Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillâhi rabbi’l-âlemîne hakka hamdihî ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ecmaîne’t-tayyibîne’t-tâhirîn.
Emma ba’d.
Aziz ve muhterem kardeşlerim;
Allahu Teâlâ hazretleri kâfirler için cehennemi hazırladığını;
وَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِي أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
Ve’tteku’n-nâre’lletî uiddet li’l-kâfirîn diye bize Kur’ân-ı Kerîm’inde bildiriyor. Ve cenneti de mü’min ve müttakî kulları için hazırladığını;
وَسَارِعُوا إِلَى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَوَاتُ وَالْأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ
Ve sâriû ilâ mağfiretin min rabbiküm ve cennetin arduhe’s-semâvâti ve’l-ardu uiddet li’l-müttakîn diye bildiriyor.
Demek ki âlemleri yaratan, yerin, göğün Hâlik’ı, canlıları canlandıran, yaşatan, besleyen, rızıklarını veren, kâinatın saat gibi inceden inceye bütün nizamını tıkır tıkır çalıştıran, Ay’ı, Güneş’i, yıldızları belirli dakikalarla saniyelerle döndüren, eşsiz emsalsiz sanat eseri mahlûkatı yaratan, her birisi ayrı birer sanat harikası olan mahlûkatı yaratan Rabbimiz, mü’min ve müttakî kulları için cenneti hazırlamış.
Mü’min, “iman etmiş olan” demek. Hz. Âdem, ilk insan ve ilk peygamber. Bu insan cinsinin babası, ebü’l-beşer, peygamber. İlk insanla beraber Allah’ın varlığı, birliği, esmâsı, esmâ-i hüsnâsı, sıfat-ı ulyâsı hakkında bilgiler insanlara verildiği halde bazı insanlar raydan çıkmışlar, yoldan çıkmışlar. Babaları mü’min olduğu halde evlatların bir kısmı kâfir olmuş. Bir kısmı, peygamberler kendilerine gerçekleri anlattığı, mucizeler gösterdiği, olağanüstü delillerle gerçekleri anlattığı halde ve bunları gözleri ile gördükleri halde kâfir olmuşlar.
Musa aleyhisselam’ın kavminin buzağı yapıp da tapmaya kalkması o kadar acayip ki. Onunla beraber mücadele verip, ondan sonra deryayı geçip, Firavun’dan kurtulup, Firavun’un gözleri önünde gark olduğunu görüp Musa aleyhisselam’ın nice nice mucizelerini görüp de ondan sonra buzağı yapmaya kalkışması bu işi gösteriyor.
Bildikleri halde bazı insanlar kanıyorlar, inkar ediyorlar, gerçekleri görmüyorlar, gösterildiği halde gözlerini kapatıyorlar gibi. Bu çok acayip bir olay, ilginç bir olay, hayret edilecek bir olay.
Hiç mantıklı, akıllı bir şey değil! Akıllı, mantıklı bir insanın kabul edeceği bir şey değil! Bir mantıka dayanmıyor, bir muhakemeye dayanmıyor. Aksine muhakemesizliğe, vurdumduymazlığa dayanıyor. Çünkü kâinatta aklı mantığı kullandığın zaman, ilme irfana sarıldığın zaman her şey Allah’ın varlığını gösteriyor. Her şey Allah’ın varlığına delil.
Teemmel sutûra’l-kâinâti fe innehâ mine’l melei’l-â’lâ ileyke ve sâilüh.
Şu kâinatı bir sayfa gibi, bir kitap gibi, bir muazzam yazı gibi, sayfa gibi benzetmeyle düşünürsek bu sayfanın üzerindeki satırları, yazıları okursan görürsün ki; bunların hepsi Allah’tan sana mektup; Allah’ın varlığını, birliğini gösteren delil.
Nasıl oluyor da bir çekirdekten koca ağaç oluyor, nasıl oluyor da meyve veriyor? Şu mahlûklar nasıl oluyor da bir küçük tohumdan hep aynı şekilde o cinsden mahlûklar oluyor?
Adamın bir koyunu var; kuzuluyor, ondan sonra devam ediyor, hep kuzu, hep kuzu, hep kuzu… Allahu ekber!
Nasıl oluyor?
Her şey ne kadar güzel!
Bu meyvelere bu kadar güzel renkler, bu kadar güzel tatlar, kokular nereden geliyor?
Hep aynı. Nasıl oluyor?
İntizamlı. Hep aynı olması, tesadüfî olmadığını gösteriyor. Elmaya baksa insan Allah’ın varlığını anlar. Güle baksa, sümbüle baksa Allah’ın varlığını kavrar.
Allah yoksa bunları kim yapıyor?
Nasıl bu kadar muntazam oluyor?
Muntazam olduğuna göre Allah’ın varlığı hemen anlaşılıyor. Bir yerde muntazam muntazam çizgiler, muntazam muntazam bir şeyler görseniz ne dersiniz?
“Bunları kesin birisi yapmış.” dersiniz. Onun için inkâr, akla mantığa dayanmıyor, muhakemeye dayanmıyor. Aksine, aklı mantığı durdurduktan ve doludizgin şuursuzca gittikten sonra kâfirlik oluyor. Ama oluyor. Bu kâfirliğin neden oluştuğunu hayret edilecek bir şekilde incelememiz lazım.
“Allah Allah! Bu kadar herşey ortadayken nereden de çıkıyor bu kâfirlik!” dememiz lazım! Bu acayip hastalığı incelememiz lazım!
İnsanların bir kısmı kâfir oluyor, Allah’ın varlığını göremiyor. Kâinatın düzenini düzenleyen düzenleyiciyi anlayamıyor. Her şeye hareketini veren muharriki, muharrik-i evvel’i, ilk sebebi, mebdei anlayamıyor.
Bunların hepsi filozofların konuştuğu bir şey. Bunu sadece müslüman filozoflar da söylemiş değil. Avrupa’nın meşhur filozofları bunlar üzerinde yazılar yazmışlar, kitaplar yazmışlar. Onlar da söylüyor.
Descartes diyor ki;
“Düşünüyorum, o halde varım!”
Varlık meselesi üzerinde, varlığın menşei, bu kâinattaki bu düzenin düzenleyicisi üzerinde herkes düşünmüş.
Hatta “kâinatın ulu mimarı” diyorlar.
Bir mimar, bir güzel muhteşem binayı nasıl yapar?
“Kâinatın ulu mimarı” sözünü kullanıyorlar. Onların işleri de ayrı bir acayip. Hem “kâinatın ulu mimarı” diyorlar, hem de ona güzel kulluk etmek yerine onun gönderdiği peygamberlerin, onun indirdiği kitapların karşısında mücadele veriyorlar.
Bu neden doğmuş bunu da incelemek lazım. Avrupa’da nasıl olmuş da bu gibi hareketler oluşmuş?
Kısaca söylemek gerekirse; kilise kuvvetli bir teşkilat olduğu için ve halkı sımsıkı avucu içine aldığı ve engizisyon mahkemeleri ile cezalandırdığı için kilisenin her yaptığını tasvip etmeyenler, teşkilatlanmak zorunda kalmış.
Onun için karşı teşkilatlar da gelişmiş. Tabi azınlıklar da var. Belki işin içinde ezilen, mağdur edilen, sömürülen, itilen kakılan, kenar mahallelerde yaşayan insanların teşkilatlanması filan incelenebilir.
Ama akıllı, mantıklı, doğru düzgün bir yol değil. Oluşuyor, oluyor. Allah isteseydi olmazdı. Bu kâinatı bu kadar düzenli yaratan Allah isteseydi Ay’ın ve Güneş’in muntazam hareketleri gibi insanları da muntazam hareket ettirirdi. Hiç sarhoş, ayyaş, derbeder, abuk sabuk insan olmazdı. İsteseydi her şey Güneş gibi Ay gibi muntazam çalışırdı, saat gibi çalışırdı, atom gibi çalışırdı. Ama bu derbederliği insanoğlu ortaya koyuyor.
Neden?
Allahu Teâlâ hazretleri insanoğluna bir hürriyet vermiş; “Ey kulum, ben seni yarattım, hürsün, nasıl istersen öyle yap.” demiş.
İstediğini yapıyor, istediği yolu tutturuyor. Hidayet yolunu tutturabilir, küfür yolunu tutturabilir. Kimisi hidayet yolunu tutturuyor kimisi küfür yolunu tutturuyor. Çünkü iki yol da var.
Küfür yolunun da teşvikçileri, mürevviçleri -oraya revaç vermeye, onu savunmaya, oraya insanları çekmeye çalışan sahipleri- var. Küfrün de sahibi var, dalâletin de sahibi var. Onun da reklamı var, onun da çalışması var.
Barlar, pavyonlar, kumarhaneler biliyoruz ki zararlı. Ama nasıl ışıkları var, nasıl reklamları var? Hatta devletin, ailelerin çocuklarını korumak istediği nice muzur yerler -bir taraftan yuvalar yıkılırken- nasıl harıl harıl çalışıyor. Her yolun bir teşvikçisi var, herkes bir yolda çalışıyor.
Polis uyuşturucu kullanılmasını engellemeye çalışıyor ama bir taraftan da bazıları var gücüyle uyuşturucu getirip dağıtmak için çalışıyor. Şebeke var, teşkilat var; var güçleriyle uğraşıyorlar.
Şu dünya hayatı bir garip sahne. Herkes bir şey yapıyor. Kimisi o tarafta kimisi bu tarafta. İbret almak lazım. Ama ibret almaktan öteye doğruyu bulup doğru yolda da gitmek lazım.
Mü’minlik; Allah’a iman etmek, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine, öldükten sonra dirilmeye inanmak. Bizim alimlerimiz çok güzel toplamışlar.
İnanmak nedir?
Nelere inanmak?
Bunu Kur’ân-ı Kerîm’i okuyarak, tekrar tekrar inceleyerek, bir âyetin üzerinde günlerce tefekkür eyleyerek çok büyük, çok yetenekli, çok bilgili alimler öyle ortaya koymuş. Bir kelimesini yerinden oynatamazsın, her şey yerli yerinde; sapasağlam tarif edilmiş.
İslâm dini çok sağlam bir bina. Bir sağlam makine gibi...
“Canım, bu makinenin içinde şu parçanın eğri olmasına ne lüzum var?”
“Dur, onu bir mühendis yaptı. Onun eğri olmasının sebebi vardır!”
“Canım, şu metal çubuk dümdüz olsaydı ya; niye dümdüz olmamış?”
Dümdüz olsa olmaz; onun bir sebebi vardır. Onun kıvrımının sebebi vardır, köşesinin sebebi vardır, yassılığının sebebi vardır, inceliğinin sebebi vardır.
İnsan vücudu da öyle.
“Canım, bu kemikler niye böyle?”
Hiç dümdüz bir kemik görmüyoruz. Hepsi yuvarlak, hepsi girintili çıkıntılı, delikli...
Ben hayret ediyorum; insan bir kemiğe baktığı zaman Allah’ın varlığını anlar. Kemiğin başı kalın, ortası ince, içinde ilik var, bir yerlerinde delikler var, oralardan sinirler geçiyor, buralardan ilik geçiyor, şuralara kaslar bağlanıyor
Nizama bak, sisteme bak, düzene bak... Allahu ekber! Bunların hepsinin yapılışta yeri belli.
Bir evin yapılışına bakıyorum, adam nasıl kazıyor, tuğlayı nasıl koyuyor, nereyi boş bırakıyor.
Neden?
Çünkü önceden onun ne olacağı belli olduğundan orası kapı olduğundan oraya tuğla koymuyor, burası pencere olacak. Her şey düşünülmüş. İnsan kemiğinin de öyle; her girintisinin çıkıntısının sebebi var. Doktorlar bu kemiklerin adını bilir. Kafatasının girintisini, çıkıntısını, nerelerden kenetlendiğini, hepsini ezbere bilirler. Kestiği zaman karşısına kaç tabaka çıkacak, nerede ne olacak? Çünkü çok güzel bir sistem.
İşte bu kâinattaki, bu vücuttaki, bu çevredeki, bu olaylardaki düzenin yaratanı Allah. Buna inanmak lazım, bunu bulmak lazım. Bunu bulamayan bir insan ne sebepten bulamıyorsa çok yazık oluyor. Tabi bazı sebepler var.
Küfre kayan insanların küfre kayış sebebi ne?
Mesela aile terbiyesi görmemiş, anne şefkati tatmamış, mahrumiyetler içinde büyümüş; topluma düşman olmuş adam buradan gangster oluyor. Hayatındaki acı olaylardan yanlış bir yol tutturuyor. Veyahut çalışmak ağır geliyor, ustasından hocasından azar işitiyor, tahsili çalışmayı bırakıyor; bedavadan kazanmanın yollarını arıyor. Veyahut muntazam çalışırken aldığı haftalık para iki yüz elli dolar da yamuk çalıştığı zaman iki bin beş yüz dolar. İki bin beş yüz dolarlık haftalığa kayıyor. Tehlikeli, polis yakalarsa hapse girecek ama iki yüz elli dolarla iki bin beş yüz dolar veya yirmi beş bin dolar aynı değil. Bu işi yaparsan çok büyük para var, kayıyor. İnsanların bu yanlış yollara gidiş sebepleri var.
Bizim ve bütün insanların bunları serinkanlılıkla düşünüp, doğruyu bulması lazım. Allah’ın varlığında şek şüphe yok! Herkes kabul ediyor. Kabul etmeyen de var. “Ateist” diyoruz. Teo “tanrı” demek, ateist; “tanrı tanımazlık.” Tanrıyı kabul etmiyor.
Peki, kabul etmiyorsun da bu düzen nasıl olmuş?
Onlar da onun cevabını veremiyorlar.
Tamam, Allah’ın varlığını büyük ekseriyet kabul ediyor fakat büyük bir ekseriyet de Allah’ın varlığını kabul ettikten sonraki noktalarda, her adımda sapır sapır dökülen dökülüyor. Bu tehlikeli bir yol, ince bir yol, yüksek bir yol. Bu yüksek yolda yürürken yamulanlar, sendeleyenler aşağıya gidiyor.
İnce yol.
Yol ince olduğundan, girintisi çıkıntısı olduğundan, hassasiyeti olduğundan, bir takım şeyleri insanların iyi bilmesi gerekiyor.
Sen dağ yolunda dümdüz gider misin? Şehirde dümdüz bir cadde yapmışlar, bir ucundan öbür tarafa on kilometre düz bir yol. Hadi bakalım dağda dümdüz git. Gidemezsin. Neden?
“Hocam, burası uçurum, burada dağ var, burada nehir var. Onun için şöyle kıvrılacaksın, şöyle gideceksin, usuluyle şöyle geçeceksin.”
İşte hayatın da, dinin de, imanın da incelikleri, kıvrıntıları var. O incelikleri bilemeyen dümdüz gitmeye kalktı mı virajda uçurumdan yuvarlanıyor. Boğaziçi’nde dümdüz gitti mi Emirgan’ın sularının içinde arabasıyla beraber kaybolup gidiyor.
Bunların hepsini, filozofların sözlerini çok okuduk muhterem kardeşlerim. Descartes’ı, Kant’ı, Aristo’yu, Eflatun’u, neoplatonizmi, Konfüçyüs’ü vesaireyi, hepsini okuduk. Dinler hakkında dinler tarihi dersleri var. Dinleri inceledik; kültürleri, medeniyetleri, milletleri inceledik. Bunların sonucu var.
Ama işin doğrusu var. Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de; “Allah oğul edinmedi.” buyuruyor. “Hepsi Allah’ın kulu” buyuruyor. “Meryem sıddıka, saliha bir hatundur" diye bildiriliyor. "Hz. İsa mübarek bir kuldur.” diye bildiriyor.
Seviyoruz. Biz hıristiyanlara iyilik yapıyoruz, hıristiyanları doğru yola çağırıyoruz. Çünkü Allah emrediyor.
تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ
Teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beyneküm “Ey hıristiyanlar! Evvelce Hz. İsa zamanında size anlatılan gerçek dine gelin, aramızdaki müşterek inanca dönün, aykırı gitmeyin.” diyor Kur’ân-ı Kerîm. Biz onları söylüyoruz.
İçinizde de bunları bilen, ilahiyat fakültesinde okumuş kaç tane kardeşimiz var. Kaç çeşit ders gördük. Bilgisiz, kendi içine kapalı, dış fikirleri, medeniyetleri, yaşamları, düşünceleri bilmeyen insanlar değiliz. Her şeyi biliyoruz. Kur’ân-ı Kerîm’in dediğini söylüyorum. Benim kendi özel fikrim de değil. Benim din hocalığım sırasında aldığım bir karar var, bir kaide var, kural var, uyduğum, uymayı kararlaştırdığım bir kural var:
“Kendim bir söz söylersem belki hata ederim; ya Kur’an ayeti okuyayım izah edeyim ya da Peygamber Efendimiz’in hadisini okuyayım, onu izah edeyim." diyorum.
Başka bir şey demiyorum; dersem rahatsız oluyorum. Bilimsel olarak benim incelediğim bir şeyi söyleyebilirim ama nihayet bir kulum. Bilimsel araştırma yapanlar da yanılabiliyor. Köprüyü yapanlar da yanılabiliyor da köprü çökebiliyor. Betonarme hesaplarını yaptılar yaptılar; teknik üniversitenin betonarme profesörü, spor sergi salonları yaptı, salon çöktü.
Demek ki hesap yanlış. Evet, matematik; evet, ilim ama hesap yanlış olunca profesörün profesörlüğü hesabı, sonuçta bina yıkılınca olmuyor.
“Yanılabilirim.” diye ben âyet ve hadisten başka bir şey söylememeye çalışıyorum. Yolumuzun dışındaki başka yolları da bildiğim için, okuduğum için, siz de bildiğiniz, dinlediğiniz ve çevrede gördüğünüz için; çok mantıklı, çok rahat, çok huzurlu, çok açık konuşuyoruz.
“Şu kâinat tesadüfler yığını değildir, bu kâinatı yaratan bir yüce varlık var; bizim Rabbimiz O. Biz O’na kulluk ediyoruz.” diyoruz.
Ne kadar mantıklı, ne kadar güzel!
“Bu şu şahıstır. İşte heykeli yapılan şu Buda’dır.”
Değil!
Buda’dan önceki insanlar ne idi?
Buda tarihin bir zamanında ortaya çıkmış. Hz. İsa’dan önceki zamandaki, milattan önceki insanlar, Sümerler, Etiler; onlar ne idi?
Onlar Hz. İsa’yı bilemezdi ki. Ama Peygamber Efendimiz diyor ki;
“İslâm, Hz. Âdem’den beridir, o zamandan beri...”
النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُوا
en-Nebiyyûne’llezîne eslemû.
"Tâ eski zamanlardan beri İslâm dini üzere yaşamış peygamberler" diyor. Yeni bir din ihdas etmiyor ki “Muhammed’in dini” demiyor ki.
فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا
Fe’ttebi‘û millete İbrahîme hanîfâ.
İbrahim’in dosdoğru olan, hakka meyyal, bâtıldan uzak, sapasağlam samimi dinine tâbi olduğunu söylüyor.
مَا كَانَ اِبْرٰه۪يمُ يَهُودِيًّا وَلَا نَصْرَانِيًّا وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفًا مُسْلِمًاۜ
Mâ kâne İbrahîmü yehûdiyyen ve lâ nasrâniyyen velâkin kâne hanîfen müslimâ.
“İbrahim müslümandı.” diyor Allah.
İslâm dini Peygamber Efendimiz’le ortaya konulmuş bir din değil. Onu açıkça söylüyor.
Ne kadar güzel! Bunu anlayan insan hayran olur. İbrahim aleyhisselam’ın hak peygamber olduğunu, onun da müslüman olduğunu söylüyor. Musa aleyhisselam’ın da müslüman olduğunu, İsa aleyhisselam’ın da müslüman olduğunu söylüyor. O kadar güzel ki dinimiz! Bakmayın garibanların boynu bükük olduğuna.
Yere düşmekle cevher, sâkıt olmaz kadr ü kıymetten.
Mücevher çamura düşse kıymeti düşer mi?
Düşmez.
Pırlanta yüzük yine pırlantadır, isterse çamura düşsün.
Yere düşmekle cevher, sâkıt olmaz kadr ü kıymetten.
Bir zamanlar Kanuni devrinde muhteşemdik. Şu anda “Şu müslümanlar mı?” diyorlar.
O zamanda Kanuni devrinde herkes bize bakıyordu; İstanbul moda merkeziydi, Romanya İstanbul’u takip ediyordu; giyim kuşam oraya tesir ediyordu. Şu anda diyorlar ki; “İşte müslümanlar Hindistan’da, Pakistan’da muhtaç durumda.”
Onların fakir olmasına kim sebep oldu?
Siz sebep oldunuz. Siz hücum ettiniz, siz sömürdünüz, siz yaktınız yıktınız. Harpleri darpleri yapan sizsiniz. Hâlâ biz kendi ülkemizde ayağa kalkmaya çalıştıkça bizi çelmeleyen, bizi yere yıkan yine bunlar.
Şu anda müslümanlar biraz mağdursa, mazlumsa; yere düşmüş bir cevher gibidir. Şimdi; “Şunların hâline baksana!” diyorlar.
Güney Amerika hıristiyan olduğu halde, hem de koyu hıristiyan, katolik olduğu halde işte buyur; Brezilya, Arjantin, Peru, Şili; ne kadar geri. Bir aldatmaca muhakeme ile işte sanki Müslümanlık ilericiliğe karşıymış gibi göstermek istiyorlar. Öyle değil! Doğru inançtayız elhamdülillah. Bunu gençler bilsin.
Ve zaten dünyanın her bilinçli insanı, ilim adamı İslâm’a geliyor.
Bunun en açık misallerinden biri, bugün de en açık misali ne?
Fransız filozofu, feylesofu Roger Graudy. Feylesof. Adam filozof sıfatını kazanmış.
Filozof adını nasıl kazanıyor insan?
Onu on beş, yirmi dolar vererek çarşıdan pazardan elbise alır gibi almak mümkün değil. O bir ömür boyu yapılan çalışmalarla, yazılan yazılarla ortaya çıkıyor. Adam filozof. “Asrın filozofu” diyorlar. “Komunizmin bütün fikriyatı kaybolsa bu adam eline kalemi alır, yeniden yazar.” diyorlar. Derya gibi adam.
Derya gibi adam, ne oluyor sonra?
Müslüman oluyor.
Bu neyi gösteriyor?
İslâm’ın hak din olduğunu gösteriyor. Profesör Maurice Bucaille; Fransız İlimler Akademesi’nden unvan almış bir insan, müslüman oluyor. Amerikalı filanca senatör, adını hatırımda tutatamadım, müslüman oluyor.
Bunlar bir şeyi gösteriyor:
“İslâm’ın bilime sahip olduğunu, bilimsel yanda olduğunu, akıl mantık yanında olduğunu gösteriyor. Aklını, mantığını kullanabilenlerin her ülkeden İslâm’a geldiğini gösteriyor.”
Burada da konuştuğumuz bazı kimseler; “sizin dininiz doğru” diyorlar. Bir kısmı demiyor.
Neden?
Başka teşkilatlara girmiş, teşkilat taassubu içinde vesaire vesaire... Neden böyle olduğunun hepsinin sebebi var.
Biz elhamdülillah mü’min olarak doğru yoldayız, cennet yolundayız. Allah mü’minlere, müttakilere cenneti hazırlamış. Biz mü’miniz. Ama dikkat edilirse; mü’minlerin müttaki olanlarına cennet var.
وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُۙ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّق۪ينَۙ
Ve cennetin arduhe’s-semavâti ve’l-ardu uiddet li’l-müttakîn.
Müttaki sıfatı önemli.
Müttaki ne demek?
“Haramlardan, günahlardan, Allah’ın rızasına aykırı işleri yapmaktan, cehenneme düşmekten sakınan kul” demek.
Sakınacak, ayağını denk alacak, ihtiyatlı olacak, düşünceli olacak; Allah’ın rızasını kaybetmemeye çalışacak. Müttakilik önemli. Elhamdülillah hepimiz mü’miniz.
Tabi bazı insanlar bazı yerlerde imanını kaybediyor.
Müttaki olacak.
Uiddet li’l-müttakîn. “Cennet müttakilere hazırlanmıştır.”
Mü’min olacağız, müttaki müslüman olacağız.
Peki, müttaki müslüman olmazsak ne olur?
"Ben müttaki müslüman olamadım." Sakınmazsan sakınan, çekinen, korunan, cehenneme düşmekten uzak duran bir insan olmazsan ne olur?
Cehenneme düşersin. Uçurumun kenarında yürürken etrafa, havaya bakarsan, ağzını açarsan uçuruma yuvarlanırsın. Önüne bak demedim mi sana? Dikkat et demedim mi? “Yol tehlikelidir” demedim mi? Kendini paldür küldür uçurumun aşağısında bulursun. Fokur fokur kaynayan kazanın içinde bulursun.
Neden? Nasıl oldu bu iş?
Ayağına dikkat etmedin, bastığın yola dikkat etmedin, yol ince idi, yolun inceliğini öğrenmedin. Müttaki olmazsa müttaki olmadığı kadar cezasını çeker. Müttaki olmadığının cezasını çeker.
Allahu Teala hazretleri "Ey kullarım, ben size peygamber göndermedim mi? Ben size kitap indirmedin mi? Ben size cehennemin olduğunu, bazı insanların şöyle şöyle yaparlarsa cehenneme gireceğini daha önceden söylemedim mi?” der.
Polis bir adamı çeviriyor; “Gel bakalım, ver ehliyeti, ruhsatnameyi.”
“Ne oldu?”
“Bu yol tek yönlü yol, sen buradan buraya ters girdin. Görmedin mi levhayı? Buraya girilmez levhası vardı, wrong way yazıyordu. Sen niye bu yola girdin? Yanlış yol. Ver bakalım cezayı!” der.
Neden?
Nizam konulmuş, önceden belirtilmiş, levha da konulmuş, yazı da yazılmış.
Yaparsam ne olur?
Yaparsan kaza olur. Önce sen zarar görürsün. İslâm’ın bütün emirleri insanların lehinedir, menfaatinedir, hepsi güzeldir.
İslâm’ın emirlerinin hepsinin faydası vardır, yasaklarının hepsi yerli yerincedir, ibadetlerin hepsi güzeldir, hepsi harikadır, tadına doyum olmaz. İslâm’ın tüm emirleri güzeldir.
Allahu Teâlâ hazretleri bizi imandan ayırmasın. Bizden doğan çocuklarımızı, evlatlarımızı imandan ayırmasın. İmandan sonra küfre ayaklarını kaydırmasın. Doğru yolda giderken eğri yola saptırmasın, uçuruma yuvarlatmasın. Sevdiği kullar zümresindeyken o zümreden ayrılıp da sevmediği kulların zümresine geçenlerden eylemesin. Hayatı rızasına uygun yaşayıp huzuruna sevdiği kul olarak varmayı nasip etsin.
Çok güzel bir söz var:
“Çağımız buhranda, kurtuluş İslâm’da.”
Kurtuluş İslâm’da! Bu sadece Türkiye’nin kurtuluşu da değil; kâinatın, âlemin, ulusların kurtuluşu da İslâm’da; Afrika’nın kurtuluşu da, Hindistan’ın kurtuluşu da, Japonya’nın kurtuluşu da, Çin’in kurtuluşu da, Rusya’nın kurtuluşu da İslâm’da!
Onları da gördük. Onların da hâlini biliyoruz, perişanlığını görüyoruz, acıyoruz. İnsanlara acıyoruz; bunlar bizim kardeşlerimiz.
Kâinatın nizamının prospektüsü, kullanma talimnamesi İslâm’dır; bu kâinatta güzel yaşamak için onu bilmek lazım. Hastalıkların reçetesi, İslâm’dır. Hastalıklardan kurtulmak için bu reçeteyi okuyup bu ilaçları kullanmak lazım. Kullanınca geçer. Allah İslâm’ın kıymetini bilmeyi, müttaki müslüman olmayı nasip etsin.
Müttaki müslümanların yolu nedir?
Takvâ yolu.
Bir fetva yolu var.
Bira içilebilir. Fetva.
Kim vermiş fetvayı?
Mısırlı falanca alim vermiş.
Niye?
İçinde yüzde dört miktarında alkol varmış da, azmış da. O kadar miktar alkol meyvede de bulunuyormuş da, bilmem ne de…
Ya sen şimdiye kadar meyve yiyip de kafayı bulan bir insan duydun mu? Kimi kandırıyorsun sen?
Üç tane elma yedi; ayakta sallanıyor, direğe yapışıyor, çamura düşüyor, hiç böyle bir şey duydun mu?
Yok. Ama birayı içti mi sarhoş oluyor adam. Biracı memleketlerde çok yaşadık biz. Almanya’da her taraf biradır; su gibi bira içerler. Çok fena durumları! Onunla, o aynı mı?
Ama milleti kandırıyorlar. Bunları bilmeyen insanları kandırıyorlar. Eskiden “Avrupa şöyle, Avrupa böyle” diye bizi kandırıyorlardı. Şimdi biz Avrupa’nın içine girdik, ciğerinin köşesini biliyoruz; bizi kandıracak bir şeyleri kalmadı. Yutturuyorlardı, “Fransızca biliyorum.” diye Türkçenin içine bir sürü Fransızca kelimeler doldurdular.
Millet de; “Bunlar ne ya, Allah Allah, bunların kullandığı kelimeler ne? Herhalde bir bildikleri vardır.” filan diye itibar ediyorlardı. Hani Karadenizliye “sempatik” demiş birisi; o da ne olduğunu bilememiş. Şimdi biz hepsinin ciğerinin köşesini biliyoruz.
Bak burada devletin işleyişindeki asıl altın kuralları bilmek lazım. Başarının altın kurallarını bilmek lazım. Onları yapmıyor; yalan yanlış iş yapıyor. Rüşvet olmaz, rüşvet olursa batar. Çünkü işler güzel olmaz. Ehliyetsiz olmaz. Burada bir duvarcı ustası bile ehliyetsiz çalışamıyor. Orada olursa iş berbat olur.
Bir inşaatı teslim alıyoruz da ondan sonra kaç yerini düzeltmek zorunda kalıyoruz. Ben ilk girdiğim evde elektrik şebekesinin kaç tanesini kendim düzeltim. Ruhsatsız olmaz. Onları yapsana, onları uygulasana!
İlericilik, ilericilik! İlericilik o! Binayı yaptırdığın zaman sapasağlam olması lazım, adamın sorumlu olması lazım, suçlunun yakalanması lazım.
“Orasını karıştırma! diyor. “Biz anasını da biliyoruz, danasını da biliyoruz, babasını arıyoruz.” diyor.
O işleri yaptırma; yapabilirsen kanunu hâkim kıl, nizamı hâkim kıl. Avrupa’yı yükselten o! Bilim! Bilim adamına kıymet ver, bilim adamının sözünü dinle. Sözü kuyruğundan anlama, yanlış çevirme, evirip çevirme.
Bunu alsana! Adaleti hâkim kılsana! Bilimi hâkim kılsana!
“Genel müdür niye 11’de geliyor?”
Genel müdürlüğe 11’de geliyor. 8.30’da gelmesini sağlasana! Benim çocuğum, Münih’te okula hava karanlıkken giderdi. Vallahi zifiri karanlıkta giderdi, ilkokul çocuğu... Öyle çalışırlar. Bilir kardeşlerimiz. Burada da bilinir de, Almanya’nın çalışması bir felakettir. Alsanıza o çalışmayı! O fabrikaları yapsaydınız ya! Niye şimdiye kadar yapmadınız?
Onun için aziz ve muhterem kardeşlerim;
Müslüman olacağız, müttaki müslüman olacağız, çok çalışacağız. Allah bizi takvâdan ayırmasın, takvâ yolundan ayırmasın.
Bu takvâ yolu nedir?
Tasavvuf yoludur. Öyle sulu Müslümanlık değil... Öyle gevşek Batıcılık değil... Batı’ya medeniyeti öğretecek kadar medeniyiz biz.
Onun için aziz ve muhterem kardeşlerim;
Bizim de edepsizlikten, günahtan sakınmamız lazım ama edepsizlikten, günahtan sakınmaktan daha yüksek bir seviye var:
Allah’ın sevgisini kaybetmekten sakınmamız lazım. Allah mü’min kulları seviyor, imana gelenleri seviyor.
وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Va’llâhu yuhibbü’l-muhsinîn.
فَإِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ
Va’llâhu yuhibbü’l-müttekîn.
وَاللَّهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ
Va’llâhu yuhibbü’s-sâbirîn.
Kur’ân-ı Kerîm’de neleri sevdiğini sıralıyor. “Ben onları seviyorum.” diyor.
يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ
Yuhibbühüm ve yuhibbûnehû.
“Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.” diye bazı iyi insanları anlatıyor.
Yuhibbühüm ve yuhibbûnehû. “Allah onları seviyor. Âşık-ı sadıklar. Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.”
Demek ki Allah’ın sevgisini hedef almışız, güzel; bu yolda devam edelim. Allah’ın sevgisini kaybetmekten, kazanılmış o sevgiyi elden kaçırmaktan, iflastan korunalım, sakınalım. Günahtan sakınalım, cehennemden sakınalım.
Müttakî, “sakınan” demek. Müttakiler, sakınanlar için hazırlanmış ve eni şu semalar ve yer kadar olan cennete koşuşalım. Cenneti kazanmaya koşuşalım.
Allahu Teâlâ hazretleri bizi o "sâriû" emrini anlayıp rızasını kazanmaya koşturanlardan, süratle koşanlardan, müttakilerden, o cennetleri kazananlardan eylesin.
Subhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ inneke ente’l-alîmü’l-hakîm.
Sübhâne rabbike rabbi’l-izzeti ammâ yasifûn ve selâmün ale’l-mürselîn ve’l-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn.
el-Fâtiha.