun oldum, mesrur oldum, saygı duydum; çok güzel. Ama bu yüzde 99'u müslüman, yüzde 1'i de Ehl-i Kitab olan ülkenin insanlarına yaşayışınız İslâm'a uygun mu diye baktığımız zaman… Hepsi Allah'ı tanıyan insanlar, hepsi Allah'a gönül vermiş, hepsi Allah'ın kulu olduğunu bilen insanlar. Bunlara baktığımız zaman çeşitli kusurlar görüyoruz.
Bu kusurların, bu hataların, günahları işlemek gafletinin en büyük sebebi cahilliktir! İlim öğrenmemektir, İslâm'ı bilmemektir.
Onun için bu konuşmamda size de birkaç yaygın kusurumuzu işaret eden ve ondan kurtulmamız için bize bir ikaz olacak, içimizi yakıp düzelmemize sebep olacak olan hadîs-i şerîf okumak istiyorum.
Biliyorsunuz, memleketimizde maalesef içki çok içiliyor. Bazı ülkeleri "İçkinin en çok tüketildiği yerlerdendir." diye söylüyorlar, benim bu gezdiğim kasabalar, şehirler için de söylendi. Benim yüreğim yandı. Yüreğim yandı, cız diye kavruldu, üzüldüm. Çok içki içiliyor! Hâlbuki içki haram!
"Acaba içinde alkol miktarı az olsa o da haram mı?"
O da haram!
Alkollün sarhoş edici maddesinin azlığı çokluğu helal durumuna getirmiyor. İslâm'da hepsi haram; az alkollüsü de, birası da, şarabı da, rakısı da, votkası da hepsi haram. Ana sebebini biliyorsunuz. Tabi müslümanlar olarak ana sebebini bilsek de bilmesek de Allah'ın haramına haram olarak bağlanırız, kabul ederiz ve o haram olan şeyi işlememeye gayret ederiz. Ama bunun sebebini, hikmetini söylemekte de İslâm için büyük bir şeref var, fayda var onun için sebebini de söyleyelim:
İslâm insan aklına çok büyük önem veriyor. İslâm insanın aklını korumayı kendisine görev almış. İslâm "Ben din olarak, inanç olarak akıldan yanayım. Aklı korumakla vazifeliyim." diye aklı koruma vazifesini yüklenmiştir. İslâm'ın korumak istediği beş büyük önemli unsurdan, husustan birisi de akıldır.
İslâm aklı korumak için çalışan, ahkâmını ona göre ayarlamış olan, içinde aklı koruyucu pek çok hükümler olan bir inanç sistemi, elhamdülillah, iftihar ediyoruz.
İçki içtiği zaman insanın aklı gidiyor, kontrolü gidiyor, vücudunu, hareketlerini kontrol edemez duruma geliyor; yalpalıyor, yıkılıyor, çamura düşüyor; çeşit çeşit hatalı şeyler yapıyor. Arabayı alkollü kullanıyorsa hem kendi arabasını mahvediyor hem başka çarptığı insanları veya araçları mahvediyor. Büyük zararlar meydana geliyor.
Sonuç itibariyle içki insanın sıhhatine de zararlı; karaciğerini mahvediyor, siroz ediyor, insan karaciğeri telef olmuş olduğu, mahvolmuş olduğu için genç yaşında ölüyor. İçkiye alışıp da sıhhatli kalmış insan yok. Hepsi maalesef Allah'ın kendilerine emanet olarak vermiş olan vücudunu da yıpratmış oluyorlar; kötü durumda oluyorlar. İslâm vücudu da korumayı esas aldığından, aklı da korumayı esas aldığından, "İçki içilmeyecek!" diye Allahu Teâlâ hazretleri emir indirmiş.
İçkinin içilmemesi lazım!
Bir kasabaya gidiyoruz. İsmini söylemeyeyim de cuma sohbetimde kasaba gıybeti yapmış olmayayım. Ama siz çevrenizdeki insanlara bakabilirsiniz. Çünkü her şehirde var; birahaneler var, içki içilen yerler, içki satılan dükkânlar, içki içilen evler var. Hiçbir şey olmasa, topluca içki içilen bir yer olmasa bile millet maalesef içki içiyor.
Yüzde 99 müslüman olan millet tepeden tırnağa, büyükten küçüğe, münevverden cahile, okumuştan çobana kadar maalesef çeşit çeşit içkiyi içiyorlar. Çıraklar öğle tatilinde sandviçle bira içiyorlar o zamandan alışıyor. Ondan sonra da bir daha toparlayamıyor, hayatı boyunca onun zararını çekecek.
Allahu Teâlâ hazretleri içkiyi insan vücudunu, insan aklını korumak için, aklın gitmesinden meydana gelecek zararı önleyip insanlar rahat etsin diye; yani insanların hayrına, faydasına o hikmetle yasaklamış. Tabi biz Allah'a her hikmetinin durumunu sormak durumunda da değiliz; araştırdığımız zaman anlarız.
"Acaba domuz eti niçin haram?"
İncelersin, anlarsın. Almanya'da Alman bir doktor incelemiş, radyoda domuz etinin aleyhinde bir hafta program yapmış, bir hafta domuz etinin zararlarını anlatmış. Müslüman da değil! Alman! Yani domuz eti yiyen bir kavimden! Domuz eti neden zararlı; incelediği zaman anlamış.
İçki neden zararlı?
Bunu herkes söylüyor. Yasak, iyi bir şeyin sağlanması için konulmuşsa çiğnendiği zaman büyük zararlar ortaya çıkıyor.
Abdullah b. Amr b. el-Âs radıyallahu anh'ten Ahmed b. Hanbel'in ve Beyhakî'nin rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfi anlatmak istiyorum.
Ahmed b. Hanbel; Hanbelî mezhebinin kurucusu, büyük imamlardan. Çok büyük hadis alimlerinden birisi. Allah şefaatlerine erdirsin, o mübarekleri cennette bize göstersin. Yanlarında komşu olmayı nasip etsin. Dünyada rivayet ettikleri hadisleri onların adını anarak okuduğumuz gibi âhirette de cennette yüz yüze buluşup dostluk yapmayı nasip eylesin.
Abdullah b. Amr b. el-Âs, Mısır'ı fetheden Amr b. el-Âs'ın oğlu; tabii bunlar sahâbe-i kirâmdan. Oğlu da babası da sahâbe-i kiramdan; radıyallahu anhümâ. Oğlu Abdullah…
Dört tane meşhur Abdullah'tan birisi, Abâdile-i erba'adan birisi. Dört Abdullahlar'dan bir tanesi. Alim, âbid, mübarek kimseler. Allah bizi firdevs-i âlâsında onlarla da buluştursun.
Efendimiz Abdullab b. Amr'ın rivayet ettiği hadîs-i şerîfe göre içki hakkında ne buyurmuş?
Men tereke's-salâte sekeran merraten vâhideten fe keennemâ kânet lehü'd-dünyâ ve mâ aleyhâ fe sülibehâ. Ve men terake's-salâte erba'a merrâtin sekeren kâne hakkan alallâhi en yeskıyehû min tîneti'l-habâl. Kîle ve mâ tînetü'l-habâl? Kâle usâretü ehl-i cehennem.
Hani insan sarhoşken vazifelerini, ibadetlerini yapamıyor; namaz kılmıyor.
Eski devirde sarhoşken de namaz kılmaya gelenler de olmuş.
Zaten Allahu Ekber deyip cemaatin önüne geçip imamlık yaparken, sarhoşluğundan dolayı âyetleri yanlış okuyup, mânayı berbat edip namazı ifsat edenler olunca içkinin yasaklığına dair âyetler inmiş. Biliyorsunuz, âyetlerin inişi sıra ile. İçkinin zararlı olduğu bildiriliyor. Ondan sonra kesin olarak yasaklanıyor:
Lâ takrabü's-salâte ve entüm sükârâ. "Sarhoşken namaza da gelmeyin!"
Akıl başta yokken Allah'ın divanına çıkılır mı?
Derbeder, sarhoş, perişanken yüksek mevkî, makam sahibinin yanına bile gidilmez. Tabi "Namaza da gelmeyin!" diye emir var.
Men tereke's-salâte sekeren. "Kim sarhoş olduğu için namazı terk ederse…"
Ne kadar?
Merraten vâhideten. "Bir defa."
Sarhoşum diye sarhoş olduğu için namazı kılmadı, kaçırdı bayıldı, ayıldı, sarhoşluğu devam ettiğinden namazı kılmadı.
Bir kimse sarhoş olduğundan namazı bir kerelik terk ederse ne olur?
Fe-keennemâ kânet lehü'd-dünyâ ve mâ aleyhâ. "Sanki bütün dünya onunmuş ve bütün dünyanın üzerindeki mülkler, mallar, zenginlikler, güzellikler onunmuş da… Fe-sülibehâ. "Bunların hepsini kaybetmiş; bunların hepsi onun elinden alınmış da bütün bu zenginlikleri kaybetmiş gibi olur."
Sarhoşlukla namazı bir defa terk eden bir insan ne olmuş olur?
Bir insan namazı bir defa sarhoşluk sebebiyle namazı terk ederse dünyaları kaybetmiş olur! Dünyanın bütün malı mülkü, varlığı zenginliği, insanlarıyla, tarlalarıyla, bağlarıyla, bahçeleri meyveleri, ağaçları, yaylaları, dağları, ovaları deniz kenarları, adaları.... Düşünün, dünyanın beğendiğiniz güzel yerlerini, eşsiz emsalsiz güzellikteki koylarını, sahillerini gözünüzün önüne getirin. İnsan oralarda bir köşkü olsa bayram ediyor. Bütün bunların hepsine sahipmiş de bunların hepsini birden elinden almışlar, bunlardan mahrum kalmış, bunlar elinden kaçmış gitmiş gibi olur.
Ve men tereke's-salâte erba'a merrâtin. "Bir kimse namazı dört defa terk ederse, dört defa sarhoşluktan dolayı namaz kılamadı, namaz kaçtı. Dört defa terk ederse… " Kâne hakkan alallâhi en yeskıyehû min tîneti'l-habâl. "Artık Allah'ın ona ceza olarak cehennemin habâl çamurundan içirmesi gerekli olur. Allah ona ceza olarak cehennemin; habâl, -hı harfiyle- çamurundan içirir, içirmesi Allah'a hak olur."
Allah ona o cehennemin habâl çamurunu, sulu çamurunu dört defa; namazı sen sarhoşluk sebebiyle terk ettin, diye ceza olarak içirecek.
Peygamber Efendimiz kelime hazinesi çok zengin bir kimseydi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in dilinde nice nice kelimeler vardır. Biliyorsunuz bir insanın dil bilgisi, kelime bilgisi; ne kadar çok kelime biliyorsa onun kültürünün çok çok daha yüce olduğunu gösterir. İnsanların hakikî irfanları, bilgileri, ilimleri kelimeleri çok bilmesiyle, kelime hazinelerinin zenginliğiyle ölçülür.
Efendimiz birçok kelime kullanırdı; sahabe, etrafında dinleyenler onu bilmezdi de anlamak için, izah etmesi için "Bu ne demek? Bu ne demek?.." diye sorarlardı.
Kîle ve mâ tînetü'l-habal. "Yâ Resûlallah! Tînetü'l-habâl ne demek? Tîne çamur demek de ‘habal çamuru' ne demek?" diye sordular.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de buyurdu ki;
Kâle usâretü ehli cehennem. "Cehennem ehlinin, vücutlarından çıkan usareler..."
Cehennem ehli cehenneme atılıyor, ceza görüyor, cayır cayır yanıyor; kanlar irinler, yaralar, o yanıklardan dökülen pis kokular, yerlere akan şeyler vs. Bunların hepsi cehennemde çamurlaşıyor. Cehennemde azap gören bütün bu insanların kanları, irinleri, pislikleri çamura karışıyor, bir sulu çamur oluyor.
"Sarhoşluk sebebiyle dört namazı kılmayan kimseye Allah bundan içirir!" diye Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bildiriyor.
Ben bu hadîs-i şerîfi hatırlatıyorum sevgili dinleyiciler. Tabi ümit ediyorum, hüsnü zan ediyorum; benim dinleyicilerim arasında içki günahını işleyen kimse yoktur. Dinleyicilerimin hepsi namazlı, ibadetine düşkün, tertemiz, vazifelerini güzel yapan müslüman kimselerdir diye hüsnü zan ediyorum. Ama içimden de bir ses geliyor ki bunların bazıları arada bir kaçamak yapıyordur; bira içiyordur, içki içiyordur. Hatta maalesef bazı garip insanlar var diyorlar ki;
"Sarhoş olmadan bir kadehçik atıversem olmaz mı?"
Olmaz! Çoğu haram olan şeyin azı da, zerresi de, damlası da haramdır; o da olmaz!
"Sarhoş olmayacak kadar içsem olmaz mı?"
Hayır, olmaz!
İçkiyi hiç içmeyecek, ağzına koymayacak! Üstüne damlasa yıkaması lazım. İçki pistir, necistir.
Bazı kimseler bilmiyor veya bildiği halde bırakamadığı için hem müslüman hem içkici olabiliyor. Böylelerinin de olabileceğini tahmin edebiliyorum. Belki de akrabanız içinde böyleleri vardır. Belki gençler, annesinden-babasından habersiz kaçamak yapıyorlardır. Onun için bu hadîs-i şerîfi bilsinler diye anlatıyorum. Siz de etrafınıza anlatacaksınız.
Tabi biz konuşmamızı hadis kitabından hadîs-i şerîfi okuyup anlatıyoruz. Bu da böyle Akra radyolarımız vasıtasıyla bütün dünyanın fezasına yayılıyor. Radyosunu açan her yerden bunu dinliyor. Bu bir yayılma, çok güzel bir yayılma. Tabi çok büyük bir nimet Allah'a hamd ü senâlar olsun, çok şükür Allah bize bu imkânı verdi
Norveç'ten Orta Asya'ya, Suudi Arabistan'dan Afrika'ya kadar, Türkiye'nin her yerinden çanak anteni varsa dinleyebiliyor. Çanak anteni yoksa o şehre, o kasabaya yansıtıcı konulmuşsa normal radyosu ile benim konuşmalarım dinleniyor. Bu bir yayılma. Çok güzel bir şey!
Sevgili, değerli dinleyicilerim;
Siz bunu duydunuz, duyduğunuzu siz anlatırsanız bu, ikinci bir yayılma olur. Yayılmadan sonra ikinci bir yayılma. Düşünün ki siz beni dinlediniz, şu kadar sayınız var; yüz binlerce, milyonlarca insan. Dinlediniz, siz birer kişiye anlatırsanız; bir kişiye anlattığınızı düşünelim, o zaman bu hadîs-i şerîf yüzde yüz, misli misline, bir kat daha fazla insana anlatılmış olacak. On misline anlatırsanız, on kişiye daha anlatılmış olacak. Herkes on kişiye anlatsa, belki yüz kişiye anlatsa, belki dünyada herkes duymuş olabilir. Onun için siz de anlatacaksınız; tabi insan bildiği bir şeyi kendisi uygulayacak.
"Hocam, hiç içki içmiyorum. Bana bu hadîs-i şerîfin faydası ne?"
Günahı bilmek de güzel! Bir insan günahı, neyin günah olduğunu bildi mi bu da güzel. Şerrin ne olduğunu, günahın ne olduğunu bilen ondan sakınır. Şerrin ne olduğunu, günahın ne olduğunu bilmeyen içine düşer. Hani önünde çukur olduğunu bilmeyen bir insanın karanlıkta yürürken pattadak derin bir çukura, kanala, bir hendeğe düştüğünü düşünün, göz önüne getirin. İnsan bilmeyince düşer. Onun için müslümanın düşmemek için şerri de bilmesi lazım; İşlemek için, yapmak için hayrı da bilmesi lazım.
Onun için şimdi bunu söylüyorum, dinleyiciler dinliyorlar, Allah razı olsun. Dinlemek de sevap, söylemek de sevap. Bir de siz etrafınızda birkaç kişiye anlatırsanız komşularınıza, yakınlarınıza; bu işi maalesef yaptığını bildiğiniz kimselere anlatırsanız Peygamber Efendimiz'in nasihati herkesin kulağına gitmiş olur.
Düşünün! İçkinin ne kadar zararları var? İçki içen bir insanın başına ne kadar cezalar, belalar geliyor.
İçki ile ilgili pek çok âyetler, hadisler var. Ben sadece içki konusu üzerinde durmak istemiyorum. Yalnız içki konusunu anlatmamın sebebi;
Bir; gezdiğim yerlerde içkinin çok içildiğini duymam.
İkincisi de; içki içmenin temeli netice itibariyle bunun cezasının ne kadar olduğunu bilmemekten kaynaklanıyor.
Bir müslüman "İçki içeni Allah affeder!" filan diye düşünüyordur. Biraz da sarhoşların tatlı, sevimli felsefeleri vardır, derbederlikleri, aldırmazlıkları vardır. "Canım ne olacak…" filan tarzında ağızlarını açarlar. Kendilerini teselli edecek konuşmalar yaparlar. Ben, bilirse yapmayacağını tahmin ediyorum.
Zaten Peygamber Efendimiz bu nasihatleri niçin söylüyor? Nasihatler niçindir?
Dinlensin ve uygulansın! O nasihatlerden mütenebbih olsun! O nasihatleri dinleyen uyansın, o hatasını bıraksın, diyedir. Onun için ana temel, bilmemek oluyor. Bilse veya bu işin ne kadar fena olduğu çok canlı bir şekilde anlatılsa yapmayacak!
Mesela ben sigara içmenin de çok karşısındayım. Ben hem çevreciyim, -yeşiller diyorlar- hani yeşilliği seven bir insan. Hem Yeşilaycıyım, küçüklüğümden beri sigaranın da içkinin de karşısındayım. O cemiyetlerde üye de oldum.
Sigara da çok zararlı! Ama "sigara zararlı" dediğin zaman gülüyor. Doktor "sigara zararlı" diyor ondan sonra kendisi bir tane yakıyor. Sigaranın zararlarını canlı bir şekilde anlattığınız zaman -ben sigara ile ilgili duyduğum bazı şeyleri canlı olarak anlattığım zaman- bakıyorum tesiri oluyor. Onun için canlı canlı anlatılırsa, ilim canlı canlı, güzel, tesirli bir şekilde söylenirse tesir eder, iş engellenir, diye düşünüyorum.
Onun için ilimle ilgili bir hadîs-i şerîf de okumak istiyorum. Bu hadîs-i şerîfi çok eskilerden okumuştuk. Ama burada işin temeli cahillik olduğundan, ilim öğrenmemiz gerektiğinden bir kere daha okumayı uygun görüyorum.
Bu hadîs-i şerîfi başımızın tâcı, Allah'ın arslanı Hz. Ali Efendimiz radıyallâhu anh ve kerremallâhu vecheh rivayet etmiş.
Bir hadîs-i şerîfi Hz. Ali radıyallahu anh rivayet edince benim hoşuma gidiyor. Çünkü bizim Alevî kardeşlerimiz var, Türkiye'de çok Alevî kardeşimiz var. Hz. Ali Efendimiz'i tanıtmak istiyorum.
Alevî; Hz. Ali Efendimiz'e bağlı, onun yolunda yürüyen insan demek. Onun için hoşuma gidiyor; Hz. Ali'den rivayet olunduğu zaman, özellikle onu bastıra bastıra söylüyorum. O bizim büyüğümüz, Allah'ın arslanı, Peygamber Efendimiz'in damadı, amcazâdesi, artık söyleye söyleye bitiremeyiz. Konumuz Hz. Ali Efendimiz değil. Peygamber Efendimiz'in bir hadîs-i şerîfini rivayet etmiş, onu okuyorum:
Men tealleme harfen mine'l-ilm. "Kim ilimden bir harf öğrenirse…"
Buradaki harften maksat a b c mânasına değil, "bir miktar" demek oluyor.
Bir insan ilimden bir harf öğrenirse…
Ne olur?
Ğaferallâhu lehû. "Allah onu afv u mağfiret eyler; Allah sever, kusurlarını da bağışlar, mağfiret eder." Sonra;
"Elbettete." Elbettede; Arapça'da ‘mutlaka, kesinlikle' demek. ‘Elbette' kelimesi Türkçe'ye Arapça'dan girmiş bir kelime.
Elbettete. "Mutlaka, ilimden küçük bir bölüm öğrenmişse bile Allah onu mutlaka mağfiret eder."
Bakın siz ilimden bir bölüm öğrenmiş oldunuz, içki içenin bir defa namazı terk ettiği zaman ne cezaya uğradığını, dört defa terk ettiği zaman ne cezaya uğradığını anlattık; işte ilimden bir bölüm. Allah böyle öğrenen bir kimseyi mağfiret eder.
Ve men vâlâ habîben fillâh ğaferallâhu lehû. "Kim Allah yolunda bir müslümanı dost edinirse, sevgili bir arkadaş edinirse Allah onu mağfiret eder."
Bu da hatırınızda olsun. Ey Allah'ın kulları; birbirinizi sevin, birbirinizle kardeş olun! Alevîsi-Sünnîsi, Türk'ü-Kürt'ü hepsi hepsi kardeş! Bunların hepsi nihayet bir annenin babanın çocukları, hemcinsleri.
Ve men nâme alâ vudûin ğaferallâhu lehû. "Kim abdest almış bir vaziyette abdestli olarak uyursa Allah onu mağfiret eder."
Bunu da unutmayın. Bunu her zaman söylüyorum. Gece yatarken abdest alın, iki rekât namaz kılın; abdestli uyuyun. Bak Allah mağfiret ediyor.
Ve men nazara fî vechi ahîhî ğaferallâhu lehû. "Kim bir müslüman arkadaşının yüzüne sevgiyle, şefkatle, muhabbetle bakarsa -sevgiyle, şefkatle, muhabbetle sözü burada yok ama işin aslı böyle- Allah onu mağfiret eder."
Ve men ibtedee bi-emrin ve kâle bismillah ğaferallahu lehû. "Kim bir yeni işe başlarken besmele çekerse, besmele çekip bir işe başlarsa Allah onu mağfiret eder."
"Kim ilimden bir harf öğrenirse Allah onu mutlaka mağfiret eder.
"Kim Allah yolunda bir müslümanı dost edinirse, onu severse Allah onu mağfiret eder.
"Kim abdestli olarak yatar uyursa Allah onu mağfiret eder.
"Kim arkadaşının, müslüman kardeşinin yüzüne sevgiyle bakarsa Allah onu mağfiret eder.
"Kim yeni bir işe başladığı zaman besmeleyle başlarsa Allah onu mağfiret eder."
İlmin ne kadar kıymetli olduğunu anlatmak için hadisi okudum ama arkasından başka hazineler geldi. İlimden bir harf bile öğrenince Allah onu mağfiret ediyor.
İlmin en başta geleni, ilmin kaynağı, dinimizin kaynağı, her şeyimizin aslı esası; Kur'ân-ı Kerîmdir.
Onunla ilgili bir hadîs-i şerîf okuyacağım:
Bir kitapta Hz. Ali Efendimiz rivayet etmiş, başka bir kitapta da Ebû Hüreyre radıyallahu anh'ten rivayet edilmiş. Bu hadîs-i şerîfin birkaç râvisi var, birkaç rivayeti var:
Men tealleme'l-Kur'âne fî şebîbetihî ihteleta'l-Kur'ânu bi-lahmihî ve demihî. Ve men teallemehû fî kiberihî ve hüve yetefelletü minhü ve hüve ye'ûdü fî hi fe lehû ecruhû merrâteyn.
Kur'ân-ı Kerîm'i öğreneceğiz sevgili Akra dinleyicileri. İlmin temeli Kur'ân-ı Kerîm. Tabii başka şeyler de var. Onları da söylemeden önce ilk önce, birinci olarak bunu söylemeliyim: İlmin temeli Kur'ân-ı Kerîm. Kur'ân-ı Kerîm'i öğreneceğiz. Genç isek de öğreneceğiz, yaşlıysak da öğreneceğiz! Çocukken de öğreneceğiz, çocukken öğrenmemişsek ihtiyarladığımız zaman da gene başka çare yok, başka kurtuluş yok! En sevaplı yol. Gene yaşlı da olsak öğreneceğiz.
Sabah namazını kılıyoruz; biz namazdan sonra duaya oturmuştuk. Kapıdan bir çocuk geldi, Kur'an kursundan öğrenci, genç. Güneş, ay doğuyor gibi; başına da sarık sarmış, küçücük ama çok sevimli oluyor. Bir çocuk geldi, bir tane daha geldi, o da sarıklı, bir tane daha geldi, o da sarıklı, bir tane daha, bir tane daha, bir tane daha… Böyle 20-30 çocuk camiyi, mescidi doldurdu; hepsi sarıklı. Bunlar Kur'ân-ı Kerîm öğreniyorlar.
Sarığı niye sarıyorlar?
Ben dedim ki; "Sarıkla namaz kılmanın sevabı yetmiş kat fazla; aynı namazı sarıksız kıldığın zaman bir sevap alıyorsun, sarık taktığın zaman yetmiş kat daha fazla sevap alıyorsun. Artık bu işe başlayalım!"
Ondan öyle yapmışlar. Ne kadar güzel bir şey, hem Kur'ân-ı Kerîm'i öğreniyor hem de sevaplı şeyleri küçük yaşta yapıyor. Melek gibi yani, Allah büyüyünce şaşırtmasın!
Hani insan büyüdüğü zaman hayatın zelzeleli, fırtınalı devreleri de geliyor, delikanlılık çağları geliyor. Allah büyüyünce de şaşırtmasın, o güzel melek gibi hallerini devam ettirsin.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Men tealleme'l-Kur'âne fî şebîbetihî. "Kim Kur'ân-ı Kerîm'i gençliğinde, küçükken öğrenirse…"
Şebîbet, şebâbet; gençlik demek. Şâb; genç demek, şebâb gençler demek.
Küçükken, gençken Kur'ân-ı Kerîm'i öğrenirse ne olur?
İhteleta'l-Kur'ânu bi-lahmihî ve demihî. "Kur'ân-ı Kerîm onun etine kemiğine nüfuz eder."
Her tarafı Kur'ân-ı Kerîm'li olur. Vücuduna sirayet eder; Kur'ân-ı Kerîm'in bereketi, fazileti içine dışına yayılır. Kur'ân-ı Kerîm vücudunun her tarafına karışır.
Bu çok güzel bir şey! Demek ki çocuklarımızı küçükken Kur'an ehli olarak yetiştirmeye çalışmalıyız.
Yâ Rabbi! Ne güzel şu hadîs-i şerîfler, şu dinimiz! Küçükten çocuklarımızı Kur'ân-ı Kerîm bilir şekilde yetiştireceğiz. Küçükten, daha küçücükken!
Ve men teallemehû fî kiberihî. "Kim yaşlılığında Kuran’ı Kerim’i öğrenirse"
Küçükken öğrenememiş, öğretmemişler, öksüz büyümüş, dağda; ilmin olmadığı, öğretecek kimsenin olmadığı yerde büyümüş. Adam olmuş, yetişmiş, hayatta mücadele etmiş, başarmış; ev bark, çoluk çocuk sahibi, belki torun sahibi olmuş ihtiyar. Kur'ân-ı Kerîm bilmiyordu ama o da öğrenecek.
Ve hüve yetefelletü minhü. "Öğreniyor da zorluk çekiyor, tökezleye tökezleye, kekeleye kekeleye…" ve hüve ye'ûdü fîhî. "Başına alıp tekrar söyleye söyleye, tekrar ede ede Kur'ân-ı Kerîm'i öğrenirse… " Fe-lehû ecruhû merrateyn. "O zaman ecri iki kat verilir."
Aferin! Her ne sebeple gençliğinde öğrenemediyse öğrenemedi ama şimdi yaşlılığında kekeleyerek, zorlanarak öğreniyor. Azmi var, bırakmıyor. Kur'ân-ı Kerîm'i tekrar tekrar, dönüp dönüp okuyarak; hani başından alıyor, yanlış okudu, bir daha kelimeyi başından alıyor; geri döne döne, tekrar ede ede okuyunca ecri iki kat olur.
Neden?
O kadar zorluklara rağmen Kur'ân-ı Kerîm'i seviyor, gene öğrenmek istiyor. İlmin öğrenme zamanı, çağı gençliktir ama yaşlanmış olmasına rağmen okuyor. Hatırında kalmadığı için tekrar tekrar, dönüp dönüp okuyor. Çünkü yaşlanınca hafıza zayıflar! Ama Allah da onun ecrini iki kat veriyor.
O halde sevgili Akra dinleyicileri gençseniz Kur'ân-ı Kerîm'e sarılın; Kur'ân-ı Kerîm'in nuru, fazileti kanınıza, etinize, her tarafınıza işlesin.
Ben bazen biraz tatlıdan filan bahsederek anlatıyorum. Hanımlar evde hamuru alırlar, şerbeti de hazırlarlar. Pişirdikleri hamuru, lokmayı filan tavada vs. -artık tulumba tatlısı mı neyse- onu şerbetin içine atarlar. O hamur güzelce şerbeti alır, çok güzel bir tatlı olur. Halis tereyağı ile filan yapılmışsa sofraya oturanlar beğenir, dua ederler. "Elinize sağlık, çok güzel olmuş…" derler.
Ne oldu?
Şerbet tam içine girdi.
Evet, insan çocukken Kur'an-ı ezberledi mi şerbeti tam içine kadar almış, tatsız kalmamış ne güzel bir tatlı gibi olur. Kemiğine, etine, kanına Kur'ân-ı Kerîm sirayet etmiş olur. Genç, çoluk çocuğunuza Kur'ân-ı Kerîm'i çok iyi öğretin.
Yaz ayıdır. Yaz ayında güzel bir âdet var; çocuklar yaz okuluna gidiyorlar Kur'ân-ı Kerîm öğreniyorlar, camiye gidiyorlar güzel.
Yaşlandınız?..
Ümidi kesmeyin, işi bırakmayın, gevşemeyin, yaşlının da öğrenmesi sevap.
"Unutuyorum hocam."
Unutsanız da mükâfatınız kat kat oluyor, iki kat oluyor. Kur'ân-ı Kerîm'i öğrenin.
Demek ki temel ilim Kur'ân-ı Kerîm olduğundan insan bunu öğrenmekten başlayacak, genç de olsa yaşlı da olsa öğrenecek.
Bir de bizim dinî ilimlerimizin kaynaklarından birisi de nedir?
Hadîs-i şerîflerdir.
Bir de hadîs-i şerîflerle ilgili okuyalım. Ne tevafuk bakın bu da Hz. Ali Efendimiz'den. Sanki Hz. Ali Efendimiz konuşuyor, hadîs-i şerîfleri rivayet ediyor. Bu da Hz. Ali Efendimiz'den Ebû Nuaym el-İsfehanî rivayet etmiş:
Men tealleme erbaîne hadîsen ibtiğâe vechillâh li-yüallime bihî ümmetî fî helâlihim ve harâmihim haşerallâhu yevme'l-kıyâmeti âlimen.
"Kim, ümmetime öğretmek için -dinimizin helallerini haramlarını öğretmek için- Allah'ın rızasını kazanmak öz niyeti ile kırk tane hadis öğrenirse Allah onu kıyamet gününde sıradan bir insan muamelesine tabi tutmaz. Sıradaki insanların arasından alır, alimler zümresinde haşr eder, alim muamelesi yapar, alimlere verdiği büyük mükâfatları verir, alimler gibi âhirette itibar görür."
Kırk tane hadis!
Biz bir cuma vaazında üç dört tane hadis izah etmiş oluyoruz. Demek ki biraz devam etseniz, bir senede; âhirette, mahşer gününde alim olacak ve alim muamelesi görecek bir duruma gelirsiniz. Ne kadar güzel! Hem de kolay, bazı hadîs-i şerîfler kısa.
İnsan bilmiyorsa, hatırında tutamıyorsa deftere yazar. Bir de banda, ses bandına alınıyor.
Bu seyahatimde bir taksici kardeşimizle karşılaştık.
"Hocam, ben taksi işletiyorum. Kazancım oradan geliyor. Sizin sohbetlerinizi hep dinliyorum, kolay oluyor. Teybe koyuyorum, hem kendim dinliyorum hem de yolcular dinliyor." diyor.
İnsan dinleye dinleye de ezberliyor. Kırk tane hadisi ezberlediği zaman Allahu Teâlâ hazretleri onu mahşer halkının arasından ayıracak, "Gel bakalım, sen alimlerden sayılacaksın!" diye alimlerin arasına, zümresine oturacak.
Muhterem kardeşlerim!
Âhirette alimlerin mükâfatı ne?
Allah alimlere çok büyük derece verecek; alimlere şehitlerden de üstün derece verecek! Çünkü şehit diyecek ki;
"Yâ Rabbi! Ben Allah yolunda çarpıştım, canımı verdim, benim derecem daha üstün olmalı değil mi?!"
Allahu Teâlâ hazretleri şehide diyecekmiş ki;
"Sen canını verdin de bu can verme neden aklına geldi, kim seni ikna etti, nereden öğrendin?"
"Alimden öğrendim."
"O halde o senden üstün, o senden önce cennete gidecek!"
Alimin mükâfatı şehitten üstün, şehit ki çok kıymetli bir insan.
Alimin mükâfatı bitmez; bir bu mükâfatı var, bir de alim cennetin kapısında bekletilecek:
"Dur, ötekiler geçsin de sen biraz burada bekle, bir sebep var." denilecek.
Ötekiler kendi başına cennete girenler, girdi mi "Elhamdülillah cennete girdik." diye bayram edecekler, secde edecekler, şükredecekler. Ama alime Allahu Teâlâ hazretleri;
"Sen burada dur ve istediklerine şefaat et de onlar da cennete girsinler, hadi tanıdıklarına şefaat bakalım…"
"Yâ Rabbi! Bunu da cennetine sok, bunu da cennetine sok diye istediklerini söyle, onları da cennete sokayım." diye Allah onları cennetine bazı insanların girmesi için de şefaatçi olarak değerlendirecek. Alimlere şefaat etme salahiyeti de verecek.
Onun için aziz ve sevgili Akra dinleyicilerim; cahillikle mücadele edelim. Hep birlikte, kendi kendimize ve çevremize yönelik olarak; kendimizi de cahillikten kurtaralım, Kur'ân-ı Kerîm öğrenelim. Yaşlı olalım, genç olalım Kur'ân-ı Kerîm öğrenelim. Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîflerini öğrenelim.
Bazen müsamereler oluyor, toplantılar oluyor. Yaz okulunun kapanışı veya okullar arası bilgi yarışması, İmam-Hatip okulları heyetleri arasında yarışmalar oluyor.
Kırk hadis yarışması oluyor. Bak ne kadar güzel! Küçücük yaşta çocuklara öğretmenleri, hocaları kırk hadis ezberletiyor. Böylece alim zümresinden haşrolmasını sağlamış oluyor.
Siz de çocuklarınıza bu temel bilgileri öğretin. Bizim İslâmımız'ın temeli Kur'ân-ı Kerîm'dir.
Bir; Kur'ân-ı Kerîm'i öğreneceğiz.
İkincisi; Hadîs-i şerîflerdir, Peygamber Efendimiz'in mübarek sözleridir, sünnetidir. Bunu öğreneceğiz.
Bu cahillikten kurtulacağız, bu günahları terk edeceğiz.
Burada Bera b. Âzib radıyallahu anh'ten de bir hadîs-i şerîf gözümün önüne geldi. Onu da okuyayım.
Men tealleme hadîseyn isneyni yenfeu bihimâ nefsehû ve yüallimuhümâ ğayrehû ve yentefeu bihî -yüntefeu bihî de okunabilir- kâne hayran lehû min ibâdeti sittîne sene.
Deylemi'nin el-Bera b. Âzib radıyallahu anh'ten rivayet ettiği bir hadîs-i şerîf.
Demin kırk hadis demiştim, şimdi de iki hadisle ilgili müjde var.
Men tealleme hadîseyn isneyni. "Kim iki tane hadis öğrenirse…"
İsneyn: İki demek
Hadîseyn: İki hadis demek.
Tereddüt olmasın diye "iki hadis"i tekrar ediyor.
"İki tanecik hadîs-i şerîfi kim öğrenirse…"
Yenfeu bihimâ nefsehû. "Kendisi istifade etmek için faydalanacak, öğrenecek, uygulayacak; sevap kazanacak."
Ve yüallimuhümâ ğayrehû ve yüntefeu bihî. "Başkalarına da öğretecek bu öğrettiği ile de herkes istifade edecek, insanlar istifade edecekler." Kâne hayran lehû min ibâdeti sittîne sene. "İki hadîs-i şerîf öğrenmesi altmış yıllık ibadetten daha hayırlı olur."
Neden?
İlim böyle gelişmiştir, müslüman halklar böylece yetişmiştir. Hadis öğrenmek insanın ilmini, irfanını arttırıyor, müslümanlar arasında çok büyük hayırlara, yakınlaşmaya vesile oluyor.
O bakımdan iki hadisle ilgili müjdeyi de okumuş olduk. Artık iki tane mi olur kırk tane mi olur?! Artırdıkça insanın sevabı artacaktır.
Şu cahilliği bırakalım. Halkımızın bu cahillikten kurtulması için elbirliğiyle çalışalım. Kendimiz çalışabilirsek çalışalım, kendimiz çalışamıyorsak çalışanlara destek olalım, yardımcı olalım. Bu cahillik bu ülkeden gitsin.
Bakın bir içki içmenin ne kadar zararı varmış; millet harıl harıl içki içiyor. İçmemesi lazım.
"Bir kere namazı sarhoşluktan terk eden dünya kendisininmiş de her şeyiyle hepsini elden kaçırmış gibi olur. İçkiden dolayı dört defa namazı kaçırana, cehennemde tînetü'l-habal; cehennem ehlinin irinleri, kanları, pisliklerinden oluşan çamurlu şeyi içirmek Allah'a hak olur. Yani onu mutlaka içirir!" buyuruluyor. O zaman içkiyi bırakacağız.
O kadar güzel meşrubat var; meyveler var, evde de güzelleri yapılıyor; son derece faydalı, şifalı, vitaminli güzel meşrubatlar yapmak mümkün. Ecdadımızın âdetleri; kavun çekirdeğindn -ezerek- güzel meşrubat yapıyorlar, vişneyi ezerek yapıyorlar; dutlardan, limonlardan gül yapraklarından, gelinciklerden... Örfümüzde, medeniyetimizde ne kadar güzel meşrubat vardır.
Allah'ın helalleri o kadar çok ki niye insanlar gidip haramına bulaşıp saplanıyor, akıl erdirmek mümkün değil. Şeytan çok kurnaz bir mahlûk, herkesi kandırıyor, biz de insanları doğru yola çekmeye çalışalım, doğruyu öğretmeye çalışalım.
Allah hepimize iyilikler versin sevgili Akra dinleyicileri.
es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû.