Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn.
Emmâ ba’dü;
Fe-kâle resûlullâhi sallallahu aleyhi ve sellem;
عَلَيْكُمْ بِالْحُزْنِ، فَإِنَّهُ مِفْتَاحُ الْقَلْبِ. قَالُوا: يَا رَسُولَ اللهِ، وَكَيْفَ الْحُزْنُ ؟ قَالَ: أَجِيعُوا أَنْفُسَكُمْ باِلْجُوعِ، وَأَظْمِئُوهَا. طب عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ.
Aleyküm bi’l-huzni fe-innehû miftâhu’l-kalbi kâlû yâ resulallâhi ve keyfe’l-huzni kâle ecî’û enfüseküm bi’l-cû’i ve azmeûhâ.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki; "size hüzünlü, boynu bükük, mahzun olmanızı tavsiye ederim. Öyle olun."
Kâlû yâ resulallâhi ve keyfe’l-huzni. "Nasıl böyle insan mahzun olacak, hüzünlü olacak Ya Resûlullah?"
Buyurdu ki; kâle ecî’û enfüseküm bi’l-cû’i. "Aç durarak nefsinizi acıktırınız." O zaman nefsi acıktığı için insanın ister istemez keyfi kaçar, boynu bükülür, 'ya bırak ya şimdi halim yok işim yok' bilmem ne filan.
Ve azmeûhâ. "Susuz bırakınız." Aç ve susuz bırakınız da nefsiniz hüzünlensin. Tabi aç ve susuz bırakmak iki şekilde olur.
Bir; çok yemezsin, perhiz yaparsın tutarsın kendini. İstersen yersin ama yemezsin, istersin eve gidersin 'hanım bir mükellef sofra kur da şöyle kolları sıvayalım bir güzelce yiyelim' diyebilirsin. Bir de dersin ki 'yemeyeyim de biraz acıkayım hem de fazla yağlar erimiş olur' filan filan. Mide dinlenmiş olur karaciğer dinlenir. Bu perhiz. Yani az yemek. Veya bazı yemek vakitlerini atlatmak. Bir de akşamdan niyet edersin oruca, oruç tutarsın o da sevaplı olur. Aç durmak da iyidir ama niyet edip oruç tutmak daha iyidir. Aç durmak da sadece midenin dinlenmesi vardır. Oruç tutmakta bütün azaların dinlenmesi vardır. Oruç daha genel bir ibadet oluyor. Sadece midenin ibadeti değil her şeyin ibadeti oluyor. O bakımdan oruç tutarak böyle mahsun olmak yolunu efendimiz tavsiye etmiş. Çünkü;
Aleyküm bi’l-huzni fe-innehû miftâhu’l-kalbi. Çünkü "kalbin kilitlerinin açılması, gönlün nurlanıp açılması hüzünle olur." Onun için aç duracağız. Yani kalbi kara ise insanın katı ise, duygulanamıyorsa, ağlayamıyorsa, hissiyatı kuvvetli değilse neden?
Tokluktan.
Aç olduğu zaman kalbin kapısı açılmış oluyor. Gönül kapıları açılmış oluyor. Gönlün kapısı açıldığı zaman da gönül âlemi insanın önüne serildiği zaman da irfan başlamış oluyor, âriflik başlamış oluyor. Gönlü uyanık, gönlü nurlu, gönül gözü açık ne güzel! Maneviyatı gönül gözüyle görüyor.
Hadîs-i şerîfte de aç durmak, mümkünse oruçlu olmak tavsiye olundu. Burada da şimdi bize gönül kapıları açılsın diye hüzünlü olmayı tavsiye ediyor. Hüzün de açlıktan olacak diye bildiriyor. Demek ki bu sebeplerden yarın inşallah oruca niyetlenelim.
Peygamber Efendimiz'in tavsiyelerinden gelelim bir tanesini daha okumaya.
عَلَيْكُمْ بِهٰذِهِ الشَّجَرَةِ الْـمُبَارَكَةِ زَيْتِ الزَّيْتُونِ، فَتَدَاوَوْا بِهِ، فَإِنَّهُ مُصَحَّةٌ مِنَ الْبَاسُورِ. طب وَأَبُو نُعَيْمٍ عَنْ عُقْبَةَ.
Aleyküm bi-hâzihi’ş-şecerati’l-mübâraketi zeytü’z-zeytûni fe-tedâvev bi-hî fe-innehû musihhatün mine’l-bâsûri.
Aleyküm bi-hâzihi şeceretil mübareke. "Size şu mübarek ağacı tavsiye ederim."
Nedir şecerate-i mübâraketi ?
Nur suresinde geçiyor.
… يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۜ نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ …﴿٣٥﴾
Yûkadü min şeceratin mübâraketin zeytûnetin lâ şarkiyyetin ve lâ ğarbiyyetin yekâdü zeytühâ yüdîü ve lev lem temseshu nârun. Nûrun ‘alâ nûrin.
Burada zeytin ağacı bu âyet-i kerîmede okuduğum kelimelerle, mübarek bir ağaç olarak bereketli, hayırlı, mübarek bir ağaç olarak methediliyor. "Bu ağacı size tavsiye ederim." diyor Peygamber Efendimiz. Ama arkasından da söylüyor. Zeytün zeytinu, zeytin yağını. Yani ağacın kendisini kabuklarını kemirmek değil de, gerçi yapraklarından da şifa olduğunu söylediler, telefon ettiler bana. Yaprağından birkaç tanesini koyup çaydanlığa kaynatıp içilince şekere ve bazı rahatsızlıklara iyi geldiğini de söylediler. Yaprağında da şifa var. Tanesinde de şifa var. Çekirdeğinde de şifa var. Çekirdeğini yutarsan çekirdeği midede eriyor. Halbuki başka çekirdekler erimez, eriyor çekirdeğinde de şifa var.
Onun için diyor ki Peygamber Efendimiz; "bu ağacı bu zeytinin yağının tavsiye ederim." Öyle suni yapılma, fabrikadan geçme, vitaminleri ölmüş, sadece kendisi bir madde işte sarı bir madde. Öyle yağlar yerine, margarinler yerine bu mübarek zeytin ağacının hem de tabii sıkılmışını alırsanız çok faydalı. Tabii sıkılmış zeytinyağında herhangi bir şey olmuyor. Vitaminler ve diğer kıymetli malzemeler kalıyor. Yalnız tabii sıkılmış zeytinyağının kendine mahsus bir kokusu vardır. Herkes onu beğenmeyebilir. Babam ikram olsun iltifat olsun diye İbn-i Emin Mahmud Kemal Efendi'nin yurdunda sohbetlerine gidermiş, o büyük âlim. Ona bir zeytinyağı tenekesi büyük on yedi kiloluk, kendisi de ticaretle meşgul babamın en iyisinden diye tabii naturel denilen zeytinyağından göndermiş. Götürmüş, hediye vermiş. Ondan sonra mübarek "bu zeytinyağını al geri götür. Bunun tadı hoş değil." demiş. Halbuki tabiisi. Biz zeytini anlayan bir ülkeden, kasabadan, köyden yetişmiş olduğumuz için ikisi karşımıza konulsa ötekisini beğenmeyiz, bunu beğeniriz; onu çok zevkle yeriz. Hatta ekmeğin üstüne böyle çevirip ıslatıp üstüne tuz ekip böyle bile yeriz. Bayılırız yani. Ama ötekisini bilmeyenler gider ağır geldiği içinde ötekisini yerler. Bu zeytinyağını tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz.
Fe-tedâvev bi-hî. "Onunla tedavi de olunuz." Zeytinyağının hangi işlere yaradığını artık açarsınız şifalı otlar ve bitkiler kitabından. Tabi ben açsaydım okuyup da size bildirseydim iyi olurdu ama açarsınız zeytinyağı içilir böyle. Çay bardağı kadar böyle kulplu bardakla ben hep içildiğini biliyorum. O iyi gelirmiş ama nelere iyi gelirmiş bilmem. Neler olduğunu bilmiyorum.
Fe-innehû musihhatün mine’l-bâsûri. "Basur hastalığına da iyi gelir." diye bu hadîs-i şerîfin sonunda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bildiriyor.
Başka bildirildiği, methettiği şey. Fe-innehû yezidü fi’d-dimâğı ve aleyküm bi’l-‘adesi fe-innehû gudsün alâ lisâni seb’îne nebiyyen.
Bu okuduğum hadîs-i şeriflerde kabağı tavsiye etmiş. Yemeklerden tavsiyeler açılmışken bunu da okuyayım dedim. "Size kabağı tavsiye ederim diyor. Çünkü o, aklın berraklığını arttırır." İnsanın dimağına bir açıklık getirir. 'Başım ağrıyor, kafam almıyor' dimağa bir şey getirir. Zekaya akla arttırma getirir. Dimağı, aklı artırır. Baş ağrısını da giderir.
Aleyküm bi’l-‘adesi. Mercimeği de tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz.
Efendim fe-innehû gudsün alâ lisâni seb’îne nebiyyen. "Mercimek, yetmiş peygamberin diliyle methedilmiş mübarek kutsi bir hububattır." Yeşil mercimek, kırmızı mercimek.
Biz itikâfta mercimek lapası yiyoruz. Mübarek bir şey olduğundan büyüklerimiz onu tavsiye etmiş. Yetmiş peygamberin methettiği bir taam olduğundan, itikâfta da bize onu yediriyorlar. Demek ki bir güzelliği var.
Amerikalılar dayanıklılığı itibariyle, vücuda faydalı maddeleri hangisi ihtiva ediyor filan diye inceleme yapmışlar. En kıymetli hububattan birisi mercimekmiş. Birinci gelmiş galiba. O kadar önemli! İçinde ne varsa çok önemli!
Hazreti Ali Efendimiz'den bir tanesi daha var.
عَلَيْكُمْ بَالزَّبِيبِ، فَإِنَّهُ يَكْشِفُ الْـمِرَّةَ، وَيَذْهَبُ بِالْبَلْغَمِ، وَيَشُدُّ الْعَصَبَ، وَيَذْهَبُ بِالْعَيَا، وَيُحْسِنُ الْخُلُقَ، وَيُطَيِّبُ النَّفْسَ، وَيَذْهَبُ بِالْهَمِّ. أَبُو نُعَيْمٍ عَنْ عَلِيٍّ.
Aleyküm bi’z-zebîbi fe-innehû yekşifü’l-mirra ve yezhebu bi’l-balğami ve yeşüddü’l-‘asabi ve yezhebü bi’l-ayâ ve yuhsinü’l-huluka ve yutayyibü’n-nefse ve yüzhibü bi’l-hemmi.
Kuru üzümü tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz. Hazreti Ali Efendimiz'in rivayetine göre burada methediyor. Kuru üzüm.
Bir de itikâfta ne yiyoruz?
Yirmi bir tane kuru üzüm yiyoruz ya. Bak burada hadîs-i şerîfte çıktı. Büyüklerimiz her söylediği şeyi, hadîse dayandırarak yapmışlar. Biz onlara uyup o şeyi yaptıktan sonra hadîs kitaplarını okurken bakıyoruz ki 'vay mübarekler vay' diyoruz Allah makamlarını yükseltsin. Nurlarını ziyade etsin.
Nelere faydası varmış?
Çünkü fe-innehû yekşifü’l-mirra. "Çünkü insanın safrasını açar." Safra, hazma yardımcı olan bir şey. Sindirim cihazına faydası var. Ve yezhebu bi’l-balğami. "Ondan sonra balgamı da keser." Demek ki nefes sistemine de, teneffüs sistemine de faydası var. Sindirim sistemine de faydası var. Teneffüs sistemine de faydası var. Ve yeşüddü’l-‘asabi. "Ve sinirleri de yatıştırır." Sakinleştirir, gerginliğini giderir.
Ne diyorlar şimdi?
Stres stres stres... Strip gibi stres. Gerginliği giderir. Stres dedikleri.
Ve yezhebü bi’l-‘ayâ. "Yorgunluğu da attırır. Hakikaten zeytinin içindeki şeker, insanın kanına en çabuk karışan şeker cinsiymiş. Yendiği zaman buradan hop karnına gidiyor yorgunluk filan kalmıyor, zıp zıp oluyor.
Neden?
Şeker geldi takviye, yakıt geldi yani ondan.
Ve yuhsinü’l-huluka. İnsanın "ahlâkını da güzelleştirir." Ve yutayyibü’n-nefse. "Nefsi de hoş eder."
İnsan kuru üzüm yedikçe de 'oh oh elhamdulillah çok şükür' memnun da olur. İnsanın nefsi de tatmin olur.
Ve yüzhibü bi’l-hemmi. "Kaygıyı, kederi de kafadan uzaklaştırır." Oh o zaman insanın cebinde üzüm bulunmalı. İki de bir şeker hastası değilse ağzına atı atıvermeli, bu kadar güzelmiş.
Bu kağıtlı değil, alüminyumlu değil, koruyucu maddeli değil, şunu değil, bunu değil. Tabii... Yani en güzel şey. Çocuklar şeker atınca seviniyorlar da acaba üzüm atarsak ne derler bilmem. 'Ha! Hoca artık gevşetti. Bize şeker vermiyor da üzüm veriyor' derler. Halbuki üzüm versek ne iyi.
Malatyalı birisi vardı. Gittiği yere kayısı ikram ediyordu. Vay bölgeci vay! Malatya’nın kayısısı meşhur ya gittiği yere 'çikolata alacağıma kayısı götürüyorum' diyor. Malatya’nın kayısısı şöyle güzel paket. Kayısı da içinde potasyum olan bir meyve. Potasyum, vücutta çok önemli şey madde. Sodyum ve potasyum dengesi vücutta fevkalade önemli. Potasyumun seviyesi azaldı mı insan hapı yutuyor.
Ben ameliyat oldum. Ameliyattan sonra doktorlar bizim maddeleri ölçtüler. Tabi yataktayız, halsiziz filan. Potasyum yirmi beş olması lazımmış da on altıya düşmüş. Böyle ölçekte bir hayli geriye gitmiş filan.
Uuu! Aman senin potasyumun çok azalmış."
"Ne yapacağız?"
"Kayısı hoşafı ye." dediler. Biz de devam ettik, potasyumun miktarını yükselttik.
Benim babamın bir amcası varmış, ben görmedim. Molla, yani hocalık tarafı da var. Gitmiş dedemlerle İstanbul’da filan okumuş. Molla İbrahim amca. Öyle efsanevi adam ki, hem dürüstlükte hem güçte kuvvette... Beş kişi gelirlermiş, bir şeyi yerinden kıpırdatamazlarmış. Bir yükü tek başına kaldırırmış. Beş kişinin kaldıramadığını o kaldırırmış. Yazın gelirmiş pınarın başına, otların üstüne pınardan suları atarmış atarmış atarmış atarmış iyice ıslandı mı ondan sonra üstüne yatarmış bir öğle uykusu çeker, öyle gidermiş. Ben onu bir kere yapsam ertesi gün bize hemen tabutu filan hazırlamaya başlarsınız. Çivilerini çakmaya başlarsınız. Öyle sağlam bir insan. Bunun oğlu kaza ile tüfeği -eskiden evdevfişeklerini doldururlardı- patlatmış yaralanmış. Fena halde kendi kendisini yaralamış. Barut çünkü. Şakası yok, barutun. O devirde hastaneye kaldırmışlar.
Bizim Çanakkale’den o zaman İstanbul’a gitmek çok zor bir iş. Zar zor götürmüşler hastaneye. Çünkü Çanakkale'de hastane falan yok. Köyden kazaya üç saatte gidiliyor. Çanakkele’ye bilmem ne kadar günde gidiliyor. Çanakkale’den İstanbul’a artık motorla, karadumanlı vapurlarla -o devirde nasıl gidiyorlarsa- İstanbul'da bunu hastaneye yatırmışlar. Ondan sonra babası işte bu Molla İbrahim amca, oğlunu görmeye gitmiş. Başkaları götürmüşler hastaneye yatırmışlar. Bu da oğlunu görmeye gitmiş. Şu numaralı koğuşta, şu yatakta yatıyor oğlu. Gitmiş yatakta yok.
"Nerde benim oğlum?"
İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi raciun.
"Öldü kaldırdılar." demişler.
"Nerede?"
"Aşağı -hastanenin ölüleri koydukları yeri neresiyse oraya- koydular."
O zaman buzluğu filan da yok galiba. Alt kata koymuşlar. Bu amca ağlaya ağlaya alt kata inmiş, ölüleri koydukları yere. Oğlunu bulmuş. Bakmış ki daha yaşıyor. Ölmeden indirmişler aşağıya. Nasıl olsa yolcu. Bir an önce götürelim diye herhalde. Oğlunu sırtına yüklemiş, almış köye getirmiş.
Bizim büyüklerin anlattığına göre -hatırayı anlatanların anlattığına göre- o sene kayısılarda bir kayısı olmuş, bir bol mahsul olmuş. Olağanüstü... Kayısıları getirmiş oğlunun önüne "ye oğlum ye, ye oğlum ye." Artık neden iyi olduysa Allah’tan yaşayacağı varmış. Ama anlatanlar hüneri, kayısıya bağlıyorlar. İyileşmiş. Kayısı böyle kıymetli bir şeydir. Haberiniz olsun o da.
إِذَا أَكَلَ أَحَدُكُمْ طَعَامًا، فَلْيَذْكُرِ اسْمَ اللهِ. فَإِنْ نَسِيَ أَنْ يَذْكُرَ اسْمَ اللهِ فِي أَوَّلِهِ، فَلْيَقُلْ: بِسْمِ اللهِ عَلَى أَوَّلِهِ وَآخِرِهِ. د ك ت صَحِيحٌ عَنْ عَايِشَةَ.
İzâ ekele ehadüküm ta’âmen fe’l-yezküri’smallahi fe-in nesiye en yezküra’smallahi fî evvelihî fe’l-yekul bismillahi alâ evvelihî ve âhirihî.
Sadaka rasûlüllâhi fî-mâ kâl ev-kemâ kâl.
Hazret-i Âişe-i Sıddîka validemizden rivayet olunmuş, İmam Tirmizî sahîh bir hadîs diye buyurmuş, Ebû Dâvûd ve Hakîmde de var.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
İzâ ekele ehadüküm ta’âmen. "Sizden biriniz bir yemek yediği zaman." Fe’l-yezküri’smallahi. "Allah’ın ismini zikrederek yesin." Anarak zikretsin. Yemeğe başladığı zaman Bismillâhirrahmânirrahîm diyerek Allah’ın adını zikretsin.
Fe-in nesiye en yezküra’smallahi fî evvelihî. "Yemeğin -taamın- başında, Allah’ın adını söylemeyi unutursa, Bismillâh, Bismillâhirrahmânirrahîm demeyi unutursa, aklına geldiği zaman desin ki;" Fe’l-yekul bismillahi alâ evvelihî ve âhirihî. "Evveline de ahirine de hepsine Allah’ın adıyla başlıyorum desin." Bismillahi alâ evvelihî ve âhirihî desin.
Demek ki unuttuğunu zaman, sonradan böyle söyleyecek o zaman oluyor.
Bir keresinde Peygamber Efendimiz birisini yemek yerken bakıyordu. Durumuna güldü.
Dediler ki; "Ya Resûlullah niye güldünüz?"
"Çünkü şeytanda onunla beraber taamından yemeğe başladı, şeytan ortak oldu, başladı yemeğe. Sonra aklına geldi. Bismillâhirrahmânirrahîm deyince şeytan yediklerini kustu. Ona yâr olmadı." dedi. Şeytanın yedikleri, şeytana yar olmadı dedi. Ona güldü.
Bir insan, bir hayırlı işe başlarken besmele çekecek. Yemek olsun, içmek olsun, giyinmek olsun, dükkanını açmak olsun, evinin kapısını açmak olsun, alışveriş olsun, düğün olsun, dernek olsun, gerdek olsun her neyse... Allah’ın adını anmak lazım.
Allah’ın adı ne demek?
Bismillâhirrahmânirrahîm. "Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla." ne demek?
"Ben Allah’ın kuluyum, Allah’ın sevdiği işi yapmayı düşünüyorum, bu işin başında da Allah bu işe müsaade etmiştir diye onun adını anarak öyle başlıyorum." demek.
Onun için besmele ile başlandı mı işin sonu iyi gelir ve arkası iyi gider.
Peygamber Efendimiz;
"Besmele ile başlanmayan bir işte güdük olur, kesik olur, kopuk olur." diyor. Önemli herhangi bir iş besmele ile başlanmadan yapılırsa, bozuk olur, güdük olur buyuruyor.
Besmele çekmeyi adet edineceğiz. Her yapacağımız işi Allah adıyla Allah rızası için efendim yapacağız. Her iyi işi!
Peki niye her işi iyi demiyorsun da her iyi işi diyorsun. Çünkü günah olan bir işi besmele çekerek başlamak alay etmek gibidir. İçki içerken besmele çekiyor başlıyor. Vay edepsiz, terbiyesiz, utanmaz, arlanmaz. Hem günahı işliyor, hem de günaha Allah’ın adıyla başlıyor. Cezası çok büyük, çok çarpık bir iş, çok yamuk bir iştir.
Onun için her önemli iyi işe besmele ile başlanır.
Ee kötü iş?
Kötü işe başlanmaz. Kötü iş yapılmaz, kötü iş başlanılmayacak bir şey. Kötü iş yapılmayacak bir şey. İyi işlere besmele ile başlamak demek; her işin başında bu iş iyi mi kötü mü diye düşüneceğim. Kötüyse yapmayacağım, iyiyse Allah’ın adıyla onu Allah müsaade ettiği için yapıyorum diye yapacağım demek. Manası o.
Allâh adı olsa her işin önü
Hergiz ebter olmaya ânın sonu
Hergiz ne demek?
Asla demek.
Bir işin önü, Allah’ın adı olursa bismillah olursa Bismillâhirrahmânirrahîm olursa, her giz asla o işin sonu ebter olmaz.
Ebter ne demek?
Güdük demek. Soyu sopu kesilmiş demek, devam etmeyen demek. Kesik demek. İşin sonu ebter olmaz.
Allâh adı olsa her işin önü
Hergiz ebter olmaya ânın sonu
Her nefeste Allâh adın de müdâm
Allâh adıyla olur her iş tamam.
Çok güzel söylemiş. Süleyman Çelebi de çok güzel bir şâir. Çok mübarek bir insan. Çok güzel söylemiş. Çok tartmış, ölçmüş, cevherler saçmış, kitapların içi cevher dolu. Mücevheratı saçmış kitapların içine, mana cevherleri saçılı.
إِذَا أَكَلَ أَحَدُكُمْ طَعَامًا، فَلْيَقُلْ: اللّٰهُمَّ بَارِكْ لَنَا فِيهِ، وَأَطْعِمْنَا خَيْرًا مِنْهُ، وَإِذَا شَرِبَ لَبَنًا، فَلْيَقُلْ: اللّٰهُمَّ بَارِكْ لَنَا فِيهِ وَزِدْنَا مِنْهُ، فَإِنَّهُ لَيْسَ شَيْءٌ يُجْزِئُ مِنَ الطَّعَامِ وَالشَّرَابِ إِلَّا اللَّبَنَ. هب د عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ.
İzâ ekele ehüdüküm ta’âmen fe’l-yekul allahümme bârik lenâ fîhi ve et’ımnâ hayran minhü ve izâ şeribe lebenen fe’l-yekul allahümme bârik lenâ fîhi ve zidnâ minhü fe-innehû leyse şey’ün yecziü mine’t-ta’âmi ve’ş-şarâbi ille’l-lebene.
Peygamber Efendimiz; Abbâs radıyallahu anhumadan, Ebû Dâvûd ve Mevâhibü’l-ledünniye sahibi, nakletmiş, kaydetmiş ki şöyle buyuruyor;
İzâ ekele ehüdüküm ta’âmen. "Sizden biriniz bir yemek yediği zaman." Fe’l-yekul. "Desin ki." Allahümme bârik lenâ fî-hi ve et’ımnâ hayran minhü. "Ya Rabbi! Bu yemeği bize bereketli kıl, mübarek eyle." Ve et’ımnâ hayran minhü. "Ve bundan daha hayırlısını bize ikram da eyle."
Bundan hayırlısı nerede olur?
Cennette olur.
Dünya taamı dünya taamıdır, ne kadar güzel olursa olsun. Ondan daha hayırlısı cennette olur.
"Ya Rabbi! Bu yediğimiz yemeği taamı bize bereketli eyle ve bundan daha hayırlısını itam eyle ikram eyle."
Ve izâ şeribe lebenen fe’l-yekul allahümme bârik lenâ fîhi ve zidnâ minhü. "Sizden biriniz süt içtiği zaman da desin ki" Allahümme bârik lenâ. "Ya Rabbi! Şu sütü bize mübarek eyle, bereketli kıl." desin.
Sonra devamında ne desin?
Ve zidnâ minhü. "Ve bunu bize arttır, ziyade eyle." desin.
Çünkü fe-innehû leyse şey’ün yecziü mine’t-ta’âmi ve’ş-şarâbi ille’l-lebene.
"Çünkü sütten başka hiçbir şey yoktur, yemek ve içmek yerine geçen." Hem meşrubat yerine geçer; susuzluğunu giderir. Hem yemek yerine geçer; insanın karnını doyurur. Süt harika bir gıdadır. Harikülade son derece güzel bir gıdadır. Elhamdulillâh!
Bu çayırlardaki mahlûklara ben bakıyorum; bunların hepsi et fabrikası, süt fabrikası. Otu alıyor bir tarafından öbür tarafından süt yapıyor.
Nasıl yapıyor?
Ne makine, ne teşkilat, ne elektronik, ne biyonik... Ne teşkilat ki; yeşil otu yiyor, sarı samanı yiyor beyaz süt çıkıyor. Sübhanallah! Bir de lezzetli, bir de kuvvetli, bir de vitaminli, birde kıymetli..
Bir de hem yemek yerine geçiyor, hem de meşrubat yerine geçiyor. Çok güzel bir gıda. Elhamdulillâh!
Allah cennette, bir de sütten ırmak da yaratmış. Şaldır şaldır süt akıyor. Ali Bingöl gözünü aç. Sütten ırmak.
Min lebenin lem yeteğayyar ta’mühû.
"Teğayyür etmeyen, bozulmayan, kokuşmayan sütten ırmak." Baldan ırmak. Süzme baldan, bozulmayan sâfi sütten, ondan sonra cennet meşrubatından, ondan sonra da sulardan ırmaklar. Herkesin tarlasından şırıl şırıl akıyor.
Birde ecdadımız bu Bursa’yı öyle güzel yapmış ki. Bursa’nın dağlarından gelen suyu bir yerde toplamış. Bir teşkilat yapmış, herkesin bahçesine o sudan gidiyor -şöyle benim masamın üstü kadar bir hazne yapmış- her bahçeye, terazili, ölçülü, bir künkün içinden su geliyor. Berrak, pırıl pırıl, buz gibi su. Şeyden çıkıyor, künkün içine su bu haznenin içini fokur fokur fokur büngül büngül bülgüldeyip su çıkıyor. Hazne su dolu. Ondan terazili biraz aşağıda, ikinci bir hazne yapmış, oradan da akıp gidiyor. Taze su, cereyan eden su. Kutunun içinde, bu taraftaki delikten çıkıyor, ondan biraz aşağıdaki delikten hup süzülüp gidiyor. Tabi aşağıdan dökülüp yukardan böyle gidinceye kadar, ne toz, ne çöp, ne bir şey... Herkesin evine bu terazili güzel şeyden yapmı. Kolay değil yani. Tutturmak kolay değil, akıtmak kolay değil, hepsini yapmış herkesin evine yapmış.
Hocamız rahmetullah aleyhin Bursada’ki, Hisardaki dededen kalma evinde de vardı ben gördüm. Çok güzel bir teşkilat. Sonra bu yeni inşaatlar yapılırken, temeller kazılırken, o teşkilat korunamadı, bozuldu. Tabi adam komşu orayı kazınca buraya gelen künk bozunca, burada da suyun şeyi kalmadı. Ama Uludağ’ın güzelim suları öyle her bahçe de şırıl şırıl akıyordu. Her ev bahçeliydi. Bursa’nın sokakları dillere destan, böyle gözlerin görmesine şaheste şâyân güzel bir şehirdir. Sokaklarını gezmeye doyamazsın, yüksek duvarlıdır. Şu kapı yüksekliğinde duvarlar vardır, gayet güzel. Hiç kimse bahçesinde rahatsız olmaz geçenlerden. Kimse görmez. Ama bir kapı açılırda bir bahçeye girersen, o bahçenin çiçeklerine güzelliğine doyamazsın. Bir de böyle akarsuyu vardır. Çok güzeldi. "Bu delik demir çıktı, mertlik bozuldu." demiş Köroğlu. Mertlik kalmadı. Delik demiri uzatan nişan alıyor dum patlatıyor, adam pehlivan gidiyor atın üstünden. Eskiden mertlik vardı, er kişi baba yiğit. Mertlik bozuldu, kalmadı artık. O Bursa’nın o evleri de ne güzeldi.
Sonra sefer tası gibi efendim apartmanları çıkarttılar. 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-12 yukarıya doğru sefer tası gibi, dön babam dön, çık babam çık, nefes nefese bir de zelzelede zangur zungur paldır kültür güm aşağı.
Ben size demedim mi iki kattan fazla yapmayın diye, hep söyledim. Bahçeli ev yapın. Taa asistanlığım zamanından beri, 'bahçeli ev yapın, bahçeli mahalle yapalım' deriz, hep apartmana kaydılar. Özelif sitesi için yer aradık, bulduk, doksan dönüm araziyi, bütün ortaklarımıza yetecek, herkesin bahçeli evi olacaktı. Onu yapmadılar. Şehrin içinde on birer katlı, her katta altı daireli apartmanlar yaptılar. Yok bizim örfümüzde, töremizde böyle sivri havalara çıkmak filan. Bahçe toprak.
Karnın yardım kazmayınan belinen
Yüzün yırttım tırnağınan elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sâdık yârim kara topraktır.
Çok sâdıktır. Sen ona öyle yaparsın, o sana gül verir. Toprakla haşır neşir olacak. Toprak olacak, su olacak. Daha ne istiyorsun. Birde kenarda kebap yeri oldu mu ocak.
إِذَا أَكَلَ الصَّائِمُ نَاسِيًا، أَوْ شَرِبَ نَاسِيًا، فَإِنَّمَا هُوَ رِزْقٌ سَاقَهُ اللهُ، وَلَا قَضَاءَ عَلَيْهِ. قط وَصَحَّحَهُ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ.
İzâ ekele’s-sâimü nâsiyen ev şeribe nâsiyen fe-innemâ hüve rızkun sâkahullahu ve lâ kadâe aleyhi.
Dârekutnî rivayet etmiş, Ebû Hüreyre radıyallahu anhden. Hadîs alimi 'sahîh hadîs-i şerîf' buyurmuş. Peygamber Efendimiz bu sahîh rivayete göre buyuruyor ki;
İzâ ekele’s-sâimü nâsiyen. "Oruca niyetlenmiş olan kimse, unuturda yemek yerse." Mesela Perşembe günü oruca niyet etti, gitti arkadaşın evine dükkanına, o da ona ikram etti, o da yedi içti.
"Ay eyvah! Tüh!"
"Ne oldu ya?"
"Ben oruçluydum hay Allah."
Hay Allah may Allah yok. Sizden biriniz oruçluyken unutarak bir şey yerse; ev şeribe nâsiyen. "Unuturda bir şey içerse" Çay ikram etti içti. "Hay Allah, ya ben bugün oruçluydum" dedi.
İçerse veya yerse ne olur?
Fe-innemâ hüve rızkun. "Bu Cenâb-ı Hakk’ın bir rızkıdır." Sâkahû ileyhi. "Onu ona göndermiş." Al Hasan kulum, al Ömer kulum, al Ahmet kulum diye göndermiş. Allah’ın bir rızkıdır. Lâ kadâe aleyhi. "Bu oruçluya, bu orucu kaza etmek gerekmez." Allah oruçluyken yedirmiş.
Ee hocam ramazanda da mı böyle?
Ramazanda da böyle, her zaman böyle. İşte Peygamber Efendimiz 'unutursa' buyuruyor. Hatırına geldiği zaman çıkartacak. Hatırına geldikten sonra yutmayacak. Yarı yolda çiğnerken uuuu ben oruçluydum. Ha çıkart bakalım. Yuttun mu orucu kaza edersin. Hatırladıktan sonra yersen yutarsan olmaz. Ama istersen aklına hiç gelmedi; yedin içtin, çorba geldi, pilav geldi, kebap geldi. Ondan sonra yedi yedi yedi yemek bitti. Elhamdülillâh çay da geldi, çayı da içti. Elhamdülillâh çok güzelmiş filan. "Haa ben oruçluydum."
"Çok yedin."
İstediği kadar yesin. Bir kuzu yese bile kaza yok. Unuttu çünkü. Unutmak kişinin elinde olan bir şey değil. İnsanın elinde olsa bazı şeyleri unutmak istiyor. Unutmak istiyor ama unutamıyor, bazı şeyleri. Hatırlamak da elinde değil, unutmakta elinde değil. Cenâb-ı Hak unutturdu mu unutuyor, hatırlattı mı hatırlatıyor. Bazen de şeytan namazda hatırlatıyor. Allahu Ekber namaza duruyor;,dükkan, bağ, bahçe, ev, bark, alışveriş, yemek, hanımın söyledikleri, eski hatıralar her şeyi şeytan hatırlatıyor. Şeytan namazın sevabını kaçırtmak için hatırlatıyor. Allah şerrinden korusun. Görünmeyen bir mahlûk.
Allah’ın ikramı bu öyle bir kusurdan filan değil. Allah’ın ikramı işte bu. "Ey kulum! Hem sana oruç sevabı vereceğim, hem de yiyecek sevabı, yiyecek zevki vereceğim." demiş oluyor.
Elhamdülillâh Rabbimizin nimeti çok.
Allah hepinizden razı olsun.
El-Fâtiha.